18. Yüzyıl Sonunda Osmanlı İmparatorluğu PDF
Document Details
Uploaded by DecisiveMountainPeak8429
Tags
Summary
Bu belge, 18. yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun coğrafi yapısını, nüfusunu ve dinsel yapısını ayrıntılı olarak ele almaktadır. Toprak yapısının ve nüfus yoğunluklarının incelendiği belge, farklı bölgelere göre nüfus çeşitliliğini de konu edinmektedir.
Full Transcript
## 18. Yüzyıl Sonunda Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu 18. yüzyıl sonlarında, Fransız Devrimi'nin neden olacağı şiddetli büyük değişikliklerin hemen öncesinde, aşağı yukarı şu bölgelerden oluşuyordu: - Balkanlar (bugünün, daha doğrusu dünün Yugoslavya'sı, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgar...
## 18. Yüzyıl Sonunda Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu 18. yüzyıl sonlarında, Fransız Devrimi'nin neden olacağı şiddetli büyük değişikliklerin hemen öncesinde, aşağı yukarı şu bölgelerden oluşuyordu: - Balkanlar (bugünün, daha doğrusu dünün Yugoslavya'sı, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya'nın büyük kısımları) - Anadolu (bugünkü Türkiye) - Arap dünyasının çoğu (bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Israil, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan'ın bazı kısımları, Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir). Topraklarının büyük bir kısmında padişahın gerçek gücü önemsizdi, bazı bölgelerde ise (Kuzey Afrika, Arap Yarımadası) hemen hemen yoktu. ### İmparatorluğun Nüfusu İmparatorluğun nüfusuna ilişkin güvenilir tahminler yoktur, ama genellikle, 25 milyon kadar olduğu tahmin ediliyor. Böylesine geniş bir alan için bu, çok düşük bir rakamdır. Gerçekten de, insan gücü eksikliği, Avrupa nüfusunun çok yüksek oranda bir büyüme gösterdiği bir zamanda, Osmanlı İmparatorluğu için 19. yüzyıl boyunca hem ekonomik hem de askeri açıdan başlıca mahzurlardan birini oluşturacaktı. Osmanlı nüfusunun yüzde 15 civarının, 10.000 ya da daha fazla nüfuslu kentlerde yaşamasına karşın, nüfusun yüzde 85 kadarı kırsal alanlarda yaşıyordu. Gerek nüfus yoğunluğunda ve gerek kentleşme derecesinde büyük bölgesel farklılıklar vardı. Balkanlar en yoğun nüfusa sahip bölgeydi. İmparatorluğun nüfusu 17. ve 18. yüzyıllarda muhtemelen azalmaktaydı, ancak bu azalmanın derecesi bilinmemektedir. Bu azalma ve bunun sonucu olan çok düşük nüfus yoğunluğu, klāsik Malthus nazariyesinin nüfusu engellemiş olduğunu belirttiği savaş, açlık ve hastalıkların ürünüydü. Savaşlar ve özellikle merkezi denetim eksikliğiyle kamu düzeninin muhafazasındaki eksikliğin sonucu olan küçük çaplı iç çatışmalar, tarımsal üretim sürecinde ve iletişimde kesintilere yol açıyordu. Bunun ardından ortaya çıkan kıtlık, halkı, bir kıtlığın sonrasında genellikle zayıf düşmüş kişileri etkisi altına alan salgın hastalıklara maruz bırakıyordu. ### İmparatorluğun Asya Eyaletlerinde Nüfusun Büyük Çoğunluğu Müslümandı - İmparatorluğun Asya eyaletlerinde nüfusun büyük çoğunluğu Müslümandı (bilhassa Türkler, Araplar ve Kürtler), ayrıca önemli miktarda Hiristiyan ve Musevi azınlık topluluklar vardı. - Balkanlar'da ise çoğunluk, Hıristiyandı (Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar, Ulahlar), ayrıca önemli miktarda Müslüman azınlık topluluklar vardı (Boşnaklar, en çok Arnavutlar, Türkler ve Pomaklar, yani Müslüman Bulgarlar). İmparatorluk, en azından kuramsal olarak, dinsel hukuk esasına göre yönetilen bir İslam imparatorluğu olduğundan, nüfus içerisindeki bu dinsel bölünmeler önemliydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun din ve devlet arasında hiçbir fark gözetmediği kabul edilmiş bir gerçek idi, ancak modern incelemeler, Osmanlıların din ve siyaseti, en azından fiiliyatta, ne ölçüde ayırdıklarını belirtmek eğilimindedir. Şeriat kuramsal olarak, İmparatorlukta en yüksek seviyede hüküm sürüyordu, ama fiiliyatta ise 18. yüzyılda, aile ve mülkiyet hukuku meselelerinin dışına çıkamamıştı. Kamu hukuku, özellikle de ceza hukuku, sultanların "orf" ya da "kanun" denilen laik fermanlarına dayanmıştı. <start_of_image> Erdemleri: İslam'ın kurallarını uyararak, Osmanlı İmparatorluğu kendilerini bir "millet" olarak tanıtan Hıristiyan ve Musevi toplumlara zimmi statüsü vererek topluma dahil etmişlerdi. Bu, onların özel bir vergi ödemeleri karşılığında, Müslüman devletin içinde dinlerini değiştirmeye zorlanmaksızın ama ikinci sınıf tebea olarak yaşamlarını sürdürmelerine izin verilmiş olması demekti. - Zimmî (gayr-ı müslim) cemaatler, kendi işlerinin yönetiminde bir miktar özerklikten yararlanıyor ve devlet temsilcileri ile olan işlerinde kendi dinî önderleri tarafından temsil ediliyorlardı. - Çoğu kez "millet sistemi" diye adlandırılan bu sistemin niteliği, Osmanlı devleti ve toplumu-nun birçok yönü için de geçerli olduğu gibi, uzun zamandan beri yanlış anlaşılmıştır, çünkü akademisyenler kendilerine, merkezi yönetimi temsil etmekte olan ve işlerin gerçekte ne oldukları hakkında değil, ama nasıl olmaları gerektiğinin usulü hakkında yazan kişilerin yazılarını temel almışlardır. - Son yirmi yıl zarfında yerel ve bölgesel gerçekliklerin ayrıntılı olarak incelenişi, bù sistemin sanıldığı gibi, örneğin İstanbul'daki Rum patriği tarafından yönetilen, "ülke çapında" özerk topluluklardan oluşmadığını, ama yerel hükümet temsilcileri karşısında belli ölçüde özerkliğe sahip yerel cemaatlerden oluşmuş olduğunu göstermiştir. - Keza ayrım gütme olgusu da önceleri sanılandan daha az katı gerçekleşmiş gözükmektedir. ### İmparatorluğun Yerli Nüfusunun Müslüman Çoğunluğu İmparatorluğun yerli nüfusunun Müslüman çoğunluğu hiç de tekparça (monolithic) değildi. Büyük çoğunluk, İslam'ın Sünni yorumuna mensuptu ve Osmanlı Devleti kendi resmi ideolojisine göre, geleneksel İslam'ın dunyada-ki koruyucusu idi. - Resmî olarak Osmanlı Devleti, sapkın (heterodoks) Müslümanlara, Hıristiyanlara olduğundan çok daha sert bir çatışma içindeydi. - Uygulamada ise önemli Şii (heterodoks) azınlıklar Osmanlı hükümet makamlarından musamaha görerek Balkanlar, Anadolu, Suriye ve Mezopotamya'da yaşıyorlardı. ### Osmanlı Devleti'nin Hıristiyan Tebeası İmparatorlukta ikamet eden Hıristiyanlar, şeriat gereğince "aman"dan yararlanıyor, elçileri ve konsolosları tarafından temsil ediliyorlardı. Elçiler ve konsoloslar, sırf göçmen topluluğunun mensuplarına ilişkin konularla meşgul olurken bir ölçüde özerkliğe sahiptiler. Bu haklar, "kapitülasyonlar"da belirtilmişti. Esasen bunlar, padişah tarafından dost devletlerin tebaasına bahşedilmiş ihtiyari ayrıcalıklar-dı, ancak 18. yüzyılın ikinci yarısında, Avrupa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesinin değişmesiyle birlikte, kapitülasyonlar sözleşme statüsü kazanmışlardı. Dâhası, 18. ve özellikle de 19. yüzyılda gitgide daha çok yerel Hiristiyana (Rum ve Ermenilere), berat edinme yoluyla bir yabancı gücün tebaası olma statüsü verilmişti. O zamandan itibaren bu kişiler, o güçlerin kapitulasyonlarına tabi olmuşlar ve Avrupalı güçlerin kuvvetlenmesiyle birlikte sultanın Müslüman tebaası üstünde giderek artan bir üstünlük kazanmışlardı. Aynı zamanda, Yakındoğu'da yabancı guçlerin tabiyetine geçenlerin sayısının artması nedeniyle de yabancı güçlerin nüfuzu daha fazla çoğalmıştı.