Türkiye'de Sosyoloji 1950-1960 PDF
Document Details
Uploaded by SelfSatisfactionBlankVerse
Anadolu Üniversitesi
Tags
Summary
This document details Turkish sociology research from the 1950-1960 period. It discusses key concepts like village sociology, cultural change, and Westernization, along with research in education, economics, politics, language, and communications, highlighting the impact of social factors on the study of Turkish society.
Full Transcript
5 TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; 1950-1960 döneminin sosyoloji araştırmalarını özetleyebilecek, Köy sosyolojisi alanında yapılan belli başlı çalışmaları sıralayabilecek, Kültür ve toplumsal değişme anlayışlarını tanımlayabilecek, Eğitim, ekonomi-politi...
5 TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; 1950-1960 döneminin sosyoloji araştırmalarını özetleyebilecek, Köy sosyolojisi alanında yapılan belli başlı çalışmaları sıralayabilecek, Kültür ve toplumsal değişme anlayışlarını tanımlayabilecek, Eğitim, ekonomi-politik, dil, iletişim alanlarında yapılan çalışmaları değerlendirebilecek, Artan göçlerin nedenlerini özetleyebileceksiniz. Anahtar Kavramlar • • • • Köy sosyolojisi Toplumsal ve kültürel değişme Eğitim sosyolojisi Dil sosyolojisi • Liberal ekonomi • İletişim sosyolojisi • Göç sosyolojisi İçindekiler Türkiye’de Sosyoloji 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi • • • • • 1950-1960 DÖNEMİ SOSYOLOJİSİ KÖY SOSYOLOJİSİ KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ VE BATILILAŞMA EĞİTİM SOSYOLOJİSİ DÖNEMİN BAŞAT EKONOMİ-POLİTİK ANLAYIŞI • İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ VE DİĞER KONULAR • GÖÇ SOSYOLOJİSİ 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi 1950-1960 DÖNEMİ SOSYOLOJİSİ 1 1950-1960 döneminin sosyoloji araştırmalarını özetleyebilmek. Türkiye’de siyasal gelişmeler toplumsal gelişmeleri ve toplumsal gelişmeler de sosyoloji çalışmalarını yakından etkilemektedir. II. Dünya Savaşı’nın sonuçları ve bu sonuçlara bağlı olarak Türk-Amerikan ilişkilerinin hızla yakınlaşması, sosyoloji anlayışını da biçimlendirmiş; Amerikan merkezli bilim ve sosyoloji anlayışı ülkemizde etkili olmaya başlamıştır. Bu bağlamda, önceki dönemlerle karşılaştırıldığında, 1950-1960 döneminde Türk sosyolojisinin farklı özellikler gösterdiğini söylemek mümkündür. 1950 seçimleriyle iktidar CHP’den DP’ye geçmiş, Türkiye’de ilk defa gizli oy, açık sayım ve tek dereceli bir seçim yapılmış, halk 1946 yılında kurulan DP’yi iktidara taşımıştır. Diğer yandan, II. Dünya Savaşı sonuçlarına bağlı olarak dış siyasette önemli değişmeler meydana gelmiş ve Türkiye, Amerika’nın liderliğinde oluşan liberal Batı dünyasının siyasal, ekonomik ve askerî sistemiyle, ikili anlaşmalar çerçevesinde bütünleşmeye başlamıştır. Dolayısıyla 1950’de açılan yeni dönem, yeni bir sosyoloji anlayışını ve bu anlayışa bağlı sosyoloji çalışmalarını ortaya çıkarmıştır. 1940’lı yıllarda görev yapan birçok sosyolog tasfiye edilirken, yeni anlayışa uygun sosyologlar, yeni uluslararası tercihler doğrultusunda ve ülkenin koşulları elverdiği ölçüde yeni ve eski konuları, yeni eğilimler çerçevesinde çalışmışlardır. 1950-1960 döneminde sosyoloji disiplinlerine ait birçok çalışma yapılmıştır. 1950’lerde öne çıkan konuların başında köy sosyolojisi, kültür değişmeleri ve Batılılaşma gelmektedir. Bu konular zaten birbirine bağlı ve birbirinin içerisindedir. Bunları sosyoloji disiplinlerine ait diğer konular izlemiştir. Yine Türk sosyoloji tarihi adına bu dönemde gündeme gelen sosyologlar arasında Ziya Gökalp, Prens Sabahattin ve Mehmet İzzet bulunmaktadır. Ancak Ziya Gökalp’in 1950’lerde, Türkiye’de önemini koruyor olması, onun sosyoloji anlayışından daha çok milliyetçilik görüşleriyle ilgilidir ve sadece iç siyasal koşullar gereğidir. Bu dönemde, sosyologlardan ziyade hukukçular tarafından yönetilen ve toplumun tüm kesimlerince tartışılan din, dinde reform, laiklik gibi konular üzerinde de çalışmalar bulunmaktadır. 1950’lerde köyden kente ve yurt dışından yurt içine doğru şekillenen göç hareketleri birçok yeni sorunun da ortaya çıkmasına yol açmıştır. 104 Türkiye’de Sosyoloji 1950’li Yıllarda Sosyolojide Etkili Olan Ekoller, Sosyologlar ve Eserleri 1950’lere kadar devlet kurumlarında, liselerde ve kısmen üniversitelerde etkin olan sosyoloji anlayışı; A. Comte, E. Durkheim tarafından geliştirilen ve Türkiye’de Ziya Gökalp’in benimseyip temsil ettiği sosyolojizm ekolüdür. 1950’lerde sosyolojik görüşleri ve özellikle yöntem anlayışı öne çıkan sosyolog Prens Sabahattin olmuştur. Anglo-Saksonların II. Dünya Savaşı’nı kazanmaları, Türkiye’de de Science Sociale ekolü doğrultusundaki görüşleri öne çıkarmıştır. 1950’li yıllarda neredeyse tüm sosyologlar Science Sociale ekolünden övgü ile bahsetmişlerdir. Dönem sosyologlarından Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cavit Orhan Tütengil, İbrahim Yasa, Cahit Tanyol, Tahsin Demiray, Selahaddin Demirkan, Oğuz Arı ve özellikle Nurettin Şazi Kösemihal ekolün önemini vurgulamış, Türkiye’nin sorunlarının araştırılmasında bu ekolün önerdiği tekniklerin kullanılmasının yararlarına değinmiştir. Prens Sabahattin, bireyciliğe dayalı görüşleriyle dönem boyu gündemde kalmış, neredeyse tüm sosyologları etkilemiştir. Bir başka anlatımla, 1940’larda başlayan Amerikan sosyolojisinin etkisi, bu dönemde Science Sociale ekolüyle birleşerek sürmüştür. Yine 1950’lerde Science Sociale ekolünün yanında kültür antropologlarının etkisiyle fonksiyonalist anlayış da Türkiye’ye yerleşmiştir. Dolayısıyla, Science Sociale ekolünün etkisindeki sosyologlar, toplumsal sorunları alan araştırmaları ve tecrübi sosyolojinin rehberliği ile çözme önerisinde bulunmuş ve yoğun bir şekilde alan çalışmalarına yönelmişlerdir. Cemaatçi toplum yapısını eleştiren, kamucu yapıdan bireyci yapıya doğru geçişin Türk toplumunu Batı’ya, Batı uygarlığına yaklaştıracağı savında bulunan dönem sosyologları, bireyciliğe de tam sahip çıkmayarak, toplumculukla bireycilik arası çözümler önermişler; toplum ile bireyi dengelemeye çalışan görüşler öne sürmüşlerdir. 1 1950’lerde Türk sosyologları Science Ekolü tarafından geliştirilen araştırma tekniklerine büyük bir önem vermişlerdir. Türkiye’nin bilim tarihi ve bilim anlayışları konusunda yeterince bilgi sahibi olduğunuzu düşünüyor musunuz? 1950-1960 yılları arasında, Türkiye’de sosyoloji bir geçiş dönemi yaşarken, sosyologlar da çeşitli eğilimler arasında gidip gelmiş ve belirli bir ekolün sınırlarına bağlı kalmadan, Science Sociale ekolüne yakınlık göstermişlerdir. Ekoller ve kavramlar, düşünceler ve sistemler adeta birbirinin içerisine girmiştir. Sosyologların genel görüşleri arasında da bir bütünlük yoktur. Farklı konularda birbirine ve genel düşün çizgilerine taban tabana zıt görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda, kamucu yapıdan uzaklaşılmak istenirken bireyci görüşlere de tam olarak sahip çıkılmamış ve ara formüller araştırılmıştır. Dönemin önde gelen sosyologlarını ve onların önemli eserlerini şöyle sıralamak mümkündür: 1- Hilmi Ziya Ülken ve önemli eserleri: Tarihi Maddeciliğe Reddiye (1951), Sosyolojinin Problemleri (1955), Sosyoloji Rehberi (1955), Dünyada ve Türkiye’de Sosyoloji Öğretimi ve Araştırmaları (1956), Veraset ve Cemiyet (1957), İslam Felsefe Tarihi (1957), Felsefeye Giriş (1957). 2- Mümtaz Turhan ve önemli eserleri: Kültür Değişmeleri, Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik (1951), Maarifimizin Ana Davaları ve Bazı Hal Çareleri (1954), Garplılaşmanın Neresindeyiz (1956). 105 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi 3- Cavit Orhan Tütengil ve önemli eserleri: Prens Sabahattin (1954), Diyarbakır Basın Tarihi Üzerine Notlar (1869-1953) (1954), Ziya Gökalp Üzerine Notlar (1956), Montesquieu’nun Siyasi ve İktisadi Fikirleri (1956). 4- Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve önemli eserleri: İçtimaiyat: Metodoloji Nazariyeleri (1950), İbn-i Haldun’da Tarih Telakkisi ve Metod Nazariyesi (1951), Ziya Gökalp İçin Yazdıklarım ve Söylediklerim (1955), Hukuk Sosyolojisi (1958). 5- Cahit Tanyol ve önemli eserleri: Örf ve Adetler Sosyoloji Bakımından Sanat ve Ahlak (1954), Sosyal Ahlak (1960). 6- İbrahim Yasa ve önemli eserleri: Hasanoğlan Köyünün İçtimai-İktisadi Yapısı (1955), Sindel Köyünün Toplumsal ve Ekonomik Yapısı (1960). 7- Tahir Çağatay ve önemli eserleri: Kapitalist İçtimai Nizam ve Bugünkü Durum (1958). 8- Nurettin Şazi Kösemihal ve önemli eseri: Sanat ve Düşünce (1957). Bu eserler dışında sosyologlar, başta kültür değişmeleri, çağdaşlaşma-Batılılaşma, köy sosyolojisi, sosyal siyaset, dil, eğitim, sanat ve edebiyat, göç, iletişim, çevre, din, laiklik, ekonomi, maliye başta olmak üzere pek çok konuda onlarca makale kaleme almışlardır. Dönemin sosyoloji içerikli dergilerinden birkaçını da şöyle sıralamak mümkündür: Sosyoloji Dergisi, Sosyoloji Dünyası, İş ve Düşünce Dergisi, Yeni Adam Dergisi, Sosyal Siyaset Konferansları, Bilgi Mecmuası, Türk Düşüncesi, Türk Yurdu. Resim 5.1 KÖY SOSYOLOJİSİ 2 Köy sosyolojisi alanında yapılan belli başlı çalışmaları sıralayabilmek. 1950-1960 döneminde Science Sociale ekolünün etkisiyle ele alınıp yoğun şekilde uğraşılan konu köy sosyoloji olmuştur. 1919’da Science Sociale ekolü temsilcileri tarafından başlatılıp 1930’larda Mehmet Ali Şevki Sevündük tarafından devam ettirilen ve 1940’lı yıllarda Ankara ve İstanbul ekolü sosyologlarının üstlendiği köy sosyolojisi çalışmaları, 1950’li yıllarda en verimli dönemini yaşamıştır. 1950-1960 döneminde üzerinde en fazla çalışılan konu başlığı köydür. Türkiye’nin tarıma dayalı bir toplum olması, nüfusunun büyük bir çoğunluğunun köylerde yaşaması, toplumsal değişme konusunda köylerin daha geleneksel bir görüntü çizmesi, tarıma traktörün girmesi ve benzeri konular sosyologları köy çalışmalarına yöneltmiştir. Bu bağlamda, dönemin sosyologlarının neredeyse tamamı mutlaka köy sosyolojisi çalışması yapmıştır. Köy sosyolojisi çalışması yapan sosyologlar arasında Hilmi Ziya Ülken, Nurettin Şazi Kösemihal, Cahit Tanyol, Mümtaz Turhan, Selahattin Demirkan, İbrahim Yasa, Nermin Ertentuğ, Cavit Orhan Tütengil gibi pek çok sosyolog ve antropolog bulunmaktadır. 1950’lerde Türkiye’de sosyologlar köy araştırmalarına büyük bir ilgi göstermişlerdir. 106 Türkiye’de Sosyoloji 2 Köy sosyolojisi konusunda hangi çalışmaları okudunuz? Cahit Tanyol o dönemde yaptığı köy sosyolojisi çalışmalarında köyleri; ağa köyleri, efendi köyleri, halk köyleri ve karışık köyler şeklinde dört gruba ayırmıştır. Buna göre; ağa köyleri aşiret liderlerinin köyleridir. Efendi köyleri, şehirli tarafından ele geçirilen ve arazisi işletilen köylerdir. Karışık köylerde ise mülkiyetin yarısı efendiye, diğer yarısı halka aittir (Tanyol, 1959: 199). Yine aynı dönemde sosyologlar coğrafi konumlarına göre köyleri; dağ köyü, ova köyü, dağınık köy, toplu köy şeklinde sınıflandırmışlardır. Köy sosyoloji çalışmalarının temel amacı; köylerde süren yaşam biçimlerini incelemek, toplumsal değişme düzeylerini belirlemek, hangi köylerin değişmeye daha yatkın olduğunu tesbit etmektir. Buna göre ova köyleri dağ köylerine, karayollarına ve demiryollarına yakın köyler uzak köylere, kentlere yakın köyler de kentlere uzak köylere göre değişmeye daha açıktır. Yine bu çalışmalarda maddi değişmelerin manevi yaşam üzerindeki etkileri, kültür değişmelerini etkileyen zihniyet yapısının şekillenişi üzerinde de gözlemler yapılmıştır (Ülken, 1951: 23). Köy sosyolojisi araştırmalarıyla, köyde kültürel yapının değişmesini hızlandıran veya yavaşlatan maddi ve manevi unsurlar, geleneksel yaşam biçimi, kılık-kıyafetteki değişmeler, modern Köy sosyolojisine bu kadar önem verilmesinin nedenleri yasaların uygulanıp uygulanmadığı, batıl inançlar karşısındaki tavır, gelenekselliğin arasında, köylerin daha katılığı veya yumuşaklığı, teknik değişmeler, bu yaşam biçiminin ortaya çıkardığı hızlı şekilde nasıl değişerek toplumun Batılılaşacağı, dünya görüşü, olayları değerlendirme anlayışı gibi pek çok değişken tespit edilmeye bunun için kültür, zihniyet, inanç, gelenek ve göreneklerin çalışılmıştır. Sonuç olarak, köylü nüfusunun teknik değişmelere soğuk bakmadığı, durumu ve değişmeye eğilimli toplumsal değişme ve Batıcılaşma açısından gelecek vaad ettiği belirtilmiştir. ve dirençli yanları, bu dirençli Köy sosyolojisine bu kadar önem verilmesinin nedenleri arasında, köylerin yanların yumuşatılması için neler yapılması gerektiği daha hızlı şekilde nasıl değişerek toplumun Batılılaşacağı, bunun için kültür, zihortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. niyet, inanç, gelenek ve göreneklerin durumu ve değişmeye eğilimli ve dirençli yanları, bu dirençli yanların yumuşatılması için neler yapılması gerektiği ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ VE BATILILAŞMA 3 Türkiye’deki sosyal ve siyaset bilimciler, sosyologlar; Akis, Forum, Varlık, Türk Düşüncesi, Türk Yurdu gibi dönemin önde gelen dergileri de toplumsal değişme adına ülkenin ve toplumun Batılılaşma sürecini teorileştirmeye, siyasal anlamda uygulamaya konulan Batılılaşma girişimlerini, Batıcı görüşleri sınıflandırmaya ve yorumlamaya başlamışlardır. Kültür ve toplumsal değişme anlayışlarını tanımlayabilmek. Nizamı Cedit hareketinden günümüze kadar geçen zaman sürecinde Türkiye’nin yönü Batı’ya dönük olmuştur. Bu Batı’ya dönüklük ülkeyi yönetenlerin tercihlerine göre bazen önemli ve toplumu derinden etkileyen reformlar, bazen de daha yumuşak politikalar şeklinde gerçekleşmiştir. Yine ülkeyi yönetenlerin eğilimlerine göre Batı içerisinde de tercihler yapılmış, bazen otoriter eğilimli, bazen liberal eğilimli Batı örnek alınmıştır. 1950’li yıllarda da toplumsal değişme adına Türk toplumunun yönü bu sefer Anglo-Sakson Batı’ya çevrilmiş ve liberal-demokratik Batı örneği üzerinden toplum biçimlendirilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de III. Selim döneminden bugüne devletin, Cumhuriyet ile birlikte toplumun tamamının yönü Batı’ya çevrilince, Türkiye’deki sosyal ve siyaset bilimciler, sosyologlar; Akis, Forum, Varlık, Türk Düşüncesi, Türk Yurdu gibi dönemin önde gelen dergileri de toplumsal değişme adına ülkenin ve toplumun Batılılaşma sürecini teorileştirmeye, siyasal anlamda uygulamaya konulan Batılılaşma girişimlerini, Batıcı görüşleri sınıflandırmaya ve yorumlamaya başlamışlardır. 107 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi 1950-1960 döneminde, sosyoloji aracılığı ile, Türkiye’nin neden istenilen ölçüde Batılılaşmadığı, Batılılaşma konusunda başarılı olamadığı sorunu tartışılmış, üzerinde düşünülmüş ve araştırmalar yapılmıştır. Toplumsal değişme adına hemen hemen tüm sosyologlar Batılılaşma konusuyla ilgilenmişler ve görüşlerini sosyoloji çalışmaları aracılığı ile ifade etmişlerdir. Bu dönemin sosyologları, Batılılaşmanın beklenilen sonuçları veremediği konusunda görüş birliği içerisindedirler. Sosyologlar, Batılılaşmayı engelleyen faktörlerin neler olduğunu, hangi hatalardan dolayı yeterince Batılılaşılamadığı, hangi yöntemler uygulanırsa daha başarılı bir Batılılaşma performansı sağlanabileceğini, Batı’nın hangi özelliklerinin alınması gerektiği, Batı’nın kısmen mi yoksa toptan mı örnek alınması gerektiği gibi konularda görüş ve önerilerini ortaya koymuşlardır. 1950’li yıllarda Türkiye’nin maddi ve tinsel, her açıdan Batılılaşması gerektiğini savunan sosyologlar olduğu gibi, Batı’dan sadece teknik unsurların alınmasını savunan sosyologlar da olmuştur. 1950’li yıllarda toplumsal değişme, Batılılaşma konusunda öne çıkan ve döneme egemen olan zihniyeti temsil eden isim Mümtaz Turhan’dır. Dönemin sosyologlarına ve Mümtaz Turhan’a göre, bugün bir dünya uygarlığı haline gelmiş olan Batı uygarlığı karşısında Batılılaşmaya ihtiyaç var mıdır, yok mudur gibi bir soru anlamsızdır. Bundan uzun bir süre önce Türk yöneticileri konunun yaşamsal önemini kavrayarak kesin kararlarını vermişlerdir. Batılılaşmak kesinkes zorunludur. (Turhan, 1972: 63). Kültür değişmeleri başlığı altında incelenen temel konu, Batılılaşma doğrultusunda toplumsal değişme hızını belirlemektir. Türkiye’nin Batılı toplumlara benzemesi istenmekte ve bu doğrultuda politikalar yürütülmektedir. O nedenle, nüfusunun büyük bir çoğunluğunun köylerde yaşadığı Türkiye’nin Batı’ya ayak uydurması için değişmeyi köylerden başlatması gerekmektedir. Köylerimiz acaba yeterince değişmeye açık mıdır? Hangi özelliklere sahip köyler değişime uyum sağlarken, hangi özelliklerdeki köyler değişim konusunda yavaş davranmaktadır. “Teknik gelişmelerin değişimdeki payı nedir?” gibi sorular üzerinden hareket edilerek köy ve kültür değişmeleri içerikli çalışmalar yürütülmüştür. Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçmenin yolu kültürel yapıyı da içermektedir. Mümtaz Turhan’a göre, kültürel değişme, bir toplumun gelişmesinin en önemli göstergesidir ve bir toplum düzeninin bir tipten başka bir tipe doğru dönüşmesini sağlar. Birbirinden farklı iki kültürün karşılaşmasıyla başlayan kültürel değişme, dominant kültüre doğru gerçekleşir. İki ya da daha fazla toplumsal grubun etkileşimiyle meydana gelen kültür değişmeleri; grupların birbirine karşı takınmış oldukları tavırlar, birbirlerine karşı vermiş oldukları hükümler gibi insanlararası ilişkiler üzerinde etkili olan faktörlerle meydana gelmekte, ilerlemenin, uygarlığın kökünü oluşturmaktadır (Turhan, 1987: 15-17). Zorunlu kültür değişimine anlayışına karşı olan Mümtaz Turhan, serbest kültür değişmesini önermektedir. Zira zorunlu kültür değişmeleri karşıtını üretirken, serbest kültür değişmesi, kişilerin kendi çıkarlarını gözeterek kendiliğinden benimseyip kabullendikleri değişim anlamına gelmektedir. Yani ekonomik ihtiyaçlar ve bazı düzenlemelerle kültür kendiliğinden de, zorlamaya gerek kalmadan değişir. Mümtaz Turhan’a göre, serbest kültür değişmesi, bir toplumsal grup veya cemiyetin yabancı bir kültürel grup veya cemiyetle ilişkiye girdiği zaman, hiçbir iç Resim 5.2 Mümtaz Turhan Zorunlu kültür değişimine anlayışına karşı olan Mümtaz Turhan, serbest kültür değişmesini önermektedir. Zira zorunlu kültür değişmeleri karşıtını üretirken, serbest kültür değişmesi, kişilerin kendi çıkarlarını gözeterek kendiliğinden benimseyip kabullendikleri değişim anlamına gelmektedir. Yani ekonomik ihtiyaçlar ve bazı düzenlemelerle kültür kendiliğinden de, zorlamaya gerek kalmadan değişir. 108 Türkiye’de Sosyoloji ve dış etki altında bulunmaksızın, o kültürün tamamını ya da bir kısmını benimsemedir. Zorunlu veya empoze kültür değişmesi ise, farklı kültürlere sahip iki toplumsal grup veya cemiyetten birinin kendi kültürünü tamamen ya da kısmen kabul etmesi için diğerine baskı yapması veya çoğunluğun muhalefetine rağmen iktidara mensup bir grubun yabancı bir kültürü kendi toplumuna zorla kabul ettirmesidir (Turhan, 1987: 51-52). Mümtaz Turhan’a göre, yeni bir kültür unsurunun alınmasında ve toplum içinde yayılmasında etkili olan en önemli faktör; fayda temin etme, itibar kazanma, yenilik arzusu veya yeni kültürel unsurun mevcut kültüre uymasıdır. Bunlardan hangisinin daha etkili olacağı, toplumun ortak eğilimlerine ve koşullarına bağlıdır. Ancak, yeni kültür unsurlarının bir toplumda yayılmasının ilk koşulu itibar ve yenilik faktörüdür (Turhan, 1987: 55-62). Mümtaz Turhan, köyde yaşayanların kendi kültürlerinin zayıf yanlarını değiştirme konusunda kararsızlık yaşamadıklarını belirtir. Eğer bu değişme köylüye yarar ve kolaylık sağlayacaksa, mevcut durumunu bozmuyorsa, istenmeyen olaylara yol açmıyorsa, büyük bir memnuniyetle kabul edilmektedir. Dolayısıyla kabul edilen bu maddi kültür unsurları zamanla manevi kültür unsurlarını da etkilemektedir. Belirli bir denge içerisinde gerçekleşen değişme de bozucu bir etki yapmamaktadır. Köylerdeki değişmenin serbest olması, ihtiyaçtan kaynaklanması nedeniyle yerel kültürde bozulma, aksaklık, sarsıntı meydana getirmemektedir. Buna karşın kentlerde birçok kültür unsuru terk edilip yerine daha iyisi veya yenisinin konulamaması ve bunlara uyum sağlayamaması yüzünden eski kültür kendisini kontrol etme özelliğini kaybetmektedirler. Bu nedenle, kentlerde yaşayanlar yeni durum karşısında gerektiğinde nasıl hareket edeceklerini bilememektedir. Önceki kültür unsurları terk edilmiştir ama yerine daha iyisi konulamamıştır. Bu durumda işler düzelecek yerde kötüleşmiş olmaktadır (Turhan, 1987: 210-112). Mümtaz Turhan’a göre, bilinçli ve serbest kültür değişmeleri sadece maddi kültürle sınırlı değildir; manevi alanlara yayılacak kadar kapsamlı ve geniştir. Eğer faydalı yabancı bir kültür unsuru ekonomik bakımdan kolaylık temin ediyorsa, yararlı bir şekilde kullanılıyorsa, mevcut sistemde büyük karışıklıklara veya istenmeyen durumlara yol açmıyorsa, büyük bir istek ve memnuniyetle kabul edilmektedir. Diğer yandan, alınan kültürel unsurlar grubun ahlak kurallarına, zevk ve düşüncelerine aykırı düşüyorsa, temin edeceği faydalar dikkate alınmadan reddedilir. Mümtaz Turhan’a göre, Mümtaz Turhan’a göre, Batılılaşmak için Batı’dan bilim, bilimsel zihniyet ve Batılılaşmak için Batı’dan tekniğin ülkemize aktarılması gerekir. Bu yol dışındaki her şey taklit, yapma, kısır bilim, bilimsel zihniyet ve tekniğin ülkemize aktarılması ve iğreti kalır. Buna yapmak zorundayız. İstesek de istemesek de Batı ile ülkemiz gerekir. Bu yol dışındaki arasında bir sentez vardır ve bu sentezi ortadan kaldıramayız. Türkiye, Batı meher şey taklit, yapma, deniyeti karşısında Batı’dan bir şeyler alacak, kendisinden de Batı’ya bir şeyler kısır ve iğreti kalır. Buna yapmak zorundayız. İstesek verecektir (Kaçmazoğlu, 1998: 45). de istemesek de Batı ile Yapılması gereken en doğru eylem, Batı uygarlığını doğrudan doğruya halk ülkemiz arasında bir sentez vardır ve bu sentezi ortadan kültürüne aşılamak ve halkın temsil ettiği kültürün ortak unsurlarını temel alarak kaldıramayız. yepyeni ve canlı bir kültürün doğmasına olanak sağlamaktır. Doğu-Batı sentezi olan bu yöntem Batılılaşmanın en kestirme yoludur (Turhan, 1955a: 511-514). Bilim zihniyeti almadan sadece fabrikalar, geniş caddeler açmak, parklar, barajlar, limanlar yapmak, Batılı yasalar, düzenlemeler kabul etmek koşulu ile Batılılaşacağımız zannedilmiştir. Oysa Batı uygarlığını diğer uygarlıklardan ayıran, kendisini erişilemeyecek kadar üstün kılan güç bilimsel zihniyettir. Biz, bireye bu zihniyeti vermiş değiliz. Bireyi bu şekilde yetiştirmiş değiliz. Zannedilmiş ki, Batı- 109 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi lılaşmak, Batı ile benzer şekilde yaşar görünmektir. Biz Batının kullandığı ve yararlandığı araçları yapmamış, hazır almışız. Yaratıcı değil, taklitçi olmuşuz. Türk devrim hareketi de Tanzimat’ın zihniyet hatasına düşmüş; Batı’dan temel ilkeleri alacak yerde, ikincil unsurları alarak yoluna gitmiştir. Böylece, Batılılaşmaya engel nedenler değişmemiştir (Turhan, 1972: 69). Dönemin sosyologlarından Hilmi Ziya Ülken de Batılaşmanın yalnız kaçınılmaz tek yol değil aynı zamanda toplumsal bir gerçek olduğu görüşündedir. Batı uygarlığı ne teknik ne makine ne de fendir, onları yapan bilim ve bilimsel zihniyettir. Bunları yaratan Batı’nın manevi değerleri ve ruhudur. Onu almadıkça Batılı olmak mümkün değildir (Ülken, 1961: 87). Şimdiye kadar Batılılaşma konusunda hangi kitapları ve makaleleri okudunuz? EĞİTİM SOSYOLOJİSİ 4 Eğitim, ekonomi-politik, dil, iletişim alanlarında yapılan çalışmaları değerlendirebilmek. Her dönem eğitim sorunları sosyolojinin önemli konuları arasında yer almıştır. 1950’li yıllarda da öğretmen yetiştirme, eğitim anlayışı, okul ve öğretmen sayılarındaki yetersizlikler, yüksek öğretim, göçlerin eğitim çağındaki çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri ve benzeri pek çok sorun bulunmaktadır. Sosyologlarımıza göre, toplumun istenilen yöne doğru biçimlendirilmesinde en büyük görev okullara, yani eğitim kurumlarına düşmektedir. Eğitim kurumlarının görevlerinden biri de Batı uygarlığı çerçevesindeki gelişmelerin toplumumuza aktarılışı sırasında ortaya çıkacak sorunları çözecek birinci sınıf rehberlere ihtiyaç bulunmasıdır. Bu değişime rehberlik edecek olanlar, bilim insanları ve bunları yetiştiren gerçek bilim kurumlarıdır (Turhan, 1955b: 5-6). Sosyologlara göre, eğitimin ana sorunları; ülkenin kalkınma, ilerleme, bugünkü uygarlık seviyesinde bir ulus olma sorunları ile aynıdır. Uygar, ileri bir ulus demek, gerçek bilime, bilimsel zihniyete ve bunlarla donatılarak yetiştirilmiş düşünürlere sahip olmak demektir (Turhan, 1954: 5). Dönemin sosyoloji anlayışına göre, eğitim Batılılaşmanın araçlarından biridir. Gerçek anlamda Batılılaşmış olsaydık eğitim sorunlarımız da çözülürdü. Batılılaşamadığımız için eğitim sorunlarımız da çözülememiştir. Ülkemiz gerçek bilim insanlarından ve bilim kurumlarından yoksun bulunduğu için bu sorunlar devam etmektedir. O nedenle, bu sorunları çözmenin iki yolu bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, Avrupa ve Amerika’ya çok miktarda, iyi yetişmiş öğrenciler göndermektir. Her yıl lise mezunları arasından seçilerek sıkı bir sınavdan ve psikolojik testlerden geçirilen öğrenciler başta İngiltere, Almanya, Hollanda, İsveç gibi eğitim sistemleri daha ziyade kişisel araştırma esasına dayanan Avrupa ül- Resim 5.3 3 110 Türkiye’de Sosyoloji kelerine ve Amerika’ya gönderilmelidir. Bunlar üniversiteyi bitirdikten sonra o ülkelerde doktora yapmalı ve birkaç yıl da asistan olarak çalıştıktan sonra birinci sınıf uzman bilim insanları olarak Türkiye’ye dönmelidirler. İkinci çözüm yolu ise, araştırma enstitüleri açmaktır. Araştırma enstitüleri, gerçek Batılılaşmanın uygar ve ileri ulus olmanın ilk ve önemli koşulunu teşkil eden bilim zihniyeti ve faaliyetlerinin gelişmesi için zorunludur (Turhan, 1951: 1). Bazı sosyologlar eğitimdeki Bazı sosyologlar eğitimdeki aksaklıkları, Batı bilim zihniyetine sahip yeterli aksaklıkları, Batı bilim sayıda bilim insanının bulunmayışına bağlarken, bazı sosyologlar da eğitim alazihniyetine sahip yeterli nında görülen genel aksaklıkları, başka ülkelerde başarılı olmuş eğitim sistemlesayıda bilim insanının bulunmayışına bağlarken, bazı rinin aynen ve hazır elbise gibi ülkemize aktarılmasına bağlamaktadırlar. Bunun sosyologlar da eğitim alanında doğru bir yöntem olmadığını belirten sosyologlar, eğitim sorunlarının toplumsal görülen genel aksaklıkları, başka ülkelerde başarılı ihtiyaçlar ve ulaşılmak istenilen amaçlar doğrultusunda bir eğitim felsefesi geliştiolmuş eğitim sistemlerinin rilerek ve bu felsefeye uygun çalışmalar yürütülerek, okullarda uygulanan eğitim aynen ve hazır elbise gibi ülkemize aktarılmasına ve öğretim yöntemlerini yaşamın gereksinimlerine, günün ihtiyaçlarına göre yebağlamaktadırlar. niden düzenleyerek çözülebileceğini belirtirler (Tütengil, 1959: 3-4). 1950’lerde, Türkiye’nin en büyük sorunlardan birisi öğretmen açığıdır. Köy öğretmeni açığını kapatmaya yönelik olarak 1940’larda açılan Köy Enstitüleri binlerce öğretmen yetiştirmesine rağmen bu açık kapatılamamıştır. 1950’li yıllarda siyasal nedenlerle Köy Enstitüleri kapatılarak yerlerine öğretmen okulları kurulmuştur. Bu siyasal zihniyet dönüşümüne paralel olarak, dönemin bazı sosyologları da köylerdeki öğretmen açığını kapatmak ve yine köylerdeki öğretmen-köylü yabancılaşmasını gidermek için imam-öğretmen modeli önermişlerdir. Buna göre, geçmişte köylerde hoca-öğretmen ikiliği ortaya çıkmıştır. Köylüler öğretmenleri bir türlü sevememişlerdir. Bunu gidermek için, ilahiyat liselerinden çıkan öğrencilerin bir veya iki yıllık mesleki formasyondan sonra köylere öğretmen olarak atanmaları, köylüleri sevecekleri, benimseyecekleri, güvenecekleri öğretmenlere kavuşturacak ve sorun çözülecektir (Turhan, 1959: 125). Dönemin sosyologları, öğretmenlerin görevinin sadece öğrencilere ders vermek olmadığını, öğretmenin okul dışında da bazı çalışmalar yapması gerektiğini belirtmişlerdir. Öğretmenlerin okul dışında yapacağı çalışmaların başında yurt ve dünya olaylarını yakından izleyerek kendilerini geliştirmeleri gelmektedir. Öğretmenin ikinci faaliyet alanı, çevresinin sorunları ile ilgilenmesidir. Öğretmenin okul dışındaki üçüncü görevi, bilimsel düşünce ve faaliyetler ile teknik buluş ve ilerlemeleri çevresine duyurmaktır (Tütengil, 1958: 2-3). İmam-hatip okullarının açılması, ilk ve orta öğretim müfredatına din derslerinin konulması, eğitimde içerik değişiklikleri de 1950’lerde sosyologlar, eğitimciler ve hukukçular tarafından birçok değişkene bağlı olarak tartışılan sosyoloji konuları arasında yer almıştır. Dil Sosyolojisi Kapsamında Yapılan Tartışmalar 1950’lerde sosyologların tartışmaya açtıkları konular arasında Türkçenin sadeleştirilip sadeleştirilmemesi, dilin özellikleri, Türkçeyi etkileyen faktörler, meslek dili ve terminolojisi, Türkçenin kısırlaşması, bozulması gibi dil merkezli yaklaşımlar bulunmaktadır. Dönemin sosyologlarının dil merkezli tartışmalarının başında, dil devriminin gerekli olup olmadığı, dile getirdikleri ve götürdükleri konusu gelmektedir. Bir başka anlatımla, dilin sadeleştirilip sadeleştirilmemesi konusunda sosyologlar iki gruba ayrılmış durumladırlar. Sosyologlardan bir grubu, dil devriminin gerçek Batılılaşma ve inkılapçılıkla bir ilgisi bulunmadığını, aksine dil devriminin bir ir- 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi tica, bir gericilik hareketi olduğunu belirtirler. Bu grupta yer alan sosyologlar, dilden Doğu kökenli kelimelerin atılmasına karşı çıkmakta, Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını uydurmacılık olarak değerlendirmektedirler (Turhan, 1954: 56). Bu görüşe sahip sosyologlara göre, Türk Dil Kurumunun artık okullardaki dil işlerine karışmaması, şimdiye kadarki karışmaların doğurduğu bozuklukların da öğretmenler, bilim insanları ve yazarlar tarafından düzeltilmesi gerekmektedir (Fındıkoğlu, 1951: 4). Türk Dil Kurumu çizgisindeki sosyologlar ise, dildeki ağdalı yapıdan uzaklaşılmasını, yabancı kökenli kelimelerin yerine Türkçe kökenli kelimelerin almasını ve Türkçenin sadeleştirilmesini önermektedirler. Dönemin sosyologlarından Hilmi Ziya Ülken ise dil konusuna farklı yaklaşmakta ve adeta bir dil sosyolojisi kurmaya çalışmaktadır. Ülken’e göre, konuşulan dil, yazı dili, uzmanların meslek dili, şifreli dil, toplumsal hayattaki her türlü ilişkiyi yansıttığı için sosyal bir kurumdur. O nedenle dil toplumsal bir fenomen olarak görülmeli ve diğer toplumsal fenomenlerle ilişkileri, etkileşimleri sosyolojik açıdan incelenmelidir. Dilin toplumdan ayrılamayacağını, zira onun toplum halinde yaşayan insanların anlaşma ve haberleşme aracı olduğunu vurgulayan Ülken, dilin kültürel ve toplumsal yapı değişmelerine bağlı olarak değişmelere uğramasının normal olduğunu söyler. Ona göre, toplumsal tabakalar dili farklı şekillerde kullanmakta, bazı kelimelere değişik anlamlar vermektedirler. Yabancı bir kültürle ilişkilerin artması da yeni kelimelerin dile girmesinde etkili olmaktadır. Dinsel inançlar, devrimler, değerler de dili yakından etkilemektedir. Yani toplumsal değişme ile birlikte dil de değişmektedir (Kaçmazoğlu, 2010: 143). 111 Dönemin sosyologlarından Hilmi Ziya Ülken ise dil konusuna farklı yaklaşmakta ve adeta bir dil sosyolojisi kurmaya çalışmaktadır. Ülken’e göre, konuşulan dil, yazı dili, uzmanların meslek dili, şifreli dil, toplumsal hayattaki her türlü ilişkiyi yansıttığı için sosyal bir kurumdur. O nedenle dil toplumsal bir fenomen olarak görülmeli ve diğer toplumsal fenomenlerle ilişkileri, etkileşimleri sosyolojik açıdan incelenmelidir. DÖNEMİN BAŞAT EKONOMİ - POLİTİK ANLAYIŞI Liberal Batılı ülkelerin II. Dünya Savaşı’ndan üstün çıkmaları ve ardından dünyanın iki bloğa ayrılmasıyla başlayan soğuk savaş döneminin yansımaları, tüm ağırlığı ile Türkiye’de de görülmüştür. Buna bağlı olarak sosyologlar, demokrasi ve liberalizmi öven; komünizm, sosyalizmi ve sol hareketleri eleştiren çalışmalar kaleme almışlardır. Dönemin bazı sosyologları devletin ekonomik sorumluluklarını azaltması gerektiğini belirtip devlet yatırımlarına karşı dururken, liberalizmi önemsediklerini çalışmaları ile ortaya koymuşlardır. Liberalizmin tamamen gerçekleştirilmesinin zor olduğunu gören siyasal iktidar devlet yatırımlarına devam ederken, bazı sosyologlar da sınıfsal gelişmeler karşısında hazırlıklı olmak adına, siyasal sistemin güvenliği açısından orta sınıfların durumunu ortaya çıkarmaya, sosyal siyaset önlemleri önermeye dönük çalışmalara yönelmişlerdir. Sosyologlar, siyaset ve ekonominin içice girdiği bir dönemde, liberal ekonomi sisteminin başarılı olmasına dönük sosyolojiyle yakından ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda, bazı sosyologlar devletçilik, sosyalizm, sendikalizm, kooperatifçilik, sanayileşme, ekonomi sistemleri, ekonomik yapı konularında çalışmalar yürütmüşler; Türkiye’de orta sınıfların geliştirilmesi konusunda düşünce birliği içerisinde olduğunu ortaya koymuşlardır (Kaçmazoğlu, 2010: 146). Tahir Çağatay’ın Kapitalist İçtimai Nizam ve Bugünkü Durumu adlı eser dışında, 1950’li yıllarda sosyologların doğrudan ekonomi sosyoloji içerikli yayınları sınırlıdır. Buna karşın, ekonomi sosyolojisi içerisinde değerlendirilebilecek olan kooperatifçilik konusu oldukça çok işlenmiştir. Bunun temel nedeni, köycülük gibi kooperatifçiliğin de gündemin ön sıralarında yer almasından kaynaklanır. O yıllarda kooperatifçilik kırsal kesimin bir tür kalkınma modeli olarak sunulmuştur. Alt gelir gruplarının bir araya gelerek ekonomik açıdan işbirliği yapmaları, küçük üretici- Sosyologlar, siyaset ve ekonominin içice girdiği bir dönemde, liberal ekonomi sisteminin başarılı olmasına dönük sosyolojiyle yakından ilgilenmişlerdir. Bu bağlamda, bazı sosyologlar devletçilik, sosyalizm, sendikalizm, kooperatifçilik, sanayileşme, ekonomi sistemleri, ekonomik yapı konularında çalışmalar yürütmüşler. 112 Türkiye’de Sosyoloji lerin kendilerini korumak, gelirlerini yükseltmek ve orta sınıflara katılmaları için teşvik edilmişlerdir. Kooperatifçilik anlayışının bu kadar geniş şekilde ele alınması, ülkenin bol miktarda küçük üreticiye sahip olmasından kaynaklanır. Bu küçük üreticilerin geçim zorluğu çekmemesi için işbirliği yapmaları zorunludur. Bu nedenle de kooperatifçilik bir sosyal siyaset anlayışı doğrultusunda işlem görmüştür. 1950’lerdeki tüm mesele, Türkiye’deki dar gelirli gruplarının sola kaymasını önlemektir. Bu amaçla her türlü önlem alınmaya, kitleler ve özellikle çalışan kesimler bu açıdan bilinçlendirilmeye çalışılır. Bu bağlamda, dönemin önde gelen sosyologları, sosyal sınıf tanımları yapar; ekonomik güç, hayat tarzı, eğitim düzeyi ve ekonomik çıkarlar gibi ölçüler bakımından yaklaşık aynı durumda olanların oluşturduğu topluluğa “sosyal sınıf ” denildiği belirtilir. Buna göre, üst, orta, alt tabakaların her biri içerisinde çeşitli sosyal unsurlar bulunmaktadır. Örneğin, ziraat sektöründeki sosyal sınıflardan büyük arazi sahipleri üst tabakada, orta derecedeki büyük arazi sahipleri orta tabakada ve cüce arazi sahipleri ile topraksızlar da alt tabakada yer Sosyologlar 1950’lerde ağırlıklı olarak liberal alırlar (Kurtkan, 1987: 114-115). Bu sınıflamalarla bir yandan sosyolojik bilgi dağarekonomi politikalarından cığına katkı sağlanır, diğer yandan toplumun siyaseten dikkati çekilir. yana bir tavır sergilemiş ve bireysel teşebbüs yeteneğinin Sosyologlar 1950’lerde ağırlıklı olarak liberal ekonomi politikalarından yana gelişmesinin hem özgürlüklere bir tavır sergilemiş ve bireysel teşebbüs yeteneğinin gelişmesinin hem özgürlükve hem de demokrasiye katkı sağlayacağını öne lere ve hem de demokrasiye katkı sağlayacağını öne sürmüşlerdir. Bu dönemin sürmüşlerdir. Bu dönemin sosyologlarından Cahit Tanyol’a göre, devletin bütün teşebbüsleri elinde tutması, sosyologlarından Cahit Tanyol’a göre, devletin bütün devlet mekanizmasının şişmesine ve işlemez hale gelmesine neden olmaktadır. teşebbüsleri elinde tutması, Bir ülkede bireysel teşebbüsler sosyal yaşamın bütün dallarını kuşattığı oranda devlet mekanizmasının orada maddi ve manevi yükselme görülür, refah düzeyi artar. Oysa her türlü yatışişmesine ve işlemez hale gelmesine neden olmaktadır. rımı devlet babadan beklemek merkeziyetçi hükümet anlayışının vatandaşa aşıladığı kötü bir görüştür (Tanyol, 1956: 7). 4 Türkiye’nin demokrasi tarihi konusunda yeterli bilgiye sahip olduğunuzu düşünüyor musunuz? Ekonomi kapsamında ele alınan bir başka konu da ülkenin sanayileşme problemidir. Bu konudaki çalışmalara imza atan sosyologlar arasında özellikle Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Amiran Kurtkan’ın adını anmak gerekmektedir. Fındıkoğlu’nun bu konudaki makalelerini şu şekilde saymak mümkündür: “İstanbul Küçük Sanayii Hakkında Yeni Araştırmalar”, “Sinai Sosyoloji ve İnsanlararası Münasebetler Teorisi”, “Karabük ve Çalışma Sosyolojisi ile Alakalı Problemler”. Amiran Kurtkan’ın aynı konudaki makaleleri ise şunlardır: “Türkiye’de Küçük Sanayiin Sosyolojik Ehemmiyeti”, “Türkiye’de Sanayileşmeye Tesir Eden Sosyolojik Faktörler”. İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ VE DİĞER KONULAR 1950-1960 dönemi sosyologları, bölge basınının durumunu ve önemini, radyo, televizyon ve sinemanın toplum üzerindeki etkilerini de sosyolojik açıdan inceleyerek iletişim sosyolojisinin temellerini atmışlardır. Bu bağlamda, Hilmi Ziya Ülken, “Radyonun İçtimai Tesirleri Üzerine Sosyolojik Anket”i yayınlamış; bunu Cavit Orhan Tütengil’in “Türkiye’de Çeşitli Gazete ve Dergilerde Bölge Basını Hakkında Yapılmış Olan Yayınlar” adlı makalesi izlemiştir. Tütengil ayrıca Diyarbakır Basın Tarihi Üzerine Notlar adlı bir kitap yayınlamıştır. Tahir Çağatay ise, iletişim araçları-toplum etkileşimini incelemiş, haberlerin çok hızlı bir şekilde ve belli kanallar eliyle dünyaya yayılmasına dikkat çekmiştir. Çağatay, yazılarında 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi radyo, televizyon, sinema ve yazılı basının toplumsal değişme üzerindeki etkilerine dikkat çekmiştir (Kaçmazoğlu, 2010: 153-154). İlk defa 1950-1960 döneminde olmak üzere, sosyolojinin birçok alanına ilişkin kitap ve makaleler de kaleme alınmıştır. Bunları, daha sonraki dönemlerde gelişecek olan bazı sosyoloji disiplinlerine başlangıç çalışmaları olarak görmek mümkündür. Bu çalışmalar arasında, çevre sorunlarını konu alan, “İnsan Ekolojisinin Gelişmesi ve Problemleri”ni gösterebiliriz. Yine bu dönemde sanat, hukuk, Doğu ve Batı düşünce tarihi, küçük gruplar ile ilgili yayınları, alanlarının giriş çalışmaları, öncü araştırmalar olarak göstermek mümkündür. Bu dönemde, genel sosyoloji ve sosyoloji tarihi ile ilgili kitap ve makaleler de yayınlanmıştır. Felsefe alanında kitap yazan sosyolog ise hiç kuşkusuz Hilmi Ziya Ülken’dir (Kaçmazoğlu, 2010: 154-155). 113 İlk defa 1950-1960 döneminde olmak üzere, sosyolojinin birçok alanına ilişkin kitap ve makaleler de kaleme alınmıştır. Bunları, daha sonraki dönemlerde gelişecek olan bazı sosyoloji disiplinlerine başlangıç çalışmaları olarak görmek mümkündür. Bu çalışmalar arasında, çevre sorunlarını konu alan, “İnsan Ekolojisinin Gelişmesi ve Problemleri”ni gösterebiliriz. GÖÇ SOSYOLOJİSİ 5 Artan göçlerin nedenlerini özetleyebilmek. 1950-1960 döneminde sosyologlar göç konusunda da araştırmalar yapmışlardır. Bunun sosyolojik açıdan çeşitli nedenleri bulunmaktadır. O yıllarda özellikle Bulgaristan’dan ve Yugoslavya’dan Türkiye’ye doğru akan yoğun dış göçler, Türkiye’den başka ülkelere ve özellikle İsrail’e yönelik göçler ve yine ülkenin çeşitli bölgeleri arasında sosyo-ekonomik nedenlerle yaşanan iç göçler ve bu göçlerin yarattığı çeşitli toplumsal sorunlar bu araştırmaların başlıca nedenleri arasındadır. Tarihin her döneminde çeşitli nedenlerle insanların yaşadıkları yerden bir başka bölgeye göç ettikleri görülmüştür. Bu ilke yüzlerce yıldır Anadolu’da da işlemiştir. Türkiye’de ekonomik nedenle insanların yoğun şekilde göç etmeye başlamaları, 1950’li yıllarda, özellikle tarıma traktörün girmesine bağlı olarak görülmeye başlanır. Yine Cumhuriyet döneminin 1930’lu yıllardan sonra içe doğru yaşadığı en büyük göç dalgası 1950’lerin başlarında Bulgaristan’dan Türkiye’ye doğru gerçekleşir. Bu dönemde bir grup sosyolog, köyden kente doğru gerçekleşen iç göçleri modernleşme, millileşme kapsamında ele alıp ülkenin geleceği açısından olumlu şekilde bir gelişme olarak değerlendirmişlerdir. Göçlerin ticaretin gelişmesine, orta sınıfların güçlenmesine, farklı kültürlerin ve yapıların bütünleşmesine olumlu katkı sağlayacağı varsayılmıştır. İç göçlerle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, göçlerin sosyo-ekonomik ve teknik nedenlerden kaynaklandığı vurgulanmıştır. 1950’li yıllarda, tarıma traktörün de girmesiyle, özellikle ekonomik olarak az gelişmiş bölgelerden endüstri ve tarım alanlarının yoğun olduğu bölgelere doğru iş aramak için bir nüfus akımı yaşanmaya başlanmıştır. Bu göçlere katılanlar köylerini tamamen terk etmemekte, ya mevsimlik emek gücü şeklinde başka illere çalışmaya gitmekte ya da erkek, kentte bir süre iş bulup çalıştıktan ve kente belli bir uyum sağladıktan sonra ailesini yanına almaktadır. Sosyologlara göre bu göçler geleneksel örf ve adetlerin etkisinin kırılmasına yardım etmekte, bölgeler arası zihniyet farklılıklarını azaltarak modernleşmeye yardımcı olmaktadır. Yine sosyologlara göre, göçler sadece iş aramak için gerçekleşmemektedir. Ekonomik nedenler başta olmakla birlikte ekonomi dışı faktörler de göçe yol açmaktadır. Bu faktörler; iyi yaşam koşullarına sahip olmak, kültür, ticaret, eğitim ve sağlık olanaklarından daha fazla yararlanmaktır. Göçler, bir yandan şehirlerin büyümesine, gelenek-görenek ve sert zihniyetlerin yumuşamasına, diğer yandan şehirlerde yeni sorunların ortaya çıkmasına neden Sosyologlara göre bu göçler geleneksel örf ve adetlerin etkisinin kırılmasına yardım etmekte, bölgeler arası zihniyet farklılıklarını azaltarak modernleşmeye yardımcı olmaktadır. Yine sosyologlara göre, göçler sadece iş aramak için gerçekleşmemektedir. Ekonomik nedenler başta olmakla birlikte ekonomi dışı faktörler de göçe yol açmaktadır. Bu faktörler; iyi yaşam koşullarına sahip olmak, kültür, ticaret, eğitim ve sağlık olanaklarından daha fazla yararlanmaktır. 114 Türkiye’de Sosyoloji olmaktadır. Bu sorunları gecekondulaşma, bekâr han odalarının varlığı, eğitim alanında görülen aksaklıklar, uyumsuzluklar şeklinde özetlemek mümkündür (Kaçmazoğlu, 2010: 148-151). Hilmi Ziya Ülken, Ankara gibi siyasal merkezlerin de iş göçlerine neden olduğunu, ancak göçlerin genellikle köylerden şehirlere doğru ve bunların da sadece iş aramak için yapılan eğreti göçler olmadığını belirtir. “Ülken’in köyden kente göç ile ilgili bir başka iddiası da şöyledir: Tren bir bölgenin / köyün içerisinden geçiyorsa, o bölgeden / köyden kente göçü azaltmaktadır. Ancak tren bir bölgenin / köyün yakınlarından geçiyorsa bu sefer bölgeden / köyden kente göçü hızlandırmaktadır.” Dönemin sosyologlarından Cahit Tanyol ise bazı köylere traktörün girmesiyle, bu köylerde zenginleşme, sosyal hayatta hareketlenme ve iş olanaklarının genişlemesi gibi durumların ortaya çıktığını belirtir. Bu köylerde nüfus azalması değil, artışı gözlenir. Efendi ve ağa köylerinde ise durum tam tersidir. Traktörün bu köylere girmesiyle topraksız köylüler açıkta kalmakta ve sonuçta köyden kente bir nüfus hareketi başlamaktadır. Yetersiz toprak ve topraksızlığın yanında şehirlerin çekici iş olanakları sunması, inşaat alanlarının genişlemesi de, köyden kentte göçü artıran nedenler arasındadır (Tanyol, 1959: 205-213). Yasa, İbrahim. (1969). Yirmi Beş Yıl Sonra Hasanoğlan Köyü. Karşılaştırmalı Bir Toplumbilimsel Araştırma. Ankara: A.Ü.S.B.F Yayınları. 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi 115 Özet 1 2 1950-1960 döneminin sosyolojik araştırmalarını özetleyebilmek. 1950-1960 döneminde sosyologlar birçok sosyoloji alanında araştırma yapmıştır. Bu çerçevede bazı konular derinlemesine ve geniş bir biçimde incelenirken, bazı konular ancak giriş düzeyinde veya daha alt düzeyde ele alınmıştır. Bu dönemde Türk sosyolojisinin çalışma alanını birinci derecede kültür değişmeleri, toplumsal değişme, Batılılaşma ve köy sosyolojisi gibi konuları oluşturmuştur. Dönemin neredeyse tüm sosyologları köyü merkeze alarak, köylerdeki değişme hızlarını, yaşam biçimlerini, onların yaşamında oluşan kültürel dönüşümleri, örf ve adetleri, evlenme biçimlerini incelemişlerdir. 1950’lerin siyasal atmosferi liberalizmi merkeze aldığı için, sosyologlar demokrasi ve liberalizm adına orta sınıfların varlığına ilişkin çalışmaları önemsemişlerdir. Köy, Batılılaşma ve toplumsal değişme konularını; komünizm, milliyetçilik, Science Sociale ekolü, sosyal siyaset, din-politika ilişkileri, eğitim, göç, şehirleşme, sanayileşme, iletişim, örf ve adetler, folklor çalışmaları izlemiştir. Ancak pek çok çalışma yüzeysel düzeyde kalmış, sosyoloji adına genel bir bilgi birikimine, çıkarıma izin verecek derinliğe ulaşmamıştır. Sosyoloji çalışmaları, farklı bakış açılarına sahip olma konusunda, 1940’lara göre, 1950’lerde bir gerileme yaşamıştır. Bunun temel nedeni, 1940’ larda iki büyük sosyoloji ekolünden biri olan Ankara ekolünün 1948’de tasfiye edilmesidir. Ankara ekolünün tasfiyesiyle sosyoloji alanında sadece İstanbul ekolü ve Ankara ekolü sosyologlarının yerine istihdam edilen, fakat sosyoloji adına iddiasız sosyologların alanda yer alması bu sonucu doğurmuştur. Köy sosyolojisi alanında yapılan belli başlı çalışmaları sıralayabilmek. 1950’lerin en gözde konuları, köy sosyolojisi ve toplumsal değişmedir. Bu bağlamda, onlarca köy sosyoloji çalışması yapılmış ve bu alana antropologlar da katkı sunmuşlardır. Antropologlar arasında özellikle Nermin Erdentuğ’un çalışmaları önemlidir. Mümtaz Turhan aynı zamanda sosyal psikologdur. Bu isimler dışında İbrahim Yasa, Oğuz Arı, Hilmi Ziya Ülken, Selahattin Demirkan, Cahit Tanyol başka olmak üzere pek çok sosyolog köy araştırması, kasaba monografyası ve köy ailesi monografyası yapmıştır. Bu sosyologlar dışında yabancı sosyologların da kırsal araştırmalar yapmışlardır. 3 4 Kültür ve toplumsal değişme anlayışlarını tanımlayabilmek. Konjonktüre uygun olarak, 1950’lerde sola, sosyalizme karşı yürütülen yayınlar sosyologları da etkilemiş ve sosyologlar da kamuoyu ile benzer bir tavır sergilemiştir. Dönemin zihniyetini ve sosyologların tutumunu göstermesi açısından Hilmi Ziya Ülken’in Tarihi Maddeciliğe Reddiye adlı eseri bu konuda önemli bir göstergedir. Dolayısıyla sola ve sosyalizme kapalı olan toplumsal değişme anlayışı, Batı’lı toplumlara benzemeyi esas almaktadır. Türkiye’de sosyoloji, 1950’lerde hızlı bir Batılılaşma ve “küçük Amerika” olma hayalleri ile birlikte Anglo-Saksonların bireyci yapılarının övgüsüne dayalı Science Sociale ekolünün görüşlerini benimsemeye yönelmiştir. Dolayısıyla, 1950’lerdeki Türk sosyolojinin önemli tartışma alanlarından biri de kamucu yapıdan bireyci yapıya geçme konusudur. Batı tipi bir burjuva toplum biçimi oluşturmak adına sosyologlar da yoğun bir çaba harcamışlar, orta sınıfların geliştirilmesi için neler yapılabileceğini belirlemeye çalışmışlardır. Bu bağlamda, sosyologlar kültür değişmeleri ve sosyal değişmeyi Batılılaşma şeklinde formüle etmişlerdir. Eğitim, ekonomi-politik, dil, iletişim alanlarında yapılan çalışmaları değerlendirebilmek. 1950-1960 döneminde sosyologlar eğitim, ekonomi, dil ve iletişim alanlarında birçok çalışma yapmış ve bu çalışmaları ile Türk sosyolojisinin alt dallarının gelişmesine katkı sağlamışlardır. Toplumun istenilen yönde ilerlemesi ve Türkiye’nin uygar ülkeler düzeyine çıkması için eğitimde bilimsel zihniyetin önemine dikkat çeken sosyologlar, 1950-1960 döneminde, daha çok eğitimde ortaya çıkan genel aksaklıklar, öğretmen yetiştirme politikaları, köy öğretmeni 116 Türkiye’de Sosyoloji yetiştirme sorunu, göçe maruz kalan çocukların karşılaştıkları sorunlar ve benzeri konular üzerinde durmuşlardır. 1950’li yıllar boyunca sosyologların Türkçenin sadeleştirilmesinin yarar ve zararları, dil devriminin amacına olaşıp ulaşmadığı, dilin fonksiyonları, dilin iletişim açısından önemi gibi konular üzerinde sosyolojik tartışmalar yürüttükleri görülür. Türkiye’nin 1950’den itibaren ekonomi politikası dönemin siyasal iktidarı tarafından devletçilikten liberalizme kaydırılmıştır. Bu siyasal karar bazı sosyologların çalışmalarını da etkilemiş ve liberalizmin yararları yönünde görüşler yazılmıştır. Bu doğrultuda, bazı sosyologlar da ülkenin ekonomik istikrarı için orta sınıflar, sosyal siyaset ve kooperatif konularında araştırmalar yapmışlardır 5 Artan göçlerin nedenlerini özetleyebilmek. 1950’li yıllarda ekonomi, sosyal ve siyasal yapıdaki değişmelere bağlı olarak Türkiye’de iç ve dış göçler yoğunlaşmıştır. Tarımda makineleşme, karayollarının gelişmesi, liberal ekonomik politikalar iç göçlerin nedenleri arasında gösterilebilir. Yine 1950’lerin başlarında Bulgaristan’ın Türklere karşı yürüttüğü baskı politikaları, binlerce insanın Türkiye’ye göç etmesine neden olmuştur. Dolayısıyla dönemin sosyologlarından Oğuz Arı başta olmak üzere, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Amiran Kurtkan, Hilmi Ziya Ülken, Cahit Tanyol, Cavit Orhan Tütengil gibi sosyologlar iç ve dış göçler üzerine çalışmalar yürütmüşlerdir. Kısaca, 1950’lerde toplumsal sorunları alan araştırmaları ve tecrübi sosyolojinin teknikleriyle çözme, kamucu yapıdan bireyci yapıya geçme istemi, Türkiye’de sosyologların ve sosyolojinin temel eksenini oluşturmuştur. 5. Ünite - 1950-1960 Döneminde Türk Sosyolojisi 117 Kendimizi Sınayalım 1. 1950’lerde köy sosyolojisine önem verilmesinin en önemli nedeni nedir? a. Köylerdeki maddi yapıyı ortaya çıkarmak b. Köy aile yapısını öğrenmek c. Köy üretim biçimi konusunda bilgi sahibi olmak d. Köylerdeki toplumsal değişmeyi etkileyen faktörleri incelemek e. Köylerden folklorik bilgiler derlemek. 2. 1950’lerde “dil sosyolojisi” yapmaya çalışan sosyolog kimdir? a. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu b. Hilmi Ziya Ülken c. Mümtaz Turhan d. Lütfi Erişçi e. Oğuz Arı 3. Eğitim sosyologlarına göre aşağıdakilerden hangisi öğretmenin görevlerinden biri değildir? a. Özel ders vermek b. Bilimsel düşünce ve gelişmeleri duyurmak c. Çevresinin sorunlarıyla ilgilenmek d. Teknik buluş ve ilerlemeleri duyurmak e. Yurt ve dünya olaylarını yakından izlemek 4. “Hasanoğlan Köyü’nün İçtimai-İktisadi Yapısı” adlı çalışma hangi sosyoloğa aittir? a. Nurettin Şazi Kösemihal b. Tahir Çağatay c. Turhan Yörükan d. Ayda Yörükan e. İbrahim Yasa 5. Sosyologlara göre aşağıdakilerden hangisi eğitimin temel işlevlerinden biri değildir? a. Bireylerin kültürel gelişimini sağlamak b. Başka ülkelerin eğitim sistemlerini empoze etmek c. Bireylere tarihsel, kültürel ve teknik bilgi vermek d. Bireylerin yeteneklerini keşfetmelerine yardımcı olmak e. Bireyleri geleceğe hazırlamak 6. Kooperatifçiliğin genel amacı nedir? a. Üreticilerin ne üreteceğine karar vermek b. Ürüne pazar bulmak c. Ürünün iyi depolanmasını sağlamak d. Tüketiciyi teşvik etmek e. Küçük üreticilerin ürünlerini daha iyi değerlendirmeleri adına işbirliği yapmalarını sağlamak 7. 1950’li yıllarda meydana gelen göç hareketlerinin en önemli nedeni aşağıdakilerden hangisidir? a. Güvenlik b. Sağlık c. Ekonomi d. Eğlence e. Eğitim 8. 1950’li yıllarda Türkiye’nin yoğun şekilde göç aldığı ülke hangisidir? a. Yunanistan b. Suriye c. Bulgaristan d. Yugoslavya e. İran 9. Ağa, efendi, halk köyleri ayrımını yapan sosyolog kimdir? a. Cahit Tanyol b. Nurettin Şazi Kösemihal c. İbrahim Yasa d. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu e. Mümtaz Turhan 10. 1950’li yıllarda sosyologların araştırma teknikleri açısından öne çıkardıkları sosyoloji ekolü aşağıdakilerden hangisidir? a. Sosyolojizm b. Yapısalcılık c. Marksizm d. Science Sociale e. Sosyo-Psikolojizm 118 Türkiye’de Sosyoloji Okuma Parçası 1 “Memleketimiz içtimai meselelerinin etraflı olarak ele alınabilmesi ve milli kültür malzemesinin toplanması için yüksek Bakanlığınıza bağlı bir içtimai araştırmalar Bürosu veya Enstitüsünün kurulmasına büyük ve âcil bir ihtiyaç olduğu kanaatiyle, bu husustaki düşüncelerimin arzına cesaret ediyorum. (...) Eğer bir memleketin içtimai monografisi yapılmış ise, o memleket hakkında içtimai bir teşhis koymak mümkün olur. Bu suretle o memlekette yapılacak sıhhi, pedagojik veya ahlaki herhangi bir reformun yolu aydınlanmış demektir. Mesela bazı vilayetlerde okul sayısını artırmak, bu okullarda iş ve teknik özelliklerini göz önüne almak istiyen bir eğitim hareketi bunun için önceden o vilayetlerin, hatta onunla teması olan bütün vilayetlerin monoğrafik anketlerine sahip olmalıdır. O zaman klinik teşhisi tam olan bir hekim gibi emniyetle nasıl bir yol tutulacağına, bütün incelikleriyle karar verebilir. Nasıl bir eğitim sistemi tutulması, hangi ekonomi metodlarının tatbik edilmesi, hangi sağlık veya ahlâk reformlarının yapılması lâzım geldiği düşünüldüğü zaman bu tarzda araştırmalara ihtiyaç kuvvetle kendini gösterecektir. (...) Milli idealler ve dünyanın medeni gidişi bize bazı genel kaideler verse de, kendi cemiyetimizin tarihinin, kendi vatanımızın hususî şartlarının doğurduğu öyle bir takım vasıflar vardır ki bunları incelemeden umumi kaidelerin tatbikine girilemez. Kaideler milli hayatın şeklini verse de, bu şekli dolduracak muhteva ancak memleketin haline ve tarihine ait vasıfların iyice bilinmesi ile elde edilebilir. (...) Bakanlık tarafından kurulacak olan bir içtimaî araştırma bürosu ilmi büyük bir değeri olacak bütün Üniversite çalışmaları için kaynak ve temel vazifesini görebilecektir. (...) İçtimai araştırma bürosunun memleketin muhtelif cihetlerinde beş şube merkezi ve Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir merkezi olmalıdır. Şubelerden Doğu’daki mesela Diyarbakır ve Erzurum’da; Batı’daki, İzmir’de; Güney’deki Adana veya Antalya’da; Kuzey’deki Samsun’da, Kuzey-Batı’daki Marmara havzasının merkezi olarak İstanbul’da olabilir. Direktör ve arşiv memurunun yalnızca idari vasıfları olmayıp aynı zamanda sosyolojik araştırma yapabilecek tarzda yetişmiş olması lazımdır. Köylerde yapılacak monoğrafik anketler aile anketlerine dayanacak ve her köy monoğrafisi bunların terkibinden doğacaktır... Bu monoğrafileri köy öğretmenleri, ilk öğretim müfettişleri, hükûmet hekimleri ve sağlık memurları, ilâh... yapabilir. (...) Memleketimize ait araştırmalarda merkez ödevini göreceği tahmin ettiğim ve bütün içtimai meselelerimize aydınlık ve malzeme verebilecek olan bu tarzda bir araştırma bürosunun hiçbir özel teşebbüs tarafından başarılamıyacağını ve yalnızca resmi makamlar tarafından kurulabileceği kanaatindeyim.” Kaynak: Hilmi Ziya Ülken (1954). “Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Makamına”, Sosyoloji Dergisi, Sayı: 9, Fakülteler Matbaası, İstanbul. Okuma Parçası 2 “Ferdî veya münferit vak’aların izahında olduğu gibi içtimai hadileserin izahında da şümullü münasebetlere, hatta mümkünse başlangıca kadar gitmenin faydası vardır. Hele kuruluş ve şekillenmelerinin, muayyen bir tarihi oluşun çerçevesi içinde tamamlanmış olan hâdiselerin izahı için bu nevi münasebetlerin tahlili zaruridir. Bu bakımdan garplılaşmanın kadrosu içinde, tâli bir içtimai hadise halinde teşekküle başlayıp onun gelişmesine tabi olan maarifimizi, bu şümullü hareketin mahiyetini, hususiyetini kavramadan anlamak mümkün değildir. Mamafih bu iddia, o geniş faaliyet dahilinde meydana gelmiş bütün içtimai müessese ve hadiseler için de doğrudur. Garplılaşma hareketinin birçoklarımızın zannettiğin hilafına - iki, iki buçuk asırlık gibi uzun bir tarihi vardır - Bu itibarla onun burada etraflıca bir tahlilini yapmamız mümkün değildir. Biz, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi sadece en mühim hususiyetlerini belirtmeye çalışacağız. Bu iki asırlık faaliyetin ilk yarısında, bütün gayretlerin, ordunun ıslahı hususunda toplandığı görülür: O zamanın adamları, mücedditleri