Osmanlı Devleti'nin Yıkılışının Sebepleri PDF
Document Details
Uploaded by Deleted User
Tags
Summary
Bu belge, Osmanlı Devleti'nin yıkılış nedenlerini iç ve dış etkenlere, jeopolitik ve ekonomik duruma, Avrupa'daki gelişmelere (Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi), kapitülasyonlara ve sanayi devrimine değinerek ele alıyor. Doküman, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki yeniliklerden nasıl etkilendiğini ayrıntılarıyla anlatıyor.
Full Transcript
20 23 ATA I 2. HAFTA Osmanlı Devleti'nin Yıkılışının Sebepleri: İç sebepler, Dış sebepler - Osmanlı Devleti'nin Jeopolitik ve Ekonomik Durumu - Avrupa’da Yaşanan Gelişmeler (Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi) OSMAN...
20 23 ATA I 2. HAFTA Osmanlı Devleti'nin Yıkılışının Sebepleri: İç sebepler, Dış sebepler - Osmanlı Devleti'nin Jeopolitik ve Ekonomik Durumu - Avrupa’da Yaşanan Gelişmeler (Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi) OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞ SEBEPLERİ Batıdaki Coğrafi Keşifler, Rönesans ve Reform Hareketleri ve Bunların Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri: Osmanlı Devleti kuruluşundan kısa bir süre sonra hızla yükselerek, çağının en güçlü devletlerinden biri olmuştur. Dünyanın önemli ticaret yollarını kendi kontrolü altında bulunduran Osmanlı Devleti ekonomik açıdan da güçlüdür. Haçlı Seferleri’nden itibaren Doğu dünyasını ve onun zenginliklerini tanıyan Avrupalılar hep o zenginliklere kavuşmayı düşünmüşler, bunun içinde bilimsel araştırmalara yönelmişlerdir. Bilimi kilisenin dar kalıplarında çıkararak, gözlem ve deneye dayandıran Avrupalılar yeni icatlar ortaya koymuşlardır. Bu bağlamda pusulanın bulunması, gemi yapım tekniğinin geliştirilmesine ve açık denizlere kolaylıkla çıkılmasına imkan sağlanmıştır. Dünyanın şekli konusunda ortaya atılan doğru bilgiler ispatlanmış, bu bilgilerin ışığı altında çizilen haritalarla Avrupalı denizciler dünyanın başka kıtalarına ulaştırmıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nin kontrolü altında olan ticaret yolları kullanılmaz hale gelmiş, bu durum Osmanlı Devleti’nin ekonomik üstünlüğünü yitirmesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra Amerika kıtasının keşfedilmesi, buradaki yer altı zenginliklerinin Avrupa’ya aktarılması Osmanlını para düzenini bozmuştur. Avrupalı tüccarlar Osmanlı Devleti’nin ürettiği hammaddeyi daha fazla gümüş para vererek alması, o dönemdeki paranın değer kaybetmesine yol açmıştır. Ülkedeki para bolluğu enflasyonu doğurmuştur. Bu da altın fiyatlarını yükseltmiş, hayatı güçleştirmiştir ve sanayiinin gelişmesini engellemiştir. Rönesans ile; bilimde sanatta, edebiyatta özgün düşünce önem kazanmıştır. Avrupa’da skolastik düşünce yerini akla bırakmıştır. Avrupa’da reform hareketleri ivme kazanmıştır. Kilisenin otoritesi sarsılmıştır. Aydınlanma Çağı ortaya çıkmıştır. İslam dünyası ve Osmanlı; bilim, sanat ve edebiyatta Avrupa’ya göre geri kalmıştır. Avrupa’da bireycilik yaklaşımları ortaya çıkmaya başlamıştır. Reform, önce din duygularının kuvvetli olduğu Almanya ve Fransa’da ortaya çıkmıştır. Ayrıca Martin Luther, Erasmus Calvin gibi ruhban sınıfından öncülerin büyük eleştirileri, kâğıt ve matbaa gibi alanlarda ortaya çıkan gelişmeler reform hareketlerini etkilemişti. Osmanlı Devleti ise Avrupa’da bu gidişata dolaylı yollardan destek olmuştu. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde Avrupa’yı güçsüzleştirmek, yeni bölünmelere ortam hazırlamak için Protestanlık gibi mezhepler desteklenmişti. Avrupa’da bu gidişatın sonucunda; Yeni mezhepler ortaya çıktı (Kalvinizm, Anglikalizm vs.), Din adamlarının (ruhban sınıfı) siyasi ve toplumsal hayat üzerindeki etkisi zayıfladı, uzun yıllar sürecek mezhep tartışma ve savaşları devam etti, Katolikler ve kiliseler de kendi içinde yenilenme çabası içinde oldu, Avrupa’da “Laiklik” vurgusu dinî, içtimai, siyasi ve eğitim hayatı için güç kazanmaya başladı, Siyasi birlikten yoksun Avrupa, Osmanlı karşısında savunmasız kaldı, Ulusal devletlerin kurulma süreci başladı. Kapitülasyonlar ve Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri : Kapitülasyon; yabancı bir devlet uyruğunun oturduğu ve iş yaptığı ülkede, o ülkenin vatandaşlarına tanınmayan bazı ayrıcalıklarda yararlanmasıdır. Bu ayrıcalıklar ticari, ekonomik, kültürel vb. olabilir Osmanlı Devleti’nin Kanuni döneminde Fransızlara verdiği kapitülasyonlar ticari nitelik taşımaktadır. Buna göre Osmanlı Devleti’nin de ticaret yapacak olan Fransız tüccarları on yıl vergi vermeyecekler, malların değeri üzerinden %3 gümrük alınacak, Fransızlar arasında çıkacak ticari anlaşmazlığa, anlaşmazlığın çıktığı yerdeki Fransız Konsolosu bakacak, taraflardan biri Türk ise sorunu Osmanlı kadısı Fransız elçilinin bir görevlisinin gözetiminde çözecektir. Kanuni’nin ölümünden sonra bu ayrıcalıklar yenilenmiştir. Yenilenirken vergi muafiyeti süresiz olarak uzatılmıştır. Fransa’ya tanınan bu ayrıcalıklardan zamanla bütün Avrupa devletleri yararlanmışlardır. Avrupa’da teknolojik gelişim hızla ilerleyip, sanayi devrimi yapılarak, üretim maliyeti düşürülmüş, fabrikasyon üretime geçilerek, mal miktarı çoğaltılmıştır. Bu gelişme Batılılar için, ucuz hammaddesi, kabalık nüfusu, kapitülasyonların kendilerine sağladığı düşük gümrük gelirleriyle Osmanlı Devletini cazip bir pazar haline getirmiştir. Avrupa’da fabrikalarda üretilen mallar, Osmanlı pazarına sürülünce zayıf Osmanlı sanayisi bunlarla rekabet edememiş ve büyük darbe yemiştir. Osmanlı devlet adamlarının, kapitülasyonların zararlarını örtmek için, sanayiyi koruyucu önlem almak amacıyla gümrük vergilerini artırma istekleri, büyük tepkilere yol açmıştır. Kapitülasyonlardan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti’nin bu yoldaki çabaları sonuç vermemiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan Almanya ve Avusturya-Macaristan kapitülasyonların kaldırılmasına, diğer devletlerden daha fazla tepki göstermişlerdir. Türkiye ancak Lozan da kapitülasyonlardan kurtulabilmeyi başarmış ve Türk Sanayiini korumayı gerçekleştirmiştir. Kapitülasyonlar Osmanlı Devleti üzerinde yalnızca ekonomik değil, Tanzimat döneminde hız kazanacak birtakım eğilimlerin de başlatıcısı olmuştur. Gayrimüslim Osmanlı tüccarları, Avrupa devletlerinin güvencesinde güçlü bir ticaret sınıfı oluşturup topluma yabancılaşmıştır. Geleneksel el sanatları artan ithalat ile rekabet edemeyip çözülmüştür. Hammadde kıtlığı, küçük sanayi üretimine darbe vurmuştur. Bu da önemli ekonomik, toplumsal, mali ve siyasi sıkıntılara yol açmış, merkezi devletin ve yönetim kadrosunun yeni arayışlara yönelmesinin yolunu açmıştır. Sanayi İnkılabı ve Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri: Sanayi devrimi, buhar gücünün bulunması, bu gücün üretimde kullanılmaya başlanması sonucunda ortaya çıkan üretimin basit el aletleri ile pahalıya ve yavaş yapılması uygulamasının terk edilmesi, üretimin fabrikalarda hızlı ve ucuza gerçekleştirilmesi olayıdır. Yani Sanayi İnkılabı üretimde basit el aletlerinin yerini, makinenin almasıdır. Sanayi İnkılabı,” Globalleşme” denilen, pazarları ve üretimi dünya boyutuna taşıyan ekonomik dönüşümün de başlangıcını teşkil etmektedir. Sanayii İnkılabı küçük sermayeden, büyük sermayeye, yani kapitalizme geçilmesini sağlamış, küçük sanayii kuruluşlarının yıkılması, ucuz ve bol üretimi dünya ticaret dengesini değiştirmiştir. Sanayii İnkılabı ile birlikte Avrupa’da hammadde ve Pazar problemi yaşanmıştır. Bu problem batılı ülkeleri hem milli sınırları içinde, hem de sömürgelerinde koruyucu tedbirler almaya ve yeni pazarlar bulmaya zorlamıştır. Kalabalık nüfusu, yer altı ve yerüstü zenginlikleriyle Osmanlı Devleti bu açıdan Batılılar için önemli bir Pazar niteliği taşımıştır. Osmanlı Devleti’nin Sanayii İnkılabından olumsuz yönde etkilenmemek için alması gereken önlem yüksek gümrük uygulayarak Avrupa mallarına karşı yerli sanayisini korumak ve sanayiini çağdaş teknolojiyle güçlendirerek, Batı malları ile rekabet edebilecek duruma getirmektir. Ancak bunların hiçbiri yapılmadığı için Osmanlı Devleti, Sanayii İnkılabından olumsuz yönde etkilenmiştir. Mal üretimi çoğaldıktan sonra, artık kapitülasyonların tanıdığı ayrıcalıkları da yeterli görmeyen Batılılar, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı ticaret yasaklarından, tekel uygulamalarından şikayetçi olmaya başlamışlardır. İngilizler, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın çıkarttığı isyan ortamından faydalanarak, 1838 Ticaret Antlaşması’yla bu şikayetlerden kurtulma imkanını elde etmiş, bunu diğer büyük Batılı devletler izlemiş ve ülke adeta bir yarı sömürge ağı içine düşmüştür. Avrupa malı ucuz ve bol miktarda Osmanlı pazarına girerken, Osmanlı ülkesindeki hammadde daha ucuza yurt dışına çıkarılmış, bu da yerli sanayiinin gelişmesini engellemiştir. Osmanlı Devleti’nin savaşlar yüzünden mali durumunun bozulması ve izlediği yanlış ekonomik politika, Onu Batılı devletlerden borç almaya zorlamıştır. Alınan borçlar yerinde kullanılmadığı için, devlet bu paraların faizlerini bile ödeyememiş ve iflas ettiğini açıklamıştır. Batılıların, Osmanlı Devleti’nden alacaklarını tahsil etmek gayesiyle 1881’de kurulan Duyun-u Umumiye Teşkilatı, devletin gelirlerinin önemli bir bölümüne el koydurmuştur. Bu da Osmanlı Devleti’nin mali bağımsızlığını yitirmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bu şekilde borçlanması yabancı müteşebbise yaramış, Türk müteşebbisler ya tamamen ortadan silinmiş, ya da yabancılarla anlaşarak çalışmalarına devam etmek zorunda kalmışlardır. Bunun sonucunda demiryolu, imanlar, elektrik-havagazı, su ve maden ocakları hep Avrupalı işletmeciler tarafından işletilmiştir. Amacı kar etmek olan bu şirketler, milli kaynakları rasyonel olmayan bir şekilde kullanarak zenginleşirken, ülke kaynaklarını kurutmuşlardır. Fransız İnkılabının Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri: Fransız İhtilali birden ortaya çıkmış bir olay değildir. Fransız İhtilaline yol açan gelişmeleri Ortaçağın karanlıklarında aramak lazımdır. Ortaçağ Avrupa’sında insanların düşünce yapısına dinin katı kuralları egemendi (Skolastik Düşünce Sistemi). Avrupa, Rönesans ile kiliseyi kendi kabuğuna çekilmeye mecbur ederek, bilimde, teknikte, kültürde ve güzel sanatların her dalında hür düşünmek imkanı elde etmiştir. Ancak Rönesans ve Reforma rağmen Avrupa insanı hala siyasi hürriyetini yakalayamamıştır. Avrupa’da insanların siyasi haklarını elde edebilme yönetime katılabilme, kendilerini yönetecek olan kişileri belirleyebilme arayışları sınıf mücadelelerinin yaşandığı ve halkının çok kötü yönetildiği Fransa’da başarıya ulaşmış ve Fransız İhtilali ile Fransız insanı kralın mutlak otoritesini kırmış, temel hak ve hürriyetlerini elde etmiştir. Fransız İnkılabı ile ortaya çıkan fikir akımlarından biri olan «liberalizm», tüm insanların eşit olması lazım geldiği, her insanın anayasal çerçevedeki temel hak ve hürriyetlerine sahip olması anlayışını benimser ve kralın yetkilerinin daraltılmasını, vatandaşların da yönetime katılmaları anlayışını kabul eder. Liberalizm, ekonomide de benimsenmiştir. Fransız İnkılabı ile ortaya çıkan ikinci fikir akımı ise Liberalizmin (Kişi Hürriyeti) ,milletlere uyarlanmış şekli olan, bir devletin egemenliği altında yaşayan millet veya milletlerin hür ve bağımsız olması lazım geldiği anlayışını savunan «Nasyonalizm» (milli bağımsızlık veya milliyetçiliktir)’dir. Böylece Fransız İhtilali sonucunda ortaya çıkan Liberalizm ve Nasyonalizm anlayışı ile baskıcı, eşitliğe dayanmayan, devlet anlayışı Fransa’da kuvvet yoluyla yıkılmıştır. Fransa’da mutlakıyetin sonunu getiren bu gelişme, Avrupalı mutlak kralları korkutmuştur. Fransız Kralının başına gelenleri yaşamak tahtını iktidarını kaybetmek istemeyen Batılı krallar, İhtilal Fransa’sına savaş ilan ederek Fransa Kralının başını yiyen bu fikir hareketlerini Fransa’da etkisiz hale getirme yoluna gitmişlerdir. Ancak cephelerde Avrupalı askerlerin, Fransız askerlerinden eşitlik, özgürlük gibi kavramları duymaları, olayı tersine çevirmiştir. Avrupalılar krallarına yönelerek, Fransızların sahip oldukları hak ve özgürlükleri onlardan talep etmeye başlayınca 1815’de Fransa ile savaşa son verilmiş, Avusturya Başbakanı Meternich’in öncülüğünde toplatılan Viyana Konferansı’nda Avrupa’da filizlenmeye başlayan eşitlik, özgürlük fikirlerine karşı ortak ve etkili mücadele kararı alınmıştır. Avrupa’da kralların iktidarlarını koruyabilmek için halka karşı şiddet kullanmaya yönelmeleri yıllar boyu sürecek iç savaşlara yol açmıştır.1818-1848 yılları arasında çıkan ayaklanmalar sonucunda Avrupalı halk, kralların otoritesini yenmiş ve böylece Avrupa’da da mutlakiyetçi devlet yapısı terkedilmiştir. Böylece Fransız İnkılabı önce Fransa’nın sonra Avrupa’nın daha sonra da tüm dünyanın siyasi, hukuki ve toplumsal yapısını değiştirecek bir düzenin temellerini atmıştır. Bu düzenin dayanakları; her vatandaşın özgür olduğu, yasalar karşısında eşit haklara sahip bulunduğu, milletin kendi kendisini yönetmesi (yani demokratik bir düzen), bu düzenin temel yapısını belirleyen anayasaların yapılması, devletin laikleştirilmesi ve milliyetçi bir niteliğe büründürülmesidir. Fransız İhtilali sonucunda ortaya çıkan Nasyonalizm (Milliyetçilik) kavramı, çok milletli devletlerin parçalanmalarına yol açmıştır. Nasyonalizmden en çok etkilenen devletlerden biri de Osmanlı Devletidir. Fransız İhtilalinin getirdiği milliyetçilik anlayışı Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkları harekete geçirmiş , Osmanlı Devletini çökertmek isteyen dış güçlerin kışkırtmaları sonucu Sırplar, Rumlar, Bulgarlar, Romenler ayaklanmışlardır. Bu ayaklanmaları bastırmak Osmanlı Devletini ekonomik yönden sarstığı gibi, siyasi açıdan da büyük devletlerin Osmanlıların iç işlerine karışmalarına yol açmıştır. Bu milletlerin önce özerklik, daha sonra da bağımsızlıklarını kazanmaları, Osmanlı Devletinin giderek küçülmesine neden olmuştur. Fransız İnkılabının Osmanlı Devleti üzerindeki bu olumsuz etkisine karşın, bu olay Türk İnkılabı düşüncesinin doğmasında etkin rol oynamıştır. Fransız İnkılabı sonucunda azınlıkların milliyetçilik anlayışını benimsemeleri, Türklere de örnek teşkil etmiş, Türkçülük yani milliyetçilik anlayışı doğmuştur. Demokrasi, anayasa, özgürlük gibi kavramları Türk aydını da tanımış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları bu kavramların etkisi altında yetişmiş ve Kurtuluş Savaşıyla çağdaş Türk Devletini kurmuşlardır. OSMANLI’DA YENİLEŞME HAREKETLERİNE BAKIŞ 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti‟nin kurumları ve toplum yapısı kuruluş ve yükseliş dönemlerinden farklılıklar göstermektedir. En başta fetihler durmuş, imparatorluğun medeni, hukukî, teknik alanlardaki üstünlüğü ekonomik ilerlemeler, yeni ticaret yollarının keşfi, teknik alanlardaki atılımlar ve eğitim alanındaki gelişmeler nedeniyle artık Avrupa toplumlarına geçmiştir. Bu yüzyılda Rönesansı ve onun getirdiği olumlu değişiklikleri idrak eden, coğrafi keşifler sayesinde Amerika'yı kendine ekleyen ve sahasını genişleten, skolâstik zihniyetin dar ve katı çerçevelerinden çıkarak kendine yeni hayat şekilleri yaratmaya başlayan bir Avrupa öne çıkmıştır. Belirtilen yüzyılda Osmanlı Devleti temel politikası, kaybedilen yerleri geri alma üzerinde şekillendirmiştir. Lale Devri: Lale Devri, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Avusturya ile 1718'de Pasarofça Antlaşması'nın imzalanmasıyla başlayan ve 1730'da Patrona Halil'in başlattığı ayaklanmayla sona eren dönemdir. Dönem, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın Sadrazam olduğu III. Ahmet dönemine denk gelmektedir. Aynı zamanda “zevk ve hoşgörü dönemi” olarak da bilinir. Döneme verilen isim, o dönemde İstanbul'da yetiştirilen ve daha sonra dünyada bir çılgınlık haline gelen lale çiçeklerinden gelmektedir. Dönem, Osmanlı İmparatorluğu'nun Gerileme Dönemi'ne dahildir. Lale Devri, literatürde Batılılaşmanın ilk adımı olarak da bilinmektedir. Birçok olay ve koşul, Osmanlı İmparatorluğu'nda modernleşmenin ve modern bir devlete geçişin başlangıcı olarak kabul edilir. Lale Devri'nin başlaması veya İttifak Antlaşması'nın (Sened-i İttifak) imzalanması örneklerden bazılarıdır. III. Selim ve Nizam-ı Cedid Sultan III. Selim, yenilginin nedenlerini ortadan kaldırmak ve ülkenin dağılmasını önlemek için reformdan başka bir çözüm olmadığına karar verdi. Alim Ebu Bekir Ratip Efendi'yi Viyana'ya elçi olarak gönderdi. Sekiz ay Viyana'da kaldıktan sonra Ebu Bekir, araştırmasının sonuçlarını bir rapor halinde padişaha sundu. Devlet adamlarından reform fikirleri hakkında raporlar hazırlamalarını istedi. Tüm bu raporların odak noktası askeri reformdu. Sultan III. Selim 10 kişilik bir heyet kurarak 72 maddelik bir ıslahat programı hazırlattı. Bu programda askeri reformların yanı sıra sivil, idari, ticari, sosyal ve siyasi reformlar da yer aldı. Sultan Selim III holding an audience in front of the Gate of Felicity. Courtiers are assembled in a strict protocol. Oil on canvas. Topkapı Sarayı Müzesi, Istanbul 1793 yılında Sultan Selim, Nizam-ı Cedid adı altında saray çevresinin ve sahilin güvenliğinden sorumlu olan Bostancı Ocağı'na bağlı 12.000 kişilik bir ordu kurdu. modern bir tarz. Bu yeni eğitim yöntemi Yeniçerilere de uygulanmak istendi ancak onlar reddetti. Ordunun teknik dersleri pekiştirilerek humbaracı ocağı, lagımcı ocağı ve topçu ocağı için yeni kanunlar çıkarıldı. Askeri okullara yurt dışından öğretmenler getirildi. Sultan Selim, tersaneyi her türlü savaş gemisi yapabilecek bir hale getirdi; sulama havuzları yaptırdı. Suyla çalışan bir barut fabrikası kurdu. Üsküdar sahilinde Selimiye ve Humbarahane kışlaları ile büyük depolar yaptırdı. Padişah, tekstil endüstrisinin gelişmesi için çalıştı. Savaş sanatı hakkında geniş bilgiye sahipti. Yabancı kitaplar çevirir ve okurdu. İdari bölünme reformu ile ülke 28 ile bölündü. Resmi makamlara talimat gönderilerek halkın taleplerinin takip edilmesi ve hızlı bir şekilde yerine getirilmesi istendi. Kanunda ayrıca atanan valilerin, devlet idaresini bilmeyen ve sadece askeri gücü olan kişilere verilmeyeceği belirtildi. Maalesef kanun kağıt üzerinde kaldı çünkü gerekli mali ve askeri kaynaklar kanunu uygulanabilir ve denetlenebilir kılmak için yetersizdi. Bu durumda, yasanın kötüye kullanılmasına neden oldu. Örneğin Kavalalı Mehmet Ali bu sömürü fırsatından yararlandı. Öte yandan Fransız İhtilali birçok etnik köken, din ve kültürü içinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu'nu da etkilemeye başladı. Özellikle azınlıklardaki seçkinler ulusal kimlikler oluşturmaya başladılar. Bu nedenle, yerinden yönetim politikası uzak illerde istikrarsızlığı artırdı. Tarım Bakanlığı kuruldu. Gayrimüslim tüccarların yabancı uyruklu olmaları engellenerek vergiden muaf tutulmaları sağlandı. 1793 yılından itibaren Avrupa devletlerinde daimi elçilikler kurulmuştur. Avusturya, Fransa, İngiltere ve Prusya'daki Osmanlı elçileri, İstanbul'a bulundukları ülkelerin kültürleri, iç ve dış siyasetleri hakkında raporlar göndermişlerdir. Bu dönemde ilmi eserlerin birçok derlemesi ve tercümesi yapılmıştır. Kırmızı zemin üzerine beyaz hilal ve yıldız resmi bayrak oldu (1793). III. Selim ve askeri, siyasi ve ekonomik kurumlardaki modernleşme çabaları her alanda ikilik yaratmıştır. Osmanlılar, reformlara karşı muhafazakar bir Yeniçeri ordusunun yanında modern, Avrupa tarzı bir ordu kurdu. Reformlar, ortaçağ Tımar sistemi ile büyüyen bir para ekonomisi yarattı. Yüzyıllardır müfredatı değişmeyen Osmanlı medreselerinin yanı sıra, Fransızca kitaplarla dolu kütüphanelere sahip modern akademiler ortaya çıktı (Hanioğlu, 2008). İstanbul'daki reform hareketlerinden memnun olmayan kitleler harekete geçti. Bazı devlet adamlarının kışkırtmasıyla, deniz askeri Kabakçı Mustafa 25 Mayıs 1807'de isyan etti. Sultan Selim, isyanın büyümemesi için 28 Mayıs'ta Nizam-ı Cedid'i kaldırdı. Ancak isyancıları kışkırtan ileri gelenler bunu yeterli görmemiş ve isyancıları padişahın tahttan indirilmesini talep etmeye teşvik etmiştir. Rusya ile bağları olan profesyonel bir ihtilalci olduğu anlaşılan Kabakçı Mustafa, Sultan III. Selim'i tahttan indirmek için şeyhülislamdan zorla fetva aldı. Sultan tahttan çekildi. Tanzimat Fermanının Arka Planı: II. Mahmud'un Reformları Klasik çağda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kurumlar ve sosyal yapı, 1606 Zitvatorok Barışı'ndan Küçük Kaynarca Antlaşması'na kadar olan süreçte dramatik bir değişim gördü. Bu dönemde “klasik kurumlar” resmi olarak varlığını sürdürmüş, ancak işlevleri ve içerikleri önemli ölçüde değişmiştir. Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu arasında imzalanan, 1768-1774 Rus-Türk Savaşı'nı sona erdiren ve Osmanlı İmparatorluğu için önemli toprak kayıplarına yol açan antlaşmadır. Dolayısıyla 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı Devleti'nde yaşanan değişim ve dönüşümler daha çok 17. ve 18. yüzyıllardaki gelişmelerin sonucudur. Bu bağlamda Tanzimat Fermanı'nın temellerinin iki buçuk asırda atıldığı söylenebilir. Batıya yönelim ve Batılılaşma düşünceleri ise birçok Türkçe ve diğer kaynaklarda Lale Devri'ne atfedilmektedir. Lale Devri'nden sonra Batı ile ilişkilerin husumetten komşuluğa kaydığı belirtilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun genel özelliklerinde bir dönüm noktası olan Tanzimat Fermanı'nın ilanı kolay olmadı. Böyle bir belgenin kabulü ve ilanı İmparatorluk için yaklaşık 250 yıl sürmüştür. Bu dönemde gerçekleştirilen birçok maddi reform olmasına rağmen, fikri yönlerin değiştirilmesi gerekliliği çok sonra fark edildi. Ayrıca birçok maddi ve fikri reform, toplumun kültür ve geleneklerine uygun görülmediği için kabul görmedi ve meşru görülmedi. Nitekim Yeni Düzen (Nizam-ı Cedid) adı verilen yeni bir askeri yapılanmaya teşebbüs edilmesinin ardından çıkan isyanda III. Selim'in öldürüldüğü bilinmektedir. III. Ahmed‟in tahtı yeğeni Sultan I. Mahmud'a bırakmasıyla Osmanlı tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Bundan sonra Batı'nın üstünlüğünü kabul eden ve Batı‟daki gelişmeleri yakından takip eden Osmanlı Devleti'nde Sultan I. Mahmud'un izlediği başarılı politikalar sayesinde askerî, siyasî, ticarî, iktisâdî ve kültürel alanda önemli değişimler yaşanmış olup, 24 yıl sürecek olan bu dönemde Osmanlı Devleti'nde önemli bir toparlanma süreci yaşanmıştır. Tanzimat Fermanı'nın sosyolojik altyapısından ve içeriğinden sorumlu padişah II. Mahmud olmuştur. Osmanlı tahtına çıkışının ardından İmparatorluğun birçok “kriz” yaşadığı bilinmektedir. Nitekim bu krizlerin modern yapı ve örgütlenmelerle aşılacağına inanan II. Mahmud, III. Selim'den sonra durdurulan süreci devam ettirmiştir. Yeniçeri Ocağı'nı kaldırarak, her fırsatta imparatorluğa ve bu bağlamda merkezi otoriteye isyan eden bu yapının devlete verdiği zararı farketmişti. Eylemleri modern devlet çerçevesinde değerlendirildiğinde; modern devletin özelliği olan egemenliğin bölünmezliği, sürekliliği ve sınırsızlığına aykırı olan unsurların ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, II. Mahmud'un saltanatı sırasında merkezi bir hükümet ve idare kurmaya çalıştığı söylenebilir. Sultan II. Mahmud tahta çıktıktan sonra, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına yönelik sosyolojik zeminin daha elverişli hale gelmesi için yaklaşık 15 yıl (1808-1826) bir süre bekledi. 1826'da "olağanüstü hal" ilan edildi ve Lonca'yı resmi olarak feshetti ve son askeri başarısızlıkların, İmparatorluktaki isyanların ve diğer tüm olumsuz gelişmelerin nedeni olarak bunu gösterdi. A poster painted by an unknown artist describes the modern Ottoman Army, which was founded after the abolition of the Janissary corps in 1826. Toplantıları Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından önce başlayan Eşkinci Ocağı ve ardından Ocağın yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye (Muhammed'in Muzaffer Askerleri) kurulmuştur. Bu, İmparatorluk Mahkemesi'nin gözetiminde “modern bir devlet ordusu” oluşturma çabasıdır. Bu dönem ıslahatları daha çok askerî alanda ortaya çıkmış ve Fransa‟nın etkisi altında gerçekleştirilmiştir. Yabancı askeri uzmanların ilk defa kullanılmaya başlandığı bu dönemde gerçekleştirilen yenilikler daha çok teknik alanlarda yapılmış ve çoğunlukla yüzeysel taklitler olarak kalmıştır. Sultan I. Mahmud döneminde gerçekleştirilen yenilikler Osmanlı modernleşmesinin temelini oluşturmakla birlikte, tam olarak istenen neticeyi de vermemektedir. Tanzimat Fermanı'nın ilanına giden süreçte; Mısır valisi Mehmed Ali Paşa'nın başlattığı sorunlar, 1938 tarihli Balta Limanı Antlaşması başlıklı ticaret anlaşması, Balkanlar'daki milliyetçi hareketler ve imparatorluk içindeki gayrimüslim tebaanın dini inançlarını paylaşan Batılı devletlerin baskıları. en etkili faktörlerdi. Avrupa'daki çeşitli siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel paradigma değişimleri ve dönüşümleri, 18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu'nda bir takım reform çabalarına yol açmıştır. Reformların ana nedeni savaşlardaki yenilgilerdi. Askeri alanda kurulan yeni ordular, eski ve geleneksel yeniçerilerin isyanlarına neden oldu. Yukarıda uygulanan reformlar, imparatorluğun mevcut sorunlarını daha da ağırlaştırdı. Bölgelerdeki eşrafın güçlenmesi ve Fransız İhtilali'nin ulusal kimlik etkisi, merkezi otoritenin idari gücünü daha da azaltmıştır. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ve onun yerine tamamen saray temelli bir askeri düzenin getirilmesi, Osmanlı siyasi sistemi içindeki hassas, asırlık güç dengesini değiştirdi. Yeniçeriler, bir padişahın yerini alma potansiyeline sahip geleneksel güç merkezleri haline gelmişlerdi. Yargı kurumlarına ve bürokrasiye karşı ulema ile ittifak kurmaya meyilli olarak, iktidar düzenine karşı çıkacak ve zaman zaman onun yerini alacak hem güce hem de meşruiyete sahip bir kontrol ve denge sistemi oluşturdular. Yeniçerilerin ayrılmasıyla birlikte ulema, yargı ve bürokratik kurumlar üzerindeki temel baskı kaynağını kaybetmiştir. Eksik askeri destekle birlikte ulema, yeni bürokrasinin geniş kapsamlı reform baskısına karşı çok daha uzlaştırıcı bir duruş sergilemeye başladı. Meşruiyetçi muhalefetin çöküşü, padişahı ve yönetimini güçlendirdi. Bundan sonra 1908 yılına kadar Osmanlı siyaseti iki büyük aktörün oynadığı bir oyuna indirgendi: Babıali bürokrasisi ve padişah sarayı. Mevcut askeri reformlarla birlikte, ekonomik ve siyasi reformlar emperyal sisteme uyum sağlayamadı. Özellikle saray bürokrasisi ile yönetilenler arasındaki kültür ve düşünce farklılıkları çeşitli karşıtlıklara ve bölünmelere neden olmuştur. Yeniçerilerin II. Mahmud tarafından ortadan kaldırılmasıyla en başta gelen otorite daha da canlanmış ve kültürel açmazlar ortadan kalkmıştır. Bu tarihsel ve sosyolojik koşullar altında Osmanlı Devleti “modern devlet”e yönelmiş ve nihayetinde Tanzimat Fermanı'nı ilan etmek zorunda kalmıştır. Tanzimat Dönemi 1839’da başlayan Abdülmecit döneminde, Tanzimat ilanı ile Osmanlı reform süreci açısından önemli bir dönem başlamıştır. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın günümüzde Gülhane Parkı olarak bilinen yerde, Padişah Abdülmecit’in iradesi olan Tanzimat Fermanı’nı okuması, Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Modern Devlet Teorisinde Tanzimat Dönemi, 3 Kasım 1839'da Gülhane'nin Yüksek Fermanı'nın ilanı ile başlar ve 1876'ya kadar sürer. Kelime anlamı olarak idari, ekonomik ve sosyal hayat açısından “organizasyon”, “düzenleme”, “yapılandırma” ve “yeniden yapılanma” anlamına gelmektedir. Literatürde Gülhane Yüksek Fermanı olarak da bilinen ferman, tüm etnik kökenleri kapsayan bir “Osmanlı toplumu” yaratmayı amaçlamıştır. Tanzimat Fermanı, İmparatorluğun kendine özgü yönetim sisteminde birçok değişikliğe yol açabilecek yasal düzenlemelerden oluşmamakta, bu tür yasal düzenlemelerin önünü açmaktadır. Fermanla birlikte uygulanan bu düzenlemeler, bir “Osmanlı toplumu” yaratmaktan ziyade mevcut sistem içinde bir ikilik yaratmıştır. Söz konusu ikiliğin, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tüm değişikliklerin sadece iyileştirme şeklinde olmasından kaynaklandığı, çünkü ferman sonrası yapılan düzenlemelerin sistemde önemli değişiklikler yaratmadığı, eski sisteme eklemeler yaptığı iddia edilebilir. Tanzimat Fermanı'nın niteliğine ilişkin birçok yorum bulunmaktadır. Ancak genel kanı, fermanın bir anayasa, kanun veya sözleşmeden ziyade, hükümdarın kendi yetkileri ile halkın hakları arasındaki ilişkide değişiklik vaat eden bir tüzük (tüzük) olduğu yönündedir. Buradan hareketle fermanın hürriyet yolunu açmadığı, sadece bu yolun varlığını kabul ettiği söylenebilir. Ancak bu bile fermanın Tanzimat-ı Hayriye (Hayırlı Nizamname) olarak adlandırılması için yeterliydi. Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu'ndaki hakim fikir kalıpları ve çerçeveleri önemli değişiklikler geçirdi. O günden itibaren insan onuru ve eşitlik kavramlarına ağırlık verilmiş ve bu bağlamda insanlar yargı kurumları, bürokrasi ve devlet başkanı olan Padişah nezdinde eşit olarak görülmeye başlanmıştır. Bu yönü, fermanın gayrimüslimler ve müslümanlarla ilgili maddelerinden çıkarılabilir. Tanzimat Fermanı, modernite, modern yapı ve kurumlar ve modern devlet çerçevesinde incelendiğinde bir referans noktası olarak kabul edilebilir. Fermanın ilk temelleri eşitlik üzerine olsa da, fiziki bir genişleme olarak ferman, toplumsal ve siyasi yapının diğer kısımlarındaki reformları meşru kılmıştır. Bu bağlamda ferman, sonraki tüm reformların temeli olarak görülmüş ve Osmanlı İmparatorluğu için bir kırılma noktası olmuştur. Tanzimat, Osmanlı İmparatorluğu'nda 1839 ve 1876 yılları arasında gerçekleşen Avrupa fikirlerinden büyük ölçüde etkilenen bu reformlar, imparatorluğun teokratik ilkelere dayalı eski sistemden modern bir devlet sistemine köklü bir değişimini gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Tanzimat reformlarının temel hükümlerinin çoğu Gülhane Hatt-ı Şerif'inde (1839) ortaya konmuştur. Bu belge, imparatorluğun tüm uyruklarına din ve ırkları ne olursa olsun can, mal ve namus güvenliğini garanti edecek yeni kurumların kurulması çağrısında bulundu. Ayrıca, suistimalleri ortadan kaldırmak için standart bir vergilendirme sisteminin geliştirilmesine izin verdi ve daha adil askeri askere alma ve eğitim yöntemleri oluşturdu. Tanzimat reformları, Avrupa'ya yönelikti ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa uluslarına ait olduğunu ve İmparatorluğu Avrupa modellerine dayalı olarak dönüştürme taahhüdünü öne sürüyordu. Reformlar ayrıca İmparatorluğun Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi bir tebaasının aksine Osmanlı tebasını-halkını tanımlayacak ilk değişiklikleri işaret etti ve gayrimüslim tebaalara verilen zimmi statüsünü kaldırdı. Reformlar, yeni bir laik okul sisteminin geliştirilmesini, ordunun Prusya'nın zorunlu askerlik sistemine dayalı olarak yeniden düzenlenmesini, eyalet temsilci meclislerinin oluşturulmasını sağlamıştı. Üstelik bu yasalar, İslam dini konseyi olan ulemadan bağımsız olarak yeni kurulan devlet mahkemeleri tarafından uygulanıyordu. Bu dönemin reformları daha çok askeri alanda ortaya çıkmış ve Fransa'nın etkisi altında gerçekleştirilmiştir. Yabancı askeri uzmanların ilk kez kullanıldığı bu dönemde, daha çok teknik alanlarda yapılan yenilikler çoğunlukla yüzeysel taklitler olarak kalmıştır. Mustafa Reşit Paşa’nın Sultan Abdülmecit adına kaleme aldığı ve devlet idaresinde kökten birtakım değişiklikleri öngörerek yeni bir dönemi açan Tanzimat Fermanı’nda, fermanın yayınlanma amacı belirtildikten sonra hedeflenen reformlar şu şekilde sıralanmıştır: Müslüman-gayrimüslim bütün yurttaşların can, mal ve ırz güvenliği sağlanacak. Bütün Osmanlı yurttaşları kanun önünde eşit olacak. Vergi konusundaki adaletsizliği ortadan kaldırmak için birtakım düzenlemeler yapılacak ve herkes kazancına göre vergi ödeyecek. Ordu için asker toplama konusunda yaşanan sıkıntılar ortadan kaldırılacak. Bu düzenlemeyle hem asker toplanan bölgelerin nüfusları göz önünde bulundurulacak hem de askerlik süresi, eskiden olduğu gibi ömür boyu değil 4-5 yıl gibi bir süre olacak. Mahkemeler açık ve bağımsız olacak. Müsadere Usulü kaldırılacak. Tanzimat Fermanı’ndan bağımsız düşünülmemesi gereken ve dönem içerisinde yapılmış olan reformların arasında belki de en önemlisi olan 1856 Islahat Fermanı, bir yandan Tanzimat Fermanı’nda vaat edilen reformların gerçekleşebilmesi için birtakım somut önlemleri içerirken, bir yandan da özellikle gayrimüslim yurttaşlara yönelik yeni düzenlemelerin yapılmasını öngörmüştür. Islahat Fermanı ile; *Tanzimat Fermanı’nda tanınmış olan can, mal ve ırz güvenliği teyit edilmiş, *Gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit haklara sahip olduğuna vurgu yapılmıştır ki, zaten bu fermanla ana hedef, Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşit haklara sahip olmalarını sağlamaktır. *Gayrimüslimlerden alınan Cizye vergisinin kaldırılması öngörülmüş ve gayrimüslimlerin devlet memuru olabilmelerinin sağlanacağı da vaatler arasında yer almıştır. *Sadece Müslümanların değil, bundan sonra gayrimüslimlerin de askerlik yapabilmelerinin yolu açılmış ancak bu mesleğe pek de istekli olmayan gayrimüslimlerin belirli bir bedel karşılığında askerlikten muaf tutulmaları uygulamasına geçilmiştir. *Din ve mezhebinden dolayı gayrimüslimlere yönelik aşağılayıcı sözler kullanılması yasaklanmış, İslam dininden çıkanların idamla cezalandırılması uygulamasına son verilmiş, gayrimüslimlerin mahkemelerde yapacakları tanıklıkların Müslümanların tanıklıklarıyla eşdeğerde sayılması öngörülmüş ve mahkemelerin açık yapılması karara bağlanmıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinden hemen sonra, fermanda öngörüldüğü üzere çeşitli hukuki düzenlemeler birbiri ardına hazırlanarak yayınlanmaya başlamıştır. Hukuk alanındaki ilk düzenlemeyle bütün yurttaşları kapsayan bir Ceza Kanunu (3 Mayıs 1840) Fransa’dan örnek alınarak uygulamaya konulmuştur. Yine bu dönemde, Fransız Ticaret Kanunu’nun çevirisi yoluyla Kanunname-i Ticaret (1850) isimli bir ticaret kanunu yürürlüğe girmiştir. 1854 yılında ise kanun taslaklarını, nizamnameleri ve reform esaslarını hazırlamak üzere Meclis-i Ali Tanzimat isimli bir kurul oluşturulmuştur. Osmanlı toprak sistemini yeniden şekillendirecek olan ve özel mülkiyeti öngören, İslam esaslarına göre hazırlanan bir Arazi Kanunnamesi de 1858’de hazırlanarak kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. 1864’te ise taşranın merkeze bağlanmasını sağlamak ve bir anlamda merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak için Vilayet Nizamnamesi hazırlanmıştır. 1868’de ise Divan-ı Ahkâm-ı Adliye (Yargıtay) ve Şuray-ı Devlet (Danıştay) gibi hukuk alanında oldukça önemli iki kurum ihdas olunmuştur. Gayrimüslimleri de kapsayan davalara bakmak üzere 1869’da Nizamiye Mahkemeleri kurulmuştur. Dönemin hukuk alanındaki en önemli gelişmelerinden biri ise Osmanlı toplum ve aile yapısını yeniden şekillendiren Mecelle’nin bu dönemde hazırlanmaya başlanmış olmasıdır. Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki kurul, Mecelle’yi hazırlamak üzere 1868’de çalışmalara başlamış ve 1876’da bu çalışmalar tamamlanarak İslam dünyasının ilk Medeni Kanunu olan Mecelle yürürlüğe girmiştir. II. Mahmut döneminde başlayan eğitim reformunun yoğun olarak devam ettirildiği Tanzimat döneminde hem Batı’dan örnek alınarak çeşitli düzeylerde okullar açılmış hem de eğitim alanındaki düzenlemeleri geliştirecek olan kurumlar da oluşturulmuştur. Dikkati çeken ilk düzenlemeler, 1847’de Maarif Nezareti’nin kurulması ve 1854’te eğitim ve bilim alanlarını düzenleyecek olan Encümen-i Daniş isimli bilimler akademisinin kurulmuş olmasıdır. Bürokrat yetiştirilmesi amacıyla Tanzimat döneminin en önemli kurumlarından biri olan Mülkiye, 1859’da açılmıştır. Eğitim işinin daha akılcı ve gerçekçi yöntemlere dayanılarak ele alındığı bu dönemde, okulların sayısı arttırılmaya çalışılmış, hatta kız çocukları için 1858 yılında Kız Rüştiyeler açılmıştır. Yine bu dönemde rüştiyelere öğretmen yetiştirmek amacıyla 1847 ve 1849 yıllarında Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) ve Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) gibi modern okullar açılmıştır. Ayrıca üniversite öğrenimine başlangıç olmak üzere Sultani adı altında modern liselerin açılması öngörülmüş ve Osmanlı Devleti’nin ilk lisesi olarak kabul edilen Galatasaray Sultanisi 1868’de hizmete girmiştir. Tanzimat döneminin eğitim alanındaki önemli gelişmelerinden biri de, ilk modern üniversite olarak Darülfünun’un 1863’te açılmasıdır. Tanzimat döneminin bir diğer önemli gelişmesi ise 1854’te Kırım Savaşı’nın giderlerini karşılamak amacıyla yüksek faizli dış borçlanma yolunu tercih etme ve Osmanlı maliyesinin Batılıların sıkı denetimi altına girmesidir. Bu bağlamda aldığı borçların faizini bile geri ödeyemeyecek duruma düşen Osmanlı Devleti, 1875’te iflasını ilan etmiştir. Tanzimat döneminin reform politikası Osmanlı Devleti’ndeki entelektüel hayatı da önemli ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde açılan Batı tarzı okullarda eğitim alan ve Tercüme Odası’nda görev alarak yurt dışına, özellikle de Fransa’ya giden genç reformcu bürokrat ve aydın bir grup oluşmuştur. Osmanlı aydınlarının öncüleri olarak kabul edilen bu kişiler, Tanzimat döneminin başlarında ve dönemin mimarı olarak kabul edilen Mustafa Reşit Paşa’nın himayesi altında mesleklerine başlamışlardı. Fakat 1861’de Abdülaziz’in tahta geçmesi ve Mustafa Reşit Paşa’nın yerini Ali ve Fuat Paşaların almasıyla iktidar merkezinden uzaklaştırılmışlar ve görevlerinde yükselememişlerdir. Bu dönemde çoğunlukla gazeteciliğe yönelen muhalif aydınlar, düşüncelerini gazeteleri aracılığıyla yaymaya başlamışlardır. Bunların en tipik örnekleri de 1860’larda seslerini duyurmaya başlayan Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa ve Agâh Efendi gibi Yeni Osmanlı olarak anılan aydınlardır. Abdülaziz’in tahta geçmesinden sonra, basın üzerindeki baskılar da artmaya başlamış ve 1865’te bir Matbuat Nizamnamesi çıkarılmıştır. Aydınlanma felsefesinden de etkilenmiş olan Yeni Osmanlılar, kişi egemenliğine dayanan mutlak monarşi sistemi içinde ülke sorunlarının çözülebilmesinin zor olduğuna inanmışlardır. Çözümü, Tanzimat’ın getirdiği ilkeleri kamusal özgürlüklerle desteklemek, Müslüman ya da Gayrimüslim tüm Osmanlı tebaasına tam bir yurttaşlık ve devlet sadakati içinde yaşayabilecekleri anayasal, temsili ve parlamenter bir yönetime geçmek olarak görmüşlerdir. Osmanlıcılık adı verilen bu düşüncenin yayılmasıyla Balkanlar’da yayılan ulusçu hareketlerin önüne geçilebilecek ve Osmanlı Devleti’nin dağılması önlenebilecektir. Abdülaziz yönetiminin baskısı karşısında 1867’den itibaren bazı Yeni Osmanlılar ülke dışına kaçmak durumunda kalmışlardır. Önce Paris’i, sonra da Londra’yı merkez olarak benimseyen Yeni Osmanlılar, burada örgüt çalışmalarına ve basın-yayın yoluyla fikirlerini yaymaya devam etmişlerdir. Bu arada Batılı aydınlar da Yeni Osmanlıları desteklemiş ve bu harekete Jön Türk (Jeune Turc) ismini vermişlerdir. Yeni Osmanlıların düşünceleri, dönemin önde gelen devlet adamlarından Mithat Paşa tarafından da desteklenmiştir. Tuna Valiliği döneminde ön plana çıkan ve Şurayı Devlet Başkanlığı yapan Mithat Paşa’nın başını çektiği bir grup devlet adamı, anayasal ve temsili sisteme (Meşrutiyet=Meşruti Sistem) karşı olan Padişah Abdülaziz’i tahttan çekilmeye zorlamıştır. Ordunun da desteğini alan aydınlar, meşrutiyet rejimine geçmemekte direnen Abdülaziz’i tahttan indirmiş ve kendi fikirlerine yakın olarak bildikleri V. Murat’ın padişah olmasını sağlamışlardır. Ancak üç ay gibi kısa bir süre sonra, V. Murat’ı da tahttan indirerek yerine Anayasayı ilan edeceği sözünü vermiş olan II. Abdülhamit’i tahta çıkarmışlardır. II. Abdülhamit, Mithat Paşa’nın başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi, 23 Aralık 1876’da ilan etmiş ve Osmanlı siyasal hayatında yeni bir dönem başlamıştır. I. Meşrutiyet ve II. Abdülhamit Dönemi Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe girmesinden sonra Aralık-Ocak aylarında seçimler yapılmış ve Osmanlı Devleti’nin ilk meclisi olan Meclis-i Umumi 19 Mart 1877’de toplanmıştır. Ancak Parlamento 14 Şubat 1878’de, II. Abdülhamit tarafından 93 Harbi (1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı) bahane edilerek süresiz tatil edilmiştir. II. Abdülhamit, anayasal yetkisini kullanarak Meclis’i tatil ederken, Kanun-i Esasi de hukuken olmasa bile fiilen hükümsüz bir duruma düşmüş ve askıya alınmıştır. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti 1908’e kadar, II. Abdülhamit’in istibdat dönemine ya da mutlak yönetimine sahne olacaktır.1 Osmanlı Parlamentosunun tatil edilmesi ve Anayasa’nın rafa kaldırılması mutlak monarşiye bir geri dönüşü ifade etmektedir. Meşrutiyet rejimi taraftarlarının çeşitli yollarla tasfiye edilmesi, sürgüne gönderilmesi, kişi özgürlüğünün ve güvenliğinin yok edilmesi ile hafiye sistemi ve jurnal ağının kurulması, basın üzerinde yoğun bir sansürün uygulanması bu dönemin temel unsurları olmuştur. II. Abdülhamit döneminde anayasal rejime fiilen son verilmesi ve istibdat döneminin yaşanması gibi olumsuz gelişmelere rağmen yenileşme hareketlerinin devam etmesi söz konusu olmuştur. Nitekim 1908’e kadar süren II. Abdülhamit’in mutlak yönetiminde eğitim, haberleşme ve ulaştırma alanlarında modernleşme faaliyetleri yoğun bir şekilde devam etmiştir. Dönemin en çarpıcı gelişmelerinden biri eğitim alanında yapılan reformlardır. Eğitim alanındaki en göz alıcı başarı, hem öğrenci sayısının hem de okul sayısının önemli ölçüde arttığı yükseköğretimde yaşanmıştır. Önceki reform dönemlerinden devralınan okullarla yetinilmeyerek, Hukuk, Maliye, Güzel Sanatlar, Ticaret, Polis, Gümrük, Baytar okulları gibi modern, mesleki ve yüksekokullar açılmıştır. Dönemin en önemli gelişmesi ise kuşkusuz ilk modern üniversite olan Darülfünun’un 1900’de açılmasıdır. II. Abdülhamit döneminde haberleşme-ulaştırma alanlarında da önemli yeniliklere imza atılmıştır. Tanzimat döneminin ana teması olan idari merkezileşme, ancak bu dönemde haberleşme araçlarında yapılan iyileştirmelerle gerçekleştirilebilmiştir. Bu araçların en önemlisi telgraf olup ulaştırma alanındaki gelişme ise Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi’dir. Yine bu dönemde, hacıların Mekke’ye en kolay şekilde ulaşması için tasarlanan Şam-Medine arasındaki Hicaz Demiryolu hattının yapımı tamamlanmıştır. Dönemin ideolojik özelliği de, din ve devlet birliğinin pekiştirilmesidir. Batı’nın gücüne karşı bir İslam birliği oluşturma düşüncesinden doğan, çözümü İslam’da arayan ve İslamcılık olarak adlandırılan bu politikada, II. Abdülhamit, Halifeliğin sembol ve simgelerini, önceki padişahlardan daha çok kullanmıştır. İslamcılığın II. Abdülhamit döneminde devletin temel ideolojisi olarak benimsendiğini söylemek mümkündür. 1 İlber Ortaylı, Osmanlı’da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, İş Bankası Yay., İstanbul 2008, s. 246. II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ Osmanlı Devleti’nde padişahın yetkilerinin ve yönetiminin anayasa ile ikinci kez düzenlendiği dönemdir. II. Abdülhamit’in I. Meşrutiyetin sona erdirilmesinden itibaren uyguladığı baskı politikasına rağmen, devlet içinde bazı gizli siyasi faaliyetler devam etmiş ve cemiyetler kurulmuştur. Bu cemiyetleri kuranlar, devletin kurtuluşu için değişik fikirlere sahip olduklarından aralarında bir birlik yoktur. Aydınların bir bölümü, Osmanlı Devleti’nin çöküntüye uğramasının önlenmesi için yeniden Meşrutiyetin ilan edilmesi ve anayasal düzene geçilmesi görüşündedirler. Bir kısım aydın ise güçlü olabilmek için dünyadaki büyün Müslümanları birleştirecek bir İslam birliğinin oluşturulmasından yana oldu. Bir başka grup aydın da, dünyadaki bütün Türklerin bir yönetim altında birleştirilmesi düşüncesini taşımaktadır. Böyle farklı düşüncelerin benimsendiği bir ortamda meşrutiyet idaresine taraftar olan aydınlar, İttihat ve Terakki adı altında gizli bir dernek kurmuşlardır. Bu derneğe üye olanların amacı, II. Abdülhamit’e meşrutiyet yönetimini kabul ettirmekti. Çeşitli birlikler Manastır ve Selanik yakınlarında birlikleriyle dağa çıkarak ayaklanmıştır. Cemiyet, Selanik’te, Manastır’ da ve diğer Rumeli şehirlerinde hürriyetin ilanına karar vermiştir. Yaşanan gelişmeler karşısında Makedonya’nın kontrolünü yitiren II. Abdülhamit, kısa bir süre sonra geri adım atarak, 23 Temmuz 1908’de 1878’den beri ertelediği Mebusan Meclisi seçimlerinin yapılacağını ilan etmek zorunda kalmıştır. Kısa zamanda seçimler yapılmış ve 17 Aralık 1908’de Meclis-i Mebusan açılmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti seçimlerde ağırlığını koymuş ve birçok seçim bölgesinden mebus çıkarmıştır. 2. Meşrutiyet ile birlikte 1876 anayasası üzerinde 1909’da yapılan değişiklikle padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır. Yeni düzenlemeye göre padişah sadrazamı atayacak, bakanları sadrazam belirleyecek ve padişahın onayına sunacaktır. Bakanlar kurulu yasama meclislerine karşı sorumlu kılınmıştır. Her iki meclise de kanun teklif etme yetkisi tanınmıştır. Padişahın kanunları veto etme yetkisi sınırlandırılmıştır. Basına sansür konulamayacağı belirtilmiştir. Ancak bu anayasa iç karışıklıklar, savaşlar, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tutumu yüzünden gerektiği biçimde uygulanamamıştır. Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir yıl sonra Abdülhamit’i 31 Mart ayaklanması sonucunda tahttan indirtmesi de 2. Meşrutiyet de beklenen faydayı sağlamamıştır. 2. Meşrutiyet, Devletin çöküşünü önleyemediği gibi, 2. Meşrutiyet yıllarında Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Yunanistan’ın Girit’ i ele geçirmesi, Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’ i topraklarına katması gibi olaylar yüzünden devlet büyük kan kaybına uğramıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kuruluşu ve İktidara Gelmesi: Osmanlı Devleti’nin son döneminde içte meydana gelen en önemli olay, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Bu cemiyetin doğuşu, devrin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik şartlarının bir sonucudur. Cemiyet kısa sürede büyüyüp, gelişerek iktidarı ele geçirmiştir. II. Abdülhamit’in, 1878 yılında Osmanlı Mebusan Meclisini feshetmesi ile başlayan baskı dönemine karşı, bazı aydınlar gizlice örgütlenerek mücadele yolunu seçmişlerdir. II. Meşrutiyetin ilan edilmesi sonrasında ortaya çıkan özgürlük ortamından, hemen herkes yararlanmış, İttihatçı ya da meşrutiyetçi olmayanlar da gazete ve dergi çıkararak, örgütlenme yoluna gitmişlerdir. 1889’da Tıp öğrencilerinden bir grup tarafından kurulan cemiyetin kurucuları, Genç Türkler olarak isimlendirilmişlerdir. Kısa sürede Harbiye ve Mülkiyede yayılan bu hareket, Abdülhamit'in baskısı nedeniyle sıkıntı yaşamış, cemiyetin yöneticileri yurtdışına kaçarak, oradan çalışmalarda bulunmuşlardır. Paris’te bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti daha sonra Paris ve Selanik olmak üzere iki merkezli bir örgüt haline gelmiş ve bu yeni oluşum, artık hem fikri yönden hem de ihtilâlcilik yönünden bir önceki döneme göre daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1907’de İttihat Cemiyeti ve Osmanlı Terakki Cemiyeti birleşmiştir. Bu birleşmeden sonra cemiyet, Makedonya’da büyük bir ayaklanma hareketine girişerek, bu hareketle 1908’de II. Meşrutiyeti II. Abdülhamit’e kabul ettirmiştir. 31 Mart Olayı ile II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin ardından, Bab-ı Ali Baskını ile cemiyet iktidarda etkili konuma gelmiştir. İttihatçılar, yoğun bir yasama faaliyetine girişmişler, yeni düzenlemeler yaparak, İkinci Meşrutiyet döneminin siyasi ve hukuki yapısını büyük çapta şekillendirmişlerdir. Padişahın yasama ve yürütme üzerindeki yetkileri Anayasa’dan kaldırılmış ve Hükümet sadece Meclis’e karşı sorumlu hale getirilmiştir. İttihatçılar vatansever, dürüst, cesaretli olmalarına rağmen, devleti yönetecek vasıflardan yoksundurlar. Toplumu çöküntüye götüren aksaklıkları doğru teşhis edip, bunları ortadan kaldıramamışlardır. II. Meşrutiyet Dönemi Düşünce Akımları Osmanlıcılık: Osmanlı Devleti’nde 1789 Fransız inkılabının etkisiyle milliyetçilik fikrinin yayılmaya başlaması ve Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimlerin kendi devletlerini kurmaya başlamaları Osmanlı için ciddi bir bunalıma neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nde başlatılan yenilik hareketleri sonucunda Batıyı yakından tanıyan, yabancı dil bilen bir yeni genç nesil yetişmiştir. Osmanlıcılık fikri işte bu genç neslin ürünüdür. Genç Osmanlılar adı altında örgütlenen bu genç kadro, Osmanlı tabakasına eşit haklar tanınması, bu hakların yasalarla güvence altına alınması, Meşrutiyet yönetimine geçilmesi görüşündedir. BU akıma göre, Osmanlı unsurları yasalar karşısında eşit olacak, hiçbir kimse dilinden, dininden ya da ırkından ötürü ayrıcalık tanınmadan devletin anayasal güvencesi altında yaşayacaktır. Herkes bu sistemde Osmanlı üst kimliğini benimseyecek ve bu devletin çıkarına hizmet etmeye başlayacaktır. İslamcılık: Ülkede İslamiyet’e ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara önem veren ve tüm Müslümanlar arasında bir birliğin sağlanmasını gerçekleştirmeye çalışan, devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır. İslamcılık fikir akımının öncüsü II. Abdülhamit olup, onun saltanatı süresince, iç idare ve dış siyasette bu fikir akımının gelişme göstermesine çalışılmıştır. İslamcılık fikir akımının ortaya çıkmasında, Osmanlı topraklarında yaşayan Müslümanlara, gayrımüslimlerin ilişkilerinin bozulması, 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sırasında Balkanlar’ da çok sayıda Müslüman’ın işkence görerek ölmesi, çoğunun malını, mülkünü, terk ederek Anadolu’ya kaçmak zorunda kalması, Avrupa Devletlerinin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaları, Müslümanların yaşadıkları toprakların Hıristiyanlar tarafından işgal edilmesi gibi etkenler rol oynamıştır. İslamcılık da milliyet hareketleri karşısında başarılı olamamıştır. Türkçülük: Türkçülük fikir hareketinin doğmasına yol açan etkenleri şu şekilde sıralamak mümkündür. a) Batılı devletlerin teşvikiyle milliyetçilik hareketinin Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan tebaa arasında yayılması ve bunun sonucunda isyanların çıkması. b) Türk olmayan Müslüman toplulukların yine batılı devletlerin propagandaları sonucunda Osmanlı Devleti’nden ayrılmaya başlamaları. c) Büyük Hıristiyan eyaletlerin müstakil veya muhtar bir statüye kavuşması sonucunda, bu eyaletlerde yaşayan Müslümanların Anadolu’ya göç etmek zorunda kalması ve bu insanların karşı karşıya kaldıkları felaketin uyandırdığı tepki. d) Avrupa’nın Türkler üzerindeki baskısı ve aleyhte propagandaları. e) Yabancı dil öğrenen ve Avrupa’ya giden Türk aydınlarının, Avrupalıların Türkler hakkındaki çalışmalarından haberdar olmaları ve bunun onlara vicdanlarında uyandırdığı rahatsızlık. Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı, daha sonra giderek bir siyasi cereyan haline gelmiştir. Osmanlıcılık ve İslamcılık fikir akımlarının Osmanlı Devleti’nin sorunlarını çözmede yeterli olmayacağını düşünen Türkçülük akımı, devletin kurtuluşunu ırk esasına dayalı Türk Milliyetçiliğinin geliştirilmesinde görmüştür. Türkçülük akımını benimseyenlere göre devlet; ancak dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta durur.. Batıcılık: Bu üç fikir akımından başka, Batı’da ortaya çıkan fikir ve sistemleri aynen benimseyen Türk aydınlarının savunduğu Batıcılık akımı, ortaya çıkmıştır. Batıcılar kendi aralarında birlik oluşturamamışlardır. Öncülüğünü Celal Nuri’nin çektiği bir grup batıcı, batının sadece teknolojisinin alınması, kültürünün alınmaması tezini savunmuştur. Öncülüğünü Abdullah Cevdet’in çektiği grup ise Batı medeniyetinin tek bir medeniyet olduğunu kabul etmekte, bu medeniyetin olduğu gibi alınmasını savunmaktadır. Bu akım küçük bir çevre ile sınırlı kalmış, fazla taraftar bulamamıştır. Adem-i merkeziyetçilik Adem-i merkeziyetçilik, Osmanlı devletinde bazı kişiler tarafından savunuluyordu. Bunların başında Prens Sabahattin geliyordu. Ancak Osmanlı Devleti’nde merkezin (sarayın) gücü çok önemliydi. Adem-i merkeziyetçilik görüşü kendine yer bulamadı. 20 23 ATA I 6. HAFTA Osmanlı Devleti’nin Dağılma Sürecinde Meydana Gelen İç ve Dış Olaylar BÜYÜK DEVLETLERİN OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDEKİ EMELLERi Yakınçağ da Osmanlı siyasi literatürüne “Düvel-i Muazzama” olarak geçen büyük devletler; İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD, İtalya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğudur. Bu devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri şöyledir: İngiltere’nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: 16. yüzyılın ortalarında İngiliz-İspanyol rekabeti, İngilizleri Türklerle yaklaştırmış ve İngilizler 17. yüzyıl boyunca İspanya-Fransa ve Portekiz ile olan sömürgecilik rekabeti ve Türkiye’deki kârlı ticaret sebebiyle Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. Bu iyi ilişkiler 18. yüzyılın sonuna değin devam etmiştir. 19. yüzyılda ise İngiltere, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunan bir politika izlemesi Hindistan meselesi ile ilgilidir. İngiltere ancak kendi etkisi altındaki bir Osmanlı Devleti sayesinde, en önemli sömürgesi olan Hindistan’a uzanan yolları güven altında tutabilirdi. Fransa’nın 1798’de Mısır’a saldırması, Rusya’nın boğazlara hakim olma arzusu İngilizleri, Hindistan’a giden ve Osmanlı egemenliğinde olan yolları, bu güçlü devletlere kaptırmaktansa, kendisinin yardımıyla güçlenecek bir Osmanlı Devleti’nin bırakmaya zorlamıştır. Osmanlı Devletini yardımlarıyla Rusya’ya ve Fransa’ya karşı ayakta tutmaya çalışan İngilizler, bunun karşılığı olarak da Osmanlı Devletini «pazar» olarak kullanmışlardır. 1877-78 Osmanlı- Rus savaşını Osmanlı Devleti’nin kaybetmesi, İngilizleri Osmanlı Devleti’ne yönelik politikalarını tekrar gözden geçirmeye zorlamıştır. Osmanlı Devleti’nin bir türlü güçlenemediğini, kendi bağımsızlığını koruyamayacak kadar zayıfladığını düşünen İngilizler, Osmanlı Devleti’ne verdiği desteği çekerek yıkma politikalarını uygulamaya koymuşlardır. İngilizlerin bu yeni politikalarını uyguladıklarının iki önemli kanıtı vardır: 1)İngilizlerin 1878’de Kıbrıs’a asker çıkarmaları ve Mısır’ı işgal etmeleri. 2)Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti’nin kurulmasına öncülük etmeleri. Rusya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: Çar I. Petro ile Rusya dış siyasetinde ilk denizlere açılma politikasını uygulamaya koyulmuştur. Boğazlardan geçerek, sıcak denizlere inmeyi ve Rusya’yı denizlere hakim bir ülke konumuna getirmeyi hedefleyen Çarlık Rusyası, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti aleyhinde bir büyüme ve gelişme göstermiştir. 18. yüzyılda Osmanlı Devleti henüz Rusya’ya karşı koyabilecek güçtedir. XIX. yüzyılda iyice zayıflayan ve Rusya’ya karşı tek başına mücadele edemeyecek duruma düşen Osmanlı Devleti, bu yüzyılda da Rusya ile çıkarları çatışan İngiltere, Fransa, Avusturya gibi ülkelerle zaman zaman işbirliğine giderek bu güçlü düşmanına karşı varlığını koruyabilmiştir. Fransa’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: Türk-Fransız ilişkileri de Haçlı Seferleriyle başlamıştır. Fransa’nın Osmanlı toprakları üzerindeki en önemli emeli, Ortadoğu’yu özellikle de Suriye ve Lübnan’ı ele geçirebilmektir. Fransa özellikle Tanzimat sonrası kültürel alandaki Batılılaşma çalışmalarımızda toplumumuz nazarında model bir ülke olmuştur. Ancak bütün bunlar, Fransızların Osmanlı Devleti aleyhindeki politikasını değiştirmemiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri arasında paylaşımı gayesiyle yapılan gizli antlaşmalara Fransa da katılmış ve kendisine büyük bir pay verilmiştir. Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: Bu devlet de yükselme döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki en büyük rakibidir. 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı Devleti Avusturya’ya üstünlüğünü kabul ettirmiştir. 1683 yılında Osmanlı Devleti’nin Avusturya karşısında uğradığı Viyana bozgunu ile Osmanlı karşısında güçlü duruma geçmiş, zaman zaman Rusya ile ortak hareket ederek Osmanlıyı Avrupa’dan atmaya çalışmıştır. Daha sonra dikkatini Balkanlar üzerine yoğunlaştıran Avusturya, bu bölgeden Ege’ye uzanmak istemiştir. Bu dönemde benzer emeller taşıyan Rusya ile Balkanlar’da menfaatleri çatışan Avusturya, 1908’de Bosna-Hersek’i Osmanlı Devleti’nden almıştır. Bundan sonraki siyasi ve askeri olaylarda Avusturya, Almanya ile birlikte hareket etmiş, onun adeta doğal müttefiki olmuştur. Bu yüzden de Avusturya, I. Dünya Savaşı’nda Almanya ve Osmanlı Devleti ile aynı ittifakın içinde yer almıştır. I. Dünya Savaşı sonunda Avusturya- Macaristan da Osmanlı Devleti gibi parçalanmıştır. Almanya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: 1871’de Prusya’nın önderliğinde milli birliğini tamamladıktan sonra, takip ettiği siyasi ve iktisadi politikalar sayesinde Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olmayı başaran Almanya’nın Osmanlı Devleti ile doğrudan sınır komşuluğu yoktur. Bu nedenle Almanya’nın, Osmanlı topraklarını ele geçirmeye yönelik politikası olduğu söylenemez. 1878’de İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını sona erdirmesi İngiliz donanmasını Basra Körfezi’nde kontrol altında tutmak isteyen Almanya’nın, Osmanlı Devletine yakınlaşmasına neden olmuştur. Almanya bu sayede hem Türk topraklarından geçerek, Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna kadar olan toprakları, İngiliz İmparatorluğu’nun sömürge yollarını kontrol etme imkanını elde etmeyi, hem de Osmanlı Devleti’nden ekonomik ve siyasi çıkarlar sağlamayı hedefliyordu. Dünya emperyal mücadelesine İngiltere ve Fransa’dan geç bir dönemde katılan Alman emperyalizmi, geleneksel emperyal yöntemlerden farklı bir yol izledi. Uyguladığı stratejisi ile, görünüşte hiçbir toprak talebinde bulunmuyor, dost olduğu devletlerin bağımsızlığına saygı gösteriyor, onlara askeri danışmanlar gönderiyor ve bu devletlerin ülkelerinde yatırımlar yaparak onların kalkınmasında yardımcı oluyordu. Almanya, büyük devletlere karşı duyulan tepkileri kendi lehine kanalize etmeyi başarmıştı. Sermaye ihracı yolu ile ekonomik yatırımlar yaparak, Osmanlı zenginliklerini Almanya’ya aktarmayı hedefledi. Bunun en belirgin şekli demiryolu yapımıydı. Deutsche Bank-Alman finans kapitali, Osmanlı İmparatorluğu’na demiryolu yapımının finanse edilmesi için, sermaye ihraç ederek borç verdi. 1912 yılına girerken Osmanlı İmparatorluğu’ndaki toplam Alman sermayesi, 50 milyon Osmanlı lirasını aşmıştı. Krupp ve diğer Alman silah fabrikatörlerinin yürüttüğü silah ve askerî donatım ticareti de Alman meta ve sermaye ihracının gelişmesinde önemli rol oynadı. İngiliz, Fransız ve diğer bütün emperyalist devletler gibi Alman emperyalizmi de ulusal sanayilerin kurulmasına engel olarak, gelişmiş yerli imalatını yok olmasına da neden oldu. Almanya için hammadde ve tarımsal ürün deposu olan Türkiye üzerinde Alman malî çevrelerinin sermaye yatırımları Deutsche Bank tarafından desteklenen projeler ile Türkiye’yi Alman dokuma sanayiinin ham madde kaynağı yaptı. Mezopotamya’daki petrol yataklarının %25’ini denetimine aldı. Bu ilişkiler çerçevesinde Berlin-İstanbul-Bağdat demiryolu projesinin yapılmasına başlanmış, bu proje İngilizleri oldukça rahatsız etmiştir. Türk-Alman yakınlaşması I. Dünya Savaşı sırasında da sürmüş Osmanlı Devleti gücüne hayranlık duyduğu Almanya’nın yanında yer alarak, I. Dünya Savaşı’nın bitimi ile tarihi ömrünü tamamlamıştır. İtalya’nın Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: İtalya da Almanya gibi milli birliğini 19. yüzyılın ikinci yarısında tamamlamış bir devlettir. Sanayileşmesini tamamlayamadığı için, şansını Osmanlı topraklarında denemek istemiştir. Bu doğrultuda hareket eden İtalya, Osmanlı egemenliğindeki Trablusgarp ve Bingazi’yi sömürge olarak kullanabilmek amacıyla 1911’de Osmanlı Devleti’ne savaş açmış, bu topraklara asker çıkarmıştır. Ardından Rodos ve 12 Adayı işgal etmiştir. 1912’de Trablusgarp Savaşı sonucunda imzalanan Qundy (Uşi) Antlaşmasıyla, İtalya hedefine ulaşmış, Trablusgarp ve Bingazi’yi kendi sömürgesi yapmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Devleti karşısında İtilaf Devletleri safında yer alan İtalya, Türk topraklarının paylaşımını öngören gizli antlaşmalara katılmış, kendisine İzmir’in verilmesi benimsenmiştir. Ancak Paris Barış Konferansı kararıyla İtalyanların yerine İzmir’e Yunanlıların çıkartılması, İtalyanları İtilaf Devletlerine kırgın hale getirmiştir. Bu yüzden İtalyanlar, Kurtuluş Savaşı’nda diğer devletler gibi karşı tavır almamışlardır. ABD’nin Osmanlı Devleti Üzerindeki Emelleri: İlk Amerikan Konsolosluğu 1824’de İzmir’de açılmış, başlangıçta kültürel amaçlara yönelik olan ABD-Osmanlı ilişkileri giderek ekonomik alana yönelmiş ve 1830’da ABD ile bir ticaret antlaşması imzalanmıştır. Dış politikasında 1823’de kabul ettiği «Monröe Doktrini»ni uygulayan ABD, kendi kıtası dışındaki olanlarla pek ilgilenmemiştir. Ancak Monrö Doktrini’nin varlığına rağmen, ABD zaman zaman başka ülkelerin sorunlarına karışmış (Örneğin: Ermeni Meselesi) bu da iki ülke arasındaki ilişkilere bazen gölge düşürmüştür. Amerika’nın Türkiye ile ilgili dış politikası, I. Dünya Savaşı’nın ardından ağırlık kazanmıştır. ABD Başkanı Wilson’un kaleme aldığı, «Wilson Barış Prensipleri»nin 12.maddesi, Osmanlı Devleti ile ilgilidir. Ancak Türklerin lehine olan bu madde diğer devletler tarafından uygulanmamıştır. ŞARK MESELESİ 1815 Viyana Konferansı’nda Batılıların ortaya attığı Şark meselesinin kökü çok eskilere dayanmaktadır. Avrupa’yı oldukça uğraştıran Şark Meselesini iki safhada incelemek mümkündür. Şark Meselesinin birinci safhası 1071-1683 yılları arasındaki devredir. Bu safhada Avrupalılar savunmada, Türkler ise taarruz halindedir. 1683 yılına kadar arasında Şark Meselesinin esasları şunlardır: 1. Türkleri Anadolu’ya sokmamak. 2. Türkleri Anadolu’da durdurmak. 3. Türklerin Rumeli’ye geçişini engellemek. 4. Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa’ya ilerleyişine engel olmak. Şark Meselesinin bu hedeflerine rağmen Türkler Anadolu’ya girmiş, yerleşmiş, Rumeli’ye geçmiş, Balkanları tamamen zapt etmiş ve 1683’de Türklerin Viyana önlerinde yenilmesiyle Şark Meselesinin birinci safhası kapanmış, ikinci safhası açılmıştır. Şark Meselesinin ikinci safhasında ise Türkler savunmada, Avrupalılar ise taarruzdadır. 1920 yılına kadar süren Şark Meselesinin bu safhada gelişmesi şu seyri izlemiştir : 1. Balkanlardaki Hıristiyan milletleri Osmanlı hakimiyetinden kurtarmak. 2. Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanların haklarını korumak amacıyla, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmek 3. Türkleri Balkanlardan tamamen atmak 4. İstanbul’u Türklerden geri almak. 5. Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkların bağımsızlıklarına kavuşmalarını sağlamak. (Ermeniler) 6. Anadolu’yu paylaşarak, Türkleri Anadolu’dan çıkartıp, Orta Asya’daki yurtlarına sürmek. 1815 yılında Viyana Kongresinde «Şark Meselesi / Doğu Sorunu» ilk defa olarak gündeme getirilmiştir. Kongre aslında Napolyon Bonapart’ın altüst ettiği Avrupa siyasi haritasını düzenlemek için toplanmıştır. Konu Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaşmış ve Şark Meselesi resmen ortaya çıkmıştır. Rusya, Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşabilmek için yapay bir Şark Meselesi oluşturmuşlardır. Bu devletlere daha sonra 1871’den itibaren Almanya’da katılmıştır. Özellikle İngiltere ve Rusya Şark Meselesinde öncü ve etkili iki devlet olmuştur. İtalya ise siyasi birliğini tamamladıktan sonra ancak 1911 Trablusgarp Savaşı ile Osmanlı Devleti üzerindeki paylaşımlara katılabilmiştir. İtalyan Generalin söylediği gibi uzun süren Şark Meselesine son dönemlerinde İtalya’da katılmıştır. Şark Meselesinin 1920’ye kadar süren safhasında Batılılar başarılı olmuşlardır. Trablusgarp Savaşı ile İtalyanlar Kuzey Afrika’ya yerleşmiş, Balkan Savaşları ile Osmanlı Devleti Balkanlarda büyük toprak kaybına uğratılmış, Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıklar bağımsızlıklarını kazanmada başarılı olmuşlar, Ermeniler ayaklanma çıkartarak Osmanlı Devleti’ni içten çökertme faaliyetlerine girişmişti. 1. Dünya Savaşı sırasında yapılan gizli antlaşmalarla Türk toprakları büyük devletler arasında paylaşılmış, Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri bu paylaşıma uygun olarak Türk topraklarını işgal etmişlerdir. İstanbul’un işgali Çanakkale savaşları sırasında Mustafa Kemal’in çabalarıyla önlenmiştir. Şark Meselesi projesini son anda iflasa sürükleyen gelişme, Anadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğinde Milli Mücadele harekatının başlatılması ile başarıya ulaştırılmasıdır. Genel tanımıyla Müslüman Türkleri Balkanlardan ve Anadolu’dan atmayı hedefleyen Şark Meselesi, Lozan Antlaşması ile iflas etmiştir. 20. YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI DEVLETİ, TRABLUSGARP VE BALKAN SAVAŞI Trablusgarp Savaşı (1911-1912): Almanya gibi milli birliğini geç tamamlayan İtalya sömürgecilik yarışına geç katılmıştır. Bu döneme kadar dünyanın en iyi bölgeleri İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, büyük devletler arasında paylaşılmıştır. Sömürgecilikte geride kalmak istemeyen İtalya, büyük devletlerle yaptığı bir dizi antlaşmadan sonra, Osmanlı Devletinin Kuzey Afrika’daki toprağı Trablusgarp ve Bingazi’ye göz dikmiştir. Buraların kendisine bırakılması için 28 Eylül 1911’de Osmanlı Devletine bir nota veren İtalya, bu isteğinin reddedilmesi üzerine Trablusgarp ve Bingazi’ye asker çıkartmıştır. M. Kemal, Enver Paşa ve Fethi Bey gibi genç ve idealist subayların organize ettiği direniş karşısında başarısız olan İtalyanlar, savaşı Osmanlı Devletinin başka topraklarına yaymak suretiyle isteklerini Osmanlı Devleti’ne kabul ettirme yoluna gitmişlerdir Kızıldeniz’deki Osmanlı limanları topa tutularak, savaş gemileri batırılmış, Beyrut bombalanmış, Rodos ve 12 Ada işgal edilmiştir. Daha sonra Ege’ye çıkarak Çanakkale Boğazını geçmeye çalışan İtalyanlar başarılı olamamışlardır. Bütün bunlar Osmanlı Devletinin tavrını değiştirmesinde etkisiz kalmışken, Balkan Savaşının patlak vermesi Osmanlı Devletini Trablusgarp’ı feda etmeye mecbur etmiş ve 1912 yılında İtalyanlarla Quchy (Uşi) Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma ile İtalyanlar; Trablusgarp ve Bingazi’yi alacak, Osmanlı Devleti buradaki bütün askeri ve sivil memurlarını çekince, İtalya işgal ettiği adaları Osmanlı Devletine iade edecektir. Yapılan gizli bir antlaşma ile bu adaların savaş bitinceye kadar İtalyan kontrolünde kalınması istenmiştir. Ancak savaşın bitiminden sonra bu adaların Türk yönetimine kazandırılması mümkün olmamıştır. Balkan Savaşları (1912-1913): Osmanlı Devleti’nin İtalya ile uğraşmasını fırsat bilen Balkan Devletleri, Rusya’nın kışkırtmasıyla aralarında bir ittifak oluşturmuşlardır. Bu çerçevede Sırp-Bulgar, Bulgar-Yunan, Karadağ-Bulgaristan, Karadağ- Sırbistan ittifakı gerçekleştirilmiştir. 1912’de bu ittifaklar zincirinde yer alan Karadağ’ın Osmanlı Devletine savaş ilan etmesi ile I. Balkan Savaşı başlamıştır. Karadağ’ın Balkan Savaşını başlatmasından iki hafta sonra Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan da Osmanlı Devletine savaş ilan etmiştir. Coğrafi durumun çıkardığı sonuçlar, savaşa iyi hazırlıklı olmayan Osmanlı ordusunun seferberlik ve tahkimat işlerini zamanında yapamaması, yönetimden kaynaklanan hatalar ve ordu içindeki ittihatçı subayların iktidarı yıpratmak için görevlerini yapmamaları gibi sebeplerden dolayı bütün cephelerde Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Balkan Savaşları sonunda; * Osmanlı Devleti Makedonya’yı, Batı Trakya’yı, Edirne’yi, İtalyan işgali dışında kalan Ege adalarını kaybetmiş, 1912 yılında Londra Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. *Ege adalarının geleceğinin belirlenmesi Arnavutluk sınırlarının çizilmesi büyük devletlere bırakılmıştır. *Girit hukuken Yunanistan’a bırakılmış, Midye-Enez hattının batısında kalan topraklar da Balkan Devletlerine bırakılmıştır. Edirne Bulgaristan’da kalmıştır. *Balkan devletleri, I. Balkan savaşı sonunda Osmanlı Devletinden aldıkları toprakları paylaşmada anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Sorun özellikle Bulgaristan’ın müttefiklerinden daha fazla toprak kazanması yüzünden çıkmıştır. Bunun sonucunda Sırbistan, Yunanistan ve Romanya Bulgaristan’a saldırmışlardır. Bu durumdan yaralanmak isteyen Osmanlı Devleti harekete geçerek, Edirne dahil bütün Doğu Trakya’yı geri almıştır. *Balkan Savaşı sonunda imzalanan 1913 Bükreş Antlaşmasıyla Balkan Devletleri, Osmanlı Devletinden aldıkları Balkan topraklarını aralarında paylaşmışlardır. Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında yapılan İstanbul Antlaşması ile Meriç nehri sınır kabul edilmiştir. *Balkan Savaşı sonunda Adriyatik Denizinden, Karadeniz’e kadar olan Balkanlar’daki Türk hakimiyeti küçülmüştür. Savaşın sosyal ve ekonomik alanda da ağır sonuçları olmuştur. *Milyonu aşkın göçmen kitlesi, Doğu Trakya ve Anadolu’ya göç etmiştir. Bu durum ekonomik yönden zaten çok zayıf olan Osmanlı Devletini, daha da zayıflatmıştır. Balkanlar’daki ve Anadolu’daki nüfus yapısı değişmiştir. *Savaşın kaybedilmesi ve Balkanlar’da büyük toprak kaybına uğranılması, Türk Milleti’nin hafızasında derin izler bırakmıştır. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Hafta 07 Ders Konusunun Hedefi Osmanlı Devletinin sonlanmasına neden olan Birinci Dünya Savaşı öğrenilecektir. Hafta 07 2 İçindekiler 1. Birinci Dünya Savaşı’nın Nedenleri 2. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Bloklaşma 3. Osmanlı Devleti’nin Durumu 4. Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın Yanında Savaşa Girmesinin Nedenleri 5. Almanya’nın Osmanlı Devletinin Kendi Yanında Savaşa Girmesini İstemesinin Nedenleri 6. Osmanlı Devleti’nin Almanya ile 02 Ağustos 1914 Tarihinde Yaptığı İttifak Antlaşması 7. İngiltere’nin Osmanlı Devletini İtilâf Devletleri Grubunda İstememesinin Nedenleri 8. Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devletinin Savaşa Girmesi 9. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devletinin Savaştığı Cepheler Hafta 07 3 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Birinci Dünya Savaşı’nın Nedenleri Sanayi devrimi sonrası Avrupa Devletlerinin hammadde ihtiyacının artması ile aralarında sömürgecilik yarışına sebep olmuştur. Ürettikleri malları satmak için yeni pazar bulma mücadelesine girmeleri, aralarındaki ekonomik rekabeti hızlandırmış ve ilişkileri bozmuştur. Almanya ve İtalya’nın siyasi birliklerinin kurulması ile Avrupa’da güç dengesi bozulmuş, İngiltere ve Fransa’ya rakip olabilecek iki güçlü devlet çıkmıştır. Fransız Devriminin yaydığı «Milliyetçilik» fikri Balkanlardaki milletleri bağımsız devlet kurma yönünde etkilemiştir. Rusya’nın da Balkanlarda yayılma isteği, aynı bölgede çıkarları olan Avusturya ve Almanya’yı endişelendirmiştir. Balkanlar’da huzursuzluk artmış, Germencilik ve Slavcılık çatışması yaşanmıştır. Hafta 07 4 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Birinci Dünya Savaşı’nın Nedenleri: Avrupa Devletler gelecekte çıkacağını tahmin ettiklerin savaşta üstün duruma gelebilmek için büyük bir silahlanma yarışına girdiler. «Alsas – Loren» bölgesinin başta kömür olmak üzere maden bakımından zengin olması nedeniyle her Almanya ve Fransa bu bölgeye sahip olmak istemiş ve tarih boyunca çatışmışlardır. 1870’de Alsas- Loren bölgesini Almanya ele geçirmiştir. Fransa tekrar ele geçirmek için fırsat kollamıştır. İstanbul-Bağdat demiryolunun yapılması ile birlikte Osmanlı Devletine gönderilen Alman teknisyenlerin 1902 yılında Irak’ta petrol bulmaları İngiltere’yi endişelendirmiştir. Orta Doğu’da İngiliz – Alman mücadelesi daha da artmıştır. Avrupa Devletler 19.yy.’ın ortalarından itibaren savaş için çıkarları çerçevesinde bloklaşmaya başlamışlardır. Savaşın çıkmasından önce İngiltere’nin önderlik ettiği İtilâf devletleri ile Almanya’nın önderlik ettiği İttifak Devletleri son şeklini almıştır. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Birinci Dünya Savaşı’nın Nedenleri Hafta 07 6 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Birinci Dünya Savaşı Öncesi Bloklaşma İtilâf Devletleri (Denizlerde üstün İttifak Devletleri durumdaydı) Almanya İngiltere + Sömürgeler Avusturya- Macaristan Fransa + Sömürgeler Osmanlı Devleti Rusya Bulgaristan ABD İtalya (Daha sonra katıldı) Belçika Nüfus:120 milyon Romanya Yunanistan Nüfus: 238 milyon ZENGİN KAYNAKLARA SAHİP OLAN SAVAŞI KAZANDI 7 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Osmanlı Devletinin Durumu Osmanlı Devleti, Batıdaki Rönesans ve Reform ile gelen yenileşme hareketleri ve Sanayi Devrimi ile gelen teknolojik gelişmeye ayak uyduramadığından eski gücünü kaybetmiştir. Jeopolitik konumu, geniş topraklara sahip olması, hammadde kaynaklarına yakınlığı, Rusya’nın sıcak denizlere inmesine engel teşkil etmesi nedeniyle halen önemli bir ülke durumundadır. Batılı Devletler ve Rusya, «Şark Meselesi» adı altında «Avrupa’nın Hasta Adamı» dedikleri Osmanlı Devletini parçalamak ve topraklarını paylaşmak için aralarında anlaşmışlardı. Osmanlı Devletinin ekonomik durumu iyi değildir. Mali açıdan Alman yardımları ile ayakta durmaktadır. Hafta 07 8 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Osmanlı Devletinin Durumu Orduda ve hükümette Batılı Devletlerin etkisi sürmektedir. Jandarma danışmanı Fransız Generalidir, donanmanın danışmanı İngiliz Amiralidir, kara kuvvetlerinde Alman askeri heyeti etkilidir, hükümette Alman Büyükelçisi etkili durumdadır. İngiltere’nin politikasını değiştirerek Osmanlı Devletini Rusya ve Fransa ile parçalamak istemesi üzerine, Osmanlı Devleti umudunu Almanya’ya bağlamıştır. Almanya’nın ekonomik yayılması, Bağdat demiryolunu yapmaları, 1902’de Mezopotamya’da petrol bulmaları, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı Devletine daha fazla düşman olmalarını sağlamıştır. Almanya’nın Basra Körfezi ve Hindistan yolunun emniyetine karşı tehdit Oluşturması, Alman-İngiliz çıkar çatışmasının artmasını sağlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın Yanında Savaşa Girmesinin Nedenleri İtilâf Devletleri tarafından parçalanma tehlikesine karşı Almanya’nın yanında savunma ihtiyacı, Osmanlı Devleti’nin ittifak teklifi yapmasına rağmen İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kabul etmemesi, Enver Paşa ve arkadaşlarının savaşı kesinlikle Almanya’nın kazanacağına inanmaları, Enver Paşa ve arkadaşlarının, Osmanlı Devleti’nin daha önce kaybettiği toprakları geri alma ümidi, İngiliz - Fransız mali tutsaklığından (Duyûn-u Umumiye ve Kapitülasyonlar) kurtulma isteği, Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Almanya’nın Osmanlı Devleti’nin Kendi Yanında Savaşa Girmesini İstemesinin Nedenleri: Osmanlı devletinin jeopolitik konumundan yararlanmak, İngiltere’nin sömürge yollarını kesmek, Rusya ile itilaf devletlerinin irtibatını kesmek, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri gücünden yararlanmak, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına egemen olmak, Osmanlı padişahının halifelik nüfuzundan yararlanmak, Osmanlı Devleti topraklarında yeni cepheler açarak kendi yükünü hafifletmek, Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Almanya’nın Osmanlı Devleti’nin Kendi Yanında Savaşa Girmesini İstemesinin Nedenleri Hafta 07 12 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Osmanlı Devleti’nin Almanya ile 2 Ağustos 1914 tarihinde yaptığı ittifak antlaşması; Avusturya’nın tek başına Sırbistan ile yaptığı savaşta Osmanlı Devleti tarafsız kalacak, Rusya ile Avusturya arasındaki bir savaşta Almanya Avusturya’ya yardım için savaşa girerse Osmanlı Devleti de savaşa girecek, Almanya Osmanlı Devletini Rusya’ya karşı silahla koruyacak, Osmanlı Devleti, ordusunun dörtte birinin kumandasını Alman komuta heyetine verecek, Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) İngiltere’nin Osmanlı Devletini İtilaf devletleri grubunda istememesinin nedenleri şunlardır: Savaşın genişleyerek sömürgelerine ve sömürge yollarına sıçramasını istememiştir Osmanlı devletine ihtiyacı olmadığını düşünmüştür. İtilaf devletlerinin Osmanlı topraklarını paylaşmak istemesinden ötürü Osmanlı Devletinin kendi yanlarında savaşa almak istememiştir. Tarafsız kalmasını savunmuştur. Hafta 07 14 Birinci Dünya Savaşı (1914 – 1918) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Birinci Dünya Savaşı bir Sırp gencinin Avusturya–Macaristan veliahdını Saraybosna’da öldürmesi ile başladı. Böylece sonucunda milyonlarca insanın öleceği, üç imparatorluğun yıkılacağı, yerlerine yeni devletlerin kurulmasıyla dünya siyasî haritasının değişeceği I. Dünya Savaşı başladı. Avusturya – Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilan etmesi ile birlikte kısa bir süre içerisinde Rusya, Fransa ve İngiltere, Avusturya – Macaristan ve Almanya birbirlerine savaş ilan ettiler. Savaş başlayınca İtalya, Avusturya Macaristan ile Adriyatik kıyılarında çıkarları çatıştığından İttifak grubundan ayrılarak tarafsızlığını ilan etti. İtalya kısa süre sonra İtilaf devletlerinin yanında savaşa girdi. İtilaf Devletleri İtalya’ya Anadolu topraklarından pay vermeyi vaat etmişti. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Almanya Marn Meydan Muharebesinde başarısız olunca Osmanlı Genelkurmayı savaşa geç girilmesini istedi. Mustafa Kemal, savaşın kazanılmasının mümkün olmadığını, savaşa mümkünse geç girilmesini istedi. Enver Paşa ve arkadaşları savaşı Almanya’nın kazanacağına inandıklarından, savaşa girilmesinde acele ediyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde İngilizler, Ege Denizi ve Karadeniz’de güç dengesini lehimize çevirecek iki Türk savaş gemisine el koyduğunu açıkladı. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Alman Büyükelçisi Wangenheim, İngilizlerin el koyduğu zırhlıların Osmanlıda yarattığı tepkiyi Alman çıkarları için kullanmıştır. Enver Paşa’nın Alman sempatisinin etkisi, Osmanlının Alman tarafına daha da yaklaşması, yüzbinlerce insanın ölümüyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşına gidişin başlangıcını oluşturmuştu. Alman Başkumandanlığı Adriyatik kıyılarında görevli Goeben ve Breslau adlı iki zırhlısına İstanbul’a gitmesini emretmişti. 17 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Amiral Souchon komutasındaki Goeben ve Breslau zırhlıları İngiliz donanmasının takibi altında Çanakkale Boğazı’nın önlerine geldi. Osmanlı Hükümeti, İngiltere’nin baskıları karşısında gemileri Sultan Osman-1 ve Reşadiye gemilerine karşılık olarak satın aldığını açıkladı. Gemilerin adı Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi. Alman personeli fes giydi. AMİRAL SOUCHON Hafta 07 18 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Amiral Souchon komutasındaki Osmanlı Donanması, Yavuz ve Midilli zırhlıları ile birlikte 29 Ekim 1914 tarihinde Karadeniz’e açıldı. Enver Paşa, yayınladığı emirle Osmanlı Donanmasındaki personele Amiral Souchon’a mutlak itaat edilmesini istedi. Osmanlı Donanması Rus limanlarını topa tuttu ve gemilerini batırdı. Böylece Osmanlı Devleti, sonunu hazırlayan Birinci Dünya Savaşı’na fiilen girmiş oldu. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Ruslar 1 Kasım 1914’de Kafkasya’dan taarruza geçtiler, İngiliz Donanması, 3 Kasım 1914’de Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını topa tuttu. Basra’yı işgal etti. 5 Kasım 1914’de İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devletine savaş ilan etti. Hafta 07 Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Savaşın Başlaması ve Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi Osmanlı Padişahı, «Halife» sıfatıyla 11 Kasım 1914 tarihinde savaşı duyurdu, fetva yayınladı. Osmanlı Devleti, savaş boyunca 2.8 milyon insanını silah altına aldı. Ülkenin üretici gücü cephelerde savaştı. Almanların zorlamasıyla çok sayıda cephede savaşmak zorunda kaldı. Büyük insan kaybına ve toprak kaybına uğradı. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler Kafkas Cephesi: Ruslar, Ermeniler ve İngilizler Çanakkale Cephesi: İtilâf Devletleri Irak Cephesi: İngilizler İran Cephesi: İngilizler ve Ruslar Kanal, Filistin ve Suriye Cepheleri: İngilizler Hicaz Cephesi: İngilizler ve onların kışkırttığı isyancı Arap kuvvetleri Trablusgarp Cephesi: İngiliz, İtalyan ve Fransızlar Makedonya Cephesi: Almanlar ve Bulgarlarla beraber İngiliz, Fransız, Yunan ve Sırplara karşı Romanya Cephesi: Almanya, Avusturya ve Bulgarlarla beraber Romanya’ya karşı Galiçya Cephesi: Almanya ve Avusturya ile birlikte Rusya’ya karşı Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Kafkas Cephesi: Cephenin Açılma Nedenleri, Almanya ve Avusturya ile savaş durumunda olan Rusya’yı yenerek Kafkasya ve Orta Asya’yı ele geçirmek, Rusya’nın savaş dışı kalmasını sağlamaktır. Turancılık düşüncesini gerçekleştirmektir. 19 Aralık 1914’de Sarıkamış Harekâtı yapılır. Hazırlıksız ve kış şartlarında yapılan taarruz ağır zayiat ile sonuçlanır. Ruslar, Nisan 1915 sonunda taarruza b a ş l a r , Malazgirt ve Van Rusların eline geçer. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Kafkas Cephesi Ruslar, 16 Şubat 1916 tarihinde tekrar taarruz etmiştir. Erzurum ve Muş, daha sonra Trabzon ve Erzincan Rusların eline geçer. Rusya’da Ekim 1917 Devrimi olur. Ruslarla Ateşkes ve daha sonra Brest Litovsk Antlaşması yapılır. Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devletine verilir. Ermeni mezalimini durdurmak için Osmanlı Ordusu ileri harekât yaparak, kaybedilen yerler tekrar alınır. Kafkasya’ya harekât yapılarak, Azerbaycan’ın bağımsız bir devlet olması sağlanır. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Çanakkale cephesi ve cephenin açılma nedenleri: Rusya’nın Almanya karşısında zor durumda olması, Ekonomik yönden Rusya’nın sıkıntı içinde olması, İngiltere’nin Boğazlar yolu ile Rusya’ya yardım etmek istemesi; Rus buğdayının İtilâf Devletlerine ulaştırılması, İstanbul’un ele geçirilerek, Osmanlı Devleti’nin savaş dışı bırakılması, Süveyş Kanalı ve Hint Denizindeki Türk baskısının azaltılması, Trakya üzerinden yeni bir cephe açılarak Osmanlı Devleti’nin barışa zorlanması, İngilizlerin Türk Ordusunu küçük görmeleridir. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Çanakkale Cephesi Denizden ilk saldırı 19 Şubat 1915’te; İkinci saldırı 18 Mart 1915’te yapıldı. İngiliz ve Fransızların 3 zırhlısı ve 7 mayın tarama gemisi batırıldı. 4 zırhlısı ağır hasar gördü. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Çanakkale Cephesi İngiliz ve Fransızlar denizden başarılı olamayınca, 25 Nisan 1915 tarihinde karaya asker çıkardılar. Seddülbahir, Conkbayırı ve Anafartalar’da yapılan başarılı muharebelerden sonra İngilizler ve Fransızlar mağlup oldu. İngilizler ve Fransızlar, Aralık 1915 tarihinden itibaren geri çekilerek, 9 Ocak 1916 tarihine kadar Gelibolu Yarımadasını boşalttılar. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Çanakkale cephesinde kara harekatında, en önemli faktör, harekâtın başında meydana gelen çatışmalarda, cephe komutanı olan Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in varlığı olmuştur. Mustafa Kemal, Arıburnu, Anafarta ve Kireçtepe bölgelerindeki üç önemli kritik askerî müdahalesi ile Çanakkale Savaşları’nın kaderini tayin etmiştir. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadası'nı Aralık 1915'te tahliye etti. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Çanakkale Cephesinin Sonuçları; İtilaf Devletleri amaçlarına ulaşamadılar. Osmanlı Devleti kesin bir zafer kazandı. Rusya’ya yardım edilemediği için Bolşevik devriminin meydana gelmesi kolaylaştı. Bulgaristan ittifak devletlerininyanında savaşa katıldı. Bu savaşlarda eğitimli genç nüfus kaybedilmiştir. Mustafa Kemal’in gösterdiği başarılarla, şöhreti arttı. (Bu durum Kurtuluş savaşında lider olarak benimsenmesini kolaylaştırdı.) İtilaf devletleri Osmanlı topraklarını paylaşma tasarılarını gündeme getirerek gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını paylaştılar. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Kanal Cephesi; Mısır’da Osmanlı hakimiyetini yeniden sağlamak ve Süveyş Kanalını ele geçirerek, İngiltere’nin Hindistan yolunu kesmek amacıyla girişilen Kanal Harekatı, 1915 yılı başından itibaren iki kol halinde ilerlemişlerdir. Gerekli ulaşım imkanlarının sağlanamaması yüzünden harekat başarısızlıkla sonuçlanmış, karşı taarruza geçen İngilizler, Türk ordusunu geri çekilmeye mecbur etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Filistin Cephesi: Kanal Harekatının başarısızlıkla sonuçlanması yüzünden, bu bölgedeki savaşın ağırlık noktası Filistin ve Suriye’ye kaymıştır. Bu arada Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile anlaşan ve onlara Suriye, Irak ve Hicaz’ı içine alan, müstakil bir Arap Devleti kurmaları vaadinde bulunan İngilizler, aynı zamanda Siyonistlere de Filistin’de bir devlet kurmaları sözünü vermiştir. Böylece İsrail Devleti’nin kurulması için gerekli zemin hazırlanmıştır. 1917’de İngilizlerle Kudüs’ü ele geçirmişler, 1918’de Mustafa Kemal’in komuta ettiği 7.ordu, mevzilerini başarıyla savunmuştur. Mustafa Kemal İngilizlere karşı başarılı savaşlar vererek, ordusunu imhadan kurtarmıştır. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Irak Cephesi: 1914’te Basra’ya asker çıkaran İngilizler, Abadan petrollerini korumak ve kuzeye doğru ilerleyerek, Ruslarla birleşip Anadolu’yu çember içine almak düşüncesindedirler. Kütulamara’ya ve oradan da kuzeye ilerleyen İngilizler, 1915 sonlarında kuvvetlerin büyük bölümünü kaybederek geri çekilmişlerdir. Ancak İngilizler karşısında elde edilen bu başarılar uzun sürmemiştir. Yeniden Basra’ya kuvvet çıkaran İngilizler, 1917‘de Bağdat’a girmişler ve Kerkük’ü ele geçirmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 ) Galiçya ve Makedonya Cephesi: Türk kuvvetleri ve müttefiklere yardım amacıyla Osmanlı sınırları dışındaki Galiçya ve Makedonya’da da savaşmışlardır. Galiçya cephesinde Alman- Avusturya kuvvetlerine yardım eden Türk kuvvetleri, Romanya ordusunu yenmişlerdir. Makedonya’da da Türk askerleri Bulgar kuvvetlerine yardımcı olmuşlardır.