Tarih Tasarımı PDF
Document Details
Uploaded by Deleted User
R. G. Collingwood
Tags
Summary
R. G. Collingwood'un Tarih Tasarımı kitabı, tarih felsefesi ve tarihin yapısı, konusu, yöntemi ve değerine odaklanarak Herodotos'tan 20. yüzyıla kadar olan tarihsel gelişimi ayrıntılarıyla ele alıyor. Felsefe ve tarihi bütünleyici bir bakış açısı sunuyor.
Full Transcript
R. G. Collingwood Tarih Tasarımı R. G. Collingwood Tarih Tasarımı Çeviren: Kurtuluş Dinçer DOGUBATI Robin George Collingwood (1889-1943) Felsefe ve tarih disiplinlerinin bütünleştirilmesi yönündeki çalışmaların öncüsü sayı lan Collingwood, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerindendir. Felsefi...
R. G. Collingwood Tarih Tasarımı R. G. Collingwood Tarih Tasarımı Çeviren: Kurtuluş Dinçer DOGUBATI Robin George Collingwood (1889-1943) Felsefe ve tarih disiplinlerinin bütünleştirilmesi yönündeki çalışmaların öncüsü sayı lan Collingwood, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerindendir. Felsefi görüşlerinde, Platon, Vico, Wilson ve Croce'den etkilendi. Yapıtlarında, felsefenin temel konu sunun, doğadan çok tarihe yakın olduğunu ortaya koyarak felsefenin yönteminin bu eksende yeniden belirlenmesi gerekliliği üstünde durdu. Düşünsel problemlerin ta rihsel yaklaşım yöntemiyle nasıl çözümlenebileceğini gösterdi. Başlıca Yapıtları: Rdigüm ;ınd Philo.wphie(l916; Din ve Felsefe), Speculum Mentis(l924; Zihnin Aynası), fa:çayoıı Phılo.mphica/ Method ( 1933; Felsefe Yöntemi Üzerine Deneme), An Emıyon Metaphysics(l940; Metafizik Üzerine Bir Deneme) özgün Metin Thc ldc.ı of Hı:\·tory, Oxford U niversity Press, 1946. © Türkçe çevirinin tüm yayım hakları Doğu Batı Yayınları'na aittir. Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz, izinsiz hiçbir şekilde çoğaltılamaz. İngilizceden Çeviren Kurtuluş Dinçer Yayına Hazırlayanlar Şermin Korkusuz Utku Özmakas Kapak Tasanmı Mr. Z& Z Baskı Tarcan Matbaacılık 1. Basım: Ara Yayınları 2. Basım: Gündoğan Yayınları 3. Basım: Doğu Batı Yayınları 6. Basım: Doğu Batı Yayınları Şubat 2015 Doğu Batı Yayınları Yüksel Cad. 36/4 Kızılay- Ankara Tel: O 312 425 68 64 · 425 68 65 Faks: O 312 425 68 65 ISBN 978-975-8717-30-9 / Sertifika No: 15036 Doğu Batı Yayınları· 29 Felsefe - 7 İÇİNDEKİLER Yayıncının Onsözü....................................................................... 9 1. Disiecta Membra............................................................... 9 2. Magis Amica Veritas......................................................... 12 3. Amicitiae Sacrum............................................................. 26 1.Giri§...................................................................................... 33 1. Tarih Felsefesi.................................................................. 33 2. Tarihin Yapısı, Nesnesi, Yöntemi ve Değeri......................40 3. 1-IV. Bölümlerin Sorunu..................................................44 I. Bölüm Yunan-Roma Tarih Yazımı 1. Teokratik Tarih ve Mitos.......................................................47 2. Herodotos'un Bilimsel Tarihi Yaratı§ı.................................... 51 3. Yunan Dü§üncesinin Tarih Dı§ı Eğilimi................................. 54 4. Tarihin Yapısı ile Değerine İli§kin Yunan Anlayı§ı.................. 56 5. Yunan Tarihsel Yöntemi ve Sınırları....................................... 59 6. Herodotos ile Thoukydides.................................................... 63 7. Helenistik Dönem.................................................................. 66 8. Polybius................................................................................. 69 9. Livius ile Tacitus.................................................................... 72 1 O. Yunan-Roma Tarihyazımının Özelliği: (i) İnsancılık............ 77 11. Yunan-Roma Tarihyazımının Özelliği: (ii) Tözcülük........... 79 il. Bölüm Hıristiyanlığın Etkisi 1. Hıristiyan Tasarımlarının Mayası........................................... 83 2. Hıristiyan Tarihyazımının Ana Özellikleri.............................. 87 3. Orta Çağ Tarihyazımı............................................................ 90 4. Renaissance Tarihçileri.......................................................... 95 5. Descartes............................................................................... 97 6. Descartesçı Tarihyazımı....................................................... 100 7. Descartesçılığa Kar§ı: (i) Vico............................................. 103 8. Descartesçılığa Kar§ı: (ii) Locke, Berkeley ve Hume............ 1 12 9. Aydınlanma.......................................................................... 117 1O. İnsan Doğasının Bilimi...................................................... 123 III. Bölüm Bilimsel Tarihin Eşiği 1. Romantizm.......................................................................... 128 2. Herder................................................................................. 13 1 3. Kant..................................................................................... 136 4. Schiller................................................................................ 149 5. Fichte.................................................................................. 150 6. Schelling.............................................................................. 156 7. Hegel................................................................................... 159 8. Hegel ile Marx..................................................................... 169 9. Pozitivizm............................................................................ 174 iV. Bölüm Bilimsel Tarih 1. İngiltere............................................................................... 182 (i) Bradley.......................................................................... 182 (ii) Bradley'in İzleyicileri..................................................... 19 1 (iii) On Dokuzuncu Yüzyıl Sonu Tarihyazımı..................... 193 (iv) Bury............................................................................. 197 (v) Oakeshott..................................................................... 202 (vi) Toynbee....................................................................... 2 1 1 2. Almanya............................................................................... 2 17 (i) Windelband................................................................... 2 17 (ii) Rickert.......................................................................... 221 (iii) Simmel........................................................................ 223 (iv) Dilthey......................................................................... 224 (v) Meyer........................................................................... 230 (vi) Spengler....................................................................... 235 3. Fransa................................................................................. 238 (i) Ravaisson'un Tinselciliği................................................ 238 (ii) Lachelier'nin İdealizmi.................................................. 240 (iii) Bergson'un Evrimciliği................................................. 242 (iv) Modern Fransız Tarihyazımı........................................ 244 4. İtalya................................................................................... 246 (i) Croce'nin 1893'teki Denemesi....................................... 246 (ii) Croce'nin İkinci Tutumu: "Mantık".............................. 250 (iii) Tarih ile Felsefe........................................................... 253 (iv) Tarih ile Doğa.............................................................. 254 (v) Croce'nin SonGörüşü: Tarihin Özerkliği..................... 257 V. Bölüm Sonsöz 1. İnsanın Doğası ile İnsanın Tarihi......................................... 262 (i) İnsan Doğasının Bilimi.................................................. 262 (ii) Tarihsel Düşüncenin Alanı............................................ 268 (iii) Zihin Bilgisi Olarak Tarih............................................ 276 (iv) Sonuçlar...................................................................... 288 2. Tarihsel İmgelem................................................................. 292 3. Tarihsel Kanıt...................................................................... 3 12 Giriş........................................................................................ 3 12 (i) Çıkarımsal Olarak Tarih................................................ 3 15 (ii) Farklı Çıkarım Çeşitleri................................................. 3 16 (iii) Tanıklık....................................................................... 3 19 (iv) Kes-Yapıştır................................................................. 32 1 (v) Tarihsel Çıkarım........................................................... 325 (vi) Çekmeceleme (Pigeon-Holing).................................... 328 (vii) John Doe'yu Kim Öldürdü?........................................ 33 l (viii) Soru..........................................................................."334 (ix) İfade ve Kanıt............................................................... 340 (x) Soru ve Kanıt................................................................ 344 4. Geçmiş Yaşantının Yeniden Canlandırılması Olarak Tarih........................................................................ 349 5. Tarihin Konusu................................................................... 372 6. Tarih ve Özgürlük............................................................... 387 7. Tarihsel Düşünmeyle Yaratılan İlerleme............................... 393 Dizin....................................................................................... 410 YAYINCININ ÖNSÖZÜ 1. Disiecta Membra· 1936 yılının ilk altı ayı boyunca, Collingwood Tarih Felsefesi adlı otuz iki ders yazdı. El yazması metin, Collingwood'un her birini birer kitap haline getirme niyetinde olduğu iki bölüme ayrılır. İlki, modern tarih tasarımının Herodotos'tan yirminci yüzyıla dek nasıl geliştiğine ilişkin tarihsel bir betimlemedir; ikincisi, tarihin yapısı, konusu ve yöntemi üzerine "metafizik sonsöz"den ya da felsefi düşüncelerden oluşur. Tasarlanan iki kitaptan ikincisi 1939 baharında, Cava'daki kısa ikameti sırasında, Tarihin İlkeleri'ni yazmaya giriştiği za man biçimlenmeye başladı. Bu yapıtta Collingwood "özel bir bilim olarak tarihin kendine özgü özelliklerini" tartışmak, ar dından da onun öteki bilimlerle, özellikle doğa bilimi ve felse feyle, aynı zamanda pratik yaşamla ilişkilerini ele almak niye tindeydi. 'Ayrı ayrı parçalar (çn). 10 Önsöz 1940'ta, 1936 el yazmasının özellikle Yunan ve Roma'ya ilişkin kısmını yeniden gözden geçirip ona Tarih Tasarımı adını verdi. İleride onu Doğa Tasarımı adlı bir kitaba eşlik edecek bir kitap yapmak istediyse de, ikincisi üzerine pek fazla çalışamadı. Ölümünden sonra yazılarının yayımlanması söz konusu olursa, sıkı ölçütlerle yargılanmaları Collingwood'un isteğiydi ve tarih üzerine bu el yazmalarından bir kitap oluşturma kararı kolay verilmedi. Bununla birlikte, bunların tarihçilere olduğu kadar fclsefecilere de yararlı olabilecek, yayımlanmaması yazık olacak bir malzeme içerdikleri düşünüldü. Eldeki malzemenin büyükçe bir kısmı bir ilk taslaktan bir parça fazla bir §ey olduğundan, onu burada yayımlamak Doğa Tasarıını'nda yayımlamaktan çok daha gerekli oldu. Kitabın düzenlenişi ve biçiminin kimi yanları yayıncının elinden çık makla birlikte, içeriğin her yerde Collingwood'a ait olduğunu söylemek doğru olur sanırım. Kitabın taslağı hemen hemen ka çınılmaz olan kimi yinelemelerde bulunuyor (özellikle benim seçtiğim ve V. Bölümü oluşturmak üzere biraraya getirdiğim, hemen hemen tamamen yazıldıkları gibi basılmaları en iyisi gibi görünen ayrı ayrı denemelerde) ve farklı bölümlerin çeşitli ta rihlerde yazılması, aynı şekilde yazarın 1936 el yazmasını yaz dığı sırada bile düşüncesinin gelişmiş olması, geriye kalan böyle yer yer tutarsızlıkları açıklamaya yarayabilir. Yukarıda sözü edilen istisnalarla, kitabın temeli 1936 ders leridir; ben de iki kitap yerine tek kitap yaparken o derslerin planını izledim. Bundaki gerekçem, elde yeterince yayımlanma mış el yazması ve tarihin yapısı üzerine yazılardan ayrı bir kitap yapmaya yetecek kadar yayımlanmış deneme bulunduğu halde, yayımlanmamış tüm malzemenin niteliğini, yayımlamayı haklı göstermeye yetecek ölçüde yüksek bulmayışım. Tarihin İlkeleri'nin el yazması, planlananın ancak üçte birini içeren bir parça ama Collingwood onun üzerine -"en az yirmi beş yıldır başyapıtım olarak yazmaya çalıştığım şeyin bir parça sı olduğunu açıklayan"- bir önsözle yayımlanmasına izin verdi- Tarih Tasarımı 11 ğini belirten bir not yazını§. Bu izne kar§ın, a§ağıda Bölüm 111, 8; Bölüm V, 3 ve 6 olarak çıkacak üç seçme parçadan daha fazlasını basma hakkını kendimde görmedim. Onları bile ku§ kuyla dahil ettim. Bunlar Collingwood'un sonraki üslubuyla ya zıtını§ ve üslupları ile yapıları kitabın geri kalanıyla kimi kez pek bağda§mıyor; ama onların kitaba sokulması Collingwood'un tarih görü§ünü tamamlamaya ve ba§ka yerlerde özetle belirtilen kimi noktaları daha ayrıntılı olarak açıklamaya yarayacaktır. Bölüm V, 1 ve 2'ye daha önce yayımlanmı§, tarih üzerine iki denemeyi dahil ettim: Collingwood'un 28 Ekim 1935'te Wayn tlete Metafizik Felsefe Profesörü olarak verdiği Tören Dersi (Clanderon Press tarafından bir kitapçık olarak yayımlanmı§) ve 20 Mayıs l 936'da British Academy'de verdiği ders (Akade mi'nin Proceedings'inde, cilt XXIl'de yayımlanmı§, §İmdi de Akademi'nin izniyle yayımlandı). Tarih üzerine zaman zaman yayımlamı§ olduğu öteki denemeler, ya sonradan terk ettiği tu tumları temsil ettikleri ya da özleri bu cildin içinde bulunduğu için, yeniden basılmaya değer görülmedi. Bu denemelerin ay rıntıları, Proceedings of the British Academy'nin XXIX. cildin deki ölüm duyurusuna eklenen felsefi yazılarının listesinde bu lunabilir. O listeye §U parçalar eklenebilir: 1925 "Economics as a Philosophical Science" (]nt. /ournal of Ethics, cilt XXXV). 1926 "Religion, Science, and Philosophy" (Truth and Free dom, cilt il, no.7). 1928 Croce'nin Ene. Brit., l 4. baskısındaki "Aesthetic" adlı makalesinin çevirisi. 1929 "A Philosophy of Progress" (The Realist, no.l). 1940 "Fascism and Nazism" (Philosophy, cilt XV). English Historical Review'in yayıncıları Longman ve Green ile ortaklarına, Collingwood'un katkıda bulunmu§ olduğu der gi-kitaptan bu kitabın Bölüm IV, 1 (IV) 'ünde yararlanmamıza izin verdikleri için te§ekkür borçluyum. 12 Önsöz 2. Magis Amica Veritas· Collingwood'un ölümünden sonra yayımlanacak yazıları hak kındaki isteklerini göz önüne alacak olsaydık, bu onun felsefı kitaplarının sonuncusu olurdu; bu bölümde onun felsefı yapıtı hakkında, bu yazının 3'ünde de kişiliği ve felsefe dünyasındaki konumu hakkında kimi genel değinilerde bulunmak yerinde olabilir. Collingwood hep felsefenin dizgeli olması gerektiğini ileri sürmüştür ama kendi felsefi yazıları, pek de öyle dizgeler dizisi olan bir dizge oluşturmaz. Her öbeğin yapıtlarında bir düşünce gelişmesi izlenebilse de, belki üç öbeğe bölünebilir bunlar. İlki gençlik dönemi saydığı, Din ve Felsefe (1916) ve Aklın Ayna sı'ndan (1924) oluşur. İkincisi Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'yle (1933) başlar, (sonuç bölümü dışında, t 934'1e ta rihlenen) Doğa Tasarımı'yla ve daha çok Tarih Tasarıını'yla ( 1936) devam eder. Sonuncusu Bir Yaşamöyküsü'nü (1939), Metafizik Üzerine Deneme'si (1940) ve Yeni Leviathan'ı ( 1942) kapsar. Sanatııı İlkeleri (1938) kısmen ikinci, kısmen üçüncü öbeğe yakındır. Bu ciltlerin içerdiği böylesine çok yanlı bir yapıtın tam bir değerlendirmesi, burada ayrılabilenden daha fazla yer tuta caktır; bundan ötürü, tartışma onun boyutlarından yalnızca biriyle, yani Collingwood'un felsefe ile tarih arasındaki ilişkiye değgin anlayışıyla sınırlanırsa iyi olabilir. Collingwood, felsefe 0 deki amacının bu iki disiplin arasında bir rapprochment" sağ lamak olduğunu Bir Özyaşamöyküsü'nde kendi söylüyordu; be nim de bu bölümde söylemem gerekenlerin çoğu eleştirel tonda olacağı için, bu amacın, gücünün doruğundayken yazdığı ki taplarda, yani felsefi yazılarının ikinci grubu diye niteledikleri- Aristoteles'in Platoncular için söylediği sözün Latincesinden: Amicus Plato sed magis amica veritas: "Platon'un dostuyum ama hakikatin daha çok dostuyum" (çn). Yakınlaşma (çn). Tarih Tasarımı 13 mizde başarıyla gerçekleşmiş olduğu daha baştan kabul edilme lidir. Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme, felsefenin konusu nun doğadan çok tarihe benzediğini ve yönteminin ona göre kurulması gerektiğini ileri sürer. Tarih Tasarımı felsefecilerin dikkatini tarihin varlığından doğan epistemolojik sorulara yö neltir ve Doğa Tasarımı gibi, felsefi sorunların tarihsel bir yak laşımla nasıl aydınlatılabileceğini, nasıl çözülebileceğini göste rir. Bu kitaplardan sonra, İngiliz filozoflarının, tarihi ancak kafalarını kuma sokarak görmemezlikten gelmeye devam ede bileceklerini söylemek pek abartı olmaz. Collingwood'un felsefe ve tarih konusunda olduğu kadar, başka konulardaki görüşleri de sık sık Croce'ninkilerle karşı laştırılmıştır ve elbette bu iki adamın felsefi gelişmeleri arasında ilginç bir koşutluk vardır. Croce'nin felsefeye ilk ilgisini He gelciliğe karşı ve Herbartçı olan Labriola uyandırmıştı; Colling wood ise üniversite öğrencisiyken Cook Wilson'un gerçekçili ğiyle aşılanmıştı. İkisi de sanatsal ve tarihsel ilgilerinden ötürü kendilerine öğretilen felsefeden hoşnut değildi. İkisi de Hegel'i kendi kendilerine incelemeye ve tarihte özgün yapıtlar vermeye giriştiler; ikisi de bir idealizm biçimine yönelip sonunda felsefe yi tarihle özdeşleştirmeye vardılar. Ne ki, Collingwood, Croce' den estetik konusunda çok şey, tarih konusunda da bir şeyler öğrenmiş ise de, onu özünde Croce'nin bir izleyicisi saymak hata olur. Örneğin, Tarih Tasarımı'ndaki görüşlerinin çoğu Croce'ninkilere benzer ama bunlara geniş ölçüde kendi tarihsel çalışmasının bir sonucu olarak, bağımsızca ulaşılmış, daha ay rıntılı olarak ortaya konmuş, daha dikkatle dile getirilmiştir. Dahası, Collingwood gözde filozofunun Platon olduğunu ve Vico'nun kendisini başka herkesten çok etkilediğini söylerdi; son yıllarında Croce'ninkinden farklı olmayan bir tarihselciliği benimsemeye başladıysa da, daha önce Croce'yi şiddetle eleş tirmiş ve en azından Tin Felsefesinin öğelerinden epeyce farklı olan kendine özgü bir felsefe üzerinde çalışmaya başlamıştı. 14 Önsöz Söz konusu felsefe Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'de, özel olarak ortaya konmamakla birlikte, öngörülmektedir. O Deneme'de tarihsel inceleme ile felsefi eleştiri arasında, tekille ilgili olan tarihsel düşünce ile tümelle ilgili olan felsefı düşünce arasında, felsefe incelemesine uygun tutumlarla tarih incelemesine uygun tutumlar arasında ayrımlar yapılır. Bu ay rımlara dayanılırsa, kitabın kendisi tarih değil, felsefedir. Yine de, açıktır ki oradaki felsefe hem tarihten hem doğa biliminden bir şeyler öğrenmiştir, çünkü özü, felsefe kavramlarının, bir gelişme süreci içinde daha yukarıda, daha aşağıda olmak gibi, birbiriyle ilişkili bir biçimler sıralamasıyla belirlendiği öğretisi dir. Tıpkı fizik dünyayı anlamak için bilimsel evrim anlayışına başvurmamız gerekmesi ve İngiliz Anayasası'nı yaratıldığı ta rihsel süreci soruşturmadan anlayamamamız gibi, hazzı, fayda yı ve ahlaki iyiliği, iyiliğin eşzamanlı bir yaratılıştan beri (evrim sel biyoloji öncesi biyolojik türler gibi) yan yana varolan salt özel durumları olarak görmememiz gerektiğini ileri sürüyordu Collingwood; onların birbiriyle genetik bağlantılarını keşfetme miz, iyilik kavramının geliştiği süreç içindeki aşamalar olarak sergilememiz gerekir. Bununla birlikte, kavramlarla uğraşırken birbiriyle diyalektik olarak ilişkili düşüncelerle, dolayısıyla doğa biliminkinden çok tarihinkine yakın bir malzemeyle uğraşırız. Bu açıdan, felsefe bir tümelle (örneğin hakikatle ya da iyilik le) uğraşması bakımından bilim gibidir; ama evrenselin özel durumlarının, tarihsel süreç içinde bulunan ve her biri kendin den öncekilerin özelliklerini kendi içine alan, sonrakilerin özel liklerine gebe olan aşamalar gibi birbirine bağlanmış olması ba kımından, tarih gibidir. Kategorilerin kendilerine özgü bir çeşit tarihleri oluyorsa, felsefenin de, onların incelenmesi olarak, ta rih olduğu düşünülebilir. Ama bu Collingwood'un görüşü de ğildir, çünkü o, tarihin bütün süreçlerin değil, yalnızca insanın yapıp etmelerinin incelemesi olduğunu ve Tarih Tasarımı'nın Bölüm V, 3'ünde betimlenen çizgiler üzerinde, kanıtın yorum lanmasıyla ilerlediğini ileri sürer. Bu demektir ki, felsefe, biyo- Tarih Tasarımı 15 loji de dahil bilimler gibi, tarihin dışında kalır ve Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'de yine de sorulmasına izin verilen "iyilik nedir?" sorusunu sormaktan vazgeçip "Platon'un iyilik konusundaki anlayışı neydi?" gibi sorular üzerinde durulma dıkça, onun içine sokulamaz. Collingwood'u n Deneme'sinde savunduğu yöntemin kul lanımından çıkacak felsefe leit-motiv'i olarak gelişme anlayışını taşıyacak ve o ölçüde tarihsel etkiler altında bir felsefe olacak ama kimi düşünceleri n tarihin temeli saydıkları kategorilerin incelenmesiyle sınırlansa bile yine de tarihten farklı olacaktır. Ne ki, Collingwood'un düşüncesindeki bu noktada, felsefe böyle sınırlanmıyordu, çünkü o sırada filozofun, doğa tasarımı nın bir tarihini yazmanın yanısıra, örneğin, o tarih üzeri ne dü şüncelerinin sonucu olarak, bir kozmoloji kurması gerektiğini; bir felsefe tarihçisi olmanın yanısıra, kendine özgü bir felsefe ortaya koyması gerektiğini savunuyordu. Bu Deneme "en son sorunları" açıkça gözden uzak tutar ve içerdiği metafiziği, mantığı ve etiği kurmayı okurun kendisine bırakır. Collingwood bu yöntemi kozmolojiye uygulamaya baş lamış ve 1 935'te Oxford topluluğuna verdiği bir bildiride, ayrı ca doğa felsefesi üzerine derslerine yazdığı özgün sonuçta, var dığı sonuçların ana hatlarını çizmişti. Yazdığı o sonucu daha sonra çıkarmış ve Deneme'nin başlangıç olması istenen felsefe yi tam olarak yazıya dökme işine bir daha dönmemiştir. Bunun nedeni, kafasının değişmesiydi. O da Croce gibi "ayrı bir disip lin olan felsefenin tarihe dönüştürülerek ortadan kaldırıldığını" düşünmeye başlamıştı (Bu bölümdeki öteki alıntılar gibi hiçbir kaynak gösterilmeyen bu alıntı da 1 939'un başlarında Tarihin İlkeleri için yazılan bir dizi nottan alı nmıştır). Bu görüş değişikliği nasıl oldu ve Collingwood'un son ola rak savunduğu görüş daha önce savunduklarıyla nasıl karşılaş tırılabilir? Bir Özya§amöyküsü'nün VII. ve X. bölümlerinden çıkan şu ki, "mutlak sayıltılar" a ve metafiziği n ( 1 940'da yayımlanan ama 16 Önsöz 1938'de hazırlanmış olan Metafizik Üzerine Deneme'de ortaya kondu bu) tümüyle tarihsel yapısına ilişkin öğretisini, 1932'de Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'yi yazmadan önce geliştir mişti. Bu pek inanılır değil. Görmüş olduğumuz gibi, felsefeyi tarihten yalnız önceki Deneme'de ayırmıyor, tarih felsefesi üze rine 1936'daki derslerinde de aynı ayrımı yapıyordu; tarihten bütünüyle farklı, ayrı bir inceleme olarak, "Bir'in, Doğru'nun ve İyi'nin" incelemesi olarak metafiziğin olanaklılığına 1936'da hala inandığının belgeli kanıtı var elimde. Bu bakımdan, Bir Özya§amöyküsü'nde böyle bir değişme kayıtlı olmasa bile ve başkaları, görüşleri geli şmiş olmakla birlikte, gelişmenin derece derece ve hep aynı yol boyunca olduğunu ileri sürseler bile, fel sefi tutumunun 1936 ile 1 938 arasında kökten bir biçimde de ğişmi ş olduğuna inanmak zorundayım. Bu görüş farklılıkları bir ölçüde bağdaştırılabilir, çünkü sö zünü ettiğim değişim, akşamdan sabaha bir devrim değildir; Collingwood'un ilk düşüncesinde bulunan kuşkucu ve dogmacı eğilimler 1932 ile 1 936 arasında uğradıkları geçici bozgunun üstesinden geldikleri zaman doğmuştu bu; öyle ki, 1936'dan sonra "ortaya çıkan" felsefe tümüyle yeni bir gelişme değildi, köklerini yazarının geçmişinde buluyordu. Collingwood, Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'nin so nunda, kuşkuculuk suçlamasını hiçbir zaman kabul edemediği ni ama Aklın Aynası'ndaki kimi bölümlere dayanarak bu suçla mada ısrar edilince, onu reddetmek için gösterdiği değişik öf kenin suçsuzluğu konusunda güven uyandırmaya pek yarama dığını söylüyordu. Aynı Deneme'de, kuşkuculuğun örtük bir dogmacılık olduğunu, bunun da özellikle kendisinin eğitimini gördüğü Oxford felsefesi için doğru olduğunu belirtiyordu. Ama o felsefedeki kuşkucu eğilimden (ve eo ipso· onun sonucu olan bir dogmacılıktan) sonunda kendini kurtaramamıştı; tarih kavramını geliştirirken o eğilimin Collingwood'un dü şüncesi ' Kendiliğinden (çn). Tarih Tasarımı 1 7 üzerindeki etkisini gözlemek de ilginçtir. Şu ya da bu biçimde ki felsefi kuşkuculuk, felsefeyi tarih içine sıkıştırma çabası için ödediği bedeldi. Bir Özyaşamöyküsü'nde, felsefe tarihini incelerken ilk olarak " Platon ne düşünüyordu?" diye, ikinci olarak "Haklı mıydı?" diye sormanın zorunlu olduğu yollu, Oxford'daki hocalarınca yaygın bir biçimde savunulan görüşü ele alıyordu. İlk sorunun tarihsel, ikincinin felsefi olduğu söyleniyordu. Ama Colling wood gerçekte tek bir soru bulunduğunu, onun da tarihsel bir soru olduğunu ileri sürer; çözmeye çalıştığı sorunun ne oldu ğunu keşfetmeden, Platon'un ne düşündüğünü anlamak ola naksızdır, çünkü sorunun ne olduğunu ancak çözümden geriye doğru giderek biliriz. Bu demektir ki, Platon'un ne düşündü ğünü, düşüncesinin d oğru olup olmadığını aynı anda keşfetme den keşfetmek olanaksızdır. Bu uslamlama onu aydınlatmak için kullanılan benzeşimlerin kabul edilişiyle daha kolay kılın maz: Nelson'un Trafalgar Savaşı'nı kazandığı için taktik so runlarını çözdüğü anlatılır bize ve biz de bunların ne olduğunu, N elson'un planının ne olduğunu, savaşta kullandığı taktikler den geriye doğru giderek keşfedebiliriz: Bununla birlikte, Ville neuve savaşı kaybetmiştir; sorunlarını çözememiştir; o zaman biz de onun planının ne olduğunu keşfedemeyiz. Bu benzeşim de ısrar edilirse, bir filozofun sorununu ancak savaşı kazandıy sa ya da sorununu doğru çözdüyse anlayabildiğimiz, böylece bütün felsefi yazıların ya doğru ya anlaşılmaz olduğu sonucu çıkacaktır. Bu şaşırtıcı sonucu Collingwood'un Platon'a yöne lik eleştirisiyle bağdaştırmak zor; kitabın o bölümünde, Platon' un Devlet'te Yunan siyasal yaşam biçimi yerine siyasal yaşamın asıl biçimini betimlediğini sanmakta haksız olduğuna dikkati çeker. "Tarihsel" ve "felsefi" sorular arasındaki bağlantıya ilişkin farklı ama bir o kadar zor bir görüş başka yerlerde de ortaya çıkar. 1936'da yazılmış bir el yazmasında şöyle der Colling wood : "St. Augustinus Roma tarihine bir ilk Hıristiyanın gö- 1 8 Önsöz züyle bakıyordu; Tillemont bir on yedinci yüzyıl Fransızının _ gözüyle; Gibbon bir on sekizinci yüzyıl lngilizinin gözüyle; Mommsen bir on dokuzuncu yüzyıl Almanının gözüyle ba kıyordu. Hangisinin doğru bakış olduğunu sormanın bir anla mı yok. Her biri onu benimseyen insan için tek olanaklı bakış tı." Bu parça geçmiş tarihçilerin Orta Çağ'a yönelik değişen tu tumlar hakkında, "tarihsel hatalar" diye betimlediği tutumlar hakkında Tarih Tasarımı'nda (Bölüm 111, 5) söylediklerine ters düşüyor. Geçmişteki bir düşünürün haklı olup olmadığını sor manın anlamı yoksa, bu soru, sorulamayacak bir soru olarak, olduğu gibi bir kenara konmuştur. Collingwood, 1939'da "ta rihin tek bilgi çeşidi olduğunu" yazıp "mantık mantıkçının ken di gününde geçerli düşünce sayılan şeyin ilkelerini açıklama çabasıdır; etik kuramları farklı farklıdır ama hiçbiri bundan ötürü hatalı değildir, çünkü bir etik kuramı amaç edinmeye de ğer sayılan yaşam türünü dile getirme çabasıdır ve " Kimce?" sorusu her zaman sorulan sorudur. Doğa bilimi aslında tarih ten farklıdır ve felsefenin tersine, tarih içinde eritilemez ama bu, birtakım sayıltılardan yola çıktığı ve onların sonuçlarını dü şündüğü içindir; bu sayıltılar ne doğru ne yanlış olduğundan, onları sonuçlarıyla birlikte düşünmek ne bilgidir ne hata" diye ekleyerek ne demek istediğini açıklamaya giriştiğinde, bunu açıkça ortaya koyar. Galiba, felsefi yöntem üzerine bir deneme, filozofların doğru yöntem olduğu için benimsemeleri gereken yöntemin sergilenişi değil, denemecinin ya da öncellerinden şu nun veya bunun kullanmakta olduğu yöntemin betimlenişidir yalnızca. Bir düşünürü bilginin ancak tarihçilerce ve tarihsel kanıtı yorumlayarak elde edilebildiğini savunmaya götüren, kesinlikle, hem felsefe hem doğa bilimi konusunda kökten bir kuşkuculuk olsa gerek. Tarih Tasarımı'ndan başlayarak, Collingwood'un yazılarında, tarihin bilgi adını almayı doğa bilimininkilerden hiç de daha az hak etmeyen sonuçlar yarattığını kabul ettirmek için etkili bir tartışma bulunur. Ama felsefeyi tek bilgi biçimi olan Tarih Tasarımı 19 doğa bilimi içinde eritmeye yönelik pozitivist çabaya karşı çık makla -bunu da pek gayretle ve inandırıcı bir biçimde yapıyor du- yetinmemişti; daha ileri gitmiş ve hasımlarının bilim için ileri sürdüklerini tamı tamına tarih için ileri sürerek, aynı ölçü de uzl aşmaz ve aslında aynı kuşkucu nedenlere dayanan bir tutum takınmıştı. Felsefe ile tarih arasındaki salt bir rapproch ment artık onu doyurmuyordu. Sonraki yazılarından alınan bir örnek f elsefı kuşkuculuk mayasının onun düşüncelerinde nasıl işlediğini gösterebilir. Tarih Tasarımı'nda, Dilthey'ın, bir insanın benimsediği felsefe nin onun psikolojik yapısına bağlı olduğu yollu düşüncesinin keskin bir reddi vardır. Keskinlik kendisine gittikçe dah a çok çekici gelen tarihsel görecilikte benzer ve bir o kadar kuşkucu bir görüşün örtük olarak bulunduğu konusundaki henüz bi linçli olmayan bir kuşkudan mı doğuyordu? Görmüş olduğu muz gibi, St. Augustinus'un Roma tarihine ilişkin görüşünün doğru olup olmadığını sormanın anlamı olmadığını düşünmeye başlamıştı; çünkü Augustinus, çağının koşullarında, düşündü ğünden başka türlü düşünemezdi. Tam olarak niye başka türlü düşünemezdi diye sorarsak, yanıtın en azından bir kısmı "psi kolojik yapısından ötürü" olmalıdır ve gerçekte bu yanıt Meta fizik Üzerine Deneme'den bir onay görür. O kitapta bir bilgi bütününün eninde sonunda bir grup " mutlak sayıltının" kabulüne dayandığı ileri sürülür; örneğin, "Tanrı vardır"ın "bilimin ve uygarlığın" mutlak sayıltıları ara sında olduğu söylenir. Ama Collingwood'un kendi tarihsici ilkeleri "Kimin bilimi?", "Kimin uygarlığı?" diye sormamızı engeller. Biz de modern bilim ile Batı u ygarlığının düşünce ta rihine eleştirel bakışın olmasına izin vereceğinden çok daha bü tünleşmiş birlikler olduğunu varsaymadan, "modern bilim" ya da "Batı uygarlığı" diye yanıtlayamayız bu soruları. "Batı u y garlığının" ona katılan ya da onun altında yaşayanların hepsin de ortak bir tür hava olduğu ya da modern bilim alanında çalı an herkesin tamı tamına aynı mutlak sayıltılar öbeğini zorunlu 20 Önsöz olarak paylaşması gerektiği ciddi ciddi savunulabilir mi? Bilim adamları, bilim dışındaki ilgileri bilimsel çalışmalarına etki ede bilen, milliyet, eğitim ve gelenek bakımından farklılıkları çalış malarının sayıltılarında çeşitlilikler yaratan ya da en azından buna izin verir gibi görünen insanlardır. Collingwood'un us lamlamasının mantığı eninde sonunda onu "bilim" ve "uygar lık" gibi genelliklerden teke inmeye ve tek bir düşünürün çalış masının, son çözümlemede kendisinin benimsemediği belli bir mutlak sayıltılar kümesince olduğu şey haline getirildiğini sa vunmaya zorlar. İmdi, bir insanın koyduğu sayıltıları nasıl sa vunmaya başladığı ve zaman akışı içinde bunların başka sayıltı lar adına nasıl reddedildikleri, can alıcı bir sorudur. Colling wood bu soruya, sonradan aklına gelmiş gibi, ancak bir dipnot ta döner, yanıtı da, bu sayıltıların bilinçsizce benimsendiği ve bir "bilinçsiz düşünce" süreciyle değişmeye uğradığı biçimin dedir. Kendi bağlamı içinde, bu bulanık ifade şu anlama geliyor gibi: Bu sayıltılar, "bilinçsizin" alanına girdiklerinden, Colling wood'un psikolojinin meşru olarak işgal ettiğini düşündüğü alana aittir. Burada Dilthey'ın öğretisiyle uyuşma şaşırtıcı bir biçimde yakınlaşıveriyor. Belki de Collingwood'un birçok farklı araştırma dalıyla ka fasının meşgul oluşu, bu dallar arasındaki ayrımları kendisi için bulanıklaştırıyordu. Örneğin, ilk kitabında din, teoloji ve felse fenin hepsinin aynı olduğu söylenir. Sanatın İlkeleri 'nde (Fel sefenin Yöntemi Üzerine Deneme'nin son bölümündeki tartış maya karşın) yazınsal kompozisyon türleri olarak felsefe ile şiir arasında ayrım yapmanın kesin bir yolu yoktur. Doğa bilimi sonunda tarih ile özdeşleştirilmekten kurtuluyorsa, bu, Colling wood'un, doğa biliminin tarihinde pek bilgili olmakla birlikte, bunun için hiçbir zaman gerçekten çaba göstermemesinden ötürü olabilir. Collingwood, güçlü bir zihni, teoloji olsun, sanat olsun, tarih olsun, iç gücünü tüketecek her şeyle ilgilenmeye zorluyordu; nesnesi ne olursa olsun, aynı sorgulayıcı zihnin işbaşında olduğunun bilincindeydi ve galiba, o sırada her ne ile Tarih Tasanmı 21 uğraşmaktaysa felsefenin onunla özdeş olduğu sonucunu çı karmaya eğilimliydi. 1 93 5 -36'da -Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'yi sonraki yılların tarihselciliğinden ayıran dönem dikkatini en çok yönelttiği, tarihti; o sırada başlamış olan "fel sefenin ortadan kaldırılışı" hem bundan hem de düşüncesinde bulunan göstermekte olduğum kuşkucu eğilimin, kaçınılmaz refakatçisi olan dogmacı eğilimle birleşmesinden ileri geliyordu. Collingwood'un yapıtındaki dogmacı öğe kuşkucu öğeden daha yaygın bir biçimde kabul edilmiştir; Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'yi, Doğa Tasarımı'nı ve Tarih Tasarımı 'nın epeyce bir kısmını saymazsak, olgunluk dönemi felsefi yazıla rında bir güven havası, kimi kez de abartılı bir hava vardır; eleştirmenler de sonraki dersleri konusunda aynı aşırı güven havasını fark etmişlerdir. Bu istenmeyen dogmacılık yalnızca kuşkuculuğunun öteki yüzü değildi; sonraki yapıtının biçimini renklendirmekle de kalmıyordu; içeriğini etkiliyordu ve bir de ğişiklikle her zaman en sıkı ilgilerinden biri olan din konusun daki tutumuyla bağlantılıydı. Aklın Aynası 'nda dini teoloji ve felsefeyle ilk özdeşleştirişinden geri çekildi ve onun yerine, dini anımsatan bir görüşü -örneğin, Hegel ile Croce'nin görüşü benimsedi: Din düşünmeyi imgelemeyle karıştırır ve ancak simge olanın gerçekliğini ileri sürer. Hıristiyanlık, dinin Tanrı' yı insanla bağdaştırma sorununu çözer ve felsefenin onun yeri ni alışının yolunu hazırlar; insan aklı için değişmez bir tuzak olan batıl inançtan kurtulmanın tek aracı olduğu için, Colling wood'un düşüncesindeki kuşkucu eğilim Hıristiyan öğretisi karşısındaki tutumunda ortaya çıkar, oysa bu, dogmacı olmaya eğilimli olan felsefenin isteğidir. Collingwood Aklın Aynası'yla pek fazla yetinmedi ve dinle ilgili olarak, İnanç ve Akıl ( 1 928) adlı bir kitapçıkta yeni bir görüş ortaya koydu. Bu deneme Metafizik Üzerine Deneme'nin tohumudur ve o kitap üzerine değerli bir açımlama oluşturur. Akıl ile imanın birbirinden vazgeçemeyeceğini savunur. Her bi ri bağımsız bir bilgi kaynağıdır, akıl bizi ayrıntıları içinde dün- 22 Önsöı yanın bilgisiyle, iman ise bir bütün olarak dünyanın bilgisiyle donatır. Bilimsel düşünce, dünya hakkında, bilimsel yöntemler le edinmediğimiz ve onunla eleştiremediğimiz birtakım bilgi par çalarından oluşan bir temele dayanır: Bunların örnekleri Tanrı nın varlığı, özgür istencin ve ölümsüzlüğün gerçekliği ve doğa yasalarının varolması olgusudur. Bu bilgi parçaları içi n elimiz de hiçbir gerekçe yoktur; bu nlar imanın meyvesidir, salt imanın değil, herkeste evrensel olan, her düşüncede, hatta bir eleştir menin onu eleştirdiğini iddia edebileceği düşüncesinde bile zo runlu olan ussal bir imandır. Burada hakikati herhangi bir di siplinin tekeline verme çabası yok; her düşünce için evrensel ve geçerli olacak bir hakikati bulma konusunda bir kuşkuculuk da yok. Kuşkuculuğun sığ suları ile dogmacılığın koca dalgaları güvenle aşılmış ve gemi, l 933'te etik üzerine derslerini kapatan felsefi teolojiyi ve Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'yi yara tan felsefi berraklığın dingin denizinde demirlenmiştir. Bununla birlikte, Metafizik Üzerine Deneme ile önemli fark lar ortaya çıkar. Mutlak sayıltıların (yani dinsel imanın içe riğinin) artık bilgi olduğu söylenmez; bunlar sayıltı olarak ne doğrudur ne yanlış. Artık her düşüncenin evrensel özellikleri de değildirler; hep tarihsel olarak belirlenmişlerdir. Bu şekilde oraya yeniden getirilen felsefi kuşkuculukla yeni bir dogmacılı ğa bağlanılır; mutlak sayıltılarımız (yani kendi dinimiz) karşı sındaki tutumumuzun "sorgulamayan kabul" tutumu olması gerekir. Collingwood aynı kitapta gerçekçiliğin "felsefeni n sa hip olabileceği en büyük temel" üzerine, yani insanın budalalığı üzerine kurulduğunu söyler bize. Collingwood'un bunun yeri ne felsefeyi insanın saflığı temeli üzeri nde yükseltmeye çalışıp çalışmadığını merak eden bir okur bağışlanabilir bazen. Bir öfke dini olarak Hıristiyanlık üzerine önemli bir bölümü olan Yeni Leviathan'da kimi imalar bulunabilse de, din üzerine sonraki kurgulamalarının onu nereye götürdüğünü söylemek zor. Son tarihselciliğinin Dilthey ve Croce'ye yakınlığı olmasına karşılık, dinsel ve teolojik arka planı ile birlikte mutlak sayıltıla- Tarih Tasanmı 2 3 ra ilişkin öğretisinin Kierkegaard ve hatta Kari Barth ile yakın lığı olduğuna dikkati çekmek yetebilir. Yazılarındaki birçok parçanın tanı klık ettiği gibi, Collingwood coincidentia opposi torum·a inanıyordu. Bana kalırsa, sonraki felsefesi bu fenomene ilişkin di kkat çekici bir açıklama sağlamaktadır. Yukarıdaki paragraflar Collingwood'un sonraki yapıtında bağdaşmaz karşıtlar olarak yan yana varolan kuşkucu ve dog macı öğelere dikkati çekti. Her tarihselcilik biçimi tam kuşku culuktan kaçınma güçlüğü ile karşı karşıya kalır. (Hegel'in fel sefesi kendi psikolojik yapısından geliyorsa ya da çağında ege men olan iktisadi veya başka koşulların bir işleviyse, aynı şey tarihçinin kendi metodolojisi ve herhangi bir olanaklı eleştiri ölçütü için de doğrudur.) Dinsel güçlüklerin bir parça dogmacı çözümü gibi görünen şeyle sürüklenen Collingwood, bu Scylla' dan ancak "sorgulanmayan kabul" Charybdis'ine düşerek·· kaçmıştır ve yazılarında denizcinin bu iki tehlikeden kurtulma sını sağlamak için yeterince açı k bir seyir talimatı vererek tarih selciliğini inandırıcı hale getirip getiremediği kuşkuludur. Tarihin İlkeleri 'ni niye bitirmedi? Azalan fizik gücü ve Yeni Leviathan'la uğraşması bunun iki açık yanıtıdır. Ama doğru yanıt tasarısının ya olanaksız ya da gereksiz hale gelmiş olma sıdır. Tarihin İlkeleri ya felsefi bir yapıt, tarihin ne olduğunu betimleme ve tarihsel bilginin nası l olanaklı olduğunu açıklama çabasıydı ya da otobiyografiden, yazarın bir olgu olarak kendi tarihsel çalışmasında nasıl ilerlediğine ilişkin bir açıklamadan başka bir şey değildi. 1939'daki Collingwood için ilki olamazdı, çünkü felsefe tarihçe soğurulmuştu; ikincisini yazmaksa onun için yararsızdı, çünkü Bir Özya§amöyküsü zaten baskıdaydı. O sırada bir tarihçi olarak uygulamasını uygulamasına ilişkin felsefi kuramından ayırmanın yolu onun için açık da değildi, Kar§ıtların birliği (çn). Yağmurdan kaçarken doluya tutularak (çn). 24 Önsöz çünkü Bir Özyaşamöyküsü'nde kuram uygulama ile özdeşleşti rilmişti. Eleştiriye sınırlar koyarak, felsefesinin tarihçinin kendine dönük özeleştirisi olabilmesi olanağına da kapıyı kapamıştı. Bu felsefe anlayışı, başka yerlerde olduğu gibi, bir düşünce ile dü şüncenin farkında oluşumuz arasında ya da birinci dereceden düşünce (yani tarih) ile ikinci dereceden düşünce (felsefe) ara sında ayrım yaptığı Tarih Tasarımı'nın Giriş'inin 1'inde ima edilir. Dahası, Collingwood x'i düşündüğünün bilincinde olma nın x'i eleştirecek durumda olmak olduğunu, çünkü kendinin bilgisinin özeleştirinin olanağı olduğunu savunuyordu. İ mdi, düşünmemiz ilk olarak farkında olmadığımız sayıltılar üzerinde yürüyor olabilir pekala ama onların farkında olmak olanaklıysa -Collingwood öyle olduğunu düşü nüyordu- eleştirmeye nasıl karşı koyabiliriz? Bir itirazcı "Hangi ölçütle? " diye sorabilir ama ilk yıllarındaki Collingwood aklın kendini kurtarmasına gerek yok diye yanıtlardı bunu. O zaman uslamlamanın en azından eleştirebildiği, kategorilerini düzeltebildiği, kendi hata larını ortaya çıkarabildiği ölçüde özeleştire! olduğunu savunu yordu. Bir önyargısı olduğunu n farkında olmak, zaten o ön yargıyı aşmış olmaktır. Bilinmeyen sayıltılarımız kuşkusuz sor gulanmadan kabul edilir ama bilindikleri zaman aynı ruhla ka bul edilmeleri gerektiğini savunmak, inançlarımızın farkında olmamızın onlar hakkındaki onları eleştiriye tutacak bilgimiz den farklı bir şey olduğunu savunmaktır. Collingwood bu öğre tiyi kabul etmeye ve tarih felsefesini terk etmeye yanaştıysa, bunun nedeni galiba geçmişinden gelen bir ruhla sürüklenmiş olmasıdır, çünkü öğreti hemen kendinin bilgisinin gerçekçi yadsınışını ve örneğin Alexander'ın ben (sel[) "yaşanır" ama bi linmez biçimindeki savını akla getiriyor; Collingwood o savı Tarih Tasarımı'nda (Bölüm iV, I (ii) ) reddetti; bu da o yapıtı n Giriş'ine koyduğum parçayla tutarlı; ama Metafizik Üzerine Deneme'de o sav örtük bir biçimde bulunuyor ve bu, o kitabın yazarın gençliğindeki gerçekçiliğinin yeniden nüksettiği tek Tarih Tasanmı 25 yeri değildir. İman ile aklın, farzetme ile söylemeyi yan yana getirmenin yadsınışı da bulunur orada. Bu, Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'nin öğretisinden Cook Wilson'ın inanç ile bil gi arasında, bırakın derece farkını, tür farkı olduğu öğretisine dönmek değil de nedir? Collingwood'un sonraki yapıtlarında eskiden reddettiği bir takım öğretiler bulmak, bu öğretilerin yanlışlığını kanıtlamaz. Ama sonraki yapıtları kendileriyle bile tutarlı kılmak kimi kez oldukça güçtür. Metafizik Üzerine Deneme yazarın kendi meta fizik görüşlerini ortaya koyma iddiasında değil, metafiziğin ne olduğunu, "her zaman ne olmuş olduğunu" açıklama iddiasın dadır. O zaman, kendi ilkelerine bakılırsa, bir tarih yapıtı olma sı pek güçtür ve aslında " Farzetme Üzerine" adlı can alıcı bö lümdeki sav more mathematico ortaya konmuştur; bu yalnızca bir biçim sorunu olsa bile, aşağıda Bölüm V, 3 olarak basılan Tarihin İlkeleri'nden alınmış parçada tarihsel kanıt ve çıkarım hakkında söyleneni kabul ettiğimiz sürece, sav yine de tarihsel bir biçime sokulabilir. Felsefe, tarihin içine çekildiği ilan edilir ken bu çekilişe direnmiş gibi görünüyor. Collingwood bu eleş tiriye yanlış bir tarih görüşüne dayandığını söyleyerek karşılık verebilirdi. "Tarih anlayışlarının dengesini doğrultmak için bir felsefe anlayışı peydahlayıp atlamış oldukları şeyi ekleyerek (ve yapmış oldukları hataları düzelterek) tarihi düzene sokmayı zo runlu görenler" bu tür eleştirinin destekçileridir diye yazmıştır. Buna da Collingwood'un görünüşe bakılırsa kendi tarih anlayı şını dengeye getirecek dogmacı tipten bir teolojiyi gereksindiği söylenerek karşılık verilebilirdi ama belki asıl karşılık, doğru ta rih anlayışı konusunda bizi açıkça aydınlatmadan bırakmış ol duğudur. Collingwood tarih denecek ve (Bir Özya§amöykü sü'nde ileri sürdüğü gibi) insanın yapıp etmelerine ilişkin bütün sorunları çözmenin yolu olacak yeni bir disiplin oluşturmak için, genel olarak felsefe diye bilinen şeyi genel olarak tarih ' Matematiksel gelenekle (çn). 26 Önsöz diye bilinen §eyle birle§tirme sorununu çözdüyse bile, çözümü nü yazılarında hiçbir zaman açıkça dile getirmedi. Collingwood'un sonraki felsefi yapıtlarını okumak, kendi sinin Bury hakkında yazdığı §eyi (bkz. Bölüm IV, I (iV) ) hü zünle hatırlamak olacaktır. t 932'de gençliğinin ku§kuculu ğundan kendini kurtarmayı "büyük zahmetle" ba§armı§ ve Fel sefenin Yöntemi Üzerine Deneme 'de felsefe sorunları ormanın da yolunu açmayı ve kendisi için ele§tiri rüzgarları kar§ısında uzun süre güvenli kalabilecek bir ev dikmeyi sağlayabilen bir silah ku§anmı§tı. 1 938'de, Bir Özyaşamöyküsü yazılırken, yan lı§lığını altı yıl önce anladığı ku§kuculuğa yeniden saplandı ve dolayısıyla Essay on Philosophical Method'da yerin dibine sok tuğu bir dogmacılığa dü§tü; sonuç, tarih için duyduğu CO§ku nun onu felsefedeki i§inde "döneklik" etmeye itmesiydi. İçine gömüldüğü ilgilerinin çokluğu, erken bir ölümün sezgisiyle birlikte onu hızlı çalı§maya götürdü. Savlarının bütün içermele rini görmek için fazla mı hızlı yazdı acaba? Çok fazla çabala masının bedeli, beklemekle gelebilecek bilgeliğin yitirilmesi miydi? 3. Amicitiae Sacrum· Collingwood Doğa Tasarımı'nda bir filozofun büyüklüğünü ortaya çıkarmak için kendi deneyiminden vazgeçti. Felsefede büyük üslup, "felsefi malzemesini hakkıyla ele alını§ ve haz metmi§ bir zihnin i§aretidir. Konusuna bakı§ın geni§liğine ve sarsılmazlığına dayanır; (... ) Güçlüklerin gizlenmediği ve hiçbir §eyin kötülüğe ya da tutkuya götürülmediği bir ruh dinginliği ve ifade içtenliğiyle gösterir kendini. Bütün büyük filozoflarda bu zihin dinginliği bulunur, görü§leri açık olunca her tutku ge çer gider ve §eyleri bir dağın tepesinden görmܧ gibi yazarlar. Büyük bir filozofu seçkin kılan nitelik budur; ondan yoksun olan bir yazar okumaya değer olabilir ya da olmayabilir ama Dostluk için kutsal olan (çn). Tarih Tasarımı 2 7 kesinlikle büyüklükten yoksun kalır". Bu ölçütle yargılandığın da Collingwood'u n büyük denebilecek tek bir kitabı vardır, o da Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'dir; ama aynı felsefi ru hun Doğa Tasarımı ile Tarih Tasarımı'nda da bulunacağı ek lenmelidir. Geri kalan felsefi kitapları tutkudan kesinlikle kur tulmamı§tır ve dingin oldukları dü§Ünülemez. Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'yi yeniden gözden ge çirirken ona "bir felsefe klasiği" diyecek kadar cüretliydim. Çağda§larımdan bazıları alaycı, bazıları da arkada§ yanlısı ol maktan gelen yargımı bağı§layacak kadar inceydi. Ele§tirmen ler arasında kesinlikle azınlıkta buldum kendimi. Philosophy' deki ele§tiri aleyhi ndeydi; Mind'daki, değerini teslim etmcmck le birlikte, yazarının sonradan konu§ma sırasında kabul ettiği gibi, hemen hemen tümüyle, Collingwood'un Giri§'ini yeterin ce dikkatle okumayı ba§aramamaya dayanıyordu. Yine de, ba§ ka ele§tirmenlerin söylediği hiçbir §ey beni kanımı deği§tirmeye götürmedi; Alexander'ın kitap hakkında Collingwood'a yazdığı bir mektubu görünce ve birkaç yıl sonra Deneme'yi "birinci sı nıf' bir felsefi yapıt diye betimleyen Joachim ile konuşunca ka nım güçlendi. Deneme ne denli iyi bir kitap olursa olsun, henüz yazılma mış bir felsefeye girişten biraz daha fazlası olarak kalır. Okura çok şey bekletir ama tek başına ele alındığında yazarına felsefe tarihinde bir sürü sayfa kazandırmak için yetersizdir. Modern felsefe üzerine en son İngilizce kitabın (Recent Philosophy, Home U niversity Library, 1936) Collingwood'un adından hiç söz etmemesinin bir nedeni bu olabilir. Estetikte Croce'ye ya kınlığının yanısıra, onunla kişisel dostluğu, G. da Ruggiero'nun Filosofi del Novecento'da (Bari, 1934) Aklın Aynası'nda ayırdı ğı on iki sayfayı açıklayabilir. Nasıl oldu da Felsefenin Yöntemi Üzerine Deneme'nin bek lettikleri sonraki yapıtlarda d ğil de, yalnız Doğa Tasarımı ile Tarih Tasarımı'nda yerine -getirildiyse!- getirildi? Önceki bö lümde düşüncesinin nasıl geliştiği ve gelişmenin o çizgiyi tut- 28 Önsöz turmasının nedenleri konusunda kimi değinilerde bulunmuş tum. Ama söylediğim eksikti, çünkü sonraki bütün yapıtına kara bir gölge düşüren önemli bir etkeni belirtmekten başka bir şey yapmadım: O da hastalığıydı. 1 922' den bu yana yazılmış ve yeniden yazılmış etik üzerine derslerle bağlantı içinde ortaya konan Felsefenin Yöntemi Üze rine Deneme 1 932 baharı boyunca yayına hazırlandı. Aşağı yu karı aynı sıralarda, Collingwood'un sağlığı sıkıntı vermeye baş lamıştı. Bunun ömrünün geri kalanında kahramanca savaşacağı hastalığın başlangıcı olduğunu o zaman anlamamıştı. Sonraki yıllarda bir noktada olan oldu ve beyindeki kılcal damarlar çat lamaya başladı; sonuç, beynin bundan etkilenen küçük küçük bölgelerinin işlevini yitirmesiydi. 1938'de onu ileride yatalak eden inmelerin ilki indiğinde, bu süreç hızlanmıştı; öyle ki 1943'te elli iki yaşındayken zatürreden ölümü, bir bakıma, acı bir son olmadı. Bu koşullarda şaşırtıcı olan, sonraki kitaplarının berraklık tan yoksun olması, ateşlilikten ve fazla güvenden ötürü karma karışık olması ya da dostlarını ürküten konular içermesi değil dir; şaşırtıcı olan, bunlardan da şaşırtıcı olan, kalburüstü değer taşıyan parçalar içermeleridir. Sanatın İlkeleri 'nde meslekten felsefecilerden (onların da dikkati, Mind'ın onu hiç eleştirme miş olmasından ötürü, kitaptan başka yöne çelinmiş olabilir) şimdiye dek gördüğümden daha fazla incelemeyi hak eden, dikkatle geliştirilmiş bir imgelem kuramına ayrılmış bir bölüm vardır. Bir Özya§amöyküsü çağdaş mantıkçılarca fark edilmeye başlamış ilginç bir soru-yanıt mantığının ana hatlarını çizer. Metafizik Üzerine Deneme'deki specimina philosophandt dü şünce tarihinde parlak bir denemedir. Yeni Leviathan 1933'te açıklanan yöntemi etiğe uygulamanın verimliliğine ilişkin kimi değinilerde bulunur; uygar yaşam biçimimiz hakkındaki sürekli ' Felsefe yapma örneği (çn). Tarih Tasanmı 29 savunusunun değeri ise, Collingwood'un öteki kitaplarına pek hayırlı bakmayan eleştirmenlerce bile kabul edilmiştir. Yine de, bunların ve sonraki kitaplarındaki öteki parçaların değeri ne olursa olsun, Collingwood'un felsefi kafasının düzeyi ile derinliğinin, yayımlarının açığa vurduğundan daha büyük olduğu olgusu değişmez. Bana onun ne ölçüde iyi bir filozof olduğu sorulsa, beklettiklerini yaptıklarından ayırmam gerekir. Olgunluk döneminde, kafasının gücü onu çağdaşlarının değil, kendisinden kıdemli olan Alexander ile Whitehead'in bulundu ğu bir düzeye yerleştirme umudu veriyordu dersem, buna itiraz etmesi en az olası olanlar, onu en iyi tanımış olanlardır (bunlar da çok değildir, çünkü kendini çalışmaya verişi, ardından has talığı onu neredeyse dünyadan elini eteğini çekmiş biri haline getirmişti). Müthiş bir eleştiri yeteneğinin ve kendisininkinden çok farklı felsefelerin içine duygudaş olarak girme gücünün ya nısıra, son zamanların İngiliz felsefesinde, yukarıda adlarını verdiğimiz filozoflarınkiyle karşılaştırılabilecek ölçüde yapıcı bir kafası vardı. Ama beklettikleri hiçbir zaman yerine getirilmedi; onu yalnızca ya da esas olarak felsefi yazılarıyla tanıyanların Collingwood'u yetenekli, becerikli ve kimi kez aksi bir yazar - ama bundan fazlası pek değil- diye görmeleri şaşırtıcı değil belki de. Eleştirmenler, onun kimi aykırılıklarını destekleyen ustam lamaları yanıtlamaktan çok, onlardan kaçma eğiliminde olmuş larsa da, kendisini kimi zaman "kaşınmakla" ve "inadına aksi likle" suçlamışlardır. Metafizik Üzerine Deneme ile Bir Özya§a möyküsü 'nden iki örnek verilebilir: İlki, bir duygu bilimi olarak meşru ve çok değerli olan psikolojinin, "usdışılığın propagan dası" haline geldiği yollu savı; ikincisi, modern analitik ve pozi tivist felsefelerin, ilan ettikleri amaçlarına karşın, aslında eğilim bakımından usdışılıktan yana ve uygarlık için tehlikeli oldukla rına inancı. İlkine Mind'da ( 1 942) karşı çıkıldı ama karşı çıka nın, belki de ortaya konuşundaki aşırı biçimden ötürü, Colling wood'un savını gerçekten kavrayıp kavramadığı kuşkuludur. 30 Önsöz İkincisi eğlence yarattı ama düşman bir eleştirmen Colling wood'a kendi tarihselciliğinin aslında öylesine acımasızca sal dırdığı filozoflardan daha mı az usdışı ya da uygarlık karşısında daha mı az önyargılı olduğunu sorduysa da, bu pek yanıtlan madı. Collingwood bu konularda ister haklı olsun ister haksız, iki durumda da ciddiydi. Kendini beğenmişlikle okurlarını etki lemek ya da sarsmak için yazmıyordu; ne söylemek istiyorsa söylüyor, gerekçelerini de veriyordu; ama kendini daha az tut kulu bir biçimde dile getirebilseydi, daha ikna edici olabilirdi. Sonraki kitapların oldukça rahatsız edici üslubu, yazarları nın kibirli bir üstünlük duygusu içinde olduğu izlenimini verir. Gerçek Collingwood öyle değildi. Hastalığı onu değiştirmeden önce, aslında alçak gönüllüydü. Sıra dışı yetenekleri olduğunun bilincindeydi ama aynı şekilde onların sınırlarının da bilincin deydi; eleştiri tutkunuydu ve onu bulmak için yolundan bile sa pardı. Ben burada onun yapıtlarını eleştirdim; o da ancak bunu bekler ve arzulardı. Arkasında bıraktığı yayımlanmamış el yaz ması yığını görüşlerini açıklığa kavuşturmak ve ayrıntıyla geliş tirmek için çektiği büyük zahmetin kanıtıdır; ayrıca unutulma ması gerekir ki, felsefi yapıtları tüm bilimsel veriminin ancak bir kısmıdır; Roma Britanya'sı tarihçisi Collingwood'un değeri ni vermek için, yalnızca 1. A. Richmond'un canlı denemesinden ve onunla birlikte Collingwood'un tarihe ilişkin yazıları hakkın da Proceedings of the British Academy, cilt XXIX'daki bibliyog rafyadan söz etsem yeter. Collingwood üniversitedeki öğrencilerine son derece özen gösterirdi; bununla birlikte onların pek azı felsefeye fazlasıyla ilgi duydu; ama en iyi yapıtlarının epeyce bir kısmı, çok geniş dinleyici çeken ve bir felsefe öğretmeni olarak etkisini genişle ten üniversite derslerinde ortaya kondu. Cılız ama açık bir sesle konuştuğundan, hep söyleyecek önemli bir şeyi varmış izlenimi veriyordu; bu onu ilginç kılıyor, özgün anlatım, açık seçik ifade ve iyi seçilmiş sözcükler, o şeyi dinleyecek herkes için anlaşılır hale getiriyordu. Özellikle ilk yıllarında, etik üzerine dersleri Tarih Tasarımı 3 1 ı.;oğu üniversite öğrencisine bir vahiy gibi geliyordu. Soğukluğu ili ki kurmasına engel olsa da, yetenekleri saygı uyandırıyordu; ama onunla dost olma ayrıcalığına kavuşmuş olanların yanında hiç soğuk değildi. Benim için en önemlisi hangisiydi? Colling wood'un insan olarak uyandırdığı sevgi mi, vasilikten gelen dürtü mü, yoksa kendisinden "öğrenebileceğimi umduğumdan fazlasını" öğrendiğim filozof ve tarihçinin yeteneklerinin yarat tığı hayranlık mı? Bunu söylemem güç. T. M. Knox St. Andrews 30 Ekim 1945 GiRiş 1. Tarih Felsefesi Bu kitap tarih felsefesinde bir denemedir. 'Tarih felsefesi' adı nı, on sekizinci yüzyılda, onunla eleştirel ya da bilimsel tarih ten, tarihçinin eski kitaplarda bulduğu öyküleri yinelemek yeri ne, kendi kafasında kendi kendine kurduğu bir tarihsel düşün me tipinden başka bir şey kastetmeyen Voltaire buldu. Aynı adı Hegel ile on dokuzuncu yüzyıl sonundaki başka yazarlar da kullandı; ama onlar çok farklı bir anlam verdiler ve onu yalnız ca evrensel tarih ya da dünya tarihi anlamına gelen bir şey ola rak gördüler. Deyimin üçüncü bir kullanımı çeşitli on doku zuncu yüzyıl pozitivistlerinde bulunur; onlar için tarih felsefesi, anlatılması tarihin işi olan olayların akışını yöneten genel yasa ların keşfiydi. Pozitivistler tarihi bir felsefe konusu değil, meteoroloji gibi bir deneysel bilim konusu haline getirmeye çalıştıkları halde, Voltaire ile Hegel'in tarih "felsefesine" yükledikleri işi ancak tarih yerine getirebilirdi. Bu durumların her birinde, tarih felse- 34 Giriş fesi anlayı§ına egemen olan bir felsefe anlayı§ı vardı: Voltaire için felsefe bağımsız ve ele§tirel dü§ünme demekti; Hegel için bir bütün olarak dünya hakkında dü§Ünme demekti; on doku zuncu yüzyıl pozitivizmi içinse tekbiçimli yasaların ke§fı de mekti. Benim 'tarih felsefesi' terimini kullanı§ım bunların hepsin den farklıdır; ondan ne anladığımı açıklamak için de, önce fel sefe anlayı§ıma ili§kin bir §eyler söyleyeceğim. Felsefe kendine dönük dü§ünmedir. Felsefe yapan zihin hiç bir zaman yalnızca bir nesne hakkında dü§Ünmez; herhangi bir nesneyi dü§ünürken, aynı zamanda hep o nesneye ili§kin kendi dü§Üncesi hakkında dü§Ünür. O zaman, felsefeye ikinci derece den dü§ünce, dü§ünce hakkında dü§ünce denebilir. Örneğin, Dünya' nın Güne§'ten uzaklığını ke§fetmek, dü§ünce için birin ci dereceden bir i§, bu durumda gökbilimin i§idir; Dünya' nın Güne§'ten uzaklığını ke§federken bizim yaptığımızı n tam ola rak ne olduğunu ke§fetmek ikinci dereceden dü§Ünce i§i, bu durumda mantığın ya da bilim kuramını n ݧidir. Bu, felsefe zihin bilimi ya da psikolojidir demek değildir. Psikoloji birinci dereceden dü§üncedir; zihni tıpkı biyolojinin ya§amı incelediği gibi inceler. Düşünce ile nesnesi arası ndaki ili§kiyle uğra§maz, nesnesinden tamamen ayrı bir §ey olarak, yalnızca dünyada olup biten bir §ey olarak, kendi ba§ına tartı§ı labilen özel türden bir fenomen olarak doğrudan doğruya dü §Ü nceyle uğra§ır. Felsefe hiçbir zaman kendi ba§ına düşünceyle ilgili değildir; hep onun nesnesiyle ili§kisine bakar, dolayısıyla dü§ünceyle olduğu kadar nesneyle ilgilidir. Felsefeyle psikoloji arasındaki bu farklılık, §İmdilik geçmi§ diye tanımlayacağımız özel türden bir nesneyle ilgili özel tür den bir dü§ünme olan tarihsel dü§ünme konusu nda bu disiplin lerce benimsenmi§ farklı tutumlara bakarak betimlenebilir. Psi kolog tarihsel dü§ünmeye ilgi duyabilir; tarihçide sürüp giden zihinsel olayın özel türlerini çözümleyebilir; örneğin, tarihçile rin, gerçek dünyada doğru dürüst ya§ayamayacak kadar nevro- R. G. Collingwood 3 5 tik olduklarından, sanatçılar gibi bir düş dünyası kurmuş in sanlar olduklarını ama sanatçıların tersine, bu düş dünyasını geçmişe yansıttıklarını, çünkü nevrozlarının köklerini çocuk luklarındaki geçmiş olaylara bağladıklarını, bu nevrozlardan kurtulmak için boş bir çabayla hep geçmişe döndüklerini ileri sürebilir. Bu çözümlemeler daha da ayrıntıya girebilir, tarihçi nin Julius Caesar gibi buyurgan bir kişiye ilgisinin babası karşı sındaki çocuksu tutumunu nasıl dile getirdiğini vb. gösterebilir. Böyle bir çözümlemenin vakit kaybı olduğunu söylemek iste miyorum. Ben yalnızca psikologun özgün özne-nesne ilişkisin de dikkatini sırf özne tarafında topladığını göstermek için onun tipik bir durumunu betimliyorum. Psikolog tarihçinin düşünce sine bakar, onun nesnesine, geçmişe değil. Geçmiş diye bir şey olmasaydı, Julius Caesar düşsel bir kişi olsaydı, tarih bilgi değil, salt düş olsaydı, tarihsel düşünceye ilişkin tüm psikolojik çö zümlemeler tamı tamına aynı olurdu. Filozof için dikkat isteyen olgu, ne tarihçi için olduğu gibi kendi başına geçmiştir ne de psikolog için olduğu gibi tarihçi nin kendi başına geçmişe ilişkin düşüncesidir; karşılıklı ilişkileri içinde her ikisidir. Nesnesiyle ilişkisi içinde düşünce, salt dü şünce değil, bilgidir; o zaman psikoloji için salt düşünce kura mı, herhangi bir nesneden soyutlanmış zihin olayları kuramı olan şey, felsefe için bilgi kuramıdır. Psikologun "Tarihçiler nasıl düşünür? " diye sorduğu yerde, filozof "Tarihçiler nasıl bilir? Geçmişi nasıl kavrarlar? " diye sorar. Buna karşılık, geç mişi kendinde bir şey olarak kavramak örneğin, şu kadar yıl önce şu şu olayların gerçekten olduğunu söylemek, filozofun değil, tarihçinin işidir. Filozof bu olaylarla kendinde şeyler ol maları bakımından değil, tarihçinin bildiği şeyler olmaları bakı mından ilgilenir ve ne çeşit olaylar olduğunu, nerede ne zaman olup bittiğini değil, tarihçinin onları bilmesini olanaklı kılanın ne olduğunu sorar. O zaman filozofun tarihçinin zihni hakkında düşünmesi ge rekir; ama bunu yaparken, psikologun işini bir daha yapıyor ol- 36 Giriş maz, çünkü onun için tarihçinin düşüncesi bir zihinsel feno menler karışımı değil, bir bilgi dizgesidir. Filozof da geçmiş hakkında düşünür ama tarihçinin işini bir daha yapacak biçim de değil: Çünkü geçmiş, onun için, bir olaylar dizisi değil, bir bilinen şeyler dizgesidir. Bunu, filozofun tarihin öznel yanı hakkında düşündüğü sürece epistemolog, nesnel yanı hakkında düşündüğü sürece metafizikçi olduğunu söyleyerek ortaya ko yabiliriz; ama bunu söylemek, yapıtının epistemolojik ve meta fizik parçalarına ayrı ayrı bakılabileceği yollu bir imaya götüre ceğinden, tehlikeli olur, bu da bir hata olacaktır. Felsefe bilenin incelenmesini bilinenin incelenmesinden ayıramaz. Bu olanak sızlık doğrudan doğruya ikinci dereceden düşünce olarak felse fe tasarımından çıkar. Felsefi düşünmenin genel özelliği buysa 'felsefe' terimini 'tarih'i ekleyerek nitelediğimde ne demek istiyorum? Genel olarak felsefeden ve başka bir şeyin felsefesinden farklı, özel bir tarih felsefesi ne anlamda var? Felsefenin bütünü içinde ayrımların bulunduğu, bir parça kararsızlıkla da olsa, genellikle kabul edilmiştir. Çoğu insan, mantığı ya da bilgi kuramını etikten ya da eylem kuramından ayırır; bununla birlikte, ayrımı yapanların çoğu, bilmenin bir anlamda bir çeşit eylem, etiğin incelediği eylemin de belli bir bilme çeşidi olduğunu da (ya da en azından bunu içerdiğini) kabul eder. Mantıkçının incelediği düşünce hakikatin keşfini amaçlayan bir düşüncedir, onun için de bir amaca yönelmiş bir etkinlik örneğidir ve bunlar da etik kavramlarıdır. Ahlak filozo funun incelediği eylem doğruya ya da yanlışa ilişkin bilgiye ve ya inanca dayalı bir eylemdir; bilgi ya da inanç ise epistemo lojik bir kavramdır. Demek ki, mantık ile etik birbirine bağlıdır ve farklı olmakla birlikte, gerçekte birbirinden ayrılamaz. Bir tarih felsefesi varsa, başka felsefi bilimlere bu ikisinin birbirine bağlı olduğu kadar içten bağlı olacaktır. O zaman tarih felsefesinin, genel bir bilgi kuramına karışıp gitmek yerine, niye özel bir inceleme konusu olması gerektiğini R. G. Collingwood 3 7 sormalıyız. Avrupa uygarlığının akışı boyunca, insanlar bir öl çüde tarihsel olarak düşünmüşlerdir; ama biz pek kolay ger çekleştirdiğimiz etkinlikler üzerine nadiren düşünürüz. Ancak karşılaştığımız güçlükler bizi onları yenme çabalarımızın bilin cine varmaya zorlar. Demek ki, felsefenin, kendinin bilincinin düzenli ve bilimsel gelişmesi olan konusu, zaman zaman, belli bir çağda insanların içerilerinde özel güçlükler bulduğu özel sorunlara bağlıdır. Belli insanların, tarihlerinin belli bir döne mindeki felsefesinde özellikle öne çıkan konulara bakmak, zi hinlerinin tüm içgücünü yöneltmiş göründükleri özel sorunla rın bir göstergesini bulmak demektir. İkincil ya da yan konular, özel bir güçlük çekmedikleri şeyleri açığa vuracaktır. İmdi, bizim felsefe geleneğimiz sürekli bir çizgi halinde al tıncı yüzyıl Yunanlılarına ve düşüncenin özel sorununun mate matiğin temellerini atma işi olduğu çağa dek gider. Yunan fel sefesi bunun için matematiği resminin merkezine yerleştirmiş ve bilgi kuramını tartıştığı zaman ondan en başta matematiksel bilginin kuramını anlamıştır. O zamandan beri, yüz yıl öncesine dek, Avrupa tarihinin iki büyük oluşturucu çağı oldu. Orta Çağ'da düşüncenin merkez sorunları teolojiyle ilgiliydi, felsefenin sorunları da, bundan ötürü, teoloji üzerine düşünmeden doğuyordu ve Tanrı ile in sanın ilişkilerine değgindi. On altıncı yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla dek, düşüncenin ana çabası doğa biliminin temellerini atmakla ilgiliydi, felsefe de özne olarak insan zihninin, nesne olarak uzayda kendisini çevreleyen doğal şeyler dünyasıyla iliş kisini kendi ana izleği olarak görüyordu. Bütün bu çağlarda, insanlar elbette tarihsel olarak da düşünüyorlardı ama onların tarihsel düşüncesi hep oldukça basit, hatta gelişmemiş bir çeşit düşünceydi; çözmekte güçlük çektiği sorunlar yaratmıyordu ve hiçbir zaman kendi üzerine düşünmeye zorlanmamıştı. Ama on sekizinci yüzyılda, insanlar dış dünya hakkında eleştirel düşün meyi daha önce öğrenmiş olduklarından, tarih hakkında eleşti rel düşünmeye başladılar, çünkü tarih, düşüncenin matemati- 38 Giriş ğe, teolojiye ya da bilime pek benzemeyen özel bir biçimi ola rak görülmeye başlamıştı. Kendi üzerine düşünmenin sonucu, matematiğin, teol ojinin ya da bilimin veya üçünün birarada genel olarak bilgi sorunları nı tüketebileceği sayıltısına dayanarak iş gören bir bilgi kuramı nın artık doyurucu olmadığıydı. Tarihsel düşüncenin kendine özgü özellikleri olan bir nesnesi vardır. U zay ve zamandaki ar tık olup bitmeyen tek tek olaylardan oluşan geçmiş, matema tiksel düşünmeyle kavranamaz, çünkü matematiksel dü şünme uzay ve zamanda özel bir yeri olmayan nesneleri kavrar; onları bilinir kılan da kendilerine özgü uzay- zamansal yerden yoksun oluşlarıdır. Geçmiş teolojik düşünmeyle de kavranamaz, çünkü bu çeşit düşünmenin nesnesi tek bir sonsuz nesnedir; tarihsel olaylar ise sonlu ve çoktur. Bilimsel düşünmeyle de kavrana maz, çünkü bilimin keşfettiği hakikatler şu anda algıladığımız şeylerde örneğini bulan deney ve gözlem yoluyla temellendiri lince doğru diye bilinir; oysa geçmiş uçup gitmiştir ve bizim onun hakkındaki tasarımlarımız hiçbir zaman bilimsel varsa yımlarımızı doğruladığımız gibi doğrulanamaz. Bunun için, ma tematiksel, teol ojik ya da bilimsel bilginin hesabını vermek üze re tasarlanmış bilgi kuramları tarihsel bilginin özel sorunlarına değinmezler; kendilerini bilginin tam bir hesabı diye sunsalar da, aslında tarihsel bilginin olanaksız olduğunu öngörürler. Tarihsel bilgi özel güçlüklerle karşı karşıya kalıp onları gö ğüslemek için özel bir teknik bularak filozofların kafasında yer etmediği sürece önemi yoktu bunun. Ama aşağı yukarı on do kuzuncu yüzyılda olduğu gibi, hal böyle olunca, yaygın bilgi kuramları özel bilim sorunlarına yöneldiler ve matematik ile teoloji incelemesine dayalı bir geleneği miras aldılar; bu arada, her yanda gelişmekte olan yeni tarih tekniğinin hesabı verilme miş oldu. Dolayısıyla, işi bu yeni sorunu ya da sorunlar öbeği ni, düzenli ve dizgeli tarihsel araştırmanın varlığından doğan felsefi sorunları incelemek olan özel bir araştırma gerekli oldu. R. G. Collingwood 39 Bu yeni araştırma haklı olarak tarih felsefesi adını almayı iste yebilirdi; bu kitap da bu araştırmaya bir katkıdır. Araştırmanın iki aşamadan geçmesi beklenir. İlk olarak, ta rih felsefesinin gerçekte su geçirmez bir bölme içinde iş görme mesi gerekecektir, çünkü felsefede özel bir sorunun özel bir incelemesi diye bir şey, ancak oldukça ayrı bir koşulda vardır. Sorun sırf geleneksel felsefeler onunla uğraşmadığı için özel bir yaklaşım gerektirir; bir felsefenin savunmadığı şeyi yadsıdığı genel bir kural olduğu, geleneksel felsefeler de tarihsel bilginin olanaksız olduğu içermesini getirdiği için, ayrı tutulması gere kir. Bunun için, tarih felsefesi, tarihin nasıl olanaklı olduğuna ilişkin bağımsız bir tanıtlama getiremediği sürece, geleneksel felsefelere dokunmamalıdır. İkinci aşama bu yeni felsefe dalıyla eski geleneksel öğretiler arasında bağlantılar kurmak olacaktır. Felsefi görü§ler yığınına herhangi bir ekleme daha önce orada bulunan her şeyi bir öl çüde değiştirir ve yeni bir felsefi bilimin kuruluşu bütün eskileri gözden geçirmeyi gerektirir. Örneğin, modern doğa biliminin doğurduğu felsefi kuramın kuruluşu, tasımsal mantık konu sunda yaygın bir hoşnutsuzluk yaratıp yerine Descartes ile Ba con'ın yeni metodolojilerini koyarak, yerleşik mantığa tepki gösterdi; aynı şey on yedinci yüzyılın Orta Çağ'dan miras aldığı teolojik metafiziğe de tepki gösterdi ve örneğin Descartes ile Spinoza'da bulduğumuz yeni Tanrı anlayışlarını doğurdu. Spi noza'nın Tanrısı on yedinci yüzyıl biliminin l§ığında gözden geçirilmiş Orta Çağ teolojisinin Tanrısıdır. Dolayısıyla, Spino za zamanında bilim felsefesi artık felsefi araştırmanın ötekiler den ayrı özel bir dalı değildi: Bütün ötekilerin içine sızmış ve her yanı bilimsel bir ruhla ele alınmış bir felsefe doğurmuştu. Şimdiki durumda bu, bütün felsefi soruların dar anlamda tarih felsefesinin ulaştığı sonuçların ışığında genel olarak elden geçi rilmesi demek olacaktır; bu da geniş anlamda bir tarih felsefesi olacak yeni bir felsefe, yani tarihsel bakış açısıyla ele alınmış tam bir felsefe doğuracaktır. 40 Giriş Bu kitap bu iki aşamadan ilkini temsil ederse memnun ol malıyız. Benim burada giriştiğim iş, özel türden bir nesnesi olan özel bir bilgi türü ya da biçimi sayılan tarihin yapısını, bu araştırmanın öteki felsefi araştırma alanlarını nasıl etkileyeceği sorusunu şimdilik bir yana bırakarak, felsefi olarak araştırmaktır. 2. Tarihin Yapısı, Nesnesi, Yöntemi ve Değeri Tarihin ne olduğu, ne hakkında olduğu, nasıl işlediği ve ne için olduğu soruları, bir ölçüde farklı insanların farklı biçimlerde yanıtlayacağı sorulardır. Ne ki, farklılıklara karşın, yanıtlar ara sında geniş ölçüde uyuşma vardır. Yanıtlar niteliksiz tanıklar dan gelenleri bir kenara atan bir bakışla incelemeye tutulursa, bu uyuşma daha da sıkı olur. Tarih, teoloji ya da doğa bilimi gibi, özel bir düşünme biçimidir. Öyleyse, bu düşünce biçimi nin yapısına, nesnesine, yöntemine ve değerine ilişkin sorular şu iki niteliği taşıyan kişilerce yanıtlanmalıdır. İlk olarak, bunların o düşünce biçiminde deneyimleri olması gerekir. Tarihçi olmaları gerekir. Bir anlamda, günümüzde he pimiz tarihçiyiz. Her eğitimli kişi bir parça tarihsel düşünme içeren bir eğitimden geçmiştir. Ama bu onlara tarihsel düşün menin yapısı, nesnesi, yöntemi ve değeri konusunda görüş bil dirme hakkını kazandırmaz. Çünkü ilk olarak, bu yolla edin dikleri tarihsel düşünme deneyimi ola ki çok yüzeyseldir; ona dayalı görüşler de, dolayısıyla, bir insanın, Fransız halkına iliş kin, Paris'e yaptığı tek bir hafta sonu gezisine dayalı görüşün den daha sağlam temelli değildir. İkinci olarak, sıradan eğitim kanallarından kazanılmış herhangi bir şeyin deneyimi, yüzeysel olduğu kadar, değişmez bir biçimde günü geçmiş bir deneyim dir. Böyle kazanılan tarihsel düşünme deneyimi ders kitapların dan örnek alınmıştır; ders kitapları da yaşayan gerçek tarihçi lerin şimdi düşündüklerini değil, ders kitabının oluşturulduğu zamanın dışındaki bir zamanda, ham malzemenin yaratıldığı geçmişteki bir zamanda yaşayan gerçek tarihçilerin düşündük lerini betimler hep. Zamanla ders kitaplarına giren, tarihsel dü- R. G. Collingwood 4 1 şüncenin günü geçmiş sonuçları değildir yalnızca. Tarihsel dü şüncenin ilkeleri de girer: Yani tarihsel düşünmenin yapısına, nesnesine, yöntemine ve değerine ilişkin tasarımlar. Üçüncü ve bununla bağlantılı olarak, eğitim yoluyla edinilmiş her bilginin doğal sonucu olan garip bir yanılsama vardır: Kesinlik yanılsa ması. Bir öğrenci herhangi bir konuda in statu pupillari" oldu ğu zaman her şeyin kesinleşmiş olduğuna inanması gerekir; çünkü öğretmenleri ile ders kitapları onları kesinleşmiş say maktadır. Bu durumdan çıktığı ve konuyu kendi kendine ince lemeye giriştiği zaman, hiçbir şeyin kesinleşmiş olmadığını görür. Toyluğun değişmez bir işareti olan dogmacılık üzerin den silinir gider. Sözde olgulara yeni bir gözle bakar. Kendi kendine şöyle der: " Öğretmenim ve ders kitapları bana şunun şunun doğru olduğunu söylüyordu; acaba doğru mu? Doğru olduğunu düşünmek için ne gibi gerekçeleri vardı ve bu gerek çeler uygun muydu? " Öte yandan, öğrenci durumundan çıkıp konunun peşinde koşmayı sürdürmezse, bu dogmacı tutumdan kendini hiçbir zaman kurtaramaz. Bu da onu sözünü ettiğim soruları yanıtlamakta özellikle yetersiz bir kişi haline getirir. Örneğin, bu soruları gençliğinde ustaları okumuş, bir zamanlar bir tarih öğrencisi olan ve tarihsel düşünme konusundaki bu gençlik deneyiminin kendisine tarihin ne olduğunu, ne hak kında olduğunu söyleme yetkisini verdiğini düşünen bir Oxford filozofundan daha kötü yanıtlayacak ola ki kimse yoktur. Bu soruları yanıtlamak için ikinci nitelik, insanın tarihsel düşünme konusunda deneyimli olmakla kalmayıp aynı zaman da o deneyim üzerine düşünmesidir. Yalnızca tarihçi olmakla kalmamalı, filozof da olmalı; özellikle de felsefi düşüncesi ta rihsel düşüncenin sorunlarına özel bir dikkat göstermiş olmalı. İmdi, kendi tarihsel düşünüşü üzerine düşünmeksizin (en yük sek düzeyde bir tarihçi değilse de) oldukça iyi bir tarihçi olmak olanaklıdır. Bu şekilde düşünmeksizin (en iyisinden bir öğret- Öğrenci durumunda (çn). 42 Giri§ men değilse de) oldukça iyi bir tarih öğretmeni olmak daha da kolaydır. Aynı zamanda, deneyimin önce, o deneyim üzerine düşünmenin sonra geldiğini unutmamak önemlidir. En az dü şünen tarihçi bile ilk niteliği taşır. Ü zerinde düşünecek deneyi mi vardır; onun üzerine düşünmesi istendiğinde de, düşüncele rinin yerinde olma şansı yüksektir. Felsefe konusunda hiçbir zaman fazla çalışmamış bir tarihçi, bizim dört sorumuzu, tarih konusunda hiçbir zaman fazla çalışmamış bir filozoftan ola ki daha akıllı, daha değerli bir biçimde yanıtlayacaktır. Bundan ötürü, dört soruma günümüzdeki herhangi bir ta rihçinin kabul edeceğini düşündüğüm yanıtlar önereceğim. Bunlar burada yaklaşık ve hazır yanıtlar olacak ama konumu zun ön bir tanımı olarak işe yarayacak, tartışma ilerledikçe de savunulacak ve geliştirilecek. (a) Tarihin tanımı. Tarihin bir çeşit araştırma ya da soruş turma olduğunu sanırım her tarihçi kabul edecektir. Ne çeşit bir soruşturma olduğunu henüz sormuyorum. Şu ki, tarih tür bakımından bilim dediğimiz şeyler arasına giriyor: Yani saye lerinde sorular sorduğumuz ve bu soruları yanıtlamaya çalıştı ğımız düşünce biçimleri. Genel olarak bilim -bunu anlamak önemlidir- zaten bildiğimiz şeyleri bir araya getirmekten ve onu şu ya da bu çeşit örüntüler içinde düzenlemekten ibaret değildir. Bilmediğimiz bir şeye yönelmekten ve onu keşfetmeye çalışmaktan oluşur. Daha önce bildiğimiz şeylerle oyalanmak bu amaca götüren yararlı bir yol olabilir ama amacın kendisi bu değildir. Bu olsa olsa araçtır. Bu ancak, yeni düzenleme bize zaten sormaya karar vermiş olduğumuz bir sorunun yanıtını veriyorsa bilimsel olarak değerlidir. Her bilimin kendi bilgisiz liğimizin bilgisiyle başlamasının nedeni budur: Her şey hakkın daki bilgisizliğimizle değil, belirli bir şey -parlamentonun kö keni, kanserin nedeni, Güneş'in kimyasal bileşimi, bir insanın, bir atın ya da bir başka uysal hayvanın kas gücünü kullanmak sızın bir pompayı işletmenin yolu- hakkındaki bilgisizliğimizle. Bilim şeyleri aramadır: Bu anlamda da, tarih bir bilimdir. R. G. Col/ingwood 43 (b) Tarihin nesnesi. Bir bilim bir ba§kasından farklı türden §eyler aramasıyla ayrılır. Tarih ne tür §eyler arar? Ben res ges tae diye yanıtlıyorum bunu: İnsanların geçmi§te yapılmı§ ey lemleri. Bu yanıt çoğu tartı§malı olan çe§it çe§it ba§ka sorular doğurmakla birlikte, bunlar yine de yanıtlanabilir, yanıtlar tari hin res gestae'nin bilimi, insanın geçmi§te yapılmı§ eylemlerine ili§kin soruları yanıtlama çabası olduğu önermesini sarsmaz. (c) Tarih nasıl i§ler? Tarih kanıtın yorumlanmasıyla ݧler: Burada kanıt tek tek belge denen §eylerin ortak bir adıdır, bel ge ise §İmdi ve burada varolan, tarihçinin, ü zerinde dü§ünerek, geçmi§ olaylar hakkında sorduğu soruları yanıtlayabileceği tür den bir §eydir. Burada da yine, kanıtın özelliklerinin neler ol duğu ve nasıl yorumlandığı konusunda sorulacak bir sürü güç soru vardır. Ama bizim bu a§amada bunları sormamıza gerek yok. Bunlar nasıl yanıtlanırsa yanıtlansın, tarihçiler tarihsel ݧ lemin ya da yöntemin özünde kanıtı yorumlamaktan olu§tuğu konusunda anla§acaklardır. (d) Son olarak, tarih ne içindir? Bu belki ötekilerden daha güç bir soru; bunu yanıtlayan birinin daha önce yanıtladığımız üç soruyu yanıtlayan birinden çok daha geni§ dü§Ünmesi gere kecektir. Tarihsel dü§ünme üzerine dü§Ünmekle kalmaması, ba§ka §eyler üzerine de dü§Ünmesi gerekir, çünkü bir §eyin bir §ey "için" olduğunu söylemek, A ile B arasında bir ayrımı -bu rada A bir §ey için iyidir, B ise kendisi için bir §eyin iyi olduğu §eydir- içerir. Ama ben bir yanıt önereceğim ve doğuracağı ba§ka sorular sayıca çok ve güç olsa da, hiçbir tarihçinin onu reddetmeyeceği görü§Ünü dile getireceğim. Benim yanıtım, tarihin insanın kendine ili§kin bilgisi "için" olduğu. Kendini bilmesinin insan için önemli olduğu dü§ünülür genellikle: Kendini bilme burada salt kendi ki§İsel özelliklerini, onu öteki insanlardan ayıran §eyleri bilme değil, insan olarak yapısını bilme demektir. Kendinizi bilmeniz, ilk olarak bir insan olmanın ne demek olduğunu bilmeniz, ikinci olarak, olduğu nuz insan olmanın ne demek olduğunu bilmeniz, üçüncü ola- 44 Giriş rak, olduğunuz insan olmanın ve başka biri olmamanın ne de mek olduğunu bilmeniz anlamına gelir. Kendinizi bilmeniz ne yapabileceğinizi bilmeniz anlamına gelir; kimse ne yapabilece ğini denemeden bilmediği için de, insanın ne yapabileceği ko nusundaki tek ipucu ne yaptığıdır. Öyleyse, tarihin değeri bize insanın ne yaptığını, böylece insanın ne olduğunu öğretmesidir. 3. 1-IV. Bölümlerin Sorunu Kısaca özetlemiş olduğum tarih tasarımı modern çağın tasarı mıdır ve V. Bölümde bu tasarımı daha ayrıntılı olarak açıklayıp geliştirmeden önce, tarihini soruşturarak ışık tutmak niyetin deyim. Günümüz tarihçileri tarihin (a) bir bilim ya da soruları yanıtlama olması; (b) geçmişteki insan eylemleriyle ilgilenmesi; (c) kanıtın yorumlanmasıyla uğraşması; (d) insanın kendine ilişkin bilgisi uğruna olması gerektiğini düşünüyorlar. Ama in sanların tarih hakkında düşündükleri her zaman bu değil. Ör neğin, son zamanlardaki bir yazar 1 İsa'dan önce üçüncü binde yaşamış Sümerler hakkında şöyle yazıyor: Tarihyazımı sarayların, tapınakların kuruluşunu belirten resmi yazıtlarla temsil edilir. Yazmanların teokratik üslubu, birçok örnekten biri olan aşağıdaki parçadan da görülebile ceği gibi, her şeyi tanrısal gücün eylemine yükler. Lagaş ile Umma'nın kralları arasında kendilerine ait top rakların sınırları konusunda bir tartışma doğar. Tartışma Kiş Kralı Mesilim'in hakemliğine sunulur ve Kiş'in, Lagaş' ın ve Umma'nın yalnızca vekili ya da elçisi oldukları Tanrı larca yatıştırılır: Toprakların kralı Tanrı Enlil'in doğru sözleri üzerine, Tanrı Ningirsu ile Tanrı Şara oturup düşündüler. Kiş Kralı Mesi- 1 Monsieur Charles F. Jean, Edward Eyre'de, European Civilization ( Londra, 1 935), cilt 1 , s. 259. R. G. Collingwood 45 tim, Tanrısı Gu-Silim'in buyruğuyla.... [bu] yere bir ta§ dikti. Umma'nın isag'ı olan U§ hırslı amaçlarına göre eyle di. Mesilim'in taşını kaldırdı ve Lagaş ovasına geldi. Tanrı Enlil'in savaşçısı Tanrı N ingirsu'nun adaletli sözü üzerine U mma ile bir sava§ oldu. Tanrı Enlil'in sözü üzerine büyü k kutsal ağ dü§manların hakkından geldi, ovada durdukları yerlerde, gömüt tell'ler yükseltildi. Monsieur Jean'ın Sümer tarihyazımının bu çe§it bir §ey oldu ğunu söylemediği, Sümer literatüründe tarihyazımının bu çe§it §eylerle temsil edildiğini söylediği görülecektir. Ben bu çe§it şeylerin gerçekte tarih olmadığı, kimi bakımdan tarihe benzer bir şey olduğu anlamını çıkarıyorum bundan. Benim bu konu daki yorumum şöyle olurdu: Böyle bir yazıt hiçbir modern ta rihçinin tarih demeyeceği bir düşünce biçimini dile getirir, çün kü ilk olarak, bilim özelliğinden yoksundur: Yazarın yanıtını bilmeden başladığı bir soruyu yanıtlama çabasıdır; yalnızca ya zarın bir olgu olarak bildiği bir şeyin kaydıdır; ikinci olarak, kaydedilen olgu insanların birtakım eylemleri değil, Tanrıların birtakım eylemleridir. Kuşkusuz bu tanrısal eylemler insanların yaptığı eylemlerde olur; ama ilk önce insan eylemleri diye değil, tanrısal eylemler diye düşünülür; o ölçüde de, dile gelen dü şünce nesnesi bakımından tarihsel değildir, dolayısıyla, yöntemi bakımından da tarihsel değildir, çünkü kanıtın yorumlanması yoktur; değeri bakımından da tarihsel değildir, çünkü amacının insanın kendine ilişkin bilgisini ilerletmek olduğu yollu hiçbir belirti yoktur. Böyle bir kaydın ilerlettiği bilgi -herhalde en baş ta- insanın insana ilişkin bilgisi değil, insanın Tanrılara ilişkin bilgisidir. Bundan ötürü, yazarın bakış açısından, bu, tarihsel bir me tin diyeceğimiz bir şey değildir. Yazar tarih yazmıyordu, din yazıyordu. Bizim bakış açımızdan tarihsel kanıt olarak kullanı labilir bu, çünkü insanın res gestae'lerine gözünü dikmiş bir modern tarihçi onu Mesilim ile U ş'un ve onların uyruklarının yaptığı eylemlere ilişkin kanıt diye yoru mlayabilir. Ama bu me- 46 Giriş tin, tarihsel kanıt özelliğini ancak yazarın ölümünden sonra, bizim onun karşısındaki kendi tarihsel tutumumuzla edinir; ay nı şekilde, tarih öncesi çakmak taşları ya da Roma çömlekleri tarihsel kanıt özelliğini, onları yapan insanlar tarihsel kanıt diye düşündükleri için değil, biz onları tarihsel kanıt diye düşündü ğümüz için, sonradan edinir. Eski Sümerler arkalarında tarih diyeceğimiz hiçbir şey bırakmamışlardır. Tarihsel bilinç diye bir şeyleri olmuşsa da, buna ilişkin hiçbir kayıt bırakmamışlardır. Böyle bir şeyleri olması gerektiğini söyleyebiliriz; bizim için ta rihsel gerçek öyle gerçek, her yana öyle yayılmış bir yaşam biçi midir ki, birilerinin ondan yoksun olmuş olabileceğini düşüne meyiz; ama böyle görmekte haklı olup olmadığımız kuşkulu dur. Belgelerin önümüze serdiği olgulara bağlı kalırsak, sanı rım, eski Sümerlerin tarihsel bilincinin bilim adamlarının gi zemli varlık dediği şey, bilimsel yöntemin, entia nan sunt mul tiplicanda praeter necessitatem biçimindeki Ockham usturası ilkesine dayanarak, onaylamamızı yasakladığı bir şey olduğunu söylememiz gerekir. Öyleyse, dört bin yıl önce, uygarlıktaki atalarımızın bizim tarih tasarımı dediğimiz tasarımları yoktu. Görebildiğimiz ka darıyla, şeyin kendisine sahip oldukları ama onun üzerine dü şünmedikleri için değildi bu. Şeyin kendisine sahip olmadıkları içindi. Tarih yoktu. Onun yerine kimi bakımdan tarih dediği miz şeye benzeyen bir şey vardı ama bu, bizim tarih dediğimiz şeyden, bugün varolan tarihle özdeşleştirdiğimiz dört özelliğin her biri bakımından farklıydı. Demek ki bugün varolan tarih, Batı Asya ile Avrupa'da son dört bin yılda ortaya çıkmıştır. Bu nasıl oldu? Tarih denen şey hangi aşamalardan geçerek ortaya çıktı? 1 - IV. bölümlerde ol dukça sade ve özet bir yanıt sunacağımız soru bu. ' Varolanlar gerekmedikçe çoğaltılmamalı (çn). 1. Bölüm YUNAN - ROMA TARİHYAZIM I 1. Teokratik Tarih ve Mitos Modern Avrupa'nın tarih tasarımı hangi adımlarla, hangi aşa malarla ortaya çıktı? Bu aşamaların hiçbirinin Akdeniz bölgesi dışında, yani Avrupa, Akdeniz'den Mezopotamya'ya dek Yakın Doğu ve Kuzey Afrika kıyıları dışında gerçekleşmediğini dü şündüğümden, Çin'deki ya da dünyanın sözünü ettiğim bölge dışında kalan başka bir yanındaki tarihsel düşünce hakkında bir şey söylemiyorum. Yaklaşık MÖ 2500'den kalan bir belgeye dayanarak erken Mezopotamya'dan bir örnek vermiştim. Tarih diyorum ama as lında yarı tarih demem gerek, çünkü, belirttiğim gibi, bu bel gede dile getirilen düşünce, bizim geçmiş hakkında ifadelerde bulunurken tarih dediğimiz şeye benziyor ama ilk olarak, bu ifadelerin sorulara verilmiş yanıtlar, araştırma meyveleri olma yıp yazarın önceden bildiği şeylere ilişkin savlar olması bakı mından, ikinci olarak, kaydedilen işlerin insan eylemleri olma yıp her şeyden önce tanrısal eylemler olması bakımından ondan 48 Yunan-Roma Tarihyazıını farklıdır. Tanrıların, insan hükümdarlara benzetilerek, kralla rın, şeflerin kendi uyruklarının eylemlerini yönetmesi gibi, kral ların ve şeflerin eylemlerini yönettikleri tasarlanır; hiyerarşik yönetim dizgesi bir çeşit genişletmeyle yukarı taşınır. U yruk, düşük memur, yüksek memur, kral dizisi yerine, elimizde uy ruk, düşük memur, yüksek memur, kral, Tanrı dizisi vardır. Tanrı'nın topluluğun gerçek başı, kralınsa onun hizmetçisi ola rak tasarlanmasıyla kral ile Tanrı'nın birbirinden keskin bir bi çimde ayrılıp ayrılamayacağı ya da kralın Tanrı'nın cisimleşme si ya da yalnızca insan değil, her halde bir biçimde tanrısal diye tasarlanmasıyla kral ile Tanrı'nın özdeşleştirilip özdeşleştiril mediği, içine girmemiz gerekmeyen bir sorudur; çünkü bunu yanıtlasak bile, yönetimin teokratik bir biçimde tasarlandığı so nucu çıkacaktır. Bu çeşit tarihe teokratik tarih demeyi öneriyorum; burada ' tarih' deyimi bilimsel tarih olan tarihin kendisi demek değil, bilinen olgulara ilişkin bir ifade; bu olguları bilmeyen ama söz konusu Tanrı'ya tapan kişilere, Tanrı'nın kendini açığa vurdu ğu işleri bilmesi gereken kişilere bilgi vermeye yönelik bir ifade demektir. Bir başka yarı tarih biçimi var ki, Mezopotamya yazınında bunun da örneklerini buluyoruz: Mitos. Teokratik tarih aslında insan eylemlerinin tarihi olmasa bile, öyküdeki kahramanların insan toplumlarının insanüstü yöneticileri olması, bunların ey lemlerinin kısmen bu toplumlara yönelik, kısmen onlar sayesin de olması anlamında, yine de insan eylemleriyle ilgilidir. Teok ratik tarihte insanlık bir eylemci değil, kaydedilen eylemlerin kısmen bir aracı, kısmen konusudur. Dahası, bu eylemlerin bir zaman dizisi içinde belirli yerleri olduğu ve geçmişteki tarihler de olup bittiği düşünülür. Mitos ise, tersine, hiç de insan ey lemleriyle ilgili değildir. İnsan öğesi tamamen dışarı atılmıştır ve öykünün kahramanları yalnızca Tanrılardır. Kaydedilen tan rısal eylemler ise geçmişteki tarihli olaylar değildir: Geçmişte olup bitmiş diye tasarlanırlar aslında ama ne zaman olduğunu R. G. Collingwood 49 kimsenin bilmediği çok uzak, tarihsiz bir geçmişte. Bizim bü tün zaman hesabımızın dışındadır ve "şeylerin başlangıcı" adını alır. Öyleyse, bir mitos, belirli bir sırayla birbirini izleyen olay ları anlattığı için zamansal gibi görünen bir biçime sokuldu ğunda, bu biçim aslında zamansal değil, yarı zamansaldır: An latıcı gerçekte zamansal diye tasarlamadığı ilişkileri dile getir mek için, bir eğretileme olarak zaman silsilesi dilini kullanır. Bu şekilde zamansal silsile diliyle mitosça dile getirilen konu, mitosun kendisinde çeşitli Tanrılar ya da tanrısal doğanın çe şitli öğeleri arasındaki ilişkilerdir. Demek ki mitos hep teogoni özelliği taşır. Örnek olarak, Babillilerin Yaratılış Şiiri'nin ana hatlarını ele alalım. Bunu MÖ yedinci yüzyıldan bir metinde buluyoruz ama bu metin çok daha eski metinlerin, ola ki daha önce sözünü et tiğim belgeyle aynı döneme dek giden metinlerin bir kopyası olduğunu açığa vuruyor ve kuşkusuz öyle: "Şiir her şeyin başlangıcında başlar. Henüz hiçbir şey yok, Tanrılar bile. Bu hiçlikten kozmik ilkeler olan Apsu, yani tatlı su ile Tiamat, yani tuzlu su çıkar. " Teogonideki ilk adım, Apsu ile Tiamat'ın ilk oğlu Mummu'nun doğumudur. 'Tanrılar artar ve katlanarak çoğalır. Sonra [bu ilk] üç Tanrı'ya başkaldırırlar. Apsu onları yok etmeye karar verir....... Ama Bilge Ea büyü kullanarak galip gelir. Apsu'nun öğesi olan sulara güçlü bir bü yü yapar, atasını uyutur' ve Mummu'yu esir alır. Bu kez Tia mat 'kazanandan öç almayı planlar. Kingu ile evlenir ve onu ordusunun başına geçirir, yazgı kitabelerini ona emanet eder.' Ea, Tiamat'ın planlarını sezerek, onları eski Tanrı Anşar'a açıklar. Tiamat önce bu birleşmeyi yener ama bu kez Tiamat'ı teke tek dövüşmeye çağıran Marduk çıkar, onu da öldürür, be denini 'balık gibi' ikiye böler, bir yarısından içine yıldızları yer leştirdiği gökleri, öteki yarısından yeri yapar. Marduk'un ka nından insan yapılır." 1 1 Jean, Eyre'de, op. cit., s. 2 7 dipnot. 50 Yunan-Roma Tarihyazımı Bu iki yarı tarih biçimi, teokratik tarih ile mitos, Yunanis tan'ın doğuşuna dek Yakın Doğu'nun tümüne egemen olmuş tur. Örneğin, Moab taşı (MÖ dokuzuncu yüzyıl) teokratik tari hin birinci bin ile ikinci bin arasında düşünce biçiminde bir parça değişme olduğunu gösteren eşsiz bir belgesidir: Kemo§'un oğlu Moab kralı Meşa'yım ben. Babam otuz yıl Moab'ın kralıydı ve babamdan sonra ben kral oldum. Bu yüksek yeri de Kemoş için yaptım, çünkü o beni düşmekten kurtardı ve düş mana karşı zafer kazandırdı bana. İsrail kralı Omri çok uzun günlerdir Moab'a yükleniyordu, çünkü Kemoş onun ülkesine küskündü. Omri'nin oğlu da ona uydu ve dedi ki 'Moab'ı ayağımın altına alacağı m.' Bu nu benim günümde dedi. Ben de onu ve ülkesini yendim. İsrail de yok oldu gitti. Ve Omri Mehedeba ülkesini ele geçirdi ve ömrünü, oğulla rının yarı ömrünü, kırk yılı orada geçirdi; ama Kemoş onu ben sağken bize geri verdi. Ya da yine MÖ yedinci yüzyılın başlarında, babası Sennaşerib'i öldüren düşmanlarına karşı seferi konusunda, Ninova kralının ağzından yapılan açıklamalardan bir alıntı: Ulu tanrılarının, efendilerinin korkusu onları yıktı. Korkunç savaşımın hızını görünce kendilerini kaybettiler. Savaşın ve dövüşün tanrıçası, duacılığımı seven tanrıça İştar benden yana oldu ve onları n hattını yardı. Savaş hatlarını yardı, onlar da toplanıp 'O bizim kralımız dır' dediler.2 İbrani kutsal yazılarında hem teokratik tarihten hem mitostan epeyce bulunur. Bu eski yazınları ele aldığım bakış açısından, Eski Ahit'teki yarı tarihsel öğeler Mezopotamya ve Mısır yazı nında ona karşılık gelen öğelerden pek farklı değildir. Tejnel 2 İbid., s. 364. R. G. Collingwood 5 1 fark, bu iki yazındaki teokratik öğenin genellikle tekçi bir yapısı olmasına karşılık, İbrani kutsal yazılarında evrenselci olmaya eğilim göstermesidir. Yani bu iki yazında yapıp etmeleri kay dedilen Tanrılar genellikle tek tek toplumların kutsal başı ola rak görülürler. İbranilerin Tanrısı da elbette özel bir anlamda İbrani topluluğunun kutsal başı olarak görülür; ama aşağı yu karı sekizinci yüzyılın ortasından bu yana, "peygamber" hare ketinin etkisi altında, İbraniler Onu giderek bütün insanlığın kutsal başı olarak tasarlamaya başladılar; bundan ötürü Onun artık tek tek başka toplumların çıkarlarına karşı kendi çıkarla rını korumasını beklemiyor, kendilerine hak ettikleri gibi dav ranmasını, tek tek öteki toplumlara da aynı şekilde davranma sını bekliyorlardı. Tekçilikten evrenselciliğe yönelen bu eğilim İbranilerin yalnızca teokratik tarihini değil, mitolojilerini de et kiler. Babil yaratılış efsanesinin tersine, İbrani yaratılış efsane sinde, çok iyi düşünülmüş bir çaba olmasa da (çünkü, sanırım, her çocuk büyüklerine şu yanıtlanamayan soruyu, "Kabil'in ka rısı kimdi?" sorusunu sormuştur) , yalnızca genel olarak insa nın kaynağını değil, efsanenin yazarlarının bildiği gibi, insan lığın bölündüğü çeşitli halkların kaynağını açıklama çabası bu lunur. Aslında hemen hemen diyebiliriz ki, Babil efsanesiyle karşılaştırıldığında, İbrani efsanesinin özelliği, teogoninin yeri ne etnogoniyi koymasıdır. 2. Herodotos'un Bilimsel Tarihi Yaratı§ Bütün bunlarla karşılaştırıldığında, Yunan tarihçilerinin, ayrın tılı olarak beşinci yüzyıl tarihçile