Toplumsal Değişme Kuramları 8 PDF
Document Details
Uploaded by SelfSatisfactionBlankVerse
Anadolu Üniversitesi
Tags
Summary
This is a chapter from a document on social change in Turkey. The chapter discusses various theoretical frameworks and analyses of social transformations in Turkey.
Full Transcript
Bölüm 8 öğrenme çıktıları Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim 1 Kuramsal Temeller 1 Toplumsal değişimin ana çerçevesini ve fikri arkaplanını oluşturan teorik bağlamı anlayabilme Mübbeccel B. Kıray: Toplumsal Değişmenin İşlevselci Açıklaması 3 3 1960’larda sanayileşme ve göç ile hız...
Bölüm 8 öğrenme çıktıları Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim 1 Kuramsal Temeller 1 Toplumsal değişimin ana çerçevesini ve fikri arkaplanını oluşturan teorik bağlamı anlayabilme Mübbeccel B. Kıray: Toplumsal Değişmenin İşlevselci Açıklaması 3 3 1960’larda sanayileşme ve göç ile hızlanan toplumsal değişimi anlama ve açıklamada kullanılan tampon kurumlar ve aşamalı değişim teorisini ele alabilme 5 5 Toplumsal değişimi açıklamak üzere Karpat tarafından geliştirilen sosyoekonomik, tarihi-demografik modeli inceleyebilme Kemal Karpat: Toplumsal Değişimde Nüfus Ve Göç Dinamikleri Mümtaz Turhan’ın Kültür Değişmeleri 2 4 2 1950’lerde modernleşmenin biçim değiştirmesiyle ortaya çıkan yeni modernleşme arayışı ve değişim tartışmalarını inceleyebilme Şerif Mardin: Merkez-Çevre İlişkilerinin Dönüştürücülüğü 4 Osmanlı’dan günümüze yaşanan değişime dair geliştirilen merkez-çevre analizini tartışabilme Anahtar Sözcükler: • Toplumsal Değişim • Modernleşme • Kültür Değişmeleri • Mümtaz Turhan • Şerif Mardin • Kemal Karpat • Mübeccel Kıray 200 Toplumsal Değişme Kuramları GİRİŞ Toplumsal değişim hakkında genel sosyolojik literatür zengin ve çeşitlidir. Ancak Türkiye’de toplumsal değişmeye dair çalışmalar yeterince gelişmemiştir. Çalışmaların sayısına bakarak bile toplumsal değişim konusunun Türk sosyolojisinin kayıp halkası olduğunu söylemek mümkündür. Son zamanlarda konuyla ilgili çalışmalarda bir artış görülse de değişimi kuramsal, tarihsel ve ampirik bakımdan müstakil ve bütünlüklü bir biçimde ele alan çalışmaların yeterli olduğunu söylemek güç görünüyor. Aslında Türkiye’de yaşanan hızlı toplumsal değişmeye bakıldığında bu durum çok şaşırtıcı gelebilir. Sürekli, hızlı ve kapsamlı bir biçimde değişen bir toplumda değişimin ele alınmamış olması gerçekten de çok ilginçtir. Genel sosyoloji literatüründen kopuk olunması kadar, toplumsal gerçeklikten de kopuk olan bu duruma ancak modernleşme ile ilgili çalışmalara baktığımızda bir açıklama getirebilmekteyiz. Görünen o ki paradoksal olarak Türk toplumsal yapısı ile ilgili açıklamalarda modernleşmenin aşırı merkezde olması ve bu çerçevede yapılan aşırı genellemeci tarihsel analizler toplumsal değişimin açıklanmasının önünde bir engele dönüşmüştür. Bunu toplumsal değişimle ilgilenmiş isimlerde de açıkça görmek mümkündür. Bu çerçevede bu bölümde Türk sosyal bilim dünyasında değişim ile ilgili genel çerçeve ve yaklaşımlar ele alınacaktır. Bunu yapmak üzere önce değişim ile ilgili baskın teorik arkaplan tartışılacaktır. Ardından da birbirinden farklı olarak kendi içinde belirli bir düzeyde iç tutarlılığa sahip analizler gerçekleştiren dört isim –sırasıyla Mümtaz Turhan, Mübeccel B. Kıray, Şerif Mardin ve Kemal Karpatçerçevesinde konu ele alınacaktır. KURAMSAL TEMELLER Türkiye’de modernleşme konusu ciddi bir biçimde tüm sosyal ve tarihi analizlerin merkezinde yer almaktadır. Din, hukuk, siyaset, birey, toplumsal ilişkiler gibi pek çok konu modernleşme çerçevesinde ele alınmıştır. Bu aslında Türk toplum yapısının yaşadığı kapsamlı ve hızlı değişimin bir bakıma modernleşme ile alakalı olması kadar, toplumsal değişim konusunun hem klasik hem de çağdaş sosyolojik literatürde ele alınış biçiminin de beslediği bir eğilimdir. Zira toplumsal değişim söz konusu olduğunda klasik sosyoloji konuyu modern toplumun doğuşu bağlamında ele almaktadır. Aynı şekilde çağdaş sosyolojide de Batı dışı toplumlardaki değişim genellikle bir modernleşme süreci olarak anlaşılmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’de de toplumsal değişim çalışmalarının kuramsal temelleri modernleşme analizlerine dayanmaktadır. Özellikle ATÜT, patrimonyalizm analizleri ve modernleşme kuramları Türkiye’de toplumsal değişimle ilgili analizleri ciddi bir biçimde etkilemiştir. Daimi Bir Durağanlık Teorisi Olarak ATÜT Klasik sosyolojide Batı dışı toplumlarda modernleşme ve toplumsal değişimi açıklamada birbiri ile rekabet eden (aslında birbirinin ikizi) iki teori olan Marx’ın Asya Tipi Üretim Biçimi (ATÜT) analizi ile Weber’in patrimonyalizm açıklaması Türkiye toplumunun tarihsel ve güncel değişimlerini açıklamaya çalışan araştırmalara da temel teşkil etmiştir. ATÜT, Marx’ın kendi sosyal teorisini kurmada temel noktalardan biridir. Marx, kaptalizmin gelişimini açıklama uğraşının bir parçası olarak ATÜT’ü gündeme getirmiştir. Onun aşamalı toplumsal tiplerinden komünal toplum ile antik köleci toplum arasında ara bir aşamaya tekabül eden ATÜT, Marx’a göre özel mülkiyetin ortaya çıkmadığı arkaik, durağan ve değişmeyen bir toplum tipini temsil etmektedir. ATÜT’ün Marx’ın teorisindeki genel işlevi Batılı modern toplumlarla Batı dışı toplumların birbirinden farkını göstermektir (Sunar, 2012). ATÜT, Marx’ın kendi kaptalizmin gelişimini açıklamada ve sosyal teorisini kurmada kullandığı Batı dışı toplumlara dair bir durağanlık teorisidir. Marx, ATÜT’ten ilk kez 1853 yılında Engels’e yazdığı bir mektupta söz eder. 1855-1859 yılları arasında yazdığı ve ölümünden tam 56 yıl sonra, 1939’da Moskova’da Kapitalizm Öncesi Üretim Biçimleri başlığı ile yayımlanacak olan incelemelerinde konuyu geniş bir biçimde işlemiştir. Esasında Grundrisse’nin son bölümü olan bu inceleme ATÜT kavramını kapsamlı bir biçimde açıklayan tek çalışma olarak nitelendirilmektedir. Marx daha sonra “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”nın önsözünde ve Kapital’in üçüncü cildinde bu ko- 201 Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim nuya yeniden değinse de ATÜT konusunda bütünlüklü bir açıklama bırakmamıştır. Ancak buna mukabil ATÜT, Marx’ın modernite ve kapitalizm teorisini anlamak ve açıklamak için anahtar bir rol oynamaktadır (Hobsbawm, 1965). ATÜT tartışmaları Grundrisse’nin Fransızca ve İngilizce çevirilerinin yayımlanması ile 1960’larda sömürgeden yeni kurtulan Batı dışı ülkelerin modernleşmesi bağlamında yeniden gündeme gelmiştir. Bunda özellikle bu ülkelerin modernleşme biçimleri ve yollarının mahiyetine dair tartışmalar ciddi bir biçimde etkili olmuştur. Türkiye’de ise tartışma Osmanlı toplum yapısı ile ilişkili olarak meydana çıkmıştır. Etrafında kapsamlı ve ateşli tartışmaların yaşandığı konu Osmanlı toplumunun ATÜT mü feoadal mi olduğu yönündedir. Bunlardan birisinin olması durumunda devrim stratejisi de değişecektir. Osmanlı toplum yapısının ATÜT olduğunu savunan görüşlere göre Osmanlı toplumunda özel mülkiyet olmadığı için toplumun kendiliğinden değişebileceği bir yapı söz konusu değildir. Bu sebeple Türkiye’de bir toplumsal değişme (devrim) için itici bir güce ihtiyaç vardır. Devlet yukarıdan aşağıya zor kullanarak toplumu ATÜT’ün durağan yapısından koparacaktır. ATÜT’çüler küçük burjuva devrimciliği olarak adlandırdıkları bu değişime olumlu anlamlar yüklemektedirler. Bu anlayıştan ötürü ATÜT yaklaşımının toplumsal alanın dinamizmini ıskalamaya neden olduğunu söyleyebiliriz. Zira değişimin olmadığı bir toplumda toplumsal değişimi araştırmak da anlamsızdır. Tartışmaların genelde ATÜT’ü kullanarak Türk toplum tarihini anlamaktan ziyade Türkiye toplumunun ATÜT’e uyup uymadığı çerçevesinde seyretmesinden ötürü bir derinleşme ve kuramsallaştırma söz konusu olmamıştır. ATÜT konusu 1970’lerin sonundan itibaren tartışmanın dünyadaki seyrine paralel bir biçimde gündemden düşmüş ve yerini aşağıda ele alacağımız sivil toplum analizleri çerçevesinde patrimonyalizm tezlerine bırakmıştır. Patrimonyalizm ve Sivil Toplum Problemi Batı Dışı modernleşmeleri ve toplumsal değişmeleri açıklamada ATÜT ile rekabet eden bir diğer model ise Weberyen patrimonyalizm teorisidir. Türkiye’de ATÜT kadar merkezi ve açıkça tartışılan 202 bir konumda olmasa da patrimonyalizm teorisi temelinde dikkat yürütülen tartışmaATÜT ile patrimonyalizm lar Türk modernBatı dışı toplumlardaki deleşmesi için dikkate ğişimi aynı temellerden hadeğer ve hatta daha reketle açıklamaktadırlar. etkili bir çerçeve teşkil etmiştir. Weber, patrimonyalizmi geleneksel egemenliğin üç tipinden biri olarak tanımlar. Ona göre patrimonyalizmin uç durumu olan sultanizm Osmanlı toplumsal yapısını ifade etmektedir. Bu otorite türünde her şey sultanın şahsi mülküdür ve sultan kulları olan bürokrasi aracılığıyla toplumu kontrol etmektedir (Weber, 1978, ss. 231-232). Dolayısıyla patrimonyalizmi tanımlayan özellikler geleneklerle meşrulaştırılmış sultanın şahsi idaresi, sultana şahsen bağlı bir bürokrasi, her şeyin sultanın mülkü olması ve saray ile toplum arasında herhangi bir ara kademenin olmamasıdır. Weber, Doğu toplumlarında patrimonyalizm sebebiyle toplumsal değişimin yavaş olduğunu ve dolayısıyla Batı’daki gibi bir modern kapitalizmin gelişmediğini düşünmektedir. Sultanizm, her şeyin sultanın şahsi mülkü olduğu ve sultanın bürokrasi aracılığıyla toplumu kontrol ettiği patromonyal otorite türüdür. Weberyen patrimonyalizm tezleri Türkiye’nin toplumsal tarihini, yapısını ve değişimini açıklarken sıklıkla başvurulan bir teorik temeli teşkil eder. Bu tür açıklamalardan en bilineni Sabri F. Ülgener’e aittir. Açık bir biçimde Weberyen açıklamaları benimseyen ve hatta bir “Türk Weberi” olarak adlandırılan Ülgener (2006), Türkiye’nin gerileyişi (inhitat) olarak adlandırdığı sürecin ana nedeni olarak iktisadi zihniyette ortaya çıkan kadercileşmeyi ve “bir lokma bir hırka” düşüncesini görmektedir. Weberyen gelişme tezinin doğrudan uygulaması olan bu açıklamaya göre Türkiye toplumu kadercilikten ötürü değişim dinamiğini kaybetmiştir. Ülgener gibi açık bir biçimde olmasa da Şerif Mardin ve Kemal Karpat da açıklamalarında Weberyen çerçeveyi toplumsal değişme çalışmaları- Toplumsal Değişme Kuramları na arkaplan olarak kullanmaktadırlar. Bu iki isim geliştirdikleri açıklamalarında sıklıkla Weberyen patrimonyalizm tezlerine başvururlar. Bu tezler arasında en dikkat çekeni Osmanlı’da bir orta sınıfın ve sivil toplumun gelişmeyişidir. Buna göre sivil toplum oluşmadığı için Batılı manada bir demokratik sistemin oluşumunu destekleyecek bir sınıflı toplumsal yapı ortaya çıkmamıştır. Bu doğrultuda patrimonyalizme bir teorik çerçeve olarak yaslananların onu pekçok bakımdan sorgulanmaksızın kabul ettikleri görülmektedir. Hâlbuki Weber’e dayanarak gerçekleştirilen bu analizlerin geçerliliği tartışılabilir. Osmanlı iktisat ve toplum tarihi hakkında önemli çalışmalar yapan bir isim olan Halil İnalcık Weberyen patrimonyalizm tezlerini eleştirmekte ve Osmanlı toplumu için düzeltilmiş yeni bir patrimonyalizm modeli önermektedir. İnalcık (1994, ss. 20-21), özellikle Weber’in şehirleri bütünüyle örgütlenmemiş, plansız ve devlete bağımlı sayan görüşünün yanlışlığını vurgular. Osmanlı şehirleri yaygın bir ticaret ve zanaat ağıyla sadece sultanın karargâhı olmaktan uzak kendi içinde bir üretim ve yönetim yapısına sahiptirler. İnalcık (1994, s. 21) ayrıca Osmanlı bürokrasisinin salt sultanın kulları olarak tasvir edilmesine de karşı çıkar. Ona göre Osmanlı bürokrasisi uzmanlaşmadan yoksun salt patrimonyal efendinin kulları olarak tasvir edilemez. Zira bu bürokratlar her zaman sorgusuz sualsiz sultana itaat etmemiş, aynı zamanda bazen kendi çıkardıkları adaletname, nizamname ve fermanlar aracılığıyla şahsi uygulama ve keyfi tahsilatları kısıtlamaya çalışmışlardır. İnalcık sultanların “çok karmaşık bir hesap sistemini işleten ve devletin gelir gider dengesini korumaya çalışan maliye bürokrasisini korumaya ve kollamaya mecbur” olduklarını belirtir. Ona göre Osmanlı’da bürokrasi sultanın en üst konumunu kendi idaresine ve düzenlemelerine temel olması için bilinçli olarak korumuştur. Hatta Osmanlı’da 18. yüzyıl sonrası görülen yenileşme çabalarının arkasında bu bürokrasi mevcuttur (İnalcık, 1994, ss. 21-23). Ancak patrimonyalizm tezlerinin en önemli iddiası Doğu’da devlet (saray) ile toplum arasında hiçbir ara kademenin olmayışıdır. Bu varsayım aydınlanma düşüncesinden itibaren kendisine geniş bir zemin bulmuş ve Osmanlı gibi doğu toplumlarının değerlendirilmesinde temel teşkil etmiştir. İnalcık özellikle sivil toplum tartışmaları çerçevesinde ciddi bir rolü olan bu varsayımın da ciddi hatalarla malül olduğunu belirtir. Ona göre Osmanlı’da toplumsal grupların hatırı sayılır bir özerkliği mevcuttur. Özellikle ülema Sultan’ın şahsi otorite ve düzenleme alanını şeriat ve gelenek adına kısıtlamaktadır. Sultan’ın karşısında konumlarını korumak isteyen diğer gruplar da zaman zaman ulemanın koruyuculuğuna sığınmaktadırlar. İnalcık (1994, ss. 16-21) kendi içerisinde özerkliğe sahip, birbiriyle bir denge ve uyum halinde loncalar, ulema ve bürokrasi gibi çeşitli toplumsal grupların varlığını sıralar. Nihayetinde İnalcık, Weber’in Asyalı despotik imparatorluklar teorisinden türeyen Doğu-Batı ayrımı şemasını indirgemeci bulmakta ve Osmanlı sisteminin kendine has taraflarının bu şemada gölgelendiğini dile getirmektedir (İnalcık, 1994, s. 25). Toplumsal değişimi açıklarken Ülgener, Mardin ve Karpat gibi isimler doğrudan, sıklıkla ve sorgulamaksızın Weberyen teorik çerçeveyi kullanmaktadırlar. Ancak bu üç ismin de ortak noktası Weberyen teorileri Weber’in Amerikan yorumu üzerinden edinmeleridir. Bu sebeple Weberyen tezler Türk sosyolojisine Weber’in ABD’deki yorumları üzerinden, özellikle de modernleşme kuramları dâhilinde, girmiştir. Dolayısıyla Weberyen açıklamalar Türkiye sosyolojisinde modernleşme ve toplumsal değişme ile ilgili açıkça müşahede edilemeyen görünmez bir etki kazanmıştır. Modernleşme Kuramları: Toplumsal Değişmenin Yapısal-İşlevselci Açıklaması II. Dünya Savaşı sonrasında, ABD’de şarkiyatçı çalışmaların değişen bağlamı dâhilinde Batı dışı toplumlar ile ilgili modernleşme kuramları çerçevesinde yoğun bir araştırma gündemi söz konusudur. Modernleşme kuramları klasik sosyolojide yer alan modern öncesi (geleneksel) toplumlar ile modern toplumlar arasındaki ikilik ve bu ikisi arasındaki işlevselci tarihsel geçiş fikrine yaslanmaktadırlar. Modernleşmeciler bu geçişi toplumun kaçınılmaz bir evrimi olarak görürler. Bu aşamalı toplumsal değişimin iktisadi, sosyal ve siyasi boyutları vardır. İktisadi alanda modernleşme dışa açık bir iktisadi yapının oluşumu ve serbest piyasanın gelişimi ile açıklanmaktadır. Siyasi düzlemde de parlamenter demokrasinin oluşumu beklenmektedir. Son olarak toplumsal alanda ise temelde kentleşme ve sekülerleşme ile açıklanan Batılı değer ve sistemlerin toplumsal olarak benimsenmesi beklenmektedir. 203 Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim Çağdaş sosyolojide yapısal işlevselciliğin kurucusu olan Parsons aynı zamanda modernleşme kuramının da önemli isimlerinden birisidir. Parsons’a (1960) göre tüm toplumlar nihayetinde modern aşamaya varacaklardır. Bunun için de modern toplumları modellemelidirler. Ona göre asıl toplumsal değişim gelenekselden moderne geçiş ile ilintilidir. Bu süreçte toplumda ciddi bir farklılaşma yaşanmakta ve kapsamlı bir toplumsal değişim gerçekleşmektedir (Parsons & Smelser, Neil J., 1956). Parsons’ın sağladığı bu teorik çerçeve modernleşme kuramlarına önemli bir temel sağlamıştır. Bu temellerden hareketle modernleşme kuramları 1970’lere kadar Batı dışı toplumlarda toplumsal değişmeyi açıklamada neredeyse tekel oluşturmuştur. Etkili bir modernleşme kuramcısı olan Walt Whitman Rostow’a (1966) göre modernleşme için tüm toplumların batılı iktisadi gelişmenin aşamalarını takip etmeleri gerekmektedir. Daniel Lerner (1958) gelenekselden moderne geçişte kitle iletişimi ve ulaşımın önemini vurgular. Modernleşmenin katılım arzusu çerçevesinde yükselen bir protesto hareketi olduğunu ileri süren Shmuel Noah Eisenstadt (2007, s. 11) bu süreçte “modernleştirici elitler”e merkezi bir konum ve rol atfeder. Seymour Martin Lipset (1981, s. 28) ise modernleşmeyi bir demokratikleşme süreci olarak görür. Modernleşme kuramları Batılı modelden elde ettikleri modelleri dünyanın geri kalanında uygulama peşindedirler ve toplumlar arasındaki tarihsel, kültürel ve yapısal farklılıkları çok da önemsememektedirler. Bu durum 1945 sonrası dünya siyasetinde yaşanan gelişmelerle yakından ilişkilidir. Bu siyasi ortamda Türkiye’nin aldığı kararlar sonraki dönemleri şekillendiren pek çok yeniliğin devreye girmesine neden olmuştur. Bunlar arasında Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasını sağlayan Marshal Planı önemlidir. Temelde modernleşmeci vizyon ve fikre dayanan bu planın uygulandığı ülkelerde iktisadi ve sosyal kalkınmanın Batılı modeli takip ederek gerçekleşeceği böylece modernleşmenin sağlanacağı düşünülmektedir. Modernleşme kuramları bakımından uzun bir modernleşme geçmişi dolayısıyla Türkiye’nin uygun bir model oluşturduğu düşünülmektedir. Bu çerçevede Rostow (1966) iktisadi gelişmenin aşamalarını sayarken Türkiye’nin 1930’ların ortasında kalkışa hazırlık aşamasında bulunduğunu belirtir. Bu aşamada modernleşmenin önünde temel bir engel olan geleneksel yapı modernleşmeci elitler eliyle ortadan kaldırılmıştır. Rostow’a göre 1950’ye gelindiğinde Türkiye kalkış için hazırdır. Türkiye’ye yakın bir ilgi gösteren 204 hatta temel tezlerini Türkiye’den hareketle oluşturan Lerner’a dikkat (1958; 1960) göre Modernleşme kuramları ise Türkiye’de mo1945 sonrası ortaya çıkan dernleşmenin tedünya siyaseti ile yakından mel aktörleri giriilişkilidir ve Türkiye’de de şimci orta sınıf ve ordudur. Dünyaya bu bağlamda kullanılmıştır. uyumda bu iki grup belirleyici olacaktır. Modernleşme kuramlarının yapısal işlevselci analizleri Türkiye’de toplumsal değişimi açıklarken birbirine zıt düşünen akademisyenlerin dahi ortak temel hareket noktası olmuştur. Türkiye’de modernleşme kuramlarını doğrudan toplumsal değişim analizine uygulayan isimlerin başında Mübeccel B. Kıray gelir. Kıray 1960’larda gerçekleştirdiği araştırmalarda yapısal işlevselci değişim anlayışı çerçevesinde Türkiye’de modernleşmenin imkan ve mekanizmalarını sorgulamıştır. Kıray modernleşmeyi kaçınılmaz bir süreç olarak görmesiyle modernleşme kuramlarına bağlanmaktadır. Ona göre Türkiye’de toplumsal değişimin doğal bir neticesi olarak modernleşme gerçekleşecektir. Ancak bu süreçte geçiş toplumunun bazı ara formları ortaya çıkacaktır. Böylece geleneksel toplumdan modern topluma geçilirken ara bir merhalede tampon kurumların oluşturduğu (istisnai ve geçici) bir geçiş toplumu söz konusudur. Bu geçişte ekonominin rolü önemlidir. Kıray, iktisadi yaşamda ortaya çıkan değişimlerin örgütlenme, aile, nüfus ve değerler gibi toplumsal alanın parçalarına sirayet ederek toplumu dönüştürdüğünü düşünmektedir. Modernleşme kuramlarının etkisi sadece Kıray ile sınırlı kalmamıştır. Bu kuramları doğrudan veya dolaylı bir biçimde kullanan başka isimler de mevcut olagelmiştir. Bu kuramlar dâhilinde Türkiye’de yaşanan toplumsal değişimi kendi içinde bir bütünlükle değil de sürekli modern toplumları model olarak alarak modernleşmenin seyri açısından değerlendirme söz konusudur. Kuramsal Temellerin Yeterliliği? Yukarıda da ele alındığı üzere Türkiye’de toplumsal değişim çalışmaları üç ana kuramsal temele dayanmaktadır: Marksist ATÜT yaklaşımı, Weberyen Patrimonyalizm modeli, modernleşme kuramları. Bunlara 1980 sonrasında çoğul modernlikler veya Batı dışı modernlikler teorisi eklense de toplumsal değişme ile ilgili bu teoriye göre şekillenmiş Toplumsal Değişme Kuramları kapsamlı örnekler henüz ortaya çıkabilmiş değildir. Sonuç olarak Türkiye’de toplumsal değişim kendi başına ele alınan bir konu olmaktan ziyade sosyolojinin kavramsal dilinden ve Türkiye’nin toplumsal yapısına dair tartışmaların doğasından ötürü sürekli modernleşme ile birlikte ele alınmaktadır. Toplumsal değişmeyle kapsamlı bir şekilde ilgilenmiş aşağıda ele alınan az sayıdaki ismin çalışmaları incelendiğinde onların değişimle ilgili teorilerinin de modernleşme ile ilişkili olduğu görülmektedir. Öğrenme Çıktısı 1 Toplumsal değişimin ana çerçevesini ve fikri arkaplanını oluşturan teorik bağlamı anlayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş Türkiye’de ATÜT tartışmalarının toplumsal yapı incelemeleri üzerine yansımalarını araştırınız. Kemal Tahir’in Devlet Ana romanını okuyarak kerim devlet kavramı ile patrimonyalizm kavramını karşılaştırmaya çalışınız. Bir arkadaşınıza modernleşmenin Türkiye’deki toplumsal değişme bakımından yerini anlatınız. MÜMTAZ TURHAN’IN KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ Erzurum’da dünyaya gelen Mümtaz Turhan (1908-1969), ailesi Birinci Dünya Savaşı sırasında Kayseri’ye göç ettiği için bir süre burada yaşadı. Bu göç hadisesi hem onun kişisel yaşamında hem de sosyal bilimciliğinde çok etkili olmuştur. 1928-35 yılları arasında toplam yedi yıl Almanya’da kalarak Frankfurt Üniversitesinde doktorasını bitiren Turhan akabinde çeşitli defalar İngiltere ve ABD’de kalarak aşağıda ele alacağımız kültürle ilgili teorilerini geliştirmiştir. Turhan, temelde takipçisi olduğu Ziya Gökalp’in fikirlerini eleştirerek antropoloji, sosyal psikoloji ve sosyolojinin kesişim alanında bir toplumsal değişim açıklaması oluşturmuştur. Turhan’ın 1940’ların sonunda kaleme aldığı Kültür Değişmeleri isimli eseri Türkiye’de yaşanan modernleşmeyi etnolojik bir bakış açısıyla eleştirel bir gözle değerlendiren bir çalışma olarak toplumsal değişmeye ilişkin önemli bir yorum getirmiştir. Eser Türkiye’nin tek partili dönemi geride bırakmaya ve Resim 8.1 Düşünce Dünyamızın Önemli Batı blokunda yer almaya hazırlandığı bir dönemde yazılmıştır. İsimleri Arasında Yer Alan Mümtaz Turhan Turhan, burada Türkiye’de arzulanan modernleşmenin neden Kaynak: http://www.biyografya.com/ istenildiği gibi gerçekleşmediğini kültür kavramına merkezi bir biyografi/13628. yer vererek sorgulamaktadır. Turhan temelde evrimci antropolojik perspektifle ve işlevselci bir yaklaşımla modernleşmeyi kaçınılmaz bir süreç olarak görmektedir. Etnolojinin saha Etnoloji, insan ırklarının nereden gelgözlem tekniklerini kullanan Turhan, aynı zamanda tarihsel diklerini, nasıl geliştiklerini ve nasıl analize de merkezi bir yer vermektedir (Turhan, 1997, s. 22). yayıldıklarını inceleyen bilim dalıdır. Bu çerçevede onun çalışması tarihsel verileri güncel saha verileriyle harmanlayarak analiz eden çalışmalara iyi bir örnektir. 205 Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim Kültür Kavramı ve Değişim Turhan (1997, s. 35-37), Antropoloji’de İngiliz Okulu mensuplarının görüşlerinden oldukça faydalanarak kültür ve kültür değişmeleri gibi kavramları tarih, antropoloji, sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin de yardımlarıyla detaylı bir şekilde tanımlamaktadır. Buna göre kültür insan hayatında sosyal yoldan sahip olunan maddi-manevi her unsuru kapsar. Turhan’a (1997, s. 18-19) göre tıpkı biyolojide hüküm süren evrim teorisinde olduğu gibi ilkel kavimlerden günümüze kadar oluşmuş toplumlar da belli bir süreç içerisinde şimdiki formlarını almışlardır. Evrimci perspektiften kültürel değişmeyi de yeni çevre koşullarına uyum ile ilişkili olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla ona göre aynen biyolojide olduğu gibi bir toplumun mevcudiyetini sürdürebilmesi için uyum göstermek üzere değişmesi gereklidir. Turhan’a göre kültür insan hayatında sosyal yoldan sahip olunan maddi-manevi her unsuru kapsar. Kültürel değişimin ana etkenlerinden birisi de kültürel etkileşimlerdir. Bu çerçevede ona göre bir kültür unsurunun başka birisi tarafından alınmasında ve yayılmasında etkili olan en önemli faktör fayda teminidir (Turhan, 1997, s. 59-60). Alınan yeni kültürel unsur eğer faydalı olur ve sorunları çözerse daha kolay kabul edilir ve mevcut kültürde bir değişim meydana getirirken faydası belirsiz ise kabulü zorlaşır ve mevcut kültürde bir tutuculuğa sebep olabilir. Bu bakış doğrultusunda Türk modernleşmesini değerlendiren Turhan, sorunun batılılaşma tarzında olduğunu belirtmektedir. Ona göre fayda temini gözetilmeden değerleri değiştirmeye yönelen modernleşme girişimleri toplum tarafından dirençle karşılanmıştır. Turhan, araştırmasına temel teşkil edecek ampirik gözlemleri 1932-1948 arasında kendisinin de içinden çıktığı köyde yapmıştır. Erzurum’un Horasan ilçesindeki köylerden bir grup insan, Birinci Dünya Savaşı sırasında Kayseri’ye göç etmiş ve burada bir süre yaşadıktan sonra köylerine geri dönmüştür. Turhan, bu grubun köyde kalanlara göre farklı özellikler gösterdiği gözleminden hareketle kültür değişimleri üzerine kapsamlı bir değerlendirme yapmıştır. Köyden çıkıp başka bir kültürle 206 temasa geçen grup daha değişimcidir. Bu grubun iktisadi üretim alanında yeni koşullara daha kolay uyum sağladığı ve yaşam biçimlerinin de buna göre değiştiği görülmektedir. Turhan, evlere çatı ve duvarlara pencere yapımı, yeni buğday cinslerinin denenmesi, biçme ve krema makinesinin kullanımı ve farklı mobilyaların kullanımı gibi değişimleri gözlemiştir. Bütün bu öncüllerin maddi-manevi kültür üzerinde önemli etkileri olduğunu görmektedir. Örneğin; Kayseri’den getirilen buğdayın iklim sebebiyle istenilen neticeyi vermemesi, yine Kayseri-Yozgat yöresinden getirilen Ankara keçilerinin de gerek iklim gerekse bakım açısından istenileni vermemesi eski alışkanlıkları geri getirmiştir. Dolayısıyla bu unsurlar kabul edilip denendikten sonra reddedilen unsurlar arasına girmiştir. Yöre halkının manevi kültür alanında da benzer değişimler söz konusudur. Turhan, (1997, s. 86) köy halkının eğitim ve tıbbi konularda gittikçe daha bilinçli yaklaştığını gözlemiştir. Ayrıca ziraat alanında makine kullanmaya yönelik istek artmaktadır. Halkın yeniliklere uymadaki bu tavrının tersini oluşturan durumlar da mevcuttur. Bu çerçevede peçe ve çarşafın kaldırılması ve şapkanın kabulü Turhan’ın ifadesiyle “halk tarafından doğrudan doğruya hiç denenmeden reddedilmiş”tir. Buna mukabil, Hollanda’dan gelen krema makinesi ise doğrudan kabul edilmiştir. Turhan’a göre yabancı kültür unsurları eğer mevcut kültürü doğrudan tehdit etmiyor ve fayda oluşturuyorsa memnuniyetle kabul edilmektedir. Dolayısıyla Turhan’a göre (1997, s. 59-60) “yeni bir kültür unsurunun alınmasında olduğu gibi bir cemiyet içinde yayılmasında da müessir olan en mühim faktör … fayda temini, itibar kazanma, yenilik arzusu veya temayülü ve bir de yeni unsurun mevcut kültür şekillerine, sistemine uyması’’dır. Bu etkenler etrafında kültürel yapıda çeşitli değişimler gerçekleşmekte, bunlardan bazıları işlevsel olarak varlığını sürdürürken diğer bazıları da işlevsel olmadığı için ortadan kalkmaktadır. Bu analizden hareketle Turhan (1997, ss. 113-116) iki tür kültür değişmesinin mevcut olduğunu dile getirir: Serbest kültür değişmeleri ve cebri (zorlanmış, empoze) kültür değişmeleri. Serbest kültür değişmesi bir grup veya topluluğun bir başkasıyla temas kurduğunda herhangi bir zorlamaya maruz kalmaksızın kendi kültüründeki bazı kısımları değiştirmesidir. Bu tür değişimlerde halkın bir fayda mülahazası ile kendiliğinden edindiği ve neticesinde faydasını Toplumsal Değişme Kuramları analiz ederek sürdürdüğü veya bıraktığı yeni kültürel unsurlar söz konusudur. Cebri kültür değişimi ise bir tarafın diğerini kültürünü değiştirmesi için zorlaması veya bir toplum içindeki belirli bir grubun belirli bir yöndeki değişim için zor kullanması ile yaşanan değişimdir. Bu değişimde halkın kendiliğinden eriştiği bir fayda mülahazasından ziyade bir otorite veya güç tarafından kültürün belirli unsurlarının zorla değiştirilmesi söz konusudur. Serbest ve Cebri Kültür Değişimleri: Türk Modernleşmesinin Analizi Bu iki kavram esasen Turhan’ın Osmanlı-Türk modernleşmesini analiz etmek üzere geliştirdiği kavramlardır. Turhan, Lale devrinden başlayarak batılılaşma sürecini yedi döneme ayırır: (i) Lale Devri - III. Selim Dönemi’ne kadar olan süreç, (ii) III. Selim Devri, (iii) II. Mahmud Dönemi, (iv) Tanzimat Devri, (v) II. Abdülhamid Devri, (vi) Meşrutiyet Devri, (vii) 1923’ten günümüze kadarki dönem. Ona göre Osmanlı’da Viyana bozgunundan sonra izlenen yanlış strateji ve siyasi hataların da getirisiyle bir bocalama dönemi olan Lale Devri’nde Batılılaşma adına fazla bir yenilik gözlemlemek mümkün olmamıştır. Zira Tanzimat’a kadar geçen dönemler boyunca Osmanlı’nın içinde bulunduğu psikolojik tutum hala kendisinin Batı medeniyetinden üstün olduğu yönündedir. Fakat alınan ağır yenilgiler, gerek halkın gerekse ordunun bitap düşmesi, alınan siyasi önlemlerin işe yaramaması sebebiyle Tanzimat Fermanı bütüncül bir değişim, bir çıkış yolu olarak görülmüş fakat bu da başarıya ulaşamamıştır. Alınan önlemler genellikle siyasi ve askeri temelli olduğundan çözümler yüzeysel ve geçici olmaktan öteye gidememiş, halkın sorunlarına çare olamamıştır. Cumhuriyet ile birlikte Batılılaşma yönünde esaslı bir dönüşüm başlamıştır. Önceki dönüşümlerden farklı olarak bu sefer daha bütüncül, kapsamlı ve hızlı bir değişim seyri söz konusudur. Tüm bu batılılaşma süreci temelde bürokratik bir elitin devlet mekanizmasını kullanarak gerçekleştirdiği cebri dikkat bir kültür değişmeTurhan serbest ve cebri sidir. Batılılaşmadakültür değişimlerini Türk ki başarısızlıkların modernleşmesinin tıkanedenlerinin tam da nıklığını açıklamak üzere burada aranması gekullanmaktadır. rekmektedir. Buna göre yeni dönemde halkın kendi faydacı alımlamasının daha etkin olduğu bir serbest kültür değişmesi tercih edilmelidir. Empoze veya mecburi kültür değişmelerinin, ekseriya grup veya cemiyetlerden birisinin mahkûmiyetiyle neticelenen karşılaşma hallerinde meydana geldiğini düşünen Turhan (1997, s. 113) modernleşme tecrübesinde de böyle bir mahkumiyet görmektedir. Kitabın kaleme alındığı dönem Türkiye’nin Batı blokunda yer almaya çabaladığı, bu bağlamda Marshall yardımları çerçevesinde ilk teknik desteklerin başladığı dönemdir. Aynı zamanda çok partili hayata geçiş çabaları ve tek parti döneminde uygulanan baskıcı modernleşme çabalarında bir değişim arayışı söz konusudur. Dolayısıyla Turhan’ın Türkiye’de toplumsal değişim (modernleşme) için yeni döneme uygun bir yol haritasını da çıkardığını söyleyebiliriz. Turhan (1997, s. 107), toplumsal değişmenin önemli bir koşulunun harici temas olduğunu düşünmektedir. Türkiye’nin Batı blokunda yer almaya başladığı bir dönemde özellikle ABD tarafından sağlanan teknik destekler bu tür bir harici teması sağlamaktadır. Sonuç: İşlevsel Faydalar ve Değişim Kültür değişmelerinin sosyo-psikolojik boyutuna kapsamlı bir biçimde işaret eden Turhan, özellikle sosyoloji-tarih, antropoloji-psikoloji disiplinlerinin ışığında Türkiye’de Batılılaşma hareketinin çeşitli kurumlar ve aynı şekilde köy ve şehir yaşantısı üzerindeki etkisini detaylı bir biçimde ele almıştır. Turhan, değişimi ele alırken etnolojinin bakış açısını kullanmıştır. Bunu onun sosyal değişme kavramı yerine kültür değişmeleri kavramını kullanmasından da açık bir biçimde görebiliriz. Turhan, etnolojinin sağladığı evrimci çizgisel değişim anlayışını dönemin hakim yaklaşımı olan işlevselcilikle destekleyerek toplumsal değişmeyi analiz etmiştir. Bu çerçevede bir toplumda değişimin geçerli, sürekli ve kalıcı olabilmesi için evvela işlevsel ve faydalı olması gerektiğine vurgu yapar. Bu vurgu etrafında Türk modernleşmesini ele alan Turhan, bu sürecin yukarıdan bürokratik bir biçimde devletin zorlamasına dayalı olarak yürütülmesinin ve evvela kültürün mukavemetli ve sert boyutlarını değiştirmeye yönelmesinin başarısızlığın asıl nedeni olduğunu belirtmektedir. Ona göre yumuşak bir biçimde aşağıdan kendiliğinden ve faydalarını görerek gerçekleşecek bir modernleşme hem daha sıhhatli hem de daha kalıcı olacaktır. 207 Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim Öğrenme Çıktısı 2 1950’lerde modernleşmenin biçim değiştirmesiyle ortaya çıkan yeni modernleşme arayışı ve değişim tartışmalarını inceleyebilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş Marshal Planını ve Türkiye’deki uygulamalarını araştırınız. Cumhuriyet’in erken dönemlerindeki kültürel devrimleri cebri kültür değişmesi kavramı ile ilişkilendiriniz. Köylerde yaşanan üretim sistemi değişimini arkadaşlarınızla Turhan’ın perspektifinden hareketle tartışınız. MÜBBECCEL B. KIRAY: TOPLUMSAL DEĞİŞMENİN İŞLEVSELCİ AÇIKLAMASI Mübeccel B. Kıray, Türkiye’de toplumsal değişme ile alakalı hem teorik hem de uygulamalı olarak doğrudan ve kapsamlı çalışmalar yapan önemli bir isimdir. 1923 yılında İzmir’de doğan Kıray çalışmalarını modernleşmeyi anlamak ve desteklemek üzere gerçekleştirmiştir. Kıray Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde aldığı lisans eğitiminin ardından Behice Boran’la Tüketim Normları Üzerine doktora yapmıştır. Daha sonra Northwestern Üniversitesi’nde ikinci bir doktorayı Dört Farklı Kültürde Gösterişçi İstihlak Eğilimleri başlığı ile yapmıştır. 1960’ta ODTÜ’de Sosyal Bilimler Bölümü’nü kuran Kıray 1960’lar ve 1970’lerin ilk yarısında toplumsal değişme ile ilgili önemli araştırmalar yapmıştır. Resim 8.2 1923-2007 Tarihleri Arasında Yaşayan Mübeccel Kıray Kaynak: http://www.biyografya.com/biyografi/13451. 208 Değişme ve Sosyal Sorunlar 1950’ler Türkiye’de çok hızlı bir toplumsal değişimin yaşandığı bir dönemdir. Sanayileşme filiz vermekte, yoğun bir biçimde kentleşme yaşanmaktadır. Bu çerçevede Tekeli (2000) o dönemde yaygın bir biçimde bu değişmenin bir problem olarak görüldüğünü belirtmektedir. Zira yaşanan değişmeler mevcut toplumsal yapıda yeni sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Kıray ise doğrudan bu değişimin kaynağı, dinamikleri ve biçimi ile ilgilenerek sorunların değişimden değil, değişimin yeterince hızlı olmamasından –ya da eksik olmasından– kaynaklandığını savunmuştur. dikkat Bu sebeple Kıray’ın Kıray’a göre toplumsal değişimden kaydeğişmenin kendisi değil, naklanan sorunlara hızı ve neticeleri sorunlu önerdiği çözüm deolabilir. ğişimi hızlandırarak tamamlamaktır. Kıray’a göre toplumsal değişimin temel sebebi iktisadi sahada yaşanan değişimlerdedir. Kırda yaşanan nüfus artışını besleyebilecek bir üretkenlik artışı gerçekleşmediği için emek fazlası ortaya çıkmıştır. Kırda yeterli geçim imkânlarını bulamayan bu kişiler, kentte yeni gelişmekte olan sanayi tarafından kente çekilmektedirler. Böylece kırdan kente yoğun bir göç yaşanmaya başlamıştır. Bu gelenler marjinal işlerde çalışmakta, kentin düzenine ayak uyduramamakta ve kentin çeperlerinde varlıklarını sürdürmektedirler. Dolayısıyla onların bu Toplumsal Değişme Kuramları şekilde kente entegre olamayışlarından kaynaklanan yoğun ve kapsamlı sosyal problemler değişmenin bir sorun olarak görülmesine sebep olmuştur. Bu ortamda Kıray, değişmeyi tasvir ve tahlil edebilmek için 1960’lar ve 1970’lerde önemli saha çalışmaları gerçekleştirmiştir. Bunlardan birincisi onun değişime yaklaşımını kristalize bir biçimde bize gösteren Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası çalışmasıdır. Bu çalışma sanayileşme faaliyetlerinin toplumsal yapıda meydana getireceği değişimleri anlamak üzere Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından ısmarlanmıştır. Yine DPT için yapılan bir diğer araştırma ise Ege bölgesinde sosyal yapının turizme elverişliliğini saptamak maksadıyla Yedi Yerleşme Noktasında Turizmle İlgili Sosyal Yapı Araştırması adıyla gerçekleştirilmiştir (Kıray, 1964). Çukurova’da kırsal dönüşümün biçimini ve sorunlarını ele almak üzere gerçekleştirdiği araştırmada köydeki iktisadi değişimlerin toplumsal ilişkilere yansıması ele alınmaktadır (Hinderink & Kıray, 1970; Kıray, 1966). Kıray 1970’lerin başında İzmir’de iş hayatının yapısı ile kentleşme arasındaki ilişkiyi ele aldığı Örgütleşemeyen Kent: İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme Düzeni adlı araştırmasında kentleşme ile ilgili kendine has kavramları ortaya atar (Kıray, 1998). Toplumsal Değişimde Geçiş Kuramı ve Tampon Mekanizmalar Kıray toplumsal yapıdaki değişimi işlevselci kuramı bazı yönleri ile genişleterek ele almaktadır. Ona göre “her sosyal yapı, bu yapıyı meydana getiren sosyal kurumların insan ilişkilerinin ve bunların karşılıklı etkileşimlerinden doğan sosyal değerlerin birbirini karşılıklı olarak etkiledikleri bir bütündür. Ve bu bütün her zaman aynı olmayan hız ve tempoyla değişir” (Kıray, 2000, s. 19). Bu çerçevede bir toplumsal yapıyı bütünsel bir biçimde oluşturan ve onu ele almamızı sağlayan dört temel unsur mevcuttur: Ekoloji, nüfus, organizasyon ve değerler. Kıray’a göre bir toplum evvela belirli bir mekanda belirli bir yeri ve biçimi ve bir yerleşme şekli olan ekolojik bir topluluktur. Bu ekolojik çevre içinde bir toplumu oluşturan kendine has özellikleri olan nüfus kompozisyonu söz konusudur. Bunun üzerine belirli bir sosyal örgüt ve bunlara bağlı bir değerler sistemi söz konusudur. Karşıladıkları işlevler ile birbirine bağlı olan bu dört unsur toplumsal ya- pının değişimi üzerinde değişik boyutları ile etkili olmaktadırlar. Ekolojik çevre şekil ve hacim bakımından toplumsal yapıyı etkiler. Organizasyon ise kurumların farklılaşma, ihtisaslaşma ve örgütlenme dereceleri bakımından toplumsal yapı üzerinde etkilidir. Aynı zamanda bir toplumun dışarıya açıklığı, dışarısı ile bağlantı kurma, bütünleşme şekli ve miktarı toplumsal yapıyı etkiler. Benzer şekilde insan ilintilerinde herkesin birbirini tanıdığı şahsi yüz yüze temaslardan, anonim ve gayri şahsi rollere dayanan ilintilere geçiş derecesi önemlidir. Öte yandan bu süreçte değerlerin mahalli ve dini özelliklerinin kaybolup, evrensel olana doğru bir değişim yaşaması beklenmektedir (Kıray, 2000, s. 21). Buradan da görülebileceği üzere Kıray toplumsal yapıyı dengeli bir bütün olarak görmektedir. Bu yapı içerisinde her bir unsurun belirli bir işlevsel karşılığı mevcuttur ve bu işlevlerin değişimi toplumsal yapının da aşamalı bir biçimde değişimine yol açmaktadır (Kıray, 2000, s. 18). Toplumsal değişimi açıklarken Kıray, (özellikle Merton sonrası) işlevselci yaklaşımdaki sosyal düzensizlik ve bozuk işlevler yerine tampon kurumlar kavramını kullanmaktadır. Amerikan sosyolojisinde işlevselciliğin ciddi bir biçimde eleştirildiği ve yeniden formüle edilmeye çalışıldığı bir dönemde bu kavram Kıray’ın teoriye yaptığı en önemli katkıdır. Kıray temelde Türkiye toplumunu gelenekselden moderne doğru bir geçiş içerisinde görmektedir. Bu şüphesiz o dönemde Batı dışı toplulardaki değişmeyi yaygın bir biçimde ele alan modernleşme kuramlarının konuya yaklaşımı dâhilinde yer alan bir açıklamadır. Örneğin Lerner’in (1958) geçiş toplumu kuramında Türkiye tam da gelenekselden moderne geçmek üzere olan bir toplum olarak görülmektedir. Rostow’un (1960) beşli şemasında Türkiye kalkışa hazırlık safhasından kalkış safhasına geçmekte olan bir toplum olarak resmedilir. Kıray (2000, s. 20) bu değişim aşamasında bazı kurumların geçişi sağlayacak tampon mekanizmalar oluşturduğunu düşünmektedir. Tampon kurumlar bir toplumsal yapıdan diğerine geçerken aracılık eden mekanizmalardır. Özellikle geleneksel toplumdan modern topluma geçerken değişimi kolaylaştırırlar. 209 Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim Ereğli Araştırması 1961 yılında Karadeniz kıyısındaki küçük bir kasaba olan Ereğli’de bir Demir Çelik Fabrikası’nın inşaatına başlanmıştır. Bu yıllarda yeni kurulan DPT gelecekte Türkiye’nin sanayileşme süreci içinde geçireceği dönüşümleri ve sorunları bir ölçüde anlayabilmek maksadıyla Ereğli’de yapılan fabrikanın yaratacağı toplumsal değişmeleri saptamak üzere bir ön araştırma yaptırmaya karar vermiştir. İşte bu karar neticesinde Kıray, Ereğli’de bir toplumsal yapı araştırması yapmıştır. Bu araştırmada Kıray, Ereğli’deki mevcut durumu, değişimi analiz ederek toplumsal yapının gelecekte alabileceği biçime dair çıkarımlarda bulunmuştur. Kıray’a göre, Ereğli’de yaşanan değişim devlet eliyle değil, dâhili etkenlerde yaşanan farklılaşmalar sebebiyle kendiliğinden gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu değişimi anlayabilmek için daha bütüncül ve tarihsel bir bakış açısına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede Ereğli’de yaptığı incelemede Kıray, toplumsal yapıyı tüketim normları, iletişim ve zaman, dakiklik ve uzaklık kavramları, aile yapısı ve aile üyeleri arasındaki ilişkiler kapsamında ele almıştır. Kıray (2000, s. 89-90) bu çerçevede geleneksel bir kasabadan modern bir sanayi kentine doğru geçişte “kasabada sayı bakımından en kalabalık, rol ve işlevleri bakımından en önemli grup” olan tüccar-esnaflara özel bir yer vermektedir. Ona göre bu kasabalı tüccarlar geleneksel “feodal yapı”daki “toprak ağaları”nın bazı işlevlerini üstlenerek geleneksel toplumdan modern topluma geçişte bir tampon mekanizma rolü oynamaktadırlar. Ona göre geleneksel feodal düzende toprak ağalığı kurumu köylüye veresiye mal ve borç para vermekte ve böylece bir güvence sağlamaktadırlar. Bu kişiler köylünün ürettiği tarımsal ürünleri satın almakta, kasabadaki işlerinin görülmesinde onlara yardımcı olmakta ve bazı sorunlarını halletmek üzere bizzat çaba göstermektedir. Böylece dışarıdan bir tahakküm gibi görünen ağa-köylü ilişkisi esasında bu toplumsal yapı içerisinde karşılıklı işlevlerle birbirine bağlanmış bir bütünün parçalarını teşkil etmektedir. Modern bir toplumda yaşanan formelleşme ile birlikte bu işlevler başka kurumlar tarafından formel bir biçimde yerine getirilmeye başlanır. Örneğin insanlar borç almak istediklerinde artık bankaya başvurmakta; kamusal işlerini de yine resmi mekanizmalar içerisinde kendileri yürütebilmektedirler. Ancak geleneksel toplumsal yapıdan modern bir yapıya geçiş birden bire gerçekleşmemekte ve bir 210 süreç dâhilinde yaşanmaktadır. Bu süreç bazen çok uzun zaman dilimlerine yayılan bir geçiş tipini, ara formu doğurmaktadır. Dolayısıyla kentleşme sürecinde önceki geleneksel yapıdaki bu işlevleri önceki kurumların bir benzeri olan yeni kurumların üstlenmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda Kıray, Ereğli’de eski tüccar grubunun toprak ağalarının bazı işlevlerini üstlenerek bir tampon mekanizma oluşturduklarını gözlemler. Ona göre her ne kadar dükkanı köhne ve ilkel görünüşte ise de tüccar ve esnaf kapitalist ekonominin bilincinde ve formelleşme süreçlerinin farkındadır. Bu tüccarlar ağanın yerini alarak köylüye veresiye mal ve borç para teminini gerçekleştirmektedirler. Bu tüccarlar köylünün malını ucuza almakta, kendi malını pahalıya satmaktadırlar. Yine dışarıdan bakıldığında bir sömürü gibi görünen bu ilişkinin esasında bu geçiş toplumunda bir işlevi bulunmaktadır. Köylüyü ağadan kurtarmakta, tarımsal üretimini piyasaya yönlendirmekte ve dahası şehirdeki ilişkilere dâhil etmektedir. Yani bu tüccarların bir rolü köylünün gerekli iktisadi döngüsünü gerçekleştirmesi ise, esas ana işlevi de onu yeni modern topluma adapte etmektir. Doğası itibariyle bu ilişki geliştikçe sona ermesi beklenen bir ilişkidir. Zira tüccar esasında köylünün modern ekonomik ve toplumsal ilişkilere dair bilgisizliğinden istifade etmektedir. Köylü yeni toplumsal ilişkileri anladıkça bu işlev azalacak ve bu ilişki de ortadan kalkacaktır. Kıray’a göre tüccardikkat ların oluşturduğu Kıray’a göre Türkiye’de tampon mekaniztoplumsal değişmenin esas ma yeni toplumsal aktörü tüccarlar/girişimciyapıya geçişin daha ler olacaktır. yumuşak bir biçimde gerçekleşmesini sağlamaktadır. Öte yandan Kıray iktisadi yaşamda ortaya çıkan değişimlerin diğer kurumlara da (toplumsal örgütlenme, nüfus, değerler) yansıdığını düşünmektedir. Verimlilik ve ürün fazlasının kullanımı, toprak mülkiyetinde bir değişim meydana getirmiş, burada yaşanan değişim de aile yapısını etkilemiştir. Ona göre birbirini tetikleyen tüm bu değişimler en nihayetinde toplumdaki değer sistemine yansıyacaktır. Formel bir topluma doğru gidildikçe toplumdaki dinselliğin azalacağını, seküler değerlerin daha fazla belirleyici hale geleceğini belirtmektedir (Kıray, 2000, s. 21). Toplumsal Değişme Kuramları Kıray 1962’de araştırmasını gerçekleştirdiğinde kasabada yaşanan değişimleri izlemiş ve bir takım öngörülerde bulunmuştur. Bu çıkarım ve öngörüleri test etmek üzere 20 yıl sonra aynı araştırmayı tekrar yapacağını da belirtmiş ve 1982’de tekrar bölgeye dönmüştür. Bu ikinci araştırma esasında Kıray’ın kendi teorik modelini, varsayımlarını, araçlarını ve çıkarımlarını test etmesi bakımından önem arz etmektedir. Ancak bu araştırma, Kıray’ın 1962’deki modernleşme öngörülerini ekseriyetle doğrulamaz (İlyasoğlu, 2010, s. 189). Özellikle kasabanın formel ilişkilerin ağır bastığı endüstriyel bir kent yaşamına kavuşmamış olması Kıray’ın öngörüsünün yanlışlanması anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle modern topluma geçiş Kıray’ın öngördüğünden çok daha uzun sürmüştür; hatta belki de hiç bitmeyecek gibi görünmektedir. Türkiye’de Toplumsal Değişimi Açıklamada İşlevselciliğin İmkanı? Mübeccel B. Kıray işlevselci yaklaşımı kullanarak, sosyo-kültürel gerçekliği yapısal-fonksiyonel uyum mekanizması dahilinde ele alan önemli isimlerden biridir. Tekeli (2000, s. 9) bir sayım yapılsa Kıray’ın yazılarında en çok geçen terimlerin “karşılıklı etkileşimler” ve “ilişki içinde olma” olduğunun görülebileceğini söylemektedir. Tekeli, bunun sosyolog olmakla ilişkili olduğunu düşünse de aslında bu temelde işlevselci yaklaşımla ilişkilidir. Bu çerçevede Kıray, toplumsal değişimle ilgili teorisini sosyal kurumların toplumsal yapıda denge oluşturma işlevi üzerinden açıklamaktadır. Ona göre bu kurumlar çift taraflı bir rol oynamaktadır: Toplumdaki değişimi temin etmekte ve aynı zamanda da değişimin hızını ayarlayarak sosyal çözülme ve krizi engellemektedirler. Kıray’ın tampon mekanizmalar adını verdiği bu yeni ilişki, kurum, değer ve işlevler onun sadece Türk sosyolojisine değil aynı zamanda dünya sosyolojisine de bir katkısıdır. Öğrenme Çıktısı 3 1960’larda sanayileşme ve göç ile hızlanan toplumsal değişimi anlama ve açıklamada kullanılan tampon kurumlar ve aşamalı değişim teorisini ele alabilme Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş DPT’nin kuruluşunu ve toplumsal yapı araştırmalarındaki rolünü araştırınız. Bilgi iletişim tekniklerindeki kapsamlı değişimin toplumsal yapıya yansımalarını işlevselci perspektiften ele alınız. Ereğli araştırmasının gelecek öngörülerinin niçin gerçekleşmediğini tartışınız. ŞERİF MARDİN: MERKEZ-ÇEVRE İLİŞKİLERİNİN DÖNÜŞTÜRÜCÜLÜĞÜ Türk sosyolojisinde toplumsal değişim veya modernleşme konusu ele alındığında hiç şüphesiz akla gelebilecek önemli isimlerden bir diğeri de Şerif Mardin’dir. Mardin, Türk modernleşmesini ve toplumsal değişimi daha çok siyasal ve dinsel düşünce tarihi üzerinden ele alan çalışmalar gerçekleştirmiştir. Onun tarihsel bağlamdan hareket edip güncel önermelerle renklenen incelemelerinde modernleşme sürecine ve toplumsal değişime dair kapsamlı analizler bulmak mümkündür. Mardin toplumsal değişimi Weberyen bir perspektifle fikirler ve anlamlar ekseninde ele almaktadır. Resim 8.3 Ünlü Sosyolog ve Siyaset Bilimci Şerif Mardin Kaynak: http://www.biyografya.com/ biyografi/2211. 211 Türkiye’de Sosyal Bilimlerde Toplumsal Değişim Merkez-Çevre Kavramsallaştırması Mardin’i toplumsal değişim ve modernleşme ile ilgili olarak merkezi bir figüre dönüştüren unsur, onun Türk siyasasını açıklayabilecek bir anahtar olarak gördüğü merkez-çevre kavramsallaştırmasıdır. Mardin bu kavramı ilk defa 1973’te yayımladığı bir makalesinde kullanmıştır. Mardin merkez-çevre kavramsallaştırmasını Edward Shils’ten almaktadır. Shils’e göre sağlamlığı, büyüklüğü ve bileşenleri değişse de her “toplumun bir merkezi vardır” (Mardin, 2009, s. 121). Mardin, Shils’ten aldığı bu kavramı modernleşme kuramının etkin isimlerinden Eisenstadt’tan aldığı başka bir kavramsallaştırma ile tamamlar. Eisenstadt’a göre Orta Doğu toplumlarında “serbestçe devinip duran” bir kaynak vardır ve bunu düzene sokmak için kısa da sürse çeşitli çabalar bulunmaktadır (Mardin, 2009, s. 121). Bu manada Orta Doğu toplumlarında merkezin kurumsal çerçevesini kurma girişimleri uzun bir tarihe sahip olsa da bu merkezler kalıcı bir biçimde ortaya çıkamamıştır. Ancak, karmaşık ve incelmiş bir kurumlar şebekesine dayanan uzun ömürlü bir merkeze sahip olan Osmanlı İmparatorluğu bir istisnadır. Osmanlılar kalıcı bir toplumsal dengeyi oluşturabilseler de Mardin’e (2009, s. 122) göre “ortaya çıkmakta olan merkezileşmiş Batı devleti ve daha sonra onun yerine geçen modern ulus devleti ile” karşılaştırıldığında başka bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Osmanlılar kendi merkezi devletlerini oluştururken modern bürokratik ulus devlete çok şey borçludur (Mardin, 2009, s. 122). Osmanlı modernleşmesi ona göre merkezi devletin biçim değiştirmesidir. Merkez-çevre kavramsallaştırması toplumsal yapıda sosyal gruplar arasındaki kopukluğu açıklayan bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır. Bu karşılaştırmanın temelini aslında sivil toplum ve patrimonyalizm yaklaşımları belirlemektedir. Bu açıklamaya göre Batılı sivil toplumda merkezi siyasal erk ile çevredeki halk katmanlarını birbirinden ayıran ve dengeleyen bir ara kademe olarak ortaçağda feodalite, modern zamanlarda da burjuvazi önemli roller oynamaktadır. Bu açıklamaya göre Batı dışı patrimonyal toplumlar bu tür bir sivil topluma erişememişlerdir, ve merkezdeki 212 güç ile toplum arasında dengeleyici-frenleyici bir güç ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla Osmanlı despotik sisteminde Batı’da olduğu gibi siyasal ve toplumsal çatışmalar uzlaşma ile neticelenmiyor, bir gücün diğeri üzerinde tahakküm kurması ile noktalanıyordu (Mardin, 2008, s. 115). Modernleşme süreci merkezin suni bir biçimde batılı örnekleri gibi kurumsallaşmasıyla gerçekleşse de bu anlamda çevreyi dahil edecek mekanizmalar oluşturulmamıştır. Zira merkezi dengeleyecek çevresel siyasal unsurların başında gelen burjuvazi veya bağımsız bir orta sınıf ortaya çıkmamıştır. Bu da merkez ile çevrenin birbirinden kopmasına, bu iki unsur arasındaki çatışmaların şiddetli olmasına ve çatışmayı uzlaşmaya dönüştürecek kurumsal yapıların oluşmamasına neden olmuştur. Mardin’e göre Osmanlılar bazı farklılıkları olsa da tam bir despotik patrimonyal şark toplumudur. Bunu sağlayan esas etken tımar sistemi ile ortaya çıkan askeri, idari ve vergi sistemi ile bir soylu sınıfın olmayışıdır. Aynı zamanda merkezin sahip olduğu yüksek kültür ile çevrenin halk kültürü arasında da bir kopukluk bulunmaktaydı. Böylece merkez tüm toplumsal unsurları denetleyen ve şekillendiren bir güce sahiptir. Böylece, daha genel ve bütünsel anlamda, birbirleriyle çok gevşek bağlar içinde bulunan birbirinden kopuk iki farklı dünya olarak merkez ve çevre ortaya çıkmıştır. Bu model esasında toplumsal değişme açısından bakıldığında çift yönlü bir tutuculukla (hem merkezin hem de çevrenin tutuculuğu) özdeştir. Mardin (2009, s. 130, 2012, ss. 114-115) bu kopukluğu tamamlayan çevredeki eşrafın zaman zaman devlet görevi üstlenmesi, vakıf sistemi ile sağlanan iktisadi geçişlilik, adalet siteminin toplumun tüm katmanlarına yayılması, tımar ve zeamet sistemleri gibi bazı geçişliliklerden de bahseder. Ancak bu kadar yaygın bir geçişlilik sisteminin farkında olmak Mardin’i merkez ile çevrenin kopuk olduğunu tasvir etmekten alıkoymaz. Weberyen patrimonyalizm modelinin eleştirilerinden haberdar olan Mardin bu eleştirileri pek dikkate almamaktadır. Modernleşme ve Toplumsal Kopukluğun Aşılamaması Mardin’e göre, modernleşme süreci ile birlikte bu “despotik” idarenin bir ulus-devlete dönüşme sürecinde devletin meşruiyet anlayışının ve bü- Toplumsal Değişme Kuramları rokrasinin aldığı yeni biçimin değişimi ile merkez ile çevrenin ilişkisi değişmeye başladı. Zira imparatorluk gerilemeye başlayınca merkez, çevre ile kurduğu ilişkileri sürdüremedi. Çünkü hem merkez zayıflamış, hem de onun çevre üzerindeki tahakkümü gittikçe çevreye ağır gelmeye başlamıştı. Böylece bir başka ifadeyle dağılma sürecinde ortaya çıkan zaruretlerden ötürü devletin uzunca bir süre başarıyla birbirinden uzak tuttuğu merkez ile çevre birbirine temas etmiştir. Mardin bitişme noktasında, yerel halkın gittikçe güvenmeye başladığı yerel çıkarları dile getiren yerel eşrafa vurgu yapar. Mardin eşrafı burjuvazinin bir prototipi olarak görme eğilimindedir. Ancak eşrafın burjuvazinin rollerini oynaması söz konusu olmamıştır. Zira eşraf burjuvazi gibi devletten bağımsız değildir; varlığı ve zenginliği devlet ile kuracağı temasa bağlıdır (Mardin, 2009, s. 130, 2012, ss. 114-115). Dolayısıyla Patrona Halil İsyanında olduğu gibi halk isyanlarında uzlaştırıcı arabulucu bir toplumsal grup söz konusu olamamıştır. Mardin 19. yüzyıla gelindiğinde Batı’da ortaya çıkan siyasal mekanizmaların ürettiği güç karşısında gerileyen Osmanlı İmparatorluğu’nda, merkezin çevreyle ilişkilerini değiştiren çeşitli sorunların ortaya çıktığını belirtir. Özellikle gayrimüslim grupların ve Müslüman öğelerin ulus-devlet içinde bütünleştirilme çabası imparatorluğun mozaik yapısına yeni düzen kazandırmıştır. Devletin kurduğu toplumsal dengenin baştan ayağa değişmesi anlamına gelen bu yenilik daha önce “birbirinden ayrı öğelerin” siyasal sisteme anlamlı bir katılımda bulunmalarını gerektirmekteydi (Mardin, 2009, s. 131). Ayrıca devletin bütün mali, siyasi, adli ve idari mekanizmasını üzerine kurduğu katılmama halinin değişimi çevrenin aktif bir biçimde merkezle temasa geçmesine neden olmuştur. Mardin bunun karşılıklı bir teması sağlamak yerine dağılmanın siyasi konjonktürünün de etkisi ile yeni bürokratik merkezin ortaya çıkmasına yol açtığını dile getirir. Böylece modernleşme sürecinde yeni modernleşmeci büdikkat rokratik elit OsmanMardin’e göre Osmanlı lıdaki toplumsal patrimonyal toplumunkopukluğu moderndaki merkez-çevre kopukleşme adına yeniden luğu modernleşme süreüretmiştir (Mardin, cinde aşılamamış ve hatta 2009, s. 138). yeniden üretilmiştir. Böylece devlet ile toplum arasındaki ilişkinin yeni bir mekanizması ortaya çıkmış ve “koruyucu bir baba olarak devlet fikri” (Mardin, 2009, s. 138) bir gerçeklik kazanmıştır. Kendi varlığını modernleşmeye bağlayan bu bürokratik elit toplum üzerinde denetim kurdukça çevre ile merkez arasındaki kopukluk yaygın ve ideolojik bir mahiyet kazanmıştır. Tanzimat devrinde “iki kültür arasındaki uzaklığın” azaltılması bir yana “yönetilenler ile yönetenler arasındaki bölümlenme daha açık kültürel bir biçim” almıştır. “Bir yanda cilalı, Paris yönelimli devlet adamları öte yanda kaba taşralılar vardı” (Mardin, 2008, s. 132). Ona göre bunun yeni devlet adamlarının Avrupa kültürü karşısındaki taklitçi konumu kadar modernleşme sürecinde toplumsal grupların konumlanışı ile de yakından ilgisi vardır. Bu süreç boyunca din (İslam), Avrupalı güçlere dayanarak güçlenen gayrimüslim gruplar karşısında siyasal üstünlük konumunu kaybeden ve zayıflayan devletin mali yükünü çekmek zorunda kalan ve sıkı askere alma politikaları ile bunalan geniş Müslüman grupların düşünsel bayrağı haline gelmiştir. Öte yandan modernleşme ile konumunu kaybeden ulemanın bir kesiminin öncülük ettiği halk tabakalarının sosyo-politik ve iktisadi taleplerini dinsel kalıplarda ve söylemlerle sunmaları bürokratik elitin modernleşmeye daha sıkı sarılmasına yol açmıştır. Böylece modernleşme tarihi boyunca dini talepler ile modernleşmeci politikalar arasında geniş bir kırılma hattı meydana çıkmıştır. Mardin bunu Kurtuluş Savaşı’nı yöneten birinci mecliste oluşan iki grup arasındaki ayrım çerçevesinde ort