TÜRKİYE'DE SOSYOLOJİ 6 PDF

Document Details

SelfSatisfactionBlankVerse

Uploaded by SelfSatisfactionBlankVerse

Anadolu Üniversitesi

Tags

Turkish sociology sociological studies social change sociology

Summary

This document, which is not a past paper, details sociological studies conducted in Turkey between 1960 and 1980. It investigates social trends, political context, and the influence of these factors on sociological research. The paper also introduces different theoretical approaches and key concepts used in these studies within Turkish sociology.

Full Transcript

6 TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ Amaçlarımız        Bu üniteyi tamamladıktan sonra; 1960-1980 döneminin önemli sosyoloji çalışmalarını sıralayabilecek, Toplumsal değişme ve az gelişmişlik tartışmalarını özetleyebilecek, Köy sosyolojisi konusunda yapılan çalışmaları özetleyebilecek, Kentleşme sosyol...

6 TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ Amaçlarımız        Bu üniteyi tamamladıktan sonra; 1960-1980 döneminin önemli sosyoloji çalışmalarını sıralayabilecek, Toplumsal değişme ve az gelişmişlik tartışmalarını özetleyebilecek, Köy sosyolojisi konusunda yapılan çalışmaları özetleyebilecek, Kentleşme sosyolojisini açıklayabilecek, Din sosyolojisini açıklayabilecek, Sınıf veya tabaka ölçütlerini değerlendirebilecek, Aile, kadın ve gençlik sosyolojisini açıklayabileceksiniz. Anahtar Kavramlar • • • • Tarihsel Sosyoloji Amerikan Sosyolojisi Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme • • • • Sosyal Sınıf Din Sosyolojisi Az Gelişmişlik Gecekondu İçindekiler Türkiye’de Sosyoloji 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji • 1960-1980 DÖNEMİNDE TÜRK SOSYOLOJİSİNİN GENEL EĞİLİMLERİ • ASYA, OSMANLI VE TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL YAPISININ NELİĞİ TARTIŞMALARI, TOPLUMSAL DEĞİŞME VE AZ GELİŞMİŞLİK • KÖY SOSYOLOJİSİ • GECEKONDU VE KENT SOSYOLOJİSİ • DİN SOSYOLOJİSİ • TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SİYASET SOSYOLOJİSİ • AİLE, KADIN VE GENÇLİK SOSYOLOJİSİ 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji 1960-1980 dönemi uzun bir süreci kapsamaktadır. Türkiye’de sosyoloji çalışmalarını siyasal eğilimler ve kırılmalar önemli ölçüde etkiler ve belirler. Bu bağlamda, 1960-1980 döneminin tam ortasında ciddi bir siyasal kırılma vardır. Bu kırılma, 12 Mart 1971 tarihli askeri muhtıradır. 1960-1980 döneminin başlangıcı ve bitişi de yine önemli siyasal kırılmaları gösterir. Dönem 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile başlar ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile sona erer. İki darbe arasında, bir de muhtıranın olduğu 1960-1980 dönemi siyasal atmosferinden sosyoloji çalışmaları da şu ya da bu şekilde etkilenir. Örneğin 1960 öncesinde sosyalizmden söz edilmezken, 1960 sonrası pek çok sosyolojik çalışma sosyalizm tartışmalarını konu edinir. 1960-1980 arası dönemde Türkiye’nin toplumsal yapısında önemli değişmeler yaşanır. Göç, Türkiye’de ciddi bir sorun olarak ortaya çıkar ve kentlere göç edenler, gecekondulaşma sürecini başlatır. Sadece köyden kentte değil, Türkiye’den Avrupa ülkelerine de emek göçü başlar. Bunların yanı sıra, Türkiye, 1960’lardan itibaren bir tüketim toplumu olma yolunda ilerler. Yine Türkiye’de ithal ikameci sanayileşme politikaları ile küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarında artışlar görülür. Köyden kente ve yurtdışına göç, kentlerin yeni yüzü, sanayileşme çalışmaları, eğitim olanaklarının gelişmesi, sınıfsal yapının belli ölçüde değişmesi; aile yapısını, değerleri, tüketim alışkanlıklarını, anomi içerikli görüntüleri de yakından etkilemiştir. 1960-1980 arasında yaşanan tüm bu gelişmeler doğal olarak sosyoloji çalışmalarının yönünü de etkilemiş ve sosyologlar sorun oluşturan konularda araştırmalar yapmaya yönelmişlerdir. Yine 1960’lı yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nde yeni sosyoloji bölümlerinin kurulması, birçok sosyologun bu bölümlerde istahdam edilmesi, farklı sosyoloji anlayışlarına sahip sosyologların bu sosyoloji anlayışları doğrultusunda çalışmalar yapmaya başlaması, ülkemizde sosyolojiyi zenginleşmiş; dolayısıyla, daha önceki dönemlerde görülmeyen pek çok sosyoloji disiplinine ait araştırmalar bu dönemde gerçekleştirmiştir. 124 Türkiye’de Sosyoloji 1960-1980 DÖNEMİNDE TÜRK SOSYOLOJİSİNİN GENEL EĞİLİMLERİ 1 1960-1980 döneminin önemli sosyoloji çalışmalarını sıralayabilmek. Amerikan sosyolojisinin Türkiye’de egemen anlayış haline gelmesi, tarihsel araştırmaları merkeze alan sosyoloji eğiliminin etkin olmaya başlaması 1960’lara rastlar. Bu bağlamda, 1960’larda Türkiye’de birbirine tamamen zıt iki büyük sosyoloji anlayışı ortaya çıkmıştır: Bunlardan birincisi yapısal-fonksiyonalist Amerikan sosyoloji anlayışı, ikincisi de tarihsel araştırmalara ağırlık veren sosyoloji anlayışıdır. 1960-1980 döneminde Amerikan sosyolojisinin etkisinde kalan sosyologlar pozitivizmi, sosyal determinizmi ve ampirizmi çalışmalarının merkezine yerleştirmişler ve sosyolojiyi sadece Amerikan sosyolojisinin yaklaşımlarıyla özleştirmişlerdir. Amerikan sosyolojisine egemen olan yaklaşımlar çerçevesinde küçük gruplar üzerinden sosyoloji yapma eğilimi, 1960’larda sosyologları daha çok alan araştırmaları yapmaya yönlendirmiştir. Diğer yandan, tarihsel sosyoloji anlayışını esas alan, tarihî maddecilik yaklaşımını tarihsel sosyoloji anlayışı ile birleştiren veya bağımsız bir tarihsel sosyoloji anlayışı benimseyen birçok sosyolog da Türkiye’nin tarihsel değişim özelliklerini ortaya çıkarma çabasında olmuştur. 1960’ların mevcut uluslararası koşulları Türkiye adına bazı özgün çalışmaların gerçekleşmesine de olanak hazırlamıştır. Bu açıdan Türkiye’de bir yandan Amerikan sosyolojisi etkin olurken ve rutin araştırmalar yürütürken, diğer yandan Türkiye’nin tarihî özelliklerini araştıran ve ülkenin toplumsal-tarihsel yapısıyla ilgili yeni yorumlara olanak veren çalışmalar ortaya çıkmaya başlamıştır. 1 Pozitivist sosyolojinin 19. yüzyıldaki temel varsayımı, toplumsal sorunları önceden belirleyip çözmek, düzen adına ve düzen kapsamında topluma yön vermektir. 1960-1980 döneminde Türkiye’nin siyasal sistemi ve bu sistemi değiştirmeye yönelik tartışmalardan haberdar mısınız? Pozitivist sosyolojinin 19. yüzyıldaki temel varsayımı, toplumsal sorunları önceden belirleyip çözmek, düzen adına ve düzen kapsamında topluma yön vermektir. Aynı yaklaşım Amerikan sosyoloji anlayışı için de geçerlidir. Amerikan sosyolojisinin iki önemli ekolü, yapısal-fonksiyonalizm ve etkileşimcilik yaklaşımları; toplumsal yapı, toplumsal değişme, toplumsal farklılaşma, tabakalaşma, küçük gruplar, düzen içerisinde ilerleme, rol ve rol ilişkileri gibi konu ve kavramlara dayanarak sosyoloji yapar. Ülkemizde Amerikan sosyolojisinin önde gelen temsilcileri de aynı anlayışla, küçük grupları temel alan uygulamalı araştırmalarıyla orta boy ve ardından genel kuramlara ulaşmayı amaçlayan büyük boy araştırmalara yönelirler. Evrensel ve deneysel bilim anlayışının temel alındığı iddiası bu çalışmaların ana varsayımını oluşturur. 1950’lerin “neden Batıcılaşamadık?” söylemi, 1960’larda bir rötuşle az gelişmişlik eksenine kaydırılmış, bu sefer sosyologlarımızın çalışmaları Türkiye’nin az gelişmişliğini kanıtlamaya dönmüştür. Diğer yandan, toplumsal olayları tarihsel bakış açısıyla değerlendirme anlayışına kayışa neden olan temel faktör, o yıllarda Türkiye’nin dünyadaki konumundan duyulan rahatsızlıktır. Bu dönemde Türk toplumunun ancak kendi tarihî özellikleri ile açıklanabileceği görüşünde olan sosyologlar geri kalmışlığımızı veri olarak kabul etmekte, tarihsel özellikleri ortaya çıkararak mevcut durumu aşma yollarını göstermeye çalışmaktadırlar. 1969’da yayınladığı bir kitapta bu durumu Oya Sencer-Baydar şöyle açıklamaktadır: Türkiye’nin ekonomik ve 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji 125 sosyal yapısında son yıllarda gözlenen değişmeler düşün yapısına da yeni görüşler kazandırmış ve sosyologlar Batı şema ve kalıpları içinde düşünmek yerine, derinlemesine araştırmalara ve bazı kalıpların yıkılmasına yönelmişlerdir. Uzun yıllar Batı evrim çizgisi içinde düşünülen Türk toplumunu bu gelişmelerle artık kendi yapısı ve evrimi çerçevesinde yorumlama eğilimi öne çıkmıştır (Sencer-Baydar, 1969a: 5-6). Kısaca, 1960-1980 dönemi Türk sosyolojisinde yapısal-fonksiyonalist ve etkileşimci Amerikan sosyoloji yaklaşımı yanında, tarihsel sosyoloji de egemen anlayış olmuştur. Tarihi maddeci yaklaşımdan yararlanan tarihsel sosyoloji anlayışının yanında yine bu dönemde Weberyan sosyoloji anlayışının da kendisini göstermeye başladığını belirtmek gerekir. ASYA, OSMANLI VE TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL YAPISININ NELİĞİ TARTIŞMALARI, TOPLUMSAL DEĞİŞME VE AZ GELİŞMİŞLİK 2 Toplumsal değişme ve az gelişmişlik tartışmalarını özetleyebilmek. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında rejimin esaslarına ilişkin olarak yapılan siyasal tartışmalar, 1960’lardan itibaren yerini Türk toplumunun evrim aşamalarını belirleme, bu eğilimler üzerinden düzeni değiştirme, Türkiye’yi uluslararası ortamda hak ettiği yere getirme tartışmalarına bırakır. Bu amaçla sosyologlar Asya, Osmanlı ve Türkiye toplumunun özelliklerini incelemeye, o tarihe kadar geçirdiği aşamaları belirlemeye yönelirler. Pek çok sosyolog ve aydın benimsedikleri modernleşme anlayışıyla, az gelişmiş olarak kabul ettikleri Türkiye’nin Batılı toplumların geçtiği aşamalardan bir an önce nasıl geçebileceği sorunsalı ile, Batı’ya ulaşma yollarını keşfedilmeye yönelik çalışmalar yapma eğilimi içerisine girerler. Bu bağlamda, sosyologların Türk toplum tarihi konusundaki genel eğilimlerini iki ana grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi, Batı evrim çizgisi ile Türkiye arasında fark görmeyen grup; ikincisi ise Türk toplumu ile Batı toplumlarının farklı olduğu görüşünde olan grup. Bu genel anlayışları kendi aralarında da alt gruplara ayırmak mümkündür. Uzun yıllar Batı evrim çizgisine göre Osmanlıyı ve Türkiye’yi açıklama anlayışı içerisinde olan sosyologların bir kısmı 1960’lı yıllarda Osmanlı ve Türkiye üzerine kaleme aldıkları çalışmalarda, bu anlayışı sorgulamaya değer bulmuşlardır. Bu sosyologlar bugünkü toplumu anlamak ve açıklamak için Asya göçebe ve yerleşik toplumları, Selçuklu ve Osmanlı toplumları üzerine yeni çalışmalar yapmak gerektiği anlayışındadırlar. Bu yeni yaklaşıma göre, Türkiye’nin bugünkü toplum ve sınıf yapısını, sınıf çelişkilerini anlayıp açıklayabilmek için Osmanlı toplum tarihinin evrimini, bu evrim içinde sosyal ve sınıfsal yapının kazandığı biçimleri ortaya koymak gerekir. Bu anlayış öncesinde, “okumuşlar, hazır şema ve formüller varken tarihin örümcekli ağlarına bulanmaya lüzum görmüyorlardı” (Berkes, 1966, s. 9.). Yeni anlayış ise günün anlaşılması için geçmişin araştırılmasını zorunlu görmektedir (Divitçioğlu, 1971: 10). 1960’lardan itibaren sosyologlar ve sosyal bilimciler eski Türk toplum yapısını ve özellikle Osmanlı toplum yapısını anlamaya ve açıklamaya yönelik çalışmalar yaparlar. Bu çalışmaların temel amacı, Osmanlı toplumunun geçirdiği aşamaları belirlemek, şimdi hangi yapıda olduğumuzu ortaya koymak ve buradan hareketle Türkiye’yi daha iyi olanaklara sahip bir geleceğe taşımanın yollarını aramaktır. Batı 1960’lardan itibaren sosyologlar ve sosyal bilimciler eski Türk toplum yapısını ve özellikle Osmanlı toplum yapısını anlamaya ve açıklamaya yönelik çalışmalar yaparlar. 126 Türkiye’de Sosyoloji merkezli pozitivist ve determinist sosyoloji anlayışının bir yansıması olan bu ön kabule göre, toplumlar benzer aşamalardan geçmektedirler. Tarihteki ve şimdiki durumumuzu tanımlayabilirsek, Batılı bir düzene ulaşmak adına yolumuzu daha net bir şekilde belirleyip geleceği planlamak, evrimi hızlandırmak mümkün olur. Bugüne ve geleceğe yön vermek için Osmanlıyı ve Osmanlı öncesi toplum yapısını anlamak gerekir anlayışında olan sosyologlar, eski Türkler ve özellikle Osmanlı toplumu, Osmanlının son dönemi ve Türkiye’nin kuruluş yılları ile 1960’lara kadarki yapı arasındaki sürekliliklerin izlerini sürerler. Bu yaklaşım, Osmanlı ile Türkiye arasında kopuş olduğu tezini zayıflatır. Osmanlı toplumu ile Türkiye arasında kurumsal ve toplumsal açıdan devamlılık olduğu tezi öne çıkar. Osmanlı toplumunun birikimlerini ve özelliklerini hesaba katmadan geleceğe yönelik düzen arayışlarının başarılı olamayacağı anlayışı, 1960’larda pek çok sosyolog ve sosyal bilimci tarafından kabul görür. 1960-1980 döneminde, toplumu tarihi yapısı içerisinde tanımlamaya yönelik çalışmalar Osmanlıyı; a) herhangi bir ideolojiye bağlı olmadan sosyo-ekonomik özellikleri ile tanımlayan, b) Marksist sosyolojiden etkilenip toplumsal yapı özelliklerini hazır bir kalıba yerleştirerek feodal, Asya Tipi Üretim Tarzı veya prekapitalist üretim tarzı şeklinde tanımlayan araştırmalar şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Birinci görüş, Türkiye’nin kendine özgü özelliklere sahip olduğunu kabul ederken, ikinci eğilimi kendi içerisinde de yine ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi Osmanlı’nın Batı ile aynı evrim çizgisine tabi olduğunu kabul eden görüş ve Batı’dan ayrı, ancak kendine özgü olmayan bir evrim çizgisinin şu ya da bu adla geçerli olduğunu öne süren görüş. Bu son görüş de yine üretim ilişkileri merkezli ve pozitivist anlayışa dayalıdır. Bu anlayışlardan hangisi kabul ediliyorsa, topluma o anlayış doğrultusunda yön verilmek istenecektir. Birinci görüşten hareket edersek kendimize özgü bir sistem oluşturmamız mümkündür. İkinci görüşü esas alırsak, feodal düzenden sonra Kemalizm ile birlikte burjuva devrimlerini gerçekleştirdik, sıra sınıflı bir Batı modeli oluşturmaya gelmiştir anlayışını öne çıkarır. İkinci görüşün ikinci açılımı ise, Türkiye’nin Batı’daki toplumsal aşamalardan geçerek sosyalizme ulaşmasının olanaksızlığını belirtmektedir. Bu görüşe göre, Türkiye’nin sosyalizme geçmesi için izleyeceği yol Asya Tipi Üretim Tarzına dayalı veya yine Asya toplumlarında geçerli olan “ceberrut devlet” anlayışına bağlı olarak, başka bir evrim çizgisi ile sosyalizme ulaşmaktır. 1970’lerde yaptığı çalışmalarla Asya göçebe toplumlarının ve Osmanlının ATÜT, feodalite ve başka Batılı teorilerle ile açıklanamayacağını kesin bir anlayışla ortaya koyan sosyolog Baykan Sezer olmuştur. Sezer, Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları adlı çalışması ile Bozkır Uygarlıklarını ATÜT dışında, ayrı bir kategori olarak ele alınmasını gerektirecek özellikler gösterdiğini belirtir (Sezer, 1979, s. 4-5). Sezer, ATÜT’ün hangi toplumlarda geçerli olduğunu ortaya koyduğu Asya Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları başlıklı çalışmasında, ATÜT toplum-devletlerinin nerelerde, hangi özelliklere bağlı olarak ortaya çıktıklarını ve hangi niteliklere sahip olduklarını gösterir. Bozkır uygarlıklarını ATÜT modeli ile anlamaya olanak bulunmadığını belirten Sezer, aksine Bozkır halkları ile devlet arasında, ATÜT’te olduğu gibi bir farklılaşma değil, tam bir kimlik birliğinin olduğunu belirtir. Sezer, Asya göçebe toplumlarının yapısının asla ATÜT’le ele alınamayacağını gösterirken, “Türk Toplum Tarihi Tartışmaları” başlıklı makalesinde, feodalizmin özelliklerini ve nerede, ne zaman geçerli olduğunu anlatarak, Osmanlı toplumunun neden feodal olarak tanımlanamayacağını da or- 127 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji taya koymuştur. Sezer’e göre, Osmanlı Devleti’ni bir bozkır imparatorluğu olarak tanımlamak da olanak dışıdır. Osmanlı Devleti ancak Yakın Doğu’daki Doğu-Batı çatışması içerisinde bir dünya devleti olarak tanımlanıp açıklanabilir (Sezer, 1979: 6). Oya Sencer-Baydar ise, Türk Toplumunun Tarihsel Evrimi başlıklı çalışmasında, “feodal” denilebilecek sınıflı bir yapı ile Osmanlı devletinin bütün tarım ve toprak sistemini kontrol ettiğini belirtir (Sencer-Baydar, 1969a: 29). Sencer-Baydar’a göre, devlet 16. ve 17. yüzyılda koyu merkezi bir feodal yapı gösterir. Toprağın ve tarımsal rantın imtiyazlı bir sınıfın elinde bulunması, tarımın ve köyün üstünlüğü, ayni vergilerin toplanması, reayanın toprağa bağlılığı feodal yapının temel taşlarıdır (Sencer-Baydar, 1969a: 32). Oya Sencer-Baydar, Osmanlının yıkılışına kadarki evrimini kendi değerlendirmesiyle şöyle özetler: Göçebe, akıncı, askeri organizasyonun ve Doğu tipi merkeziyetçiliğin izlerini taşıyan “merkeziyetçi feodal” bir yapı (Sencer-Baydar, 1969a: 46). 1960’lardan itibaren Osmanlı toplum yapısı üzerine gerçekleştirilen çalışmalarda birçok sosyologun imzası bulunmakla birlikte, özellikle son dönem Osmanlı toplum ve düşün yapısının incelenmesi konusunda Niyazi Berkes ve Şerif Mardin’in ayrı bir yeri vardır. Bu iki isim dışında Cahit Tanyol, Oya Sencer, Muzaffer Sencer, Ümit Meriç, Sabahattin Güllülü başta olmak üzere pek çok sosyolog bu doğrultuda çalışmalar üretmiş, makale ve kitap yazmışlardır. Osmanlı toplum yapısının özelliklerini ortaya çıkarma doğrultusunda çalışan, Batı’dan aktarılan, Osmanlıyı feodal ve Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) çerçevesinde değerlendiren açıklamalara karşı çıkan sosyologlar, Osmanlıyı bu hazır şemalarla açıklamanın mümkün olmayacağını, onun kendine özgü kurumlarının ve yapısının olduğunu, bu yapıya ait özelliklerin yeni çalışmalarla ortaya konulması gerektiğini belirtirler. Osmanlı toplum yapısıyla ilgili ayrımlar ve tanımlar genellikle tarım merkezli üretim ilişkilerine göre yapılmış ve tarım dışı alanlar göz ardı edilmiştir. Tarıma dayalı üretim ilişkileri üzerinden yapılan çalışmalarla karşılaştırıldığında çok az da olsa kent ve kasabalarda zanaat içerikli üretimi kapsayan, Osmanlıyı açıklarken bu alanların da hesaba katılması gerektiğini belirten çalışmalar da bulunmaktadır. Bu araştırmalardan biri, 1974’te bitirilen ve 1977’de yayınlanan Sabahattin Güllülü’nün Ahi Birlikleri adlı doktora çalışmasıdır. Güllülü, bu araştırmasında, tarım dışı üretimi gerçekleştiren esnaf Resim 6.1 Baykan Sezer Resim 6.2 Oya (Sencer) Baydar Resim 6.3 Ümit Meriç 128 Türkiye’de Sosyoloji Resim 6.4 Sabahattin Güllülü ve zanaatkarların örgütü olan Ahi Birliklerini analiz eder ve bunların sosyal ve ekonomik yaşam üzerindeki ağırlıklarını ortaya koyar. Buna göre, geçmişi analiz ederken, Anadolu’da oldukça geniş bir alana yayılmış tarım dışı üretim ilişkilerini atlamamak gerekir. Ahi Birlikleri, Anadolu Türk toplumuna özgü bir sentezdir. Ahi Birlikleri, döneminin kendisini doğuran dini, ahlaki, sosyal ve ekonomik koşullar incelenmeden anlaşılamaz. Ahi Birliklerinin, tarihi-ideolojik ve sosyo-ekonomik iki temel özelliği vardır. Anadolu’da görülen Ahilik yapısı Orta Çağ Batı ve Arap dünyasındaki benzer gibi görünen yapıların devamı değildir. İslam, Orta Asya, Türk ve Bizans toplum yapılarından etkilerle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerindeki Anadolu toplumunun sosyo-ekonomik koşulları altında biçimlenmiştir. Anadolu Türk toplumunun kendisine özgü, sosyo-ekonomik yapısının ortaya çıkardığı bir teşkilattır. Anadolu Türk toplumunu sadece tarım merkezli üretim ilişkileriyle değil, diğer ögeleri de hesaba katarak anlamaya ve açıklamaya çalışmalıyız (Güllülü, 1974). Sosyologlardan Niyazi Berkes ise Osmanlı’nın Batı’da görülen feodal yapının içerisine girmemesine karşın, kendine özgü bir yapıya değil, Doğu toplumlarının da dahil olduğu, Doğu despotizmi yaklaşımı içerisinde yer aldığını belirtmektedir. Buna göre, baştaki yöneticiler değiştiği halde, toplum yerinde saymaktadır. Durgunluk bu yapının düzenini koruyarak işleyişine hizmet etmektedir. Berkes’e göre Osmanlıyı şöyle tanımlamak mümkündür: Siyasal açıdan Doğu despotizmine, ekonomik açıdan “kapitalizm öncesi emtia üretimi ekonomisi”ne dayalı bir yapı (Berkes, 1969). Osmanlı ile ilgili genel kanı, Osmanlı yönetiminin sınıflara değil, sınıfların devlete dayanıyor olmasıdır. Bu yapı, Batı toplumları ile tamamen zıt bir durumu göstermektedir. Bu yaklaşıma katılan Berkes, Osmanlıda toplumun “reaya” ve “beraya”dan, yani köylü ve kentli halktan oluştuğunu belirtir. Osmanlıda devlet efendi ve babadır. Yönetime halkı karıştırmaz. Bu nedenle devletle halk arasında büyük bir ayrım vardır. Devlet, halkı yönetimden ayrı ve uzak tutarak düzeni sürdürmektedir (Berkes, 1969: 41-43). Niyazi Berkes, Osmanlının Batılı kalıplarla açıklanamayacağı görüşündedir. Osmanlıda feodal üretim ilişkilerinin geçerli olmadığını ve feodaliteden üstün özelliklere sahip olduğunu belirtir (Berkes, 1976: 23). Berkes’e göre Osmanlı feodal düzenden çok ATÜT’e yakındır. Ancak ATÜT olduğu da söylenemez. Osmanlı devleti siyasal açıdan ne feodal ne ATÜT ne de teokratik bir devlettir (Berkes, 1978: 22). 1960’lı yıllarda makale ve kitapları ile Osmanlı toplumunu açıklamaya çalışan Niyazi Berkes, bu çalışmalarıyla Osmanlıya ilişkin pek çok yargıyı kıran isim olmuştur. Bunlardan belki de en önemlisi Osmanlının şeriat devleti olmadığı yönündeki görüşleridir. Yine Berkes Cumhuriyet dönemi devrimlerini çağdaşlaşma olarak değerlendiren, laikliğin sadece din ve devlet işlerini birbirinden ayıran bir anlayışın çok daha ötesinde bir hareket olduğunu göstermeye çalışan bir sosyolog olarak karşımıza çıkmaktadır. Niyazi Berkes, 1960’lı yıllardaki yazılarında Osmanlının Batıcılaşma politikalarını eleştirel açıdan ele alıp yorumlamış ve Cumhuriyet dönemi devrimlerini çağdaşlaşma hareketleri olarak görmüştür. Çalışmalarında 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji Kemalizmi merkeze alan Berkes, yazdıkları ile geniş bir kesime kaynaklık ve düşün önderliği yapmıştır. Bir başka anlatımla, Niyazi Berkes, çalışmalarında ortaya koyduğu tarihsel bilgiler ve bu bilgilere dayalı yorumları ile 1960’ların önde gelen sosyologları arasında yer almıştır. Niyazi Berkes’e göre, 1909, 1918-1922 ve 1950’li yıllara gerici, dinci, karşı devrimci hareket ve gelişmeler egemen olmuştur. Berkes, Kemalist reformları, devletçiliği, Cumhuriyet’in devrimci çizgide gerçekleştirdiği siyasal ve sosyal değişimler olarak olumlamış; ulusalcılık, halkçılık ve devletçilik ilkelerine yeni yorumlar getirmiştir (Berkes, 1965: 28). Cumhuriyet döneminde yaşanan siyasal, ekonomik ve kültürel sorunları Osmanlıya dayandıran Berkes, Cumhuriyet dönemi ile Osmanlı toplumu arasında doğrudan bağlantılar kurmuştur (Berkes, 1978). Osmanlının son dönemini inceleyen ve buradan Cumhuriyet dönemine yönelik değerlendirmeler yapan sosyologlardan biri de Resim 6.5 Şerif Mardin’dir. Mardin 1960’larda yaptığı çalışŞerif Mardin malar ile bugünkü Türkiye’nin ekonomik yapısı ve toplumsal davranışlarının temelini oluşturan kültürel, dinsel ve zihinsel kodları ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Anglo-Sakson bilim anlayışı ile sosyolojiye başlayan Mardin, bu anlayışını 1960’larda kaleme aldığı eserlerinde sürdürmüştür. Buna karşın, Osmanlının son dönemindeki düşünsel hareketleri ve dinsel eylemleri anlamaya yönelik çalışmalara da imza atmıştır. Tarihsel çalışmaları ile öne çıkan Şerif Mardin, Tanzimat dönemini ve sonrasını Türk modernleşmesi çerçevesinde incelemiştir. Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu ve İttihatçılarla ilgili çalışmalarında, onların düşünsel yapılarını etkileyen faktörleri ortaya koymaya çalışmıştır. Tanzimat dönemi uygulamalarıyla hukuk, yönetim, ekonomi ve eğitim alanlarında ortaya çıkan oluşumları ayrıntılı olarak inceleyen Mardin, Osmanlının Batıcılaşma siyasi tercihiyle devletin ve toplumun hemen hemen her alanda gerçekleştirdiği değişim ve dönüşümü gösterme çabasında olmuştur. Mardin, Yeni Osmanlı ve İttihatçı görüşlerin bilinmesine, Batıcılaşma sürecinin evrimi konusunda düşün çevrelerinin yeni değerlendirmelere ulaşmasına kaynaklık yapan sosyologlar arasındadır (Kaçmazoğlu, 2009: 245-246). 1960’lardan itibaren Türk sosyologları ülkenin daha hızlı bir şekilde kalkınması, çağdaşlaşması için yeni yöntem arayışlarına girmişlerdir. Bu sosyologlara göre, Osmanlı ve daha sonra Türk toplumu Batı’nın gerisinde kalmış, gelişmemiş veya az gelişmiştir. Türkiye’yi az gelişmiş bir ülke olarak gören sosyologlar, bunun nedenlerini araştırmaya, az gelişmişliğe yol açan faktörleri belirlemeye ve ortadan kaldırılması için neler yapılması gerektiğini sorgulamaya çalışmışlardır. Dönem sosyologları, bakış açılarına göre, Türkiye’yi geri bıraktıran faktörler arasında dinin, Osmanlının, Batı emperyalizminin veya hepsinin birden sorumlu olduğu yargısına varmışlardır. Cavit Orhan Tütengil’in belirttiğine göre, Batılı kaynaklar ulusal gelir, kentleşme ve tarım dışı alanlarda çalışanların genel nüfusa oranı gibi değişkenler üzerinden dünyadaki ülkeleri üç ana grupta toplamışlardır: Çok gelişmiş ülkeler, orta derecede gelişmiş ülkeler ve az gelişmiş ülkeler. Bu ayrımda az gelişmişliği de coğrafya, 129 130 Türkiye’de Sosyoloji ırk ve din faktörleriyle açıklamışlardır. Batı merkezli ölçütlerle, Batı dışı toplumları kategorize eden bu anlayış Türk sosyologları tarafından da aynen kabul edilerek Türkiye’ye uyarlanmış, hangi göstergeler açısından Türkiye’nin az gelişmiş bir ülke olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Bu sosyologlar arasında Cavit Orhan Tütengil’in çalışmalarının ayrı bir yeri vardır. Tütengil, az gelişmişliğimizi gösteren Batılı teorileri ve ölçütleri ülkemize aktararak durumumuzu test etmemize yardımcı olmuştur. 1960-1980 döneminde yayınladığı kitap ve makalelerinin bir kısmını bu konuya ayıran Tütengil’i diğer pek çok sosyolog izlemiştir. Bu sosyologların konuyu doğrudan az gelişmişlik olarak ele almaları da gerekmemiş, bazı sosyologlar bu konudaki görüşlerini özellikle toplumsal değişme kuramları veya görüşleri üzerinden ele almışlardır. Bu bağlamda, sosyologlar, Avrupalı gelişmiş ülkelerin özelliklerine ulaşmak için neler yapılması gerektiğini belirlemeye çalışırlar. Bu az gelişmişlik yaklaşımına göre, hangi ölçü kullanılırsa kullanılsın Türkiye az gelişmiş bir ülkedir. Bir ülkede eğitim, sağlık, ekonomi, yatırım biçimi, ordunun yönetim üzerindeki etkisi, tarım, sanayi, dinsel durum, yerleşme birimi, idari ve benzeri özellikler açısından Batılı toplumlardan ne kadar uzak ise, o kadar az gelişmiş bir toplumdur. Durumu kurtarmak adına başka ölçü ve alternatifleri hesaba katma olasılığı da bulunmamaktadır. 2 1960’lardan başlayarak neden Asya, Osmanlı ve Türkiye toplumunun yapısını tüm ayrıntılarıyla araştırma eğilimi önem kazanmıştır? Niyazi Berkes, Batı merkezli ve tek doğrultulu gelişme ve az gelişme anlayışı üzerinden şöyle bir saptama yapmaktadır: Gelişme konusunda iki peşin yargı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi gelişmenin ancak kapitalist ekonomi yönünde olabileceği fikri. İkincisi, Batı dışı toplumların, Avrupa toplumlarının kapitalizme geçmeden önceki aşamasında oldukları fikri. Bu anlayışa, daha sonra üçüncü bir görüş daha katıldı. Evrim aşamaları yasasına göre gelişme kapitalizm yönünde olmakla beraber, geri kalmış toplumlar sosyalist yöntemleri uygulayarak feodalizmden sosyalist aşamaya geçebelirler. Bu evrim yolu ile değil, devrim yolu ile olabilecek bir şeydir. Bu anlayış, az gelişmiş toplumları, Avrupa’da olduğu gibi, kapitalizmden önceki feodalizm aşaması içinde olduklarını kabul ettikleri anlamına gelmektedir (Berkes, 1966: 9). Berkes’in belirtiği gibi, dönemin pek çok sosyologu bu görüştedir. Berkes bu anlayışları eleştirerek şöyle devam eder: Okumuşlar, hazır şema ve formüller varken tarihin örümcekli ağlarına bulanmayı gerekli görmezler. Bu anlayış, çeşitli toplumların farklı özelliklere sahip olabileceklerini, iç yapılarını, etkileşimlerini hesaba katmamaktadır. Bu anlayış, tüm umutları Batı’ya bağlamaktadır (Berkes, 1966: 9). Baykan Sezer ise, evet Batı üstünlüğü bir gerçektir. Ancak bunu toplumlar arası ilişkilerden soyutlayarak ve kutsallaştırarak açıklamak mümkün değildir, görüşündedir. Batı endüstrileşmesini Doğu ile olan ilişkileri sonucu gerçekleşmiştir. Doğu-Batı ilişkileri dışında, üstünde ve masum bir endüstrileşme olayı yoktur. Batı’nın endüstrileşmesini dünya egemenlik ilişkilerinden, kendimizi de tarihimizden soyutlayarak Batı’yı örnek almamız doğru değildir (Sezer, 1977: 47-48). Sezer, az gelişmişlik kavramının toplumlar arası ilişkilerden soyutlanarak, kendimizi suçlayarak açıklanamayacağını belirtir. Ona göre, az gelişmişlik kavramı kendi içinde bir anlam taşımaz. Doğu toplumları, günümüz Batı toplumlarıyla endüstri üretimi ve ilişkileri alanında yapılan karşılaştırma sonucu “az gelişmişlik”le 131 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji damgalanmaktadır. Bu doğru değildir. Sezer, az gelişmişlik kavramının amaçlarından birinin Batı modelinin bizim için de kaçınılmaz örnek olduğunu göstermek amacıyla kullanıldığını belirtir. Türk toplum tarihini açıklamak üzere ileri sürülen Asya Tipi Üretim Tarzı, feodalizm ya da yarı-feodalizm, merkezi feodalizm gibi tanım ve kuramlar da aynı amacı taşımaktadır. Ancak, başta az gelişmişlik teorisi olmak üzere bu kuramların hiçbirisi, Türk toplum tarihinin özelliklerini açıklayamaz. Onların amaçları da Türk toplum tarihini açıklamak değil, az gelişmişlik anlayışlarına kuramsal bir temel bulabilmektir (Sezer, 1977: 48-49). 1960’larda Amerikan sosyoloji anlayışının Türkiye’deki doruk isimlerinden Mübeccel B. Kıray ise, Türkiye’nin az gelişmişliği konusunu, toplumsal değişme anlayışı doğrultusunda ele almıştır. 1960’larda, modernleşen Türkiye’nin köy, kasaba ve kentsel mekanlarının dönüşümünü, yani toplumsal değişim süreçlerini inceleyen Kıray, toplumda meydana gelen değişmelerde, değişmenin daha hızlı yönleri ile daha yavaş değişen yönleri arasında oluşan belirli açıklıkların doldurulmasını ve dengenin sürdürülmesini, değerlerin birbiriyle bağlantısının devamını tampon kuramı ile açıklar (Kurtulmuş, 2008: 87). “Kıray’a göre, tampon mekanizmalar sayesinde sosyal yapının çeşitli yönleri birbiri ile bağlanmakta, fonksiyonel bütünün parçası olmayan taraflar kaybolmakta ve bu şekilde toplumun orta hızdaki bir değişme sürecinde, tamamen çözülmeden göreli olarak dengeli kalması mümkün olmaktadır” (Kurtulmuş, 2008: 88). Emre Kongar ise, 1972 yılında kaleme aldığı Toplumsal Değişme Kuramları başlıklı çalışmasında, amaçları arasında, “azgelişmiş ülkeler açısından hayati bir önemi olan modernleşme konusuna ışık tutabilmek” ve değişme konusunda önde gelen kuramları sistematik olarak okuyucuya tanıtmak olduğunu belirtir (Kongar, 1981, s. 12). Kongar, Toplumsal Değişme Kuramları çalışmasında, sınıfsal gelişmeyi engelleyen Osmanlı Devlet yapısının zorunlu değişme eğilimleri karşısında duyduğu yetersizlik sonucu Batıcılaşmaya yöneldiği görüşündedir (Kongar, 1981: 306). 1960’lardan 1980’lere Türkiye’nin sosyal yapısında ne gibi değişmeler gözlenmiştir? KÖY SOSYOLOJİSİ 3 Köy sosyolojisi konusunda yapılan çalışmaları özetleyebilmek. Türkiye’nin toplumsal yapısının bir gereği olarak, köy konusu 1960-1980 döneminde de önemini korumuş ve o yıllarda üniversitelerde görev yapan pek çok sosyolog köy sosyolojisi çalışması yapmıştır. 1960-1980 döneminde, köyün ekonomik yapısına, üretim ilişkilerine, köylerdeki değişim eğilimlerine, kapitalizmin köylere girip girmediğine, köy yapısının hangi özellikleri ile değişime uğradığına, Resim 6.6 3 132 Türkiye’de Sosyoloji Resim 6.7 Orhan Türkdoğan bu değişimin kapitalist üretim tarzına geçiş adına gelecek vaat edip etmediğine ilişkin araştırmalar yapılmış, gözlemlerde bulunulmuştur. Bu bölümde, ilgili dönemdeki köy ve kır merkezli çalışmaların bir kısmına ve onların sonuçlarına kısaca yer verelecektir. 1960-1980 döneminde köy sosyolojisi araştırmaları yapan sosyologlar arasında Cavit Orhan Tütengil önemli bir yere sahiptir. Tütengil, 1969 yılında yayınladığı Türkiye’de Köy Sorunu başlıklı eserinde, daha önce yapılan başlıca köy monografilerinden örnekler verdikten sonra, köy kalkınmasının ilkelerini göstermeye, yapılan araştırmaların sonuçlarını sınıflandırmaya, köyü idari ve yasal açıdan tanımlamaya çalışır (Tütengil, 1969). Cavit Orhan Tütengil, Sakarya köylerinde yaptığı bir alan araştırmasında ise, köylerdeki değişime yol açan faktörler üzerinde durmuştur. Tütengil’e göre, zirai ürünler, ulaşım olanakları, satın alma gücü şehirlilerle teması artırmıştır. Köylere gelip gidenlerin çoğalması da değişim anlayışını etkilemiştir. Köylülerin şehirlileri ve memur ailelerini taklit etme arzusu da çağdaşlaşma yönündeki değişim isteğini güçlendirmiştir. Yine ilköğretimin yaygınlaşması, radyo yayınları, sinema, gazete ve kitaplar da değişimi etkileyen nedenler arasındadır. Sakarya köylerinin sosyal değişme konusundaki arzu ve hızını Tütengil, bu köylerin demir ve karayolları üzerinde bulunmasına bağlamaktadır (Tütengil, 1960: 153-154). Tütengil’in yaptığı bu çalışmalar dışında, 1970’te yayınlanan bir başka köy sosyolojisi çalışması da Orhan Türkdoğan’ın imzasını taşımaktadır. Türkdoğan, bu çalışmasında; Türkiye’de köy sosyolojisi araştırmalarını özetlemekte, kültürel geçikme teorisini, köylerin ve kentlerin ortaya çıkışını, köy şehir farklılaşmasını, yerleşme tiplerini, köy yerleşme çeşitlerini, köylerdeki toplumsal değişmeye ilişkin görüşleri, toprak reformu konusunu, köy idare yapısını, bölgesel kalkınma sorunlarını, köy aile yapısını, eş seçimini, evlilik törenlerini, köy eğitim sistemini, köydeki dinsel inançları ve dinsel hayatı, köyde sağlık sistemini, köy nüfusundaki hareketlilikleri, köyden göçleri, köy araştırma tekniklerini, kırsal kalkınma modellerinden biri olarak kooperatifçiliği ve köyle ilgili olarak daha akla gelebilecek ne varsa bu çalışmasında derlemektedir (Türkdoğan, 1970). Bu dönem gerçekleştirilen bazı köy sosyolojisi araştırmaları ise doğrudan Türkiye kırsalındaki sosyo-kültürel değişmeleri belirlemeye çalışır. Örneğin, Altan Eserpek’in Erzurum köylerinde gerçekleştirdiği ve 1979 yılında yayınladığı bir araştırmasında; aile büyüklüğü, aile çeşitleri, evlilik, boşanma, akrabalık gibi değişkenlerin köylerdeki sosyo-kültürel değişme sürecine etkileri ve dış faktörlerin bu süreçteki yeri belirlenmeye çalışılmıştır (Eserpek, 1979). Dönemin sosyologlarından Muzaffer Sencer, Türkiye’de Köylülüğün Maddi Temelleri başlıklı çalışmasıyla köyü mülkiyet ilişkileri ve üretim güçleri açısından incelenmiştir. Sosyo-ekonomik yapı ve tarıma dayalı üretim ilişkilerini birlikte ele alan Sencer, Türkiye’yi az gelişmiş bir ülke olarak tanımlar. Sencer’e göre, 1950’den sonra tarım teknolojilerindeki değişime bağlı olarak, kırsal kesimin geleneksel özellikleri bozulmuş ve köylerde bir mülksüzleşme süreci başlamıştır (Sencer, 1971). 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji Az gelişmiş toplumlarda ekonomik ve sosyal değişmeyi açıklama iddiasında olan, Türkiye’de köylerin feodalizmden kapitalizme doğru bir değişme eğilimi gösterdiğini kanıtlamaya çaşılan Bahattin Akşit, 1967’de yayınladığı, Türkiye’de “Azgelişmiş Kapitalizm” ve Köylere Girişi başlıklı kitabında, dönemin pek çok sosyologunun aksine, pozitivist ve determinist bir anlayışla, Osmanlıyı Batı evrim çizgisi doğrultusunda ele alır. Akşit, Osmanlı toplumu ile Batı arasında bütünlük oluşturmak adına ATÜT, kölelik düzeni ve feodaliteyi aynı gelişme çizgisinin nüansları olarak değerlendirir. Bu araştırmasında Akşit, dünyada tek bir gelişme çizgisi bulunduğu anlayışının temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Akşit’e göre, dünyada geçirli olan tek gelişme çizgisi Batı’da görülen toplumsal evrimci gelişme çizgisidir ve Batı’nın amacı da bu çizgi doğrultusunda dünya ile bütünleşmektir. Osmanlı klasik dönemini derebeylik üretim biçimi ile açıklayan yazar, oradan az-gelişmiş kapitalizme geçebilmektedir. Bu bağlamda, köyler de feodal yapı içerisinde ele alınmakta ve oradan kolayca kaResim 6.8 pitalist üretime doğru evrilmeleri sağlanmaktadır. Bahattin Akşit Türkiye’de köylerin farklılaşmaya başlama ve pazar için kapitalist üretime yönelmelerini 1900’lerle tarihlendiren Akşit, az gelişmiş kapitalizmin köylere girişi ile köy aile yapısında da değişmelerin meydana geldiğini belirtmektedir. Ona göre, kapitalizmin köylere girişi ile birlikte köylerde tabaka göstergeleri ve tabakalı bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır. Başka bir anlatımla, Akşit, kapitalizmin köylere girdiği varsayımını, köylerdeki toplumsal farklılaşma ve kutuplaşma, üretim araçları ve üretim faaliyetlerinin nüfus ve aile yapası üzerinde gerçekleştirdiği değişme ve tabakalaşma üzerinden göstermeye çalışır (Akşit, 1967). Bu çalışmalardan başka, 1960’lı yıllarda özelResim 6.9 likle Sosyoloji Dergisi’nde sistematik olarak köy Cahit Tanyol sosyolojisi içerikli araştırmaların yayınına devam edilmiştir. Bu Araştırmaları şu şekilde sıralamak mümkündür: Cahit Tanyol, “Peşke Binamlısı Köyü” (Sayı: 16), Cahit Tanyol, “Elifoğlu Köyü” (Sayı: 17-18), Cavit Orhan Tütengil, “Türkiye’de Köy ve Aydınların Tutumu” (Sayı: 17-18), Muzaffer Sencer, “Türkiye’de Köye Yönelme Hareketleri” (Sayı: 17-18), Cahit Tanyol, “Eylen Köyü” (Sayı: 19-29). Yukarıdaki çalışmaları ile adlarından söz ettiğimiz sosyologlar dışında, 1960’larda ve 1970’lerde Mübeccel Belik Kıray, Özer Ozankaya, İbrahim Yasa, Selahattin Demirkan, Amiran Kurtkan ve daha birçok sosyolog köy sosyolojisi araştırması yapmıştır. 133 134 Türkiye’de Sosyoloji GECEKONDU VE KENT SOSYOLOJİSİ 4 Köyden kente göç olayı, şehirlerde kenar mahalle ve gecekondu olgusunu doğurmuştur. Resim 6.10 Birsen Gökçe Kentleşme sosyolojisini açıklayabilmek. Toplumsal ve ekonomik değişmeler, tarıma traktörün girmesi ve daha pek çok neden köyden kente göçü 1950’li yıllardan itibaren tetiklemiş ve bu süreç, 19601980 döneminde hızlanarak devam etmiştir. Köyden kente göç olayı, şehirlerde kenar mahalle ve gecekondu olgusunu doğurmuştur. Ülkenin toplumsal yapısındaki gelişmeleri mercek altına alan sosyologlar, kentleri derinden etkileyen değişmeleri ve gecekondu olgusunu birçok açıdan incelemeye başlamış; köyden kente göç ve göç eden nüfusun önemli bir kısmının yerleştiği gecekondu alanlarına ilişkin sosyolojik çalışmalar yürütmüşlerdir. 1960-1980 döneminde, Türkiye’deki gecekondularla ilgili ilk çalışmaları yapan sosyologlardan biri Orhan Türkdoğan’dır. Türkdoğan’a göre, köylerden göç edenler şehirlerin eteklerindeki gecekondu bölgelerine yerleşerek toplumun egemen kültüründen bir sapma gösteren yeni bir yan kültür alanı ortaya çıkarmaktadırlar. Yerleşilen sosyal çevrenin sürekliliği ve büyük ölçüde aynı kalması yoksulluk kültürünün gelişmesini desteklemekte ve buralarda yaşayan insanlar arasında benzer değer ve inançların paylaşılmasıyla bir yoksulluk alt-kültürü oluşmaktadır. Yoksulluk alt kültürü, yaratıcılığı güdükleştirmekte, yerini açlığını giderme gibi temel ihtiyaçlara terk etmektedir. Türkdoğan’a göre gecekondu bölgeleri üç önemli özellik arz etmektedir: Ulusallaşamama, aşağı düzeyde sosyal örgütlenme ve yaşamak için gerekli mücadelede bulunmama. Gecekondularda oluşan yoksulluk kültürü ve toplum düzeni, oralarda yaşayanların hayat tarzını, dünya görüşünü biçimlendirmektedir. Yoksulluk kültürünün etkisi altına giren gecekondu insanı, kalabalıklar içerisinde yalnızlaşmakta, topluma yabancılaşmaktadır (Arslantürk-Taşdelen, 2008: 290-291). Gecekonduyu merkeze alan bir başka çalışma Birsen Gökçe’ye aittir. Gökçe, 1971 yılında Ankara gecekondularında, 14-20 yaş grubu gecekondu gençliğinin sosyo-ekonomik durumunu, öğrenim düzeyini, ailesiyle ilişkilerini, gelecekten beklentilerini ve çevre ile uyumunu konu alan bir araştırma gerçekleştirmiştir. Bu çalışma ile Gökçe, gecekondu gençliğinin kentleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan sorunlarını da tespit etmeye çalışmıştır (Gökçe, 1976). Kentleşmenin kaçınılmaz bir süreç olduğunu; çalışmalarında köy, göç ve kent olgularını birlikte ele alarak değerlendiren Cavit Orhan Tütengil ise göçe bağlı kent nüfusunun artışını iki temel faktöre bağlamaktadır. Bu nedenlerden birincisi, makineleşmenin doğurduğu işsizlik, siyasal ve toplumsal güvensizlik, köyde yaşamın zorlukları. İkinci temel neden ise, kentteki ücretlerin yüksek oluşu, hizmetlerin yoğun ve etkinliği, kent yaşamının kültürel açıdan çekiciliği (Burcu, 2008: 16). 135 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji 1960-1980 döneminde kentleşme denilince ilk akla gelen sosyolog Mübeccel B. Kıray’dır. Kıray, kent sosyolojisiyle ilgili çalışmalarında, az gelişmiş olarak nitelendirdiği ülkelerdeki kentleşme süreçleriyle erken sanayileşmiş Batı ülkelerinde ortaya çıkan modern sanayi kentleri ve metropolitenleşme süreçlerindeki farkları ortaya koymaya çalışır (Kurtulmuş: 89). Kıray’ın kent sosyolojisi çalışmalarındaki çıkış noktası, Türk toplumunun Batılı anlamda modern bir topluma nasıl dönüşeceği sorunudur. Diğer yandan, Kıray’ın kent odaklı çalışlamaları, değişme modeli çerçevesinde kır-kent arası ilişkiler ile birlikte mekansal değişimleri de açıklamaya yöneliktir (Azman, 2006: 803-804). Kıray, kenti sanayi yönelimli ilişkilerin merkezi olarak kabul etmekte, mekânda ortaya çıkan değişmeleri kentin sahip olduğu işlevsel farklılaşma ile açıklamaktadır (Azman, 2006: 804). Resim 6.11 Mübeccel Belik Kıray Mübeccel Belik Kıray’la ilgili bir değerlendirme yazısını http://www.biltek.tubitak. gov .tr/bilgipaket/biliminsanlari/turkbilimadami/S-352-74.pdf adresinden ulaşarak okuyabilirsiniz. Kentleşme ve gecekondu olgusunu, 1960-1980 döneminde, Mübeccel B. Kıray, Cavit Orhan Tütengil, Orhan Türkdoğan ve Birsen Gökçe dışında Emre Kongar, İbrahim Yasa, Ruşen Keleş, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Ayda Yörükân, Turhan Yörükân gibi bilim insanları da çeşitli açılardan araştırmışlardır. DİN SOSYOLOJİSİ 5 Din sosyolojisini açıklayabilmek. Türk sosyoloji tarihinde din-toplum ilişkileri hep önemsenmiştir. 1960’lara kadar Türk sosyoloji tarihinde Marksist sosyolojiye kapalı olan Türk sosyolojisinin dini önemsememesi zaten din-toplum ilişkileri hep önemsenmiştir. beklenilemezdi. Ancak din konusu, 1960’lara kadar, Hilmi Ziya Ülken’in kitap çalışması dışında, genellikle çeşitli sosyolojik konular içerisinde veya makaleler boyutunda ele alınmıştır. 1960’lardan itibaren ise gerek anti Marksist, gerekse Marksist veya Marksist yöntemden etkilenen sosyologlar din olgusunu çeşitli açılardan ele alarak sosyoloji kapsamında kitaplar yazmışlardır. 1960’larda İslamiyeti Türklerin tarihini etkileyen bir faktör olarak tarihsel sosyoloji açısından ele alıp inceleyen sosyologlardan biri Muzaffer Sencer’dir. Sencer, İslamiyetin yalnız bir inanç ve pratikler sistemi olmayıp aynı zamanda temellendirdiği çeşitli kurumlarla bir sosyal ve politik rejim özelliği taşıdığını belirtir. Ona göre İslamlık, yalnız bir din değil, bütün kuralları tanrısal bir temele dayanan değişmez bir toplum düzenidir. Bu nedenle, İslamiyetin etkisine giren Türk toplumu, tarihsel gelişme doğrultusunda, bütün kurumlarıyla dinin etkisi altında kalmıştır. Bu durum, Türk toplumlarına teokratik bir özellik kazandırmış, değişmez kurallarla, yüzyıllarca değişmeden kalan statik bir sosyal düzene yol açmıştır. İslamiyet açısın- 136 Türkiye’de Sosyoloji Resim 6.12 Muzaffer Sencer Resim 6.13 Fügen Berkay dan böyle bir sonuca ulaşan Sencer, dinin günümüz Türkiye’sinde önemli bir sorun olduğunu ve bu nedenle İslamiyetin Türk toplumu üzerindeki etkilerinin araştırılması, aydınlatılması ve çözümlenmesi gerektiğini belirtir (Sencer, 1968: 5-6). Dinsel inanışları ve dini evrimi üretim ilişkileri ile açıklamaya çalışan, Türklerin İslamiyete girişinden 1960’lara kadar dinin Türk toplumu üzerindeki etkileri üzerinde duran ve Cumhuriyet dönemindeki İslamcı siyasal hareketlerin gerici bir unsur olduğunu öne süren Sencer, çalışmasında dinin değişmeye karşı oluşturduğu setlerin aşılması gerektiğini belirtir (Sencer, 1968). Dini sosyal bir olay olarak ele alan çalışmalardan biri de Fügen Berkay’a aittir. Berkay, Muzaffer Sencer’in aksine, İslam dininin olumlu özelliklerinden birini, akılcılığını öne çıkarmakta, Türk toplumunun bu olumlu özelliği farklı bir şekile nasıl soktuğu üzerinde durmaktadır. Din sosyolojisi kapsamında yaptığı çalışması ile sosyolojik açıdan bütün dinlerin ortak yanlarını tespit etmeye, bu tespit içinde İslamiyetin yer ve durumunu belirlemeye, İslamiyet’in bir din olarak özelliklerini anlamaya, Türk toplumu içindeki farklılaşmasını göstermeye çalıştığını belirten Berkay, bütün dinlerin ortak yanlarını şöyle sıralar: Her dinin bir inanç sistemi vardır. Her dinde ibadet vardır. Her dinin tapınağı bulunur. Her dinde rasyonel olmayan bir yan görülür. Her dinin mutlaka ümmeti bulunur (Berkay, 1964-1966: 204-205). “Bütün dinlerde olduğu gibi İslam dininin bir inanç sistemi, ibadetle ilgili seremonileri, ibadethanesi ve ümmeti vardır. Bir şeyi eksiktir ya da farklıdır diğer dinlerden. O da İslamiyet İrrationel değil Rationel Bir Dindir” (Berkay, 1964-1966: 205-206). Kur’anda iki çeşit emir bulunmaktadır: tamamlanmış ve tamamlanmamış emirler. Birinciler inanca ve ibadete ait olanlar, ikinciler ise ahlak, adalet gibi dünya işlerini düzenlemeye yarayan, İslam ümmetine akılla girecekleri kapıları açık bırakan alanlar. Bu alanlar İslamiyet içerisinde aklın ön plana çıkmasını sağlar. İslamiyetin akla ve dünyaya ait yanı onun içine girdiği her toplumda devlet dini olmasına yol açar. Bu özelliği ile İslamiyet devlet kurma yeteneğine sahip olan Türkleri kendine çekmiştir. Ancak bir süre sonra İslamiyet, Türk toplumuna gereğinden fazla akılcı gelmiş ve toplum akılcı olanı akıl dışına itmeye çaba göstermiştir. Akılcılıkla tatmin olmayan halk, ümitler dünyasını kendi yaratmış, tarikatlar aracılığı ile kendisine rasyonel olmayan bir dünya oluşturmuştur. Halk, katı olan inanç alanını kendiliğinden akıldışı ederken içine kapanmış, devlete kayıtsız kalarak kendi sisteminin etrafına kalın duvarlar örmüştür (Berkay, 1964-1966: 206-210). 1976’da doçentlik tezi olarak sunduğu ve 1981’de yayınladığı Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı adlı çalışmasında, dinin toplumlar arasında görülen ilk farklılaşmalarla birlikte ortaya çıktığını belirten Baykan Sezer ise, dini bir kimlik unsuru olarak ele almıştır. Sezer’e göre din, toplumlar arası yeni ilişkileri kavrayabilmemize 137 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji yardımcı olan en önemli unsurlardan biridir. Bir üstyapı kurumu olan din ile insanlar kendi varlıklarını ve varlıklarını çevreleyen toplumsal ortamın bilincine varırlar. Dinler toplumların kendilerini tanıma ve tanıtma aracıdır. Din, kimliğin en önemli bileşenidir. Bu bağlamda İslamiyet Doğu’nun, Hristanlık Batı’nın kimlik ifadesi olarak karşımıza çıkar (Sezer, 1981). Şerif Mardin, 1969’da yayınladığı Din ve İdeoloji başlıklı çalışmasında, dinin Türk kültürü açısından önemli bir unsur olduğunu, bu nedenle laik Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Türkiye’de bireylerin kişilik ve kimlik sorunlarını halletmekte zorlandıklarını, alt sınıfların bu değer boşluğunu İslami itikatlere sıkı sıkıya sarılarak gidermeye çalıştıklarını belirtir. Şerif Mardin’e göre din bir “yumuşak ideoloji”dir. Türkiye’de de tarihsel gelişmeler sonucu İslamiyet, halkın inandığı şekliyle “yumuşak ideoloji” işlevi görmüş, onun dünya görüşünün oluşmasında etkin olmuştur (Mardin, 1983). Din sosyolojisi bağlamında Aleviliği kendine çalışma alanı seçen sosyolog ise Mehmet Eröz olmuştur. Eröz, Aleviliği bir din, mezhep ve kültür konusu olarak değerlendirmiş, Aleviliğin İslam tasavvufu ve eski Türk inançlarıyla yakından ilgili olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır (Talas, 2008: 308). Din Sosyolojisi konusunda hangi eserleri okudunuz? TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SİYASET SOSYOLOJİSİ 6 Sınıf veya tabaka ölçütlerini değerlendirebilmek. Cumhuriyet’in sınıfsız ve imtiyazsız toplum anlayışı 1960’lardan itibaren terk edilmiştir. Gerek Amerikan sosyolojisinin tabakalı toplum gerekse Marksist sosyolojinin sınıflı toplum anlayışları dönemin sosyologlarının siyasal anlayışları çerçevesinde, sosyoloji çalışmalarına da yansımıştır. Farklı siyasal eğilimlerin etkisi ve sosyolojinin bir gereği olarak, toplumdaki sosyal farklılaşmalar, bunun tarihsel, toplumsal, ekonomik ve siyasal nedenleri, birçok değişken açısından sosyoloji araştırmalarının konusu olmuştur. Sınıfsal yapıyı etkileyen tarihsel faktörleri ve mevcut göstergeleri inceleme açısından 1960-1980 döneminde öne çıkan sosyologlar arasında Oya Sencer-Baydar, Muzaffer Sencer ve Eyüp Kemerlioğlu bulunmaktadır. Oya Sencer-Baydar, Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu başlıklı doktora çalışmasında, Türkiye’de işçi sınıfının tarihini ele alırken, işçiyi, “kendi üretim araçlarına sahip olmayan, başkalarının üretim araçlarıyla çalışan ve özgür bir anlaşma ile, sermaye sahibine emeğini satarak yaşayan kişi” olarak tanımlar (Sencer-Baydar, 1969b: 12). Sermayeye, ham maddeye ve üretim araçlarına sahip olmayan, sadece emeği ile çalışan işçinin Osmanlıda ne zaman ortaya çıkmaya başladığı sorusuna Sencer-Baydar, 1839-1870 tarihleri arasındaki dönemi gösterir. Yine de kapitalizmin görülmediği Osmanlı Devleti’nde işçiler özellikle devletin kurduğu fabrikalarda istihdam edilmiştir (Sencer-Baydar, 1969b: 70-91). Sencer-Baydar’a göre,1870’e kadar doğuş halinde olan Osmanlı işçi sınıfı, 1870 sonrasında, kendine özgü niteliklerini, sınıfsal özelliklerini ve giriştiği eylemleriyle sınıf bilincini, çok küçük çaplı da olsa ortaya koymaya başlamıştır (Sencer-Baydar, 1969b: 107). 1870-1908 döneminde emperyalist devletlerin ve azınlıkların kurduğu fabrikalar sayesinde işçi sınıfında önemli bir artış gözlenmiş, buna paralel olarak işçi eylemleri ve grevler artmıştır. 1870-1908’i Türk işçilerinin sınıf niteliği kazanma, uyanma dönemi ola- 4 138 Türkiye’de Sosyoloji Resim 6.14 Eyüp Kemerlioğlu rak tanımlayan Sencer-Baydar, Osmanlının sosyo ekonomik yapısı ile Batı’nın sosyo-ekonomik yapısını karşılaştırarak, Batı’da işçi sınıfının iç kapitalist gelişmelerle, Osmanlıda ise yabancı kapitalist kuruluşların ülkeye girmesiyle ortaya çıktığını belirtir. Dolayısıyla, Osmanlıda işçi sınıfı Batı’daki işçi sınıfından farklı, toplumun iki ana sınıfından biri değil, ara sınıf olma özelliği göstermiş ve tam bir sınıf bilincine sahip olamamıştır (Sencer-Baydar, 1969b: 161-306). Toplumlar çeşitli sınıf veya tabakalardan oluşmaktadır. Toplumu oluşturan sınıf veya tabakalar farklı gelir, eğitim, meslek ve benzeri değişkenlere bağlı olarak yaşamlarını sürdürürler. İnsanların sahip oldukları sosyo-ekonomik olanaklar onların farklı sosyal sınıf ve tabakalara dahil olmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla meslek, gelir, eğitim, oturulan semt ve oturulan konut; yaşam biçimini, eğilimleri, hobileri, dünya görüşünü, ideolojiyi ve inançları etkiler. Toplumu oluşturan tabakalar; üretim, tüketim, eğitim, gelir durumuna ve benzeri unsurlara göre farklılaşmıştır. Bu durum liberal Batılı sosyologlar tarafından sosyal tabaka, Marksist sosyologlar tarafından sınıf kavramıyla tanımlanmaya çalışılmıştır. Dönemin sosyologlarından Muzaffer Sencer’in de belirttiği gibi, endüstri devriminden sonra sosyoloji literatüründe geniş bir yer tutmaya başlayan “sosyal sınıf ” veya “sosyal tabaka” kavramı, bilimsel kesinlik ve açıklıktan uzak ve bir değer anlamı da taşımaktadır (Sencer, 1964-1966: 124-125). Muzaffer Sencer aynı doğrultuda yaptığı bir başka çalışmasında sosyo-ekonomik statünün ana değişkenlerinin eğitim düzeyi, toplam gelir, meslek ve konut tipi olduğunu belirtir (Sencer, 1974: 276). Sencer, sınıf kavramının meslek veya meslek grupları ya da başka özel grupların kapsamını aşan bir genişliği sahip olduğunu da belirtir (Sencer, 1974: 8). Günümüzde sınıf ve tabaka kavramları birbirine karışmış, ideolojik bir ayrım gözetilmeksizin birlikte kullanılır olmuştur. 1960-1980 döneminde Türkiye’de çalışan sosyologlar da bu konu ile yakından ilgilenmiş ve çeşitli çalışmalar yürütmüşlerdir. Amerikan sosyolojisi etkisinde kalan birçok sosyolog özellikle 1970’lerde farklı konularda alan çalışmalarına yönelmişlerdir. Bu sosyologların çalışma alanlarından biri de toplumsal tabakalaşma konusu olmuştur. Toplumsal tabakalaşma konusu, sosyologlar tarafından bir toplumdaki yatay ve dikey sosyal hareketliliğe dikkat çekmek üzere kullanılan temel göstergelerden biridir. Toplumu oluşturan bireyler yatay ve dikey hareketlilik gösteriyorsa, o toplum Batılı çağdaş değerler doğrultusunda gelecek vaat etmekte, böyle bir hareketlilik gözlenmiyorsa, toplumsal değişme ve çağdaşlaşma adına olumsuz özellikler göstermektedir. Meslek, toplumsal tabakalaşma ve hareketlilik konusundaki öncü çalışmalardan birisi, Eyüp Kemerlioğlu’nun 1973 yılında tamamladığı Erzurum’da Meslekler ve Sosyal Tabakalaşma başlıklı doktorasıdır. Bu araştırma ile Kemerlioğlu, sosyal tabaka ile meslekler arasındaki ilişkiyi, bağlantıyı, biçimi, sosyal yapı adına ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Buna göre, meslekler ile sosyal tabakalaşma ölçütleri arasında sıkı ve karşılıklı bir etkileşim bulunmaktadır. Meslekler, tabakalaşma biçimindeki sosyal farklılaşmaların temelinde yatan en önemli fenomenlerden biridir. Yine meslek, sosyal tabakalaşma yapısını ve bireylerin bu yapı içindeki konumunu belirleyen ölçütlerin en elverişli ve yeterlisidir. Kemerlioğlu’na göre, sosyal, kültürel, ekonomik ve teknik bir olgu 6. Ünite - 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji olan meslek; gelir, eğitim, sosyal etkileşim, tüketim biçimleri ve boş zamanların kullanımı açısından en önemli sosyal tabakalaşma belirleyicisidir. Bir kişinin mesleği ve meslekteki durumu bilindiğinde, onun sosyal tabakası belirlenebilmekte, eğitim düzeyi, geliri, tüketim eğilimleri, yaşam tarzı, değerleri, görüş ve eğilimleri gerçeğe yakın bir şekilde tahmin edilmektedir. Sosyal tabakalaşma konusunda mesleği temel ölçüt almakla birlikte diğer ölçütleri de kabul etmek gerekir. Mesleğin yanı sıra eğitim durumu, gelir, yaşam şansı ve biçimlerini işin içine katmak gerekmektedir. Bu bağlamda Kemerlioğlu, meslekleri “itibar ölçeği”ne göre altı tabakalı bir model çerçevesinde değerlendirmektedir: Yüksek uzmanlık meslekleri, tüccar ve işadamları, memurlar, esnaf ve zanaatkârlar, işçiler, çiftçiler ve rençberler. Bu sıralama aynı zamanda bireylerin mesleklerinden dolayı sahip oldukları tabakaları vermekte ve böylece meslekler ile sosyal yapı arasındaki ilişkiler sistemi arasındaki dinamik etkileşim belirlenmeye çalışılmaktadır (Kaçmazoğlu, 2010: 344-347). Bazı sosyologlar Türkiye’nin sınıflı yapısına dikResim 6.15 kat çeken araştırmalar yaparken, Amiran Kurtkan, Amiran Kurtkan 1960’ların başlarında yaptığı bir çalışmaya dayanaBilgiseven rak, Türkiye’de büyük sanayi işletmelerinin gerekli sürüm yapmalarını sağlayacak gelire ve yaşam tarzına sahip yeterli sayıda bir orta sınıfın bulunmadığını ortaya koymuştur (Kurtkan, 1960: 6). 1960-1980 döneminde sosyologlar, sosyal sınıf, sosyal tabaka gibi konular yanında siyaset sosyolojinin önemli araştırma alanlarından biri olan siyasal partiler ve seçmen davranışlarını merkeze alan araştırmalara da yönelmişlerdir. Bu çalışların ortaya çıkmasında, Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra yeniden çok partili bir döneme geçmesinin ve siyasal yelpazenin tümünü kapsayan partilerin kurulmuş olmasının da etkisi bulunmaktadır. Bu kapsamda H. Z. Ülken’in Siyasi Partiler ve Sosyalizm ve Muzaffer Sencer’in Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri başlıklı çalışmalarından söz etmek mümkündür. Ülken, çalışmasında Avrupa toplumlarında siyasi partileri ortaya çıkaran ve gelişmelerine neden olan toplumsal faktörlere, partilerin dayandıkları ideolojilere, partilere destek veren sosyal sınıflara ilişkin bilgi verirken; Sencer, tarihsel süreç içerisinde Türkiye’de kurulan siyasal partilerin özelliklerini anlatmaktadır. Muzaffer Sencer, 12 Ekim 1969 milletvekilliği seçimleri öncesinde, İstanbul örneklemi üzerinden, siyaset sosyolojisi kapsamında yaptığı bir başka araştırmada, seçmenlerin cinsiyet, yaş, doğum yeri, gelinen yer, yerleşme dönemi, eğitim düzeyi, din ve mezhep bağlılığı, aile büyüklüğü, ai

Use Quizgecko on...
Browser
Browser