Üçüncü Şempanze: İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği PDF

Summary

Jared Diamond'ın "Üçüncü Şempanze" adlı kitabı, insan türünün evrimi ve geleceği üzerine bir bakış sunuyor. Kitap, insanın büyük maymunlardan evrildiğini ve diğer canlılardan farklı birçok benzersiz özellik geliştiğini vurguluyor. Evrimsel tarih boyunca meydana gelen değişimlerin yanı sıra, insanın geleceği ve çevre üzerindeki etkileri gibi konulara da değiniliyor.

Full Transcript

-a UCUNCU ŞEMPANZE İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabının yazarı JARED DIAMOND 2440 | ALFA | BİLİM | 44...

-a UCUNCU ŞEMPANZE İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabının yazarı JARED DIAMOND 2440 | ALFA | BİLİM | 44 Üçüncü Şem panze İnsan Türünün Evrimi ve G eleceği JARED DIAMOND Jared Diamond çok satan Tüfek, Mikrop ve Çelik ile Çöküş’ün yazarıdır. Los Angeles’taki California Üniversitesi’nde coğ­ rafya profesörüdür ve Ulusal Bilim Akademisi, Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi ve Amerikan Felsefe Topluluğu’na seçilmiştir. MacArthur Vakfi üyesidir ve Ulusal Bilim Madalyası’yla ödüllendirilmiştir. ÇAĞATAY TARHAN 1977 doğumlu olan Çağatay Tarhan, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. İstan­ bul Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nde yüksek lisans ve doktorasını tamamlamıştır ve halen aym bölümde çalışmalarını sürdürmektedir. Bugüne dek kendi alanıyla ilgili çeşitli akademik eserlerin Türkçeleştirilmesine katkı sağlamıştır. Üçüncii Şem panze © 2011, ALFA Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. T h e T h ird C h im p a n ze e © 1992 by Jared D iam ond Kitabın Türkçe yayın haklan Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne aittir. Ta­ nıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında hiçbir yöntemle çoğaltılamaz.. Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak Genel Müdür Vedat Bayrak Yayın Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu. D izi Editörü Kerem Cankoçak Redaksiyon M urat Ç okol Kapak Tasarımı B egüm Çiçekçi Sayfa Tasarımı Aslı Sunar Bakır ISBN 978-605-106-734-6 1. Basım: Mayıs 2013 Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti. T icarethane Sokak N o: 53 34410 Cağaloğlu-Istanbul Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - info@ alfakitap.com Sertifika no: 10905 Baskı ve Cilt Melisa Matbaacılık Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi N o: 8 Bayrampaşa-Istanbul Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 12088 UÇUNCU ŞEMPANZE İnsan Türünün Evrimi ve Geleceği JARED DIAMOND Çeviri Çağatay Tarhan ALFA* | BİLİM İÇİNDEKİLER Giriş, 9 KISIM 1 BÜYÜK MEMELİLERİN SIRADAN BİR TÜRÜ, 19 Bölüm 1 Üç Ş em p an ze n in H ik â y e si.................................................. 22 Bölüm 2 B üyük A tılım...........................................................................42 KISIM 2 TUHAF HAYAT DÖNGÜSÜNE SAHİP BİR HAYVAN, 71 Bölüm 3 în s a n C in se lliğ in in E v rim i............................................... 79 Bölüm 4 A ld atm an ın B ilim i.............................................................. 100 Bölüm 5 E şlerim izi ve Seks P artn erle rim iz i N asıl Seçeriz?... 116 Bölüm 6 E şeysel Seçilim ve İn s a n Irk la rın ın K ökeni............... 129 Bölüm 1 N ed en Y aşla n ır ve Ö lü rü z ?............................................... 143 KISIM 3 EŞSİZ İNSAN, 161 Bölüm 8 în s a n D iline U z an an K ö p rü le r........................................166 Bölüm 9 S a n a tın H a y v a n la rd a k i K ö k en i.......................................197 Bölüm 10 T arım ın K a rışık N im e tle ri................................................ 211 Bölüm 11 Z a ra rlı M ad d e B ağ ım lılığı N ed en V ar?.........................225 Bölüm 12 K a lab alık B ir E v ren d e Tek B a ş ın a.................................240 KISIM 4 DÜNYA FATİHLERİ, 253 Bölüm 13 ilk T e m a sla rın S o n u n c u s u............................................... 258 Bölüm 14 ' R a s tla n tıs a l F a tih le r..........................................................271 Bölüm 15 A tlar, H ititle r ve T a r ih....................................................... 286 Bölüm 16 Siyah ve B eyaz...................................................................... 317 KISIM 5 İLERLEMEYİ BİR GECEDE GERİ ÇEVİRMEK, 357 Bölüm 17 H iç Y aşanm am ış A ltın Ç ağ...............................................363 Bölüm 18 Yeni D ünya'da Ani B askın ve Ş ü k ra n............................388 Bölüm 19 İk in ci B u lu t........................................................................... 399 Sonsöz Hiçbir Şey Öğrenilmedi ve Her Şey Unutuldu mu?, 416 Teşekkür, 423 Ek Okumalar, 424 Yazarın Seçkisi: İlgili Okumalar, 453 Kuş Gözlemcisi Bir Çocuğun Ünlü Bir Biyocoğrafyacı Olmaya Evrimi Üzerine Jared Diamond'la Söyleşi, 456 Ü çüncü Ş em p a n zem i Yeni Keşiflere Karşı Sınamak, 460 Dizin, 469 N e re d e n g e ld iğ im iz i ve n e re y e g id iy o r o la b ileceğ im izi a n la m a la r ın a y a r d ım c ı o lm a k için, o ğ u lla rım M a x ve J o s h u a 'y a i t h a f ed ilm iştir. ANA F ÎK İR İn s a n tü r ü b ü y ü k m e m e lile rin s ır a d a n b ir tü r ü y k e n kısa b ir s ü r e iç in d e d ü n y a f a t i h i o lm a k ü ze r e n a sıl d eğ işti; ve tü m b u ilerlem eyi b ir g e c e d e g eriye ç e v irm e k a p a s ite s in i n a sıl k a z a n d ık Giriş I n s a n l a r i n t ü m h a y v a n l a r d a n f a r k l i o l d u ğ u ç o k A ç ıK. Diğer yandan, anatom im izin ve m oleküllerim izin en derin ayrıntı­ ların a k adar büyük memelilere ait b ir tü r olduğumuz da çok açık. Artık alıştığım ız bu çelişki, nasıl olduğunu ve ne anlam a geldiğini kavram akta hâlâ zorlansak da insan tü rü n ü n en b ü ­ yüleyici özelliği. Bir yandan, bizimle diğer tüm tü rler arasında, "hayvanlar" ism ini verdiğimiz b ir kategori tanım layarak kabullendiği­ miz, kocam an b ir uçurum var. Bu kategorilendirm ede, çıyan, şem panze ve istiridyelerin önemli özelliklerini birbiriyle pay­ laşırken bizim le paylaşm adıkları ve yalnızca bize özgü bazı özelliklerden yoksun oldukları anlam ına geliyor. Bize özgü bu nitelikler arasında konuşmak, yazmak ve m akineler yapmak var. Hayatımızı sürdürm ek için sadece çıplak ellerimize değil, aletlere de bağımlıyız. Büyük çoğunluğumuz giyinmekten ve san attan hoşlanıyor, birçoğum uz bir dine inanıyor. Dünyanın dört tarafın a dağılm ış, enerji ve üretim i yönlendirerek okya­ nus derinliklerine ve uzaya yayılmaya başlam ış durumdayız. Soykırım ve işkence yapm aktan haz alan, zehirli kim yasallara bağım lılığı olan ve binlerce canlı türünü yeryüzünden silen karanlık yanlarım ızla da eşsiziz. Birkaç hayvan tü rü bu n ite­ liklerden b ir ya da ikisinin ilkel biçim lerine sahip olsa da (alet kullanm a gibi), bu özellikler bakım ından bile bu hayvanların çok ötesindeyiz. Bu nedenle, p ratik ve hukuki açıdan in san lar hayvan sa­ yılmaz. Yine bu nedenle, 1859 yılında Darvvin kuyruksuz m ay­ 9 JARED DIAMOND m unlardan evrim leştiğimizi im a ettiğinde insanların çoğunun başlangıçta onun teorisini saçm a bulm ası ve bizim Tanrı ta ­ rafından ayrıca yaratıldığım ız konusunda ısra r etm esi çok da garip değildir. Amerika'daki üniversite m ezunlarının dörtte birini de içeren pek çok insan hâlâ bu inancı sürdürm ektedir. Diğer yandan, hayvanlardan farklı olmayan vücut kısım la­ rımız, moleküllerimiz ve gönlerimizle, açık b ir şekilde hayva­ nız. Hangi özel hayvan tipi olduğumuz bile açık. D ıştan bakıl­ dığında şem panzelere öyle çok benziyoruz ki, kutsal yaradılışa inanan on sekizinci yüzyıl anatom icileri bile bu benzerliği fark edebilm iştir. Normal in sanları alıp elbiselerini soyduğunuzu, sahip oldukları h er şeyi ellerinden aldığınızı, konuşm a yetisin­ den m ahrum bırakarak hom urdanm alarım sağladığınızı hayal edin. Sonra onları hayvanat bahçesindeki şem panze kafesinin yanında bulunan b ir kafese koyduğunuzu ve geri kalanım ızın elbiseleriyle ve konuşabilir haldeyken burayı ziyaret ettiği­ ni düşünün. Kafese konmuş, konuşam ayan insanlar, gerçekte neyseler öyle görüneceklerdir: daha az kıla sahip olan ve dik yürüyen b ir şempanze. Uzaydan gelen b ir zoolog, bizleri h e ­ men, Zaire'nin b onobolan1 ve tropikal Afrika'nın geriye kalan bölgelerindeki norm al şem panzelerle birlikte, şem panzelerin üçüncü b ir tü rü olarak sınıflandırırdı. Son altı-yedi yıldır yapılan m oleküler genetik çalışm alar genlerim izin yüzde 98'inin diğer iki şempanzeyle aynı oldu­ ğunu gösterm iştir. Şempanzelerle aram ızdaki toplam genetik uzaklık, kırm ızı gözlü ve beyaz gözlü vireolar ya da söğüt bül­ bülü ve çıvgınlar gibi yakın akraba kuşlar arasındaki genetik uzaklıktan bile daha küçüktür. Dolayısıyla eski biyolojik yükü­ m üzün büyük b ir kısm ını hâlâ üzerim izde taşıyoruz. D arw in'in zam anından beri kuyruksuz m aym unlar ile m odem insan a ra ­ sındaki yüzlerce çeşitli ara türe ait fosil kemik bulunm uştur ve bu da m akul b ir insanın bu kuvvetli k anıtları inkâr etm esini olanaksız kılmıştır. Bir zam anlar saçm a görünen şey -kuyruk­ suz m aym unlardan evrim leşm em iz- gerçekten olmuştur. Pek çok kayıp halkanın bulunm ası sorunu tam am en çöz­ m ekten çok onu daha büyüleyici b ir hale getirm iştir. Edin­ 1 Cüce şempanzeler -yu. 10 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE diğimiz birkaç p arça yeni yük -şem panzelerin genlerinden farklı olan yüzde 2'lik kısım - görünüşteki tüm benzersiz özel­ liklerim izden sorum lu olmalı. Evrim sel tarihim izde oldukça yakın b ir zam anda ve hızlı b ir biçim de büyük sonuçlara yol açan birtakım küçük değişim ler geçirdik. Yukarıda bahsi ge­ çen uzaydan gelen zoolog, yüz bin yıl kadar yakın b ir zam an­ da gelmiş olsaydı, bizi yalnızca büyük memeli türlerinden biri olarak görürdü. Ateşi kontrol etmek ve alet kullanm ak gibi tu ­ h af davranışsal alışkanlıklarım ız olduğuna şüphe yok, ama bu alışkanlıklar uzaydan gelen ziyaretçiye kunduz ve çalıkuşla- n n ın alışkanlıklarından daha tu h af gelmezdi. İnsan aklı için sonsuzla eşdeğer, fakat türüm üzün tarih i için çok küçük b ir zam an dilim i olan birkaç on bin yılda, b ir şekilde, bizi eşsiz ve kırılgan yapan nitelikleri göstermeye başladık. Bizi İn s a n y a p a n bu birkaç tem el bileşen neydi? Eşsiz nitelikle­ rimiz çok yakın b ir zam an önce ortaya çıktığından ve çok az b ir değişimi içerdiğinden, bu nitelikler ya da bunların öncülleri hayvanlarda zaten bulunm alıydı. Sanatın, dilin, soykırım ın ve m adde bağım lılığının hayvanlardaki öncülleri neydi? Bir tü r olarak şimdiki başarım ızın sorum lusu, benzersiz özelliklerimizdir. Başka hiçbir büyük hayvan tüm kıtaların sa­ kini olmam ıştır ya da çöllerden kutuplara, tropikal yağmur or­ m anlarına kadar tüm habitatlarda yaşamamıştır. Başka hiçbir büyük hayvan sayıca bizler kadar çoğalmamıştır. Fakat bu eşsiz özelliklerimizden ikisi artık varlığımızı tehdit ediyor: birbirim i­ zi öldürmeye ve çevreyi tahrip etmeye neden olan eğilimlerimiz. Elbette ki her iki eğilim de diğer türlerde var: Aslanlar ve pek çok başka hayvan kendi türünü öldürürken, filler ve diğerleri çevrelerine zarar veriyor. Yine de teknolojik gücümüz ve sayı­ mızdaki patlam a nedeniyle bu eğilimler diğer hayvanlaım kin- den çok daha fazla tehdit edici bir nitelik kazanmış durumda. Eğer yaptıklarım ızdan kısa süre içinde vazgeçmezsek dün­ yanın sonunun yakın olduğuna dair kehanetlerde b ir değişme olmayacak. Yeni olan şey, bu kehanetin iki nedenden ötürü ar­ tık gerçek olduğudur. Birincisi nükleer silahlar bize kendim i­ 11 JARED DIAMOND zi çabucak öldürm e aracım sağlam aktadır: Daha önce hiçbir insan bu araca sahip olm am ıştır. İkincisi dünyanın n et ü ret­ kenliğinin (güneş ışığından elde edilen n et enerji) yüzde 40'm a zaten el koyuyoruz. Dünyadaki insan nüfusunun her kırk b ir yılda ikiye katlanm asıyla, yakında dünyanın sab it kaynakla­ rına ait p astad an pay kapm ak için birbirim izle ölümcül b ir mücadeleye başlam ak zorunda kalacağım ız biyolojik çoğalma sınırına ulaşacağız. Ayrıca türleri mevcut yok etme hızım ızla dünyadaki çoğu tü rü n nesli önümüzdeki yüzyılda ya tükene­ cek ya da tükenm e tehlikesi altında olacak. Öte yandan, ya­ şam ım ızı sürdürm ek için hâlâ pek çok tü rü n eline bakıyoruz. Bu bilindik sıkıcı gerçekleri neden tekrarlıyoruz? Yıkıcı n i­ teliklerim izin hayvanlardaki kökeninin izini sürm eyi neden deniyoruz? B unlar gerçekten evrimsel m irasım ızın b ir p arça­ sıysa bu genetik olarak sabitlenm iş durum da oldukları ve bu nedenle de değiştirilem ez oldukları anlam ına geliyor. Aslında durum um uz o kadar da um utsuz değil. Yabancıları ya da cinsel rakipleri öldürm e dürtü sü belki de doğam ızda var, fakat bu gerçek, in san to plum lannı bu güdüleri baskılam ak- ta n ve in sanlarının çoğunun kaderinin öldürülm ek olm asını engellemekten alıkoyamamıştır. İki dünya savaşını göz önüne alsak bile yirm inci yüzyılın endüstri toplum larm daki in san ­ lar, b ir sald ın sonucunda taş devri kabilelerindeki insanlara göre çok daha az oranda ölm üştür. Şimdi çağdaş nüfusların çoğu geçmişteki insan lardan daha uzun yaşam anın keyfini sü­ rüyor. Çevreciler, artık m üteahhitler ve yıkım cılarla girdikleri h er savaşı kaybetmiyor. Fenilketanuri ve erken yaş diyabeti gibi bazı genetik k u su rlar bile artık tedavi edilebiliyor ya da bunların olumsuz etkileri azaltılabiliyor. Bu yüzden, durum um uzu yinelemekteki amacım, h atala­ rım ızı tek rar etm ekten kaçınm am ıza yardım cı olmak, geç­ m işim izin ve geçmişteki eğilimlerimizin bilgisini kullanarak davranışlarım ızı değiştirm ektir. İkizlerim 1987'de doğdular ve benim şim diki yaşım a 2041'de gelecekler. Bugün yaptıklarım ız onların dünyasını şekillendirm ektedir. Bu kitabın amacı, kötü gidişim ize karşı özel b ir çözüm bulm ak değildir, çünkü uygulam am ız gereken çözümler genel 12 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE h atlan y la zaten belli. Bu çözümlerden bazıları, nüfus büyüm e­ sini durdurm ak, nükleer silah lan sınırlam ak ya da tam am en ortadan kaldırm ak, u lu slararası anlaşm azlıklar için barışçıl araçlar geliştirm ek, çevreye olan olum suz etkimizi azaltmak, türleri ve h a b ita tla n korum aktır. Harikulade nitelikteki pek çok kitap bu politikaların nasıl sürdürüleceğine dair ayrıntı­ lı öneriler sunuyor. Bu politikalardan bazıları, bazı durum lar için uygulanıyor; bizim yapmamız gereken bu uygulam aları "sadece" sürekli kılmak. Bugün hepimiz bunların hayati önem­ de olduğuna ikna olsaydık, y a n n bunları uygulam aya b aşla­ m amız gerektiğini bilecektik. Oysa ihtiyacım ız olan şey politik anlam daki istekliliktir. Bu nedenle, bu k itap ta türüm üzün tarih in in izini sürerek, bu iste­ ği uyandırm ayı hedefliyorum. Sorunlarım ızın hayvan ataları­ m ıza dek uzanan derin kökleri var. Bu sorunlar a rta n gücümüz ve sayım ızla birlikte uzun zam andır büyüm ekte ve şimdi de inanılm az b ir hızla çoğalm aktadır. Kendini yok etmek için sa­ hip olduklarım ızdan daha az etkili araçlara sahip olm alarına karşın, geçmişteki pek çok toplum un sadece kendi kaynakları­ nı tüketm esi sonucunda kendilerini yok etm esini inceleyerek, şimdiki öngörüsüz uygulam alarım ızın kaçınılm az sonuçlarını tahm in edebiliriz. Siyasi tarihçiler, geçm işten öğrenilecek şey­ lerin sunacağı fırsatları gerekçe göstererek tek tek devletler ve hüküm darlarla ilgili çalışm alar yapıyorlar. Bu gerekçelen­ dirme, türüm üzün tarih in in çalışılm ası için daha etkili kulla­ nılabilir, çünkü bu çalışm adan alınacak dersler daha b a sit ve açıktır. b ir bağlam ı konu alan b ir kitap seçici olmak B u n u n g îb İ g e n iş zorundadır. Kesinlikle gerekli olan bazı konuların es geçildi­ ğini düşünen okurlar olacağı gibi, bazı konularda gereğinden fazla ayrıntıya girildiğini düşünen okurlar da olacaktır. Baş­ langıçta kendi özel ilgi alanım ı ve bunların nereden geldiğini size sunacağım , ki kandırıldığınızı hissetm eyin. Babam b ir doktor, annem se dil konusunda doğuştan yete­ nekli b ir müzisyendir. Bir çocukken ne zaman gelecekle ilgi­ 13 JARED DIAMOND li plan lan ın sorulsa cevabım, babam gibi b ir doktor olmaktı. Üniversitedeki son yılım da bu hedef yavaş yavaş tıbbi araştır­ m alara kaydı. Böylece şim di ders verdiğim ve araştırm a yaptı­ ğım Los Angeles'taki Califom ia Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde fizyoloji eğitimi aldım. Bununla birlikte, yedi yaşım dan beri kuş gözlemlemey­ le de ilgileniyorum ve diller ve tarih hakkında araştırm alar yapm am a olanak veren b ir okula gitmek gibi b ir şansım oldu. Doktoramı bitirdikten sonra, hayatım ın geri kalanım yalnızca fizyolojiye adam a fikri b ana bunaltıcı gelmeye başlam ıştı. Bu sırada, olayların ve in san ların m utlu edici biçim de kesişm esi, bana Yeni Gine'nin yüksek bölgelerinde b ir yaz geçirme şan ­ sı verdi. Görünüşte gezimin amacı, Yeni Gine k u şlan n m yuva yapm a b aşarısın ı ölçmekti. Proje, orm anda tek bir kuş yuvası bile bulam adan, birkaç h afta içinde berbat b ir şekilde sonlan- dı. Fakat gezinin gerçek am acı tam am en başarıya ulaşm ıştı: Dünyanın en vahşi bölgelerinden birinde kuş gözlemlemek ve m aceraya olan susuzluğum u gidermek. Yeni Gine'nin efsanevi çardak kuşu ve cennetkuşlarım görmem, kuş evrimi, ekolojisi ve biyocoğrafyası alanında ikinci b ir kariyer yapm am a neden oldu. O zam andan sonra, Yeni Gine'ye ve yakınındaki Pasifik adalarına, kuşlarla ilgili çalışm alarım ı sürdürm ek için onlar­ ca kez gittim. Fakat sevdiğim orm anların ve kuşların artan biçim de im ha edildiği Yeni Gine'de korum a biyolojisine bulaşm adan çalış­ m ak zor oluyordu. Böylece akademik araştırm alarım la hükü­ m etler için danışm anlık yapm ak gibi uygulam alı işleri b irleş­ tirerek, hayvanların dağılım larıyla ilgili bildiklerim i ulusal parkların tasarım ında ve önerilen parkların incelenm esinde kullandım. Dillerin her otuz beş kilometrede b ir değiştiği ve dillere karşı eski ilgim kalm asa da her yerel dildeki kuş isim ­ lerini öğrenmenin Yeni Ginelilerin kendi kuşlarına ilişkin an­ siklopedik bilgileriyle bağ kurm ak için an a h ta r olduğu Yeni Gine'de çalışm ak bu bakım dan da zordu. En önemlisi, tüm tü r­ ler arasında uzak arayla en ilginç olan Homo sapiens'in evri­ mini ve olası yok oluşunu anlam adan kuş türlerinin evrimini ve ortadan yok olm alarını anlam aya çalışm ak zordu. Bu iliş­ 14 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE kiyi, devasa b ir in san çeşitliliğine sahip Yeni Gine'de göz ardı etmekse im kânsızdı. İnsanların bu kitapta vurgulanan bazı özellikleriyle ilgilen­ meye b a ş l a m a m ı n arka planında bunlar var. Antropologlar ve arkeologlar tarafından yazılan sayısız harika kitap, bu kitabın özetleyerek geçtiği insan evrimini aletler ve kemikler bakımından tartışm a kısmım zaten yapmıştır. Fakat bu kitaplar, benim özel alanım olan insanın yaşam döngüsü, insan coğrafyası, insanın çevreye etkisi ve b ir hayvan olarak insan konularına çok daha az yer ayırır. Bu konular, insan evriminde aletleri ve kemikleri kapsayan daha geleneksel konular kadar büyük öneme sahiptir. İlk b aşta gereğinden fazla gibi görünen Yeni Gine'ye ilişkin örneklerin isabetli olduğuna inanıyorum. Yeni Gine'nin, dün­ yanın özel b ir yerinde bulunan (tropikal Pasifik) ve m odem in­ sanlığın ortalam a b ir kesitini sağlamayan b ir ada olduğu şüphe götürmez. Fakat aslında Yeni Gine, bölgeye bakarak yapacağınız ilk tahm inden çok daha büyük b ir insanlık dilimini barındırır. Dünyada konuşulan yaklaşık 5000 dilin 1000 kadarı yalnızca Yeni Gine'de konuşuluyor. Çağdaş dünyada hayatta kalan kültü­ rel çeşitliliğin çoğu Yeni Gine'de bulunuyor. Yeni Gine'nin dağlık iç kısım larındaki yüksek bölgelerde yaşayan insanlar yakın za­ m ana kadar Taş Çağı çiftçileriyken, alçak bölgelerdeki pek çok grup, b ir ölçüde geleneksel tarım ı uygulayan göçebe avcı-topla- yıcılar ve balıkçılardı. Yabancı düşmanlığı had safhadaydı, kül­ türel çeşitlilik de buna uyumluydu ve b ir kabilenin sınırlarının dışm a çıkmak intihar anlam ına gelirdi. Benimle birlikte çalışan Yeni Ginelilerin pek çoğu, çocukluğunu taş aletlerin ve yabancı düşm anlığının hüküm sürdüğü günlerde yaşamış olan u sta ve ölümcül avcılardı. Bu nedenle Yeni Gine, artık geride bıraktığı­ mız, b ir zam anlar var olan insan dünyası için iyi b ir modeldir. öyküsü beş kısm a ayrılm akta­ Y ü k s e l İ ş İ m İ z İn v e d ü ş ü ş ü m ü z ü n dır. Birinci kısım da, bizi, m ilyonlarca yıl öncesinden başlayıp on bin yıl önce tarım ın ortaya çıkışından hem en önceki dö­ neme k adar takip edeceğim. Bu kısım daki iki bölüm, kemik, aletler ve genlerden gelen k anıtları kapsam aktadır - bu k an ıt­ 15 JARED DIAMOND lar arkeolojik ve biyokimyasal kayıtlarla korunm uştur ve bize geçmişimize ilişkin doğrudan bilgi sağlam aktadır. Fosilleşmiş kemikler ve aletler genellikle tarihlendirilebilm ektedir ve bu, ne zam an değiştiğim izi anlam am ıza olanak sağlar. Bu kısım ­ da genlerimiz bakım ından hâlâ yüzde 98 oranında şem panze olduğumuza ilişkin sonucun tem ellerini inceleyeceğiz ve kalan yüzde 2'deki neyin büyük sıçram am ızdan sorum lu olduğunu anlam aya çalışacağız. İkinci kısım, dil ve san atın gelişimi k ad a r vazgeçilmez öne­ me sahip ve Birinci kısım daki iskelet değişim leriyle ilgili olan yaşam döngümüzü konu edinmektedir. Yeniden vurgulam ak gerekirse, bizler, çocuklarım ızı sütten kesildikten sonra kendi yiyeceklerini bulm ak üzere serbest bırakm ak yerine beslemeye devam ediyoruz; yetişkin erkeklerin ve kadınların çoğu çiftler halinde yaşıyor; anneler k adar babaların çoğu çocukların b a ­ kım ını üstleniyor; pek çok insan büyükbabalığı ve büyükanne- liği deneyimleyecek kadar uzun yaşıyor ve kadınlar m enopo­ za giriyor. Bizim için bu özellikler kuraldır, am a bize en yakın hayvan akrabalarım ız için b u n lar oldukça garip özelliklerdir. Fosilleşm edikleri ve bu nedenle ne zam an ortaya çıktıkları­ nı bilemediğimiz atalarım ızla aram ızdaki büyük farklılıkları oluşturm aktadırlar. İnsan paleontolojisiyle ilgili m etinlerde beyin ve pelvis ölçülerine göre oldukça özetlenmiş biçimde geçse de benzersiz kültürel gelişimimiz de oldukça önem arz etmekte ve eşit ölçüde ilgiyi hak etmektedir. Birinci ve ikinci kısım larda kültürel yükselişim izin biyo­ lojik tem ellerini inceledikten sonra üçüncü kısım bizi hay­ vanlardan ayırdığına inandığım ız kültürel özellikleri gözden geçiriyor. B unlardan ilk akla gelenler en çok gurur duyduk- lanm ızdır: dil, sanat, teknoloji ve tarım , yükselişim izin ayırt edici kültürel özellikleridir. Fakat bu ayırt edici özelliklerimiz aynı zam anda zararlı m adde kullanım ı gibi k ara lekeleri de barındırıyor. İn san a özgü olup olm adıkları ta rtışılsa da tüm bu özellikler en azından hayvan öncüllerine göre çok daha ile­ ride. Bu özellikler evrimsel zam an ölçeğine göre yakın bir za­ m anda ortaya çıktığından bunların hayvan öncülleri m utlaka olmalıdır. Bu öncüller neydi? B unların ortaya çıkm ası dünya 16 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE üzerindeki yaşam ın kaçınılm az sonucu muydu? Örneğin uzay­ da bizim k adar gelişm iş yaratıkların yaşadığı başka gezegen­ ler olabileceğinden şüphelenm emizi sağlayacak k adar kaçınıl­ m azlar mıydı? Zararlı m adde kullanım ının yanı sıra kendimize zarar ve­ rici iki özelliğimiz, mahvolm am ıza yol açmaya yetecek kadar ciddi öneme sahiptir. Dördüncü kısım bunlardan ilkini incele­ m ektedir: Diğer in san gruplarını öldürmeye yol açan yabancı düşm anlığına yatkınlığımız. Bu özellik doğrudan hayvan ön­ cüllere sah ip tir - bizim le birlikte başka pek çok türdeki rakip bireyler ya da gruplar arasındaki mücadele cinayetle çözüm­ lenebilir. Öldürme gücümüzü artırm ak için neredeyse bütün teknolojik hünerim izi kullandık. Dördüncü kısım da yabancı düşm anlığını ve politik devletler bizi kültürel olarak daha da türdeşleştirm eden önce insanlığın durum unu simgeleyen aşırı yalıtılm ayı gözden geçireceğiz. Teknoloji, kültür ve coğrafya­ nın insan g ru p lan arasındaki m ücadelenin en bilindik tarihi örneklerinden ikisinin sonucunu nasıl etkilediğini göreceğiz. Daha sonra, yabancı düşm anlığının sebep olduğu dünya ça­ pında kayda geçmiş toplu katliam lar tarihini inceleyeceğiz. Bu acı verici b ir konu olsa da tarihim izle yüzleşmeyi reddetm e­ nin, bizi geçmişin h a ta la n n ı daha tehlikeli ölçüde yeniden tek­ rarlam aya n asıl mahkûm edeceğine ilişkin b ir örnektir. Bugün varlığım ızı teh d it eden diğer bir karanlık yanımız, çevreye artan biçimde yaptığımız saldırıdır. Bu da doğrudan kendi hayvan öncüllerine sahip. Şu ya da bu nedenle avcıla- n n ve asalakların kontrolünden kaçan hayvan nüfusları kendi nüfusuna ilişkin iç kontrolden de uzaklaşm akta, kaynaklanna zarar verinceye k ad ar çoğalm akta ve bazen yok olmaya kadar gitmektedir. Bu tehlike bizler için üzerim izdeki av tehdidi göz ardı edilebileceği, etkimiz altında olmayan hiçbir h ab itat ol­ m adığı ve h ayvanlan ve h a b ita tla n yok etme gücümüz em sal­ siz olduğu için özel b ir statü kazanm aktadır. Ne yazık ki pek çok insan hâlâ, daha önce doğayla uyum içinde yaşıyorken, bu eğilimin yalnızca Sanayi Devrimi'yle birlikte kaybedildiğini ileri süren R ousseaucu fanteziye tu ­ tunm aktadır. Eğer bu doğru olsaydı, geçmişten, b ir zam anlar 17 JARED DIAMOND ne k adar erdem li olduğumuz ve şim di ne kadar şeytanlaştı- ğımız dışında hiçbir şey öğrenmezdik. Beşinci bölüm, çevreyi kötü b ir şekilde idare etmemizin uzun tarihiyle yüzleşerek, bu fanteziyi parçalam anın yolunu araştırm aktadır. Bölüm 4'te ol­ duğu gibi Bölüm 5'te de vurgu, şimdiki durum um uzun, düzey farklılığına rağm en yeni olm adığı üzerinedir. Deneyler defa­ larca gerçekleştirilm iştir ve sonuç bizim ondan ders almamız için ortada durm aktadır. Bu kitap hayvan durum undan yükselişim izin izini süren b ir sonsözle bitm ektedir. Bu bölüm aynı zam anda m ahvoluşu- m uzu getirecek araçların artışının izini de sürm ektedir. Eğer tehlikenin uzakta olduğunu düşünseydim bu kitabı yazmaz­ dım. Öte yandan, durum um uzun um utsuz olduğunu düşünü­ yor olsaydım da bu kitabı yazmazdım. Belki herhangi b ir okur geçmişteki etkinliklerimiz ve şim diki açm azlarım ızdan dolayı cesaretini o k ad ar y itirir ki bu m esajı kaçırabilir diye geçmiş­ ten ders çıkarabileceğimiz um ut verici işaretleri ve yöntem leri göstermeye çalıştım. 18 KISIM 1 BÜYÜK MEMELİLERİN SIRADAN BİR TÜRÜ Ne zaman, neden ve hangi yollarla büyük m em elilerin sıradan b ir tü rü olm aktan çıktığım ıza dair ipuçları üç tip kanıttan ge­ lir. Kitabın bu bölümü, fosil kemikler ve bozulm adan kalmış aletler üzerinde çalışan arkeolojiden edinilen bazı geleneksel kanıtlarla, m oleküler biyolojiden gelen daha yeni kanıtlardan bahsetm ektedir. Temel sorulardan biri, şem panzeler ile bizim aram ızdaki genetik farklılığın ne k adar kapsam lı olduğuyla ilgilidir. Gen­ lerimiz şem panzelerin genlerinden yüzde 10 mu, yüzde 50 mi, yoksa yüzde 99 oranında mı farklıdır? İn san lar ile şem panzele­ ri sadece gözlemlemek ya da onların gözle görülebilir özellik­ lerini sıralam ak faydalı olmayacaktır, çünkü başka değişim ler geniş kapsam lı etkilere yol açarken, pek çok genetik değişi­ m in gözle görünür b ir etkisi yoktur. Örneğin Danua ve Pekinez gibi köpek ırkları arasındaki görünür farklılıklar şem panzeler ile bizim aram ızdaki farklardan çok daha fazladır. Oysa tüm köpek soyları aynı türe aittir. İstenirse m elezleştirilebilir ve (mekanik olarak birbiriyle uyum lu olduğu müddetçe) birbiriy- le çiftleşebilirler. D anualar ve Pekmezlere şöyle b ir bakan bir gözlemci, bun ların genetik bakım dan birbirinden uzaklığının şem panze ile in san lar arasındaki uzaklıktan çok daha fazla 19 JARED DIAMOND olduğunu söyler. Köpek soylan arasında, büyüklük, orantı ve tüy rengindeki görülebilir farklılıklar, üreme biyolojisine etki etmeyen birkaç gene bağlıdır. Öyleyse şem panzelerden genetik olarak uzaklığımızı nasıl bilebiliriz? Bu problem m oleküler biyologlar tarafın d an sade­ ce geçtiğimiz altı yıl içinde çözülebilm iştir. Cevap yalnızca en­ telektüel açıdan şaşırtıcı olmakla kalmaz, aynı zam anda şem ­ panzelere n asıl davranacağım ıza ilişkin uygulamaya yönelik ve ahlaki sonuçlara da yol açar. Yaşayan insan nüfusunun ya da köpek soyunun kendi aralarındaki farklara göre daha b ü ­ yük olsa da bizler ve şem panzeler arasındaki gen farklılığının birbiriyle akraba olan tanıdık türlerden çok az olduğunu gö­ receğiz. Aleni b ir şekilde görünüyor ki, şem panzenin genetik program ının küçük b ir yüzdesindeki değişim ler davranışları­ mız açısından m uazzam sonuçlara yol açm ıştır. Ayrıca genetik uzaklık ile geçen zam an arasındaki ilişkiyi anlam ak ve böylece şem panzelerle ortak atam ızdan ne zam an ayrıldığımız soru­ suna yaklaşık b ir cevap bulm ak m üm kün olabilm iştir. Bunun da yaklaşık yedi milyon yıl önce gerçekleştiği ortaya çıkmıştır. M oleküler biyolojiden elde edilen bu sonuçlar genetik uzaklık ve geçen zam anla ilgili genel ölçüm leri ortaya koysa da şem panzelerden özel olarak nasıl farklılaştığım ıza ya da bu özel farklılaşm aların ne zam an ortaya çıktığına dair b ir şey söylemez. Dolayısıyla kem iklerden ve m odem insan ile m ay­ m un benzeri atalarım ız arasındaki farklı tip te yaratıklar ta ra ­ fından bırakılm ış aletlerden daha fazla ne öğrenebileceğimizi düşünmeye devam edeceğiz. Kemiklerdeki değişim fiziksel a n t­ ropolojinin geleneksel konusunu oluşturuyor. Özellikle önem kazanan ise, beyin hacm indeki artış, dik yürümeyle ilgili iske­ let değişiklikleri, kafatası kalınlığındaki azalm a, diş boyutu ve çene kasları olmaktadır. Büyük beynimiz insan dilinin ve yenilikçiliğinin gelişmesi için m utlak b ir önkoşuldu. Bu yüzden fosil kayıtlarının, artan beyin hacm i ile kullanılan aletlerin gelişkinliği arasında yakın b ir paralellik sergilem esi beklenebilir. Gerçekte ise paralellik hiç de beklenen yakınlıkta değildir. Bu durum , insan evrim i­ nin en büyük sürprizi ve bulm acası olarak ortaya çıkmaktadır. 20 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE Beynimizdeki genişlem enin büyük b ir kısm ı gerçekleştikten sonra, taş aletler yüz binlerce yıl boyunca ilkel halleriyle kal­ m ıştır. Kırk b in yıl k ad ar yakın b ir zam an önce, N eandertal- ler m odem insam nkinden daha büyük b ir beyne sahipti, ama aletleri henüz yenilik ve yaratıcılık izleri taşım ıyordu. Nean- dertaller h âlâ büyük m em elilerin sıradan b ir türüydü. Diğer bazı in san gruplarının, hemen hemen m odem iskelet anato­ m isine sahip olduktan on binlerce yıl sonra bile kullandıkları aletler N eandertallerinki kadar basitti. Bu gözlemler m oleküler biyolojiden gelen kanıtların öne­ m ini arttırd ı. Genlerimiz ile şem panze genleri arasındaki m a­ kul yüzdelik farklılık içinde, yenilik, yaratıcılık ve karm aşık aletler yapm ak gibi farklı insani özelliklerden sorum lu fakat kemik şekillerim izle ilgili olmayan daha küçük b ir yüzdelik dilim olmalı. En azından Avrupa'da, Kro-magnon insanlarının N eandertallerin yerini aldığı b ir zam anda, bu özellikler bek­ lenm edik biçim de birdenbire ortaya çıktı. İşte bu artık büyük m em elilerin sıradan b ir tü rü olm aktan çıktığımız andı. Birinci kısm ın sonunda, in san durum una yükselişim izi tetikleyen şe­ yin bu birkaç küçük değişim olduğunu ileri süreceğim. 21 BÖLÜM 1 Üç Şem pan zen in H ikâyesi B i r SONRAKİ H AYVANAT BAH ÇESİ ZİYARETİN İZDE MAYMUN KAFESLE­ RİNİN ö n ü n d e n g e ç e r k e n şu d e n e y İ y a p i n : M aym unların tü y le­ rin in çoğunu kay b ettiğ in i dü şü n ü n ve yandaki kafeste, üzer­ lerinde kıyafetleri olm ayan ve konuşam ayan bazı talih siz in sa n la rı hayal edin. Şimdi o m aym unların bize genleri b a ­ kım ından ne k ad a r b en zer olduğunu tah m in etmeye çalışın. Şem panzelerin genetik p rogram bakım ından bizim le yüzde 10 mu, yüzde 50 mi, yoksa yüzde 99 m u o rtak olduğunu ta h ­ m in ederdiniz? Sonra neden bu m aym unların kafeslerde sergilendiğini ve insan lara yapılm asına izin verilmeyen tıbbi deneylerde ne­ den kullanıldıklarını kendinize sorun. Şempanze genlerinin yüzde 99,9'unun bizim genlerimizle aynı olduğunu ve ara­ m ızdaki önemli farklılıkların birkaç genden kaynaklandığını düşünün. Bu durum da hâlâ şem panzeleri kafese koymayı ya da onlar üzerinde deneyler yapmayı olumlu k arşılar mıydınız? Problem çözmek, kendilerine bakmak, iletişim kurm ak, sosyal ilişkilerde bulunm ak gibi işler için kapasiteleri düşük olan ve m aym unlardan daha fazla acı duyan zihinsel engelli insanla­ rı düşünün. Bu in san lar üzerinde tıbbi deneyler yapılm asını yasaklayan am a m aym unlar için izin veren m antık, nasıl bir m antıktır? Diyebilirsiniz ki, in san lar insan, m aym unlar "hayvandır" ve bu da yeterlidir. Genleri bizim kine ne kadar benzerse benzesin, sosyal ilişki kurm a yetenekleri ne kadar olursa olsun ya da ne k adar acı duyarsa duysun insanlara yapılacak m uamelelere ilişkin ahlaki b ir kanun b ir "hayvan" için geçerli olmamalıdır. Bu b asitçe geçiştirilemeyecek, keyfi, am a en azından tu tarlı 22 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE b ir cevaptır. Bu durum da atasal, ilişkilerim iz hakkında bilgi sahibi olmak, ahlaki sonuçlara yol açmayacak am a nereden geldiğimize dair entelektüel m erakımızı tatm in etmeye devam edecektir. Her in san toplum u kökenini anlam lı kılmaya büyük b ir ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaca kendi yaratılış hikâyesiyle cevap verir. Üç Şempanzenin Hikâyesi, zam anım ızın Yaratılış Hikâyesidir. Y ü z y il l a r d ir h ayvanlar yerim izi üç aşağı beş â l e m İn d e k İ yukarı biliyoruz. Emzirme, k ıllarla ö rtülü bir vücuda sahip olma gibi özelliklerim izle m em elilere, m em eliler arasın d a ise kuyruklu ve kuyruksuz m aym unların oluşturduğu b ir grup olan p rim atlara dahiliz. Çoğu mem elide bulunm ayan pek çok özelliği diğer p rim atlarla paylaşıyoruz. Örneğin pençe değil de düz el ve ayak tırn ak ların a, kavrayıcı ellere, dört parm ak­ ta n farklı olan b ir başp arm ağa ve karın kısm ından bağım sız duran b ir penise sahibiz. Yunanlı hekim Galen MS 2. yüzyıl­ da pek çok hayvanı incelediğinde, doğadaki yaklaşık yerimizi doğru b ir şekilde sap tam ış ve "iç organlar, kaslar, atard am ar­ lar, to p lardam arlar, sin irler ve kemik şekilleri bakım ından in san a en çok benzeyenin" m aym unlar olduğu sonucuna var­ m ıştı. Kendimizi p rim atlar içinde sınıflandırm am ız da oldukça kolay, çünkü bariz b ir şekilde kuyruklu m aym unlardan çok (gibonlar, orangutanlar, goriller ve şem panzelerden oluşan) kuyruksuz m aym unlara benziyoruz. En belirgin gösterge­ lerden biri ise şu: Kuyruklu maymunlar, bizde ve kuyruksuz m aym unlarda olmayan sportif bir kuyruğa sahiptir. Ayrıca gi­ bonlar küçük boyutları ve oldukça uzun kollarıyla kuyruksuz m aym unlar arasındaki en farklı grubu oluşturur. Bu nedenle orangutanlar, şempanzeler, goriller ve insanlar birbirlerine gibonlara olduğundan daha yakındır. Fakat akrabalık ilişkile­ rim izde daha ileri gitmek beklenm edik şekilde zordur. Bu, üç soru etrafında dönen h araretli b ir bilim sel tartışm ayı ateşle- m iştir. 23 JARED DIAMOND İnsanlar, yaşayan kuyruksuz m aym unlar ve soyu tükenm iş atasal kuyruksuz m aym unlara ait ayrıntılı aile ağacı nasıldır? Örneğin yaşayan kuyruksuz m aym unlardan hangisi bizim en yakın akrabam ızdır? Bizlerle şu anki kuyruksuz m aym unların herhangi b ir b ire­ yinin kesiştiği en son ortak ata ne zam an yaşam ıştı? Yaşayan en yakın akrabam ızla genetik program ım ızın ne kadarında ortaklaşıyoruz? İlk b ak ışta k arşılaştırm alı anatom inin bu üç so rudan il­ kini çözmüş olduğunu varsaym ak m üm kün. Özellikle şem ­ panze ve gorillere benziyoruz. Fakat kolayca fark edilm eyen pek çok özelliğim iz bakım ından olduğu kadar, daha büyük beynim iz, dik duruşum uz ve oldukça azalm ış vücut k ılla rı­ mız gibi apaçık bazı özelliklerim izle de onlard an farklıyız. Yine de d aha yakından incelendiğinde bu anatom ik ayrım lar kesin değildir. H angi anatom ik özellikleri en önem li kabul ettiğine ve b u özellikleri n a sıl yorum ladığına bağlı olarak biyologlar, o ran g u tan lard an ayrılm adan önce şem panze ve gorillerin aile ağacım ızda ayrı b ir dal olu ştu rm asıy la en ya­ kın akrab alarım ızın o ra n g u tan lar olduğu (azınlığın bakış açısı) ya da o ra n g u tan ların a tala rın ın d ah a önce kendi ayrı yollarına devam etm esi nedeniyle en yakın ak rabalarım ızın şem panze ve g o riller (çoğunluğun bakış açısı) olduğu konu­ sund a ayrılırlar. Çoğunluğun görüşüne sahip olan pek çok biyolog da go­ ril ve şem panzelerin birbirlerine bize benzediklerinden çok daha fazla benzediğini düşünm ektedir. Bu da bizim, goril ve şem panzeler birbirinden ayrılm adan önce b ir dal oluşturarak ayrıldığımız anlam ına gelir. Bu sonuç, şem panze ve gorille­ rin "kuyruksuz m aymunlar" kategorisinde toplanabileceğine, bizim se başka b ir şey olduğum uza dair sağduyulu b ir bakışı yansıtır. B ununla birlikte, bizler dik duruş ve beyin büyüklüğü gibi birkaç önemli ve oldukça aleni özellikler bakım ından de­ ğişim geçirmişken, ortak b ir atayı paylaştığım ızdan beri şem ­ panze ve goriller çok değişmediği için farklı göründüğüm üz de akla yatkın b ir açıklamadır. Bu durum da, in san lar en çok go­ rillere ya da şem panzelere benzeyebilir. Ya da insanlar, göril- 24 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE ler ve şem panzeler genetik düzenleri bakım ından birbirlerine aşağı yukarı eşit uzaklıkta olabilir. Bu yüzden, anatom istler aile ağacım ızın detayları üzerine süre gelen bu büyük soruyu tartışm aya devam ediyor. Hangi ağacı tercih edersek edelim, anatom ik çalışm alar kuyruksuz m aym unlardan genetik uzaklığım ız ve ayrılış zamanımız h ak ­ kında h içbir şey söyleyemez. Fosil k an ıtlar ise genetik uzaklığa dair cevap sunam azken, prensipte, doğru atasal ağaca ve ta- rihlemeye ilişkin sorulara cevap verebilir. Bol m iktarda fosili­ miz olsaydı, on milyon yıl önceki ortak b ir ataya doğru giden, tarih leri belirli b ir seri insansı ile b ir başka seri şem panzemsi fosili ve dolayısıyla on iki milyon yıl önceki ortak ataya doğ­ ru giden b ir seri gorilim si fosili bulm ayı um ut edebilirdik. Ne yazık ki fosil kayıtlarından gelebilecek um utlar boşa çıkmıştır. Çünkü Afrika'da beş ila on dört milyon yıllık kritik zam an di­ limine ait kuyruksuz maym un fosili neredeyse hiç bulunam a­ mıştır. K ö k e n i m i z l e İ l g i l i b u s o r u l a r a ç ö z ü m , tam am ıyla beklenmedik b ir alandan, m oleküler biyolojinin kuşların sınıflandırm asına uygulanm asından elde edilm iştir. Yaklaşık otuz yıl önce mole­ küler biyologlar, bitki ve hayvanlan oluşturan kim yasallann genetik uzaklıklan ölçen ve evrimsel farklılaşm anın tarihini veren saatler olarak iş görebileceğini fark ettiler. Genel dü­ şünce şuydu: Her türde özgün yapısı genetik olarak belirlenen ve tüm tü rlerd e bulunan b ir molekül sınıfı olduğunu varsa­ yalım. Bu yapı genetik m utasyonlar nedeniyle m ilyonlarca yıl boyunca yavaş b ir şekilde değişir ve değişim tüm tü rler için aynı oranda olur. Bu durum da ortak b ir atadan türeyen iki tür, atad an m iras kalan molekülün tıpatıp aynı biçim ine sahip o­ larak yola çıkacaktır. Fakat daha sonra birbirinden bağım sız biçim de m utasyonlar gerçekleşecek ve bu m utasyonlar iki tü r­ deki m oleküller arasın d a yapısal farklılıklara neden olacak­ tır. Böylece m olekülün iki türde bulunan biçim leri yapısal b a ­ kım dan birbirinden gitgide farklılaşacaktır. Ortalam a olarak her b ir milyon yılda ne k adar yapısal değişim gerçekleştiğini 25 JARED DIAMOND bilseydik akraba iki hayvan türündeki molekül yapılarının şu andaki farklılığını, tü rler ortak atadan ayrıldığından beri ne kad ar zam an geçtiğini hesaplam ak için b ir m oleküler saat gibi kullanabilirdik. Örneğin aslan ve kaplanların beş milyon yıl önce farklılaş­ tığını fosil k an ıtların d an biliyor olduğum uzu varsayalım. As­ landaki m olekülün kaplandaki karşılığı olan molekülle yapısal olarak yüzde 99 oranında aynı olduğunu (yani sadece yüzde 1 oranında farklı olduğunu) da farz edelim. Eğer sonra, bam baş­ ka iki tü rü n m oleküllerinin yüzde 3 oranında farklılaştığını bulsaydık, m oleküler saat bize onların birbirlerinden üç kere beş milyon yıl önce, yani on beş milyon yıl önce ayrıldıklarım söylerdi. Bu şema, kâğıt üzerinde sorunsuz gibi görünürken, p ra ­ tikte bunun başarılı olup olm adığını ölçmek biyologların çok daha fazla çaba sarf etm esini gerektirir. M oleküler saatlerin uygulanabilm esi için önce şu dört şey yapılm alıdır: En uygun molekül bulunm alı, bu m olekülün yapısındaki değişim leri öl­ çebilecek hızlı b ir m etot seçilmeli, saa tin sağlam b ir şekilde çalıştığını kanıtlam alı (örneğin m olekülün yapısının tüm tü r­ lerde gerçekten aynı oranda evrim leştiğini kanıtlam alı) ve bu oranı ölçebilmeli. M oleküler biyologlar bu so ru n ların ilk ikisini 1970'ler- de çözdüler. Çift sarm al y ap ısın ın Jam es W atson ve Francis Crick ta ra fın d a n gösterilm esiyle genetik çalışm aları kökten değiştiren, m eşh u r m olekül deoksiribonükleik asid in (kısa­ ca DNA) en uygun m olekül olduğu ortaya çıktı. DNA, b irb i­ rin i tam am layıcı özellikte, oldukça uzun iki ad et zincirden oluşur. H er b ir zincir, an a -b ab a d an y av ru lara geçen tüm ge­ netik bilgiyi taşıy an d ört tip küçük m olekülün dizilerinden oluşur. DNA y ap ısın d ak i değişim leri ölçm ek için k u llan ılan hızlı b ir yöntem , iki tü rü n DNA'sını k a rıştırd ık ta n sonra olu­ şan m elez (hibrid) DNA'nm ayrışm a n o k tası sıcaklığının tek b ir tü re ait sa f DNA'nm ayrışm a no k tası sıcaklığının ne k a ­ d a r a ltın a d ü ştü ğ ü n ü saptam aya dayanır. Bu yöntem genel­ likle DNA m elezlem esi (hibridizasyonu) olarak adlandırılır. Bir sa n tig ra t derece (kısaca AT = 1°C) k ad a r azalan ayrışm a 26 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE nok tası iki tü rü n DNA'sımn kabaca yüzde b ir farklılık ta ş ı­ dığını gösterir. biyologlar ve sistem atikçiler b irb irleri­ İ 9 7 o ’l e r d e m o l e k ü l e r nin çalışm alarına pek az ilgi gösterirdi. Yeni DNA melezleme tekniklerinin potansiyel gücünün önem ini kavrayan birkaç sistem atikçiden biri Yale Ü niversitesi Peabody Doğa Tarihi M üzesi'nin m üdürü ve kuşbilim profesörü Charles Sibley'di. Kuş sistem atiği, uçm anın zorunlu kıldığı ciddi anatom ik kı­ sıtlam alar nedeniyle zorlu b ir alandır. Havadaki böcekleri ya­ kalayabilen b ir kuşu yapm anın kısıtlı sayıda yolu vardır. Bu, ataları kim olursa olsun, benzer alışkanlıklara sahip kuşların benzer anatom ilere sahip olm ası sonucunu getirir. Örneğin A­ m erikan akbabaları Eski Dünya akbabalarına benzer ve onlar gibi davranır. Fakat biyologlar birincinin leyleklerle, diğerinin şahinlerle akraba olduğu ve benzerliklerinin ortak yaşam b i­ çim lerinden kaynaklandığı kanaatine varm ışlardır. Kuşların akrabalık ilişkilerini ortaya koymada geleneksel yöntem lerin yetersizliği kaldığı, bu nedenle am açlarına ulaşam adıkları noktada Sibley ve Jon Ahlquist 1973'te DNA saatine başvurdu­ lar. Bu, o güne kadar m oleküler biyoloji yöntem lerinin takso- nomiye uygulanm asının en büyük örneğiydi. 1980 yılm a kadar Sibley ve Ahlquist, 1700 kuş türüne -tü m yaşayan kuşların ne­ redeyse beşte b iri- DNA saati tekniğini kapsam lı olarak uygu­ ladılar. Sibley ve A hlquist'in m uazzam b aşarısı, bunu anlam ak için yeterli uzm anlığa sahip bilim in sanının çok olm am a­ sı nedeniyle b aşla rd a anlaşılm adı. İşte benim bilim insanı dostlarım dan duyduğum tipik tepkiler: "Bu saçm alığı duym aktan bıktım. Artık bu adam ların yaz­ dığı herhangi b ir şeyle ilgilenmeyeceğim." (Anatomist) "Yöntemleri iyi am a neden biri kuş sınıflandırm ası gibi sıkıcı b ir işte b ir şey yapm ak istesin?" (Moleküler biyolog) 27 JARED DIAMOND "İlginç fak at o n lara inanm am ız için sonuçlarının diğer yöntem lerle pek çok kez sınanm ası gerekir." (Evrim biyologu) "Elde ettikleri b u lg u lar gerçeğin ta kendisidir ve b u n lara inansanız iyi olur." (Genetikçi) Benim değerlendirm em ise son bakış açısının en doğru ol­ duğu yönündedir. DNA saatinin dayandığı prensipler çürütüle- mez. Sibley ve A hlquist'in kullandığı yöntem en gelişm iş yön­ temdir. On sekiz bin melez kuş DNA'sı çiftinin genetik uzaklık ölçüm lerinin iç tutarlılığı, bulgularının geçerliliğini isp atla­ m aktadır. Darwin varyasyona ilişkin kanıtlarını, C irripedia adlı midye çeşidi üzerinden anlatm ayı seçm işti. Sibley ve Ahlqu- is t de in san lard ak i varyasyonlar gibi ta rtışm alı b ir konuyu ele alm adan önce, DNA saa ti çalışm alarının ilk on yılının b ü ­ yük b ir kısm ında k u şlarla ilgilendiler. Aynı DNA yöntem ini in san ın kökeni için u y g u ladıklarında elde ettikleri ilk sonuç­ la n 1984'e k ad a r yayım lam adılar ve bu so n u çlan n ı sonraki yayınlarda d ah a da ay n n tılan d ırd ılar. Ç alışm aları in san ların ve en yakın ak rab alarım ızın (şempanze, bonobo, goril, o ra n ­ gutan, g ib o n lan n iki tü rü ve Eski Dünya m aym unlarının yedi türü) DNA'lanna dayanıyordu. Şekil 1 çalışm anın sonuçlarını özetlem ektedir. Herhangi b ir an ato m istin tahm in edebileceği gibi en b ü ­ yük genetik farklılık, DNA'nm ay n şm a sıcaklığındaki en b ü ­ yük düşüşle ortaya konan, kuyruklu m aym un DNA'sı ile in san ya da herhangi b ir kuyruksuz m aym unun DNA'sı arasındadır. Bu basitçe, bilim in kuyruksuz m aym unlan tanım ladığı za­ m an d an b eri in sa n la r ve kuyruksuz m aym unların kuyruklu m aym unlara göre b irb iriyle d ah a yakın ak rab a o ld u k lan n a dair herkesin kabul ettiği b ir gözlemi sayılarla ifade etm ek­ tir. Geçerli rakam , kuyruklu m aym unların DNA'larımn yüzde 93'ünün in san lar ve kuyruksuz m aym unlarla aynı, yüzde 7'si- n in farklı olduğudur. Gibon DNA'sı ile diğer kuyruksuz m aym unlar ya da insan DNA'sı arasındaki yüzde 5'lik farklılık da benzer şekilde şa ­ şırtıcı değildir. Bu ay n ca g ib o n lan n en uzak kuyruksuz m ay­ m unlar olduğuna ve goril, şem panze ve orangutana daha çok 28 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE YÜKSEK PRİMATLARIN AİLE AĞACI 8-1 Şekil 1. Modem yüksek primatların her birinin kökeninin izi­ nin, onları birleştiren siyah noktalara kadar sürülmesi. Solda­ ki sayılar bu modem primatların DNA'larmdaki farklılıkları yüzde cinsinden verirken, sağdaki sayılar son ortak ataların­ dan beri geçen milyon yıl sayısını tahmini olarak vermektedir, örneğin normal şempanzeler ve bonobolar DNA'lan bakımın­ dan yüzde 0,7 oranında farklıdır ve yaklaşık üç milyon yıl önce birbirlerinden ayrılmışlardır. Bizler, DNA'lanmız bakımından her iki şempanze türünden yüzde 1,6 oranında farklılık göster­ mekteyiz ve onların ortak atalarından yaklaşık yedi milyon yıl önce ayrıldık. Gorillerin DNA'lan bizimkinden ya da şempan- zelerinkinden yaklaşık yüzde 2,3 oranında farklıdır ve ortak atadan, bizim ve şempanzelerin ortaya çıkmasına yol açan ay­ rılma on milyon yıl kadar önce gerçekleşmiştir. 29 JARED DIAMOND benzediğimize d air genel kabulü de doğrular. Günümüzde ânatom istler kuyruksuz m aym unların b u son üç grubunda yer alan orangutanı biraz daha farklı b u lu rlar ve bu sonuç da DNA kanıtlarıyla uyuşm aktadır. O rangutan DNA'sıyla insan, goril ve şempanze DNA'sı arasında yüzde 3,6'lık b ir fark bulunm ak­ tadır. Coğrafi veriler bu son üç tü rü n gibon ve orangutanlar­ dan oldukça uzun b ir zam an önce ayrıldığını doğrulam aktadır. Yaşayan goriller ile şem panzeler ve insanın erken dönem fosil­ leri Afrika'yla sınırlı kalırken, yaşayan gibonlar ile bunların fosilleri ve orangutanlar Güneydoğu Asya'yla sınırlı kalm ıştır. Tam ters uçta, yine b ir d kadar norm al olan durum, birbiri­ ne en çok benzeyen DNA'lann şem panzeler ile bonobolara ait olması ve bu DNA'lar yüzde 99,3 oranında ortakken farkın sa­ dece binde 7 oranında kalmasıdır. Bu iki şempanze birbirine görünüşte o k adar çok benziyordu ki 1929'a kadar anatom istler onlara farklı isim ler verme zahmetine bile girmemişlerdi. Ekva­ torda yaşayan şempanzelere Zaire'de cüce şempanze [bonobo] denirdi, çünkü bunlar ekvatorun hemen kuzeyinde, Afrika'da yayılmış olan şem panzelerden ortalam a olarak biraz daha kü­ çüktü (ayrıca daha narin yapılı ve uzun bacaklıydılar). Fakat geçtiğimiz yıllarda şempanze davranışlarına ilişkin edindiği­ miz bilgiler, bonobolar ile norm al şem panzeler arasındaki bu küçük anatomik farklılıkların üreme alışkanlıklarındaki önemli farkları gölgelediğini açıkça ortaya koydu. Normal şempanze­ lerden farklı olarak bonobolar yüz yüze dahil olmak üzere pek çok pozisyonda bizim gibi çiftleşebilirler. Çiftleşme sadece er­ kekler tarafından değil, her iki cins tarafından da başlatılabilir. Dişilerin cinsel etkinliği belirli dönemlerle sınırlı kalmaz, ayın büyük bir kısm ında cinsel ilişkiye hazırdırlar. Ayrıca sadece er­ kekler arasında değil, dişiler arasında ya da erkek ve dişiler ara­ sında da güçlü bağlar vardır. Neticede, norm al şempanzeler ile bonobolar arasında farklılık gösteren birkaç gen (binde 7), üre­ me ve cinsiyet rolleri konusunda büyük sonuçlara yol açmak­ tadır. Daha sonra, bu bölümde ve ikinci bölümde, insanlar ve şempanzeler arasındaki gen farklılıklarından bahsettiğim izde bu konuya -küçük yüzdeli gen farklılıklarının büyük sonuçlara yol açm ası- yeniden değineceğiz. 30 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE Şimdiye k ad ar tartıştığım tüm bu durum larda akrabalığa ilişkin anatom ik k an ıtlar zaten ikna ediciydi ve DNA tem el­ li sonuçlar anatom istlerin sonuçlarını doğruluyordu. Fakat DNA, insan, şem panze ve goril akrabalığı söz konusu oldu­ ğunda anatom inin başarısız olduğu durum larda da problem i çözdü. Şekil l'de gösterildiği gibi insan, DNA bakım ından nor­ m al şem panze ve bonobonun h er ikisinden yüzde 1,6 oranında farklılaşırken, yüzde 98,4 oranında ortaklaşm aktadır. Goril ise bizden ya da her iki şem panzeden biraz daha fazla, yüzde 2,3 civarında farklılaşm aktadır. Bu önemli sayıların sonuçlarını anlam ak için burada biraz duralım : Bu sonuçlara göre goriller, aile ağacımızda, bizler norm al ve bonobolardan ayrılm adan hem en önce ayrılmış olmalı. Do­ layısıyla en yakın akrabam ız goriller değil şem panzeler olm a­ lıdır. Diğer b ir deyişle, şem panzelerin en yakın akrabaları go­ riller değil, insanlardır. Geleneksel sınıflandırm a, en yukarıda tek başın a duran kudretli insan ile vahşiliğin derinliklerinde b ulunan aşağı m aym unlar arasındaki köktenci aynm ı sürdü­ rerek insan m erkezli eğilimlerimizi pekiştirdi. Şimdi geleceğin taksonom istleri bazı şeyleri şem panzenin bakış açısından gö­ rebilir: biraz yukarıdaki kuyruksuz m aym unlar ("insan şem ­ panzesini" de içeren üç şempanze) ile biraz aşağıdaki kuyruk­ suz m aym unlar (goriller, orangutanlar, gibonlar) arasındaki zayıf ayrım. İn san lar ile m aym unlar (şempanze, goril vb ta ­ nım lanan) arasındaki geleneksel ayrım gerçekleri saptırm ak­ tadır. Bizleri cüce ya da norm al şem panzelerden ayıran genetik uzaklık (yüzde 1,6) bonobo ile norm al şempanzeyi ayıran ge­ netik uzaklığın (yüzde 0,7) hem en hem en iki katıdır. Bu uzaklık gibonun iki tü rü arasındakinden (yüzde 2,2) ve Kuzey Amerika­ lı kırm ızı gözlü vireo ile beyaz gözlü vireo gibi oldukça yakın akraba kuşlannkinden de (yüzde 2,9) azdır. DNA'mızm geriye kalem yüzde 98,4'lük kısm ı norm al şem panze DNA'sının aynı­ sıdır. Örneğin kana kırm ızı rengini veren oksijen taşıyıcı m o­ lekülümüz hem oglobin tüm 287 alt birim i bakım ından şem- panzeninkinin aynısıdır. Başka çoğu konuda olduğu gibi bu 31 JARED DIAMOND bakım dan da sadece üçüncü b ir tü r şempanzeyiz. Normal ve bonobolar için yeterince iyi olan şeyler bizim için de yeterince iyidir. Diğer şem panzelerden görünürdeki farklılıklarım ız -d ik duruşum uz, büyük beynimiz, konuşm a yeteneğimiz, seyrek vü­ cut kıllarım ız ve özel seks hayatım ız- genetik program ım ızın yalnızca yüzde 1,6'smda toplanm ış olmalı. Türler arasındaki genetik uzaklık zam anla uyum lu olarak biriktiyse, düzgün çalışan b ir saat olarak işlev görecektir. Ge­ netik uzaklığı ortak atad an bu yana geçen kesin zam ana dö­ nüştürm ek için tüm gereken, genetik uzaklıklarının ve bundan bağım sız olarak fosillerle târihlenm iş ayrılm a zam anının her ikisini de bildiğim iz iki türden oluşan b ir ayar düzeni olacak­ tır. Gerçekte iki bağım sız ayar düzeni de yüksek p rim atlar için mevcuttur. Bir tarafta, fosil kayıtlarına göre kuyruklu m ay­ m unların kuyruksuz m aym unlardan yirm i beş ila otuz milyon yıl önce ayrıldığı ve şimdi DNA'lan bakım ından yüzde 7,3 fark­ lı olduklan bilgisi var. Diğer ta ra fta oran g u tan lan n şempanze ve gorillerden on iki ila on altı milyon yıl önce aynldığı ve şim ­ di DNA'lan bakım ından yüzde 3,6 farklı olduklan bilgisi var. Bu iki örnek karşılaştırıldığında, evrimsel zam anın iki katm a çıkm asının, yani on iki ila on altı milyon yıldan yirm i beş ila otuz milyon yıla gidişin, genetik uzaklığın da iki katm a çıkm a­ sına (yüzde 3,6'dan 7,3'e) neden olduğu görülüyor. Dolayısıyla DNA saati p rim atlar arasında görece düzgün tiktaklarla çalış­ m aktadır.. Sibley ve Ahlquist bu ayar düzenini kullanarak bizim ev­ rim imiz için gereken zam an ölçüsünü aşağıdaki şekilde ta h ­ m in ettiler. Şempanzelerle olan genetik uzaklığımız (yüzde 1,6) şem panzelerin orangutanlarla olan genetik uzaklığının (yüzde 3,6) yaklaşık yarısı kadar olduğundan kendi ayn yolumuza, o ran g u tan lan n şem panzelerle olan genetik farklılığım birik­ tirm esi için gereken on iki ila on altı milyon yıl önce girm iş ol­ malıyız. Öyleyse, insan ve diğer şem panzelerin evrimsel çizgisi altı ila sekiz milyon yıl önce aynlm ıştı. Aynı m antıkla, goriller üç şempanzeyle ortak atasından dokuz milyon yıl kadar önce, cüce ve norm al şem panzeler de üç milyon yıl k adar önce aynl- dılar. Böylece DNA saati, proteinlerin amino asit dizisi, mito- 32 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE kondriyal DNA ve globin yalancı DNA'sı gibi buna benzer so­ nuçlara u laşan pek çok diğer m oleküler saati güçlü b ir şekilde desteklemektedir. 1954'te birinci sınıftayken fiziksel antropo­ loji dersini aldığım da o zamanki kitap lar insanların m aymun­ lard an on beş ila otuz milyon yıl kadar önce ayrıldığını söylü­ yordu. Kullanılan m oleküler saatler, diğer m aym unlardan ayrı b ir tü r olarak insanın paleantologlarm kabul ettiğinden çok daha kısa b ir tarih i olduğuna işaret etmektedir. B u s o n u ç l a r h a y v a n l a r âlem indeki konum um uza ilişkin ola­ rak neyi im a ediyor? Biyologlar canlıları, her biri sonrakinden daha az farklı olan hiyerarşik kategorilerle sınıflandırır: a lt­ tür, tür, cins, aile, ü st aile, takım , sınıf ve şube olarak. Raf­ larım daki tüm biyoloji kitapları ve Encyclopedia Britannica insanların ve m aym unların Prim at adı verilen aynı takım a, insansı m aymun denen aynı ü s t aileye fakat Hom inidae ve Pon- gidae adı verilen ayrı ailelere ait olduğunu söylüyor. Sibley ve A hlquist'in çalışm alarının bu sınıflandırm ayı değiştirip de­ ğiştirmeyeceği kişinin taksonom i görüşüne bağlı. Geleneksel taksonom istler tü rler arasındaki ayrım ın ne kadar önemli ol­ duğunu biraz sübjektif değerlendirm eler yaparak türleri daha ü s t kategoriler altın d a gruplandırır. Bu taksonom istler insanı büyük beyin, iki ayaküstünde durm a gibi ayırt edici işlevsel özellikler nedeniyle farklı b ir aileye sokar ve bu sınıflandırm a genetik uzaklık ölçütlerinden nasibini almaz. Fakat kladistler olarak adlandırılan b ir başka sınıflandır­ m a okulu, sınıflandırm anın genetik uzaklık ve farklılaşm a za­ m anına dayanarak nesnel ve değişmez olm ası gerektiğini öne sürer. Bugün tüm sistem atikçiler kırm ızı gözlü ve beyaz gözlü vireo lan n Vireo cinsine, gibonlann farklı türlerinin de Hylo- bates cinsine dahil olduğu konusunda hemfikirdir. Yine de bu türlerin üyeleri birbirinden genetik olarak, insanın diğer iki şempanzeye olan uzaklığından daha uzaktır ve daha önce ay­ rılm ışlardır. Bu temele göre, demek ki in san lar farklı b ir ailede ve h a tta cinste yer almaz, norm al ve bonobolarla aynı cinse aittirler. Cins ismimiz olan Homo diğer şem panzelere veri­ 33 JARED DIAMOND len cins ism i olan Paridan daha önce önerildiği için zoolojik adlandırm a k u ralları gereği öncelik kazanm ıştır. Dolayısıyla bugün dünya üzerinde Homo cinsine ait b ir değil, üç şem pan­ ze tü rü bulunm aktadır: norm al şem panze Homo troglodytes, bonobo Homo pan iscu s ve üçüncü şem panze Homo sapiens. Gorillerin, yalnızca çok az farklı oldukları için Homo cinsinin dördüncü b ir tü rü olmaya neredeyse eşit h a k la n bulunuyor. Kladistik yöntem i kabullenen taksonom istler de insan mer­ kezcidir ve in san lar ile şem panzeleri aynı cinse dahil etmek onlar için şüphesiz zor olacaktır. Fakat şüphe yok ki, şem ­ panzeler kladistik yöntem i öğrendiğinde ya da dünyada yaşa- y an lan n b ir döküm ünü yapm ak üzere uzaylı taksonom istler ziyaretimize geldiğinde, tereddüt etm eden yeni sınıflandırm a yöntem ini kullanacaklardır. şempanzeler arasm da farklıdır? Bu so­ H a n g İ g e n l e r İn s a n l a r l a ruyu ele alm adan önce genetik materyalimiz olan DNA'nın ne işe yaradığım anlamamız gerekiyor. DNA'mızm büyük b ir kısmının işlevi yoktur ve b ir "moleküler hurda"dan oluşuyor olabilir. Ör­ neğin kopyası oluşmuş ya da önceki işlevlerini yitirmiş ve bize zarar vermediği için doğal seçilimin ortadan kaldırmadığı DNA molekülleri böyledir. İşlevi bilinen kısımlardaki DNA'mızm te­ mel işlevi protein olarak adlandırılan uzun amino asit dizilerini üretmektir. Bazı proteinler vücut yapımızın çoğunu oluşturur­ ken (saçımızdaki keratin ve bağ dokumuzdaki kolajen protein­ leri gibi), enzim adı verilen başka bazı proteinler vücudumuzun büyük çoğunluğundaki molekülleri yapım ve yıkımda görev alır. DNA'nm bileşimindeki küçük moleküllerin (nükleotid bazlan) dizilimi proteinlerimizdeki amino asit dizisini belirler. İşlevsel olan DNA'mızm diğer kısım lan protein sentezini düzenler. Genetik olarak anlaşılm ası en kolay olan gözlemlenebilir özelliklerimiz tek b ir gen ve tek b ir proteinden kaynaklanan­ lardır. Örneğin daha önce sözünü ettiğim, kanım ızdaki oksijen taşıyıcı protein olan hemoglobin, her biri tek b ir DNA parçası (tek b ir "gen") tarafın d an belirlenen iki amino asit zincirinden oluşur. Bu iki gen kırm ızı kan hücrelerim izde bulunan hemog­ 34 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE lobinin yapışım belirlem ek dışında gözlem lenebilir b ir etkiye sahip değildir. Hemoglobinin yapısı tam am en bu iki genle be­ lirlenir. Ne yediğiniz ya da ne kadar egzersiz yaptığınız ü re t­ tiğiniz hem oglobin m iktarını etkileyebilir, fakat onun yapısın­ daki ayrıntıları etkilemez. En b asit durum bu. Fakat gözlemlenebilir pek çok özelliği etkileyen genler de vardır. Örneğin Tay-Sachs hastalığı olarak bilinen ölümcül genetik b ir bozukluk, anatomik anormallikle­ re olduğu kadar davranışsal birçok anormalliğe de neden olur: a ş ın salya üretim i, katı duruş, sarım tırak cilt, kafanın anormal büyümesi ve diğer bazı değişiklikler gibi. Bu durum da, tüm bu gözlemlenebilir özelliklerin Tay-Sachs geni tarafından belirle­ nen tek b ir enzimdeki değişimin sonucu olduğunu biliyoruz, fakat bunun tam olarak nasıl olduğunu bilmiyoruz. Vücudu­ muzdaki pek çok dokuda bulunduğundan ve birçok yapıtaşını parçaladığından bu enzimdeki değişim geniş ölçekli ve netice­ de ölümcül sonuçlara yol açmaktadır. Bu durum un tersine, bir yetişkin olarak boy uzunluğunuz gibi bazı özellikler eşzamanlı olarak pek çok gen ve çevresel faktör (örneğin çocukluk çağın­ daki beslenme) tarafından etkilenmektedir. Bilim insanları, bilinen bazı proteinleri belirleyen pek çok genin işlevini iyi b ir şekilde anlam ış olsa da davranışlar gibi karm aşık olarak belirlenen özelliklerimiz söz konusu oldu­ ğunda b u n ları etkileyen genlerin işlevleri hakkında çok az şey biliyoruz. Sanat, dil ya da saldırganlık gibi insani nitelikleri­ m izin tek b ir gene bağlı olduğunu düşünm ek saçm a olurdu, în san bireylerinin davranışları arasındaki farklılıklar açık b ir şekilde m uazzam çevresel etkilere bağlıdır ve bu tip bireysel farklılıklarda genlerin oynadığı rol b ir hayli tartışm alıdır. B ununla birlikte, in san lar ile şem panzeler arasındaki değiş­ mez biçim de farklı olan davranışlarda, sorum lu genleri henüz bilm iyor olsak da genetik farklılıklar büyük b ir ihtim alle işe karışm aktadır. Örneğin insanın konuşm a yeteneği kesinlikle gırtlağın anatom isini ve beyindeki ilgili sinir ağını belirleyen genlerdeki farklılıklara bağlıdır. Bir psikologun evinde yetiş­ tirilen ve onun bebeğiyle aynı y aşta olan genç b ir şempanze, şem panze gibi görünmeye devam edecek ve konuşm ayı ya da 35 JARED DIAMOND dik yürüm eyi öğrenmeyecektir. Fakat insana ait b ir bireyin, büyüdüğünde akıcı şekilde İngilizce mi, yoksa Korece mi ko­ nuşacağı genlerden bağım sızdır. İngilizce konuşan ebeveyn­ ler tarafın d an evlat edinildiğinde İngilizce konuşan Koreli b ir bebeğin kanıtladığı gibi, konuşulan dil tam am en çocukluktaki dilsel çevreye bağlıdır. Arka planda bunlar varken şempanze DNA'smdan yüzde 1,6 oranında farklılık gösteren kendi DNA'mız hakkında ne söyleye­ biliriz? Biliyoruz ki hemoglobinden sorum lu genlerimiz farklı değil ve bazı diğer genler de çok küçük farklılıklar sergiliyor, in ­ sanlarda ve norm al şem panzeler arasında bugüne dek çalışılan dokuz protein zincirinde 1271 amino asitten sadece beşi fark­ lıdır: myoglobin adı verilen kas proteininde bir tane, delta zin­ ciri adı verilen küçük hemoglobin zincirinde b ir tane ve karbo­ nik anhidraz adı verilen b ir enzimde üç tane. Fakat DNA'mızm hangi kısm ının insanlar ile şem panzeler arasındaki işlevsel bakım dan önemli farklılıklardan sorum lu olduğunu henüz bil­ miyoruz. Bu konuyu ikinci kısım dan yedinci kısma kadar olan bölüm lerde tartışacağız: beyin büyüklüğündeki farklılıklar, pel- vis, gırtlak ve cinsel organlar, vücut kıllarının miktarı, dişiler­ deki m enstrüasyon döngüsü, menopoz ve diğer başka özellikler. Bu önemli değişiklikler kesinlikle bugüne kadar belirlenm iş beş amino asit farklılığından kaynaklanmıyor. Şimdi güvenle söy­ leyebileceğimiz tek şey şu: DNA'mızm büyük b ir kısmı işlevsel değil. En azından bizimle şempanzeler arasındaki farklılığı gös­ teren yüzde 1,6'lık kısım önceden beri işe yaramaz olarak bili­ niyor. İşlevsel açıdan önem arz eden farklılıklar o yüzde 1,6'nın henüz tanım lanm am ış kısım larında olmalı. Farklılık gösteren bu küçük DNA parçam ızın içinde bazı farklılıklar diğerlerine göre bedenlerim izde daha büyük so­ nuçlara yol açar. Öncelikle proteinlerdeki amino asitlerin çoğu DNA'daki nükleotid bazlarının en az iki altern atif dizisiyle belirlenir. DNA'daki nükleotidlerin altern atif diziler arasında dönüşm esi "sessiz" m utasyondur ve b u n lar proteinlerin amino asit dizisinde değişim m eydana getirmez. Tek b ir bazdaki de­ ğişim bile b ir amino asitin başka b ir amino asidin yerine geç­ m esine yeterli olsa da bazı amino asitler kim yasal özellikleri 36 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE bakım ından bazı amino asitlere benzer veya proteinin önemsiz b ir bölgesinde yerleşm iş olabilir. Fakat proteinin diğer bölgeleri onun işlevi açısından can alıcı öneme sahiptir. Bu kısım daki b ir amino asitin kimyasal olarak ona benzemeyen b ir başkasıyla değişm esi büyük b ir ih­ tim alle gözlenebilir bazı etkilere yol açacaktır. Örneğin orak hücre anemisi, 287 amino asitten b irinin değişmesiyle hemog­ lobinim izin çözünürlüğünün de değişmesi sonucu ortaya çı­ kan ve sıklıkla ölümcül olan b ir durum dur. Bu durum , o amino asiti belirleyen üç nükleotidden sadece birinin değişmesiyle olur. Bu değişim negatif yüklü b ir amino asit yerine yüksüz b ir amino asit koyar ve böylece tüm hemoglobin m olekülünün yükü değişir. Hangi genlerin ya da nükleotid bazlarının şempanzelerle aram ızdaki gözlemleyebildiğimiz farklardan sorum lu olduğu­ nu bilmesek de büyük etkilere yol açan bir ya da birkaç gene dair sayısız örnek var. Normal insanlarla Tay-Sachs h astalan arasındaki büyük ve görülebilir farklılıklardan biraz önce b ah ­ settim. Hepsi, b ir şekilde, bir enzimdeki tek bir değişimden kay­ naklanm aktadır. Bu, aynı türe ait bireylerin farklılığına dair bir örnek teşkil ediyor. Akraba türler arasındaki farklılıklara dair iyi b ir örneği ise Afrika'daki Viktorya Gölü'nde yaşayan çiklet balıklan oluşturuyor. İki yüz türü de belki son 200.000 yılda tek bir atadan evrimleştikleri gölde yaşayan çiklet balıklan popüler akvaryum türleridir. Bu iki yüz tür, kaplanlar ve inekler kadar, yeme alışkanlıklanna bağlı olarak kendi aralan n d a farklılaşır­ lar. B azılan alglerle otlanır, bazılan diğer b alıklan yakalar, ba- zılan salyangozlan kırar, bazısı planktonlarla beslenir, diğerle­ ri böcekleri yakalar, diğerleri kuluçkaya yatan anne balıklann em briyolannı çalm akta uzm anlaşmıştır. Tüm bu Viktorya Gölü çiklet balıklan, çalışılan DNA'lan bakım ından ortalam a olarak yalnızca binde 4 oranında farklılık gösterir. Dolayısıyla bir sal­ yangoz kinciyi uzm anlaşmış bebek katiline dönüştürmek, b ir m aym undan bizi yapmak için gerekenden çok daha az genetik m utasyonu gerektirir. * * * 37 JARED DIAMOND uzaklığım ıza dair yeni b u l­ A c a b a ş e m p a n z e l e r l e o l a n g e n e t İk gular, sistem atik isim lere ilişkin teknik soruların yanında daha kapsam lı sonuçlar ortaya koyuyor mu? Büyük olasılıkla en önemli sonuçlar in san ları ve m aym unları evrende nereye koyduğumuzla ilgilidir. İsim ler yalnızca teknik ayrıntılardan ibaret değildir, aynı zam anda b ir tutum u da y ansıtır ya da yaratır. (Kendinizi ikna etmek için bu akşam eşinizi aynı ifa­ de ve ses tonunu kullanarak "aşkım" ya da "seni domuz" diye selamlayın). Yeni bulgular, insanlar ve m aym unlar hakkında nasıl düşünm em iz gerektiğini belirlemez. Fakat yeni bulgular, D arw in'in Türlerin K ökeni'nde yaptığı gibi, büyük olasılıkla düşünce yapım ızı etkileyecektir ve bu konudaki tutum um uzu düzeltmemiz yıllarım ızı alacaktır. Etkilenebilecek tartışm alı b ir alandan sadece b ir örnek vereceğim: m aym unları kullanım biçimimiz. Halihazırda insanlar ve (maymunları da içine alan) hay­ vanlar arasında köktenci b ir ayrım yapıyoruz. Bu ayrım ahla­ ki yasaları ve bu konudaki tutum um uzu belirliyor. Örneğin bu bölüm ün başında belirttiğim gibi, m aym unları hayvanat bah­ çelerinde kafes içinde sergilemek makul b ir şey olarak kabul görülüyor, fakat aynı şeyi insanlara yapmak kabul edilebilir bir şey değil. Merak ediyorum, hayvanat bahçesinde şempanzenin bulunduğu kafesin üzerinde “Homo troglodytes" yazsaydı halk nasıl hissederdi? Öte yandan, insanların hayvanat bahçelerinde maym unlara karşı kazandığı sem patik ilgi olmasaydı, vahşi do­ ğada m aym unları korumak için çabalayan çevreciler için daha az kamu kaynağı ayrılıyor olabilirdi. Yine daha önce belirttiğim gibi in sanları değil am a m ay­ m unları, izinleri olm aksızın tıbbi araştırm a amaçlı ölümcül deneylerde kullanm ak da kabul görüyor. Bunu yapm anın ge­ rekçesi kesinlikle m aym unların bize genetik bakım dan çok benziyor oluşu. Bizim yakalandığım ız pek çok hastalığa yaka­ lanabiliyorlar ve vücutları hastalık yapıcı organizm alara ben­ zer tepkileri veriyor. Bu yüzden, in san lar için daha gelişmiş tıbbi tedavileri geliştirm ek üzere m aym unlar üzerinde deney yapmak, diğer hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden çok daha iyi sonuçlar veriyor. 38 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE Bu ahlaki seçim m aym unları.kafese kapatm aktan çok daha zor problem leri barındırır. M ilyonlarca suçlu insan ı m ay­ m unların hayvanat bahçesindeki koşullarından daha kötü olan kafeslere kapatıyoruz. Fakat in san lar üzerinde yapılacak ölüm cül deneyler bilim in san ların a şem panzeler üzerinde ya­ pılan ölüm cül deneylerden çok daha değerli bilgiler sağlaya­ cak olsa da sosyal yönden, hayvanlar üzerinde yapılan tıbbi araştırm aların in san d a yapılan karşılığı yoktur. Nazi toplam a kam plarındaki doktorların insan deneyleri, genel olarak Na- zilerin tüm iğrençliklerinin en iğrenci olarak görülür. Öyleyse bu deneylerin şem panzelerde uygulanm asına neden onay ve­ riyoruz? B akteriden insana kadarki yelpazede öldürm enin nerede ci­ nayet olduğuna ve yemenin nerede yamyamlık olduğuna karar vermemiz gerekiyor. Çoğu insan bu çizgiyi insan ile diğer hay­ vanlar arasın d a çekiyor. Bununla birlikte oldukça fazla insan vejeteryan. Bitkileri yiyebilirken herhangi b ir hayvanı yemek istemiyor. Ve hayvan h a k la n hareketine dahil olan artan sayı­ daki yerel azınlıklar hayvan deneylerine ya da en azından bazı hayvanlar üzerinde yapılan deneylere k arşı çıkıyor. Bu hareket özellikle kedi, köpek ve p rim atlar üzerinde deney yapılm asına karşı etkin. Farelerle daha az ilgileniyor ve bakteriler ve sinek­ ler konusunda genellikle suskun. Ahlaki yasam ız in san lar ile diğer tü rler arasında tam a­ m en keyfi b ir ayrım yapıyorsa, ü stü n herhangi b ir ilkeden yoksun bencilliğimize dayanan b ir yasaya sahibiz demektir. Bunun yerine yasamız, ü stü n zekâmız, sosyal ilişkilerim iz ve acı hissetm e kapasitem ize dayalı olarak ayrım lar yapıyorsa, tüm hayvanlar ve in san lar arasına b ir çizgi çeken bu ya hep ya hiç yasasını savunm ak zora girer. B unların yerine, farklı tü r­ ler üzerinde yapılan araştırm alara farklı ahlaki sınırlam alar uygulanm alıdır. Belki de genetik olarak bize en yakın hayvan türlerine özel haklar sağlanm asını savunacak olan şey, sadece yeni b ir kılığa bürünm üş bencilliğimizdir. Fakat şem panze ve gorillerin, az önce bahsettiğim k ıstaslara (zekâ, sosyal ilişkiler vb) dayanan b ir ahlaki değerlendirm ede böcekleri ve b akteri­ leri geride bırakacağı açıktır. Eğer üzerinde tıbbi deneylerin 39 JARED DIAMOND yapılm asının tam am en yasaklanm ası gerekçelendirilebilecek ve halihazırda tıbbi araştırm alarda kullanılan b ir hayvan tü rü varsa bu kesinlikle şempanzedir. Hayvan deneylerinin ortaya çıkardığı ahlaki çelişki, şem pan­ zelerin nesli tükenmekte olan bir tü r olması gerçeğiyle artm ak­ tadır. Bu durumda, tıbbi araştırm alar sadece bireyleri öldür­ mekle kalmamakta, türün tam am ım ortadan kaldırmakla tehdit etmektedir. Bu, araştınna taleplerinin sadece yabani şempanze nüfusunu tehdit etmesi anlam ına gelmemektedir. Yaşam alanı­ nın yıkımı ve hayvanat bahçeleri için yakalanmaları da olduk­ ça büyük tehdit unsuru olmaktadır. Fakat araştırm a talepleri de önemli bir tehdittir. Ahlaki çelişki, ayrıca başka bazı etkenlerle de artmaktadır: Birçok şempanze, yakalanma ve tıbbi araştırm a la- boratuvanna götürülme sürecinde (bu sıklıkla annesi tarafından taşm an yavru bir şempanze olmaktadır) ölür. Tıp araştırm acıları, kişisel çıkarları olmasına rağmen, yabani şempanze nüfuslarım koruma çabasında yalnızca küçük bir rol oynarlar. Araştırmalar için kullanılan şempanzeler, sıklıkla acımasız koşullar içerisin­ deki kafeslerde tutulmaktadır. Birleşik Devletler Ulusal Sağlık Enstitüsü'nde tıbbi araştırm alarda kullanılırken gördüğüm ilk şempanzeye, yavaş etki eden ölümcül bir virüs enjekte edilmişti ve ölene kadar kapalı b ir odada bulunan küçük b ir kafeste, oyna­ yacak bir şey olmaksızın yıllarca tek başına tutulm uştu. Şempanzeleri araştırm alarda kullanmak üzere esaret altın­ da üretmek, yabani şempanze nüfusunun tükenm esi tehlikesine dayanan itirazları savuşturuyor. Fakat bu, temel çelişkiyi hâlâ gidermiyor. Afrikalı köle ticareti yürürlükten kaldırıldıktan son­ ra ABD doğumlu siyahların çocuklarının köleleştirilmesi daha fazla olduğundan on dokuzuncu yüzyılda ABD'de kölelik ka­ bul edilebilir bir şeydi. O zaman neden Homo sapiens üzerinde deney yapmaya onay vermiyorken Homo troglodytes üzerinde deney yapmaya onay verilsin? Diğer taraftan, tutsak şem panze­ lerde çalışılan b ir hastalık yüzünden ölme riski olan çocukların ailelerine çocuklarının şempanzelerden daha değersiz olduğu­ nu nasıl açıklamalıyız? Kesin olan şey, insanlara ve maymun­ lara olan bakışım ızın kararım ızı belirleyeceğidir. Son olarak maym unlar karşısındaki tutum um uz onların vahşi doğada h a­ 40 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE yatta kalıp kalmayacağı konusunda kritik önemde olabilir. Gü­ nümüzde, maymun nüfusu Afrika ve Asya'da onların h ab itatlan olan yağm ur orm anlarının tahribatı nedeniyle ve yasal ya da yasal olmayan yollarla yakalanm aları ya da öldürülmeleri yü­ zünden tehdit altında. Eğer mevcut durum devam ederse bu yıl doğan insan bebekler üniversiteye girdiğinde, dağ gorili, orangutan, takkeli gibon, Kloss gibonu ve büyük olasılıkla di­ ğer m aym unlar yalnızca hayvanat bahçelerinde var olabilecek. Uganda, Zaire ve Endonezya hüküm etlerine yaban m aym unları­ nı korumak için ahlaki vecibeleri hakkında öğüt vermemiz yet­ mez. Bunlar yoksul ülkelerdir ve ulusal b ir park oluşturup onu idame ettirm ek oldukça pahalıdır. Eğer biz üçüncü şempanzeler diğer iki şempanzenin hayatlarının kurtarılm aya değer olduğu­ na k arar verirsek, m asrafları daha zengin ülkelerde yaşayanla­ rımız karşılam alıdır. Üç Şempanzenin Hikâyesi hakkında yakın zam anda öğrendiklerimizin en önemli etkisi, bu hesabı yüklen­ mekle ilgili hissettiklerim iz üzerine olacaktır. 41 BÖLÜM 2 B üyük A tılım S o y u m u z k u y r u k s u z m a y m u n l a r d a n ayrıldıktan sonraki milyon­ larca yıllık sürecin büyük b ir kısm ında yaşayış bakım ından şem panzelerden çok farklı değildik. Kırk bin yıl kad ar yakın b ir zaman önce Batı Avrupa hâlâ N eandertal adı verilen, sa­ natın ve gelişm işliğin seyrek görüldüğü ilkel b ir varlık ta ra ­ fından işgal edilm işti. Sonra anatom ik anlam da m odem in sa­ nın sanatı, m üzik aletleri, lam baları, ticareti ve gelişmişliğiyle birlikte Avrupa'da görünm esiyle ani b ir değişim gözlendi. Çok kısa b ir süre içinde N eandertaller yok oldu. Avrupa'daki bu Büyük Atılım büyük olasılıkla ondan önceki on binlerce yıllık süreçte Afrika ve Yakındoğu'daki benzer belki birkaç düzine atılım ın sonucuydu. Bin yıl m aym unlar tarih in ­ den ayrı olan uzun tarihim izin önemsiz b ir p arçasıdır (yüzde l'den az). İnsan olduğum uzun söylenebileceği tek b ir zam ansal nokta varsa işte bu o atılım ın gerçekleştiği zamandır. Hayvan­ ları evcilleştirmemiz, tarım ı ve m adenciliği geliştirm em iz ve yazıyı keşfetmemiz için sadece birkaç düzine bin yıla ihtiyaç duyuldu. "Mona Lisa" ve Eroica Senfonisi, Eyfel Kulesi ve Sput- nik, D achau'nun fırınları ve D resden'in bom balanm ası gibi in san ları hayvanlardan kapanmayacak b ir uçurum la ayıran uygarlık anıtları, bu atılım dan sonra gelen küçük adım lardı. Bu bölüm insanlığa ani yükselişim izin ortaya çıkardığı sorunlarla yüzleşecek. Bu nasıl m üm kün ve neden bu kadar ani oldu? N eandertalleri durduran neydi ve sonra kaderleri ne oldu? N eandertaller ile m odem in san lar hiç karşılaştı mı? Eğer k arşılaştıy sa birbirlerine nasıl davrandılar? Büyük Atılımı anlam ak ve onun hakkında yazmak kolay de­ ğildir. Konuya ilişkin birincil deliller korunm uş kemik ve taş 42 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE aletlerin teknik ayrıntılarından gelmektedir. Arkeologların ça­ lışm aları "transvers oksipital torus", "basık zigomatik arklar" ve "Chatelperonik sırtlı bıçaklar" gibi çoğumuz için anlaşıl­ m ası güç terim lerle dolu. Gerçekten anlam ak istediğim iz şey -atalarım ızın yaşam biçim i ve insansı nitelikleri- korunm uş kemikler ve aletler değil, bunların teknik ayrıntılarından çıkan sonuçlar. Pek çok delil eksik ve kalan delillerin ne ifade ettiği­ ne ilişkin olarak da arkeologlar çoğu zaman aynı fikirde değil. Ek Okumalar başlığı altında listelenen kitap ve m akaleler b a ­ sık zigom atik arklar konusuna ilgi duyan okurların m erakını gidereceği için ben daha çok kemik ve aletlerden yapılan çıka­ rım lardan bahsedeceğim. b ir zam an ölçeğine yerleştirm ek için hayatın İ n s a n e v r î m İn İ dünya üzerinde pek çok m ilyar yıl önce başladığım ve dinozor­ ların neslinin 65 milyon yıl önce tükendiğini hatırlam ak ge­ rekiyor. Atalarımızın, şem panzelerin ve gorillerin atalarından ayrılm ası sadece altı ila on milyon yıl önce gerçekleşti. Dola­ yısıyla insanın tarihi, hayatın tarihinin yalnızca önemsiz bir kısm ını oluşturm aktadır. M ağara adam larını dinozorlardan kaçarken gösteren bilim kurgu film leri sadece bilim kurgudur. İnsanların, şem panzelerin ve gorillerin ortak ataları, şem ­ panze ve gorillerin hâlâ yaşadığı ve bizim de m ilyonlarca yıl yaşadığım ız Afrika'da yaşadı. Kendi atalarım ız başlangıçta m aym unların sadece b ir başka tü rü olarak sınıflandırılabilir­ di, fakat üç değişim rotam ızı m odem insan yönüne çevirdi. Bu değişim lerden ilki, fosilleşm iş kemik yapılarının atalarım ızı iki ayak üzerinde dik yürüdüğünü gösterdiği zam anda, yakla­ şık d ört milyon yıl k adar önce gerçekleşti. Bunun tersine, goril ve şem panzeler nadiren dik olarak yürürler ve genellikle dört ayaklarını kullanarak hareket ederler. Dik duruş atalarım ızın ön üyelerini, araların d a alet yapım ının da olduğu önemli b a ş­ ka işleri yapm ak için serbest kıldı. İkinci değişim soyumuzun en az iki belirgin türe ayrıldığı üç milyon yıl k adar önce oldu. Arka plan olarak şunu belirtm ek gerekir ki, aynı bölgede yaşayan iki hayvan tü rü n ü n üyeleri 43 JARED DIAMOND farklı ekolojik görevleri yerine getirm eli ve çiftleşememelidir. Örneğin çakallar ve k u rtlar açık b ir şekilde yakın akrabadır ve (kurtlar ABD'nin büyük b ir kısm ında yok edilm eden önce) Kuzey Am erika'nın pek çok bölgesinde birlikte yaşam ışlardır. Fakat daha büyük yapılı olan kurtlar, geyik gibi büyük m e­ m elilerle beslenip büyük sürüler halinde dolaşırken, çakallar daha küçük yapılı olup tavşan ve fare gibi küçük m emelile­ ri avlarlar ve bireysel ya da küçük gruplar halinde yaşarlar. Çakallar genellikle çakallarla ve k u rtlar da genellikle kurtlar­ la çiftleşirler. Bu durum un tersine, bugün var olan h er insan popülasyonu geniş ölçüde ilişki içinde olduğu başka insan popülasyonlanyla çiftleşebilir, in san lar arasındaki ekolojik farklılıklar tam am en çocukluk çağı eğitim inin b ir ürünüdür. Bazılarım ızın keskin dişlerle doğm ası ve geyik avlam ak üze­ rine özelleşmesi, bazılarım ızm sa öğütücü dişlerle doğması, çilek toplam ası ve geyik avcılarıyla eşleşm em esi gibi b ir du­ rum yoktur. Bu yüzden tüm m odem in san lar aynı tü re aittir. Bununla birlikte, in san soyu geçmişte belki de iki kez çakal ve k u rtların birbirinden farklı olduğu k ad ar birbirinden farklı iki türe ayrıldı. En son böylesi bir ayrılm a daha sonra bahse­ deceğim Büyük Atılım sürecinde gerçekleşmiş olabilir. Daha önceki ayrılm a ise üç milyon yıl k adar önce, soyumuz ikiye ay­ rıldığında gerçekleşti. Bunlardan biri, sağlam b ir kafatası ve çok büyük dişleri olan, iri bitkilerle beslendiği düşünülen ve sıklıkla A ustralopithecus robustus olarak adlandırılan ("güç­ lü güneyli maymun" anlam ına geliyor) insansı maymun, diğeri daha güçsüz yapılı kafatası ve küçük dişleriyle hem etçil hem otçul beslendiği varsayılan A ustralopithecus africanus ("Af­ rikalı güneyli maymun") insansı maymunu. Bu ikinci insansı maymun, daha büyük beyinli Homo habilis ("becerikli insan") adlı b ir tü re evrilm iştir. Fakat bazı arkeologların erkek ve dişi Homo habilis'e ait olduğunu düşündükleri fosil kemikleri, ka­ fatası ve diş büyüklükleri birbirinden o kadar farklıdır ki bu, soyum uzda iki farklı habilis benzeri tü rle sonuçlanan b ir b a ş­ ka çatallanm aya işaret ediyor olabilir; Homo habilis'in kendisi ve gizemli "Üçüncü İnsan." Buna göre, iki milyon yıl önce en az iki ve olasılıkla üç tane, in san benzeri tü r vardı. 44 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE İNSAN IN AİLE AĞACI Şekil 2. Aile ağacımızdaki güçlü Australoptihesinlere, Nean- dertallere, çok az anlaşılmış olan olası bir "Üçüncü lnsan"a ve Neandertaller'in çağdaşı olan bir Asya popülasyonuna ait pek çok dalın nesli tükenmiştir. Homo habilis'in bazı torunları mo­ dem insana evrimleşmiştir. Bu hattı gösteren fosillerdeki de­ ğişimleri farklı isimlerle tanımlamak için, Homo habilis, sonra yaklaşık 1,7 milyon yıl önce ortaya çıkan Homo erectus ve sonra 500.000 yıl önce ortaya çıkan Homo sapiens şeklinde birbirin­ den kısmen ayrılmıştır. A., cins ismi olan Australopithecus'u, H., cins ismi olan Homo'ya simgelemektedir. 45 JARED DIAMOND Atalarımızı daha çok insan ve daha az maym un yapmaya başlayan büyük değişim lerin üçüncüsü ve sonuncusu ta ş alet­ lerin kullanımıydı. Bu, hayvanlarda da örnekleri açıkça görü­ len ayırt edici in san i b ir nitelikti. Ağaçkakanlar, M ısır akbaba­ ları ve su sam u rlan bizim k adar yoğun kullanm asalar da diğer hayvan türleri arasın d a besinlerini yakalam ak ya da işlemeye yönelik alet kullanım ında bağım sız olarak evrim leşm işlerdir. Şempanzeler de nadiren taş olmak üzere, alet kullanır, fakat bu genel durum larını tanım layacak kadar sık görülmez. Fakat yaklaşık 2,5 milyon yıl k adar önce insansıların yaşadığı Doğu Afrika'nın bazı bölgelerinde oldukça ilkel taş aletler görülm e­ ye başlandı. Peki, iki ya da üç insansı tü r olduğuna göre bu aletleri kim yaptı? Hafif kafatasına sahip olan tü rler olması daha olası, çünkü hem b u n lar hem aletler süreklilik gösterip evrimleşmeye devam etti. Birkaç milyon yıl önce yaşayan iki ya da üç insan türüne karşılık günüm üzde b ir insan tü rü olm ası b ir ya da iki tü rü n soyunun tükendiği gerçeğini açıkça gösteriyor. Bizim atam ız kimdi; hangi tür, evrimin çöp yığınında b ir atık olm aktansa bizim kökenimiz oldu ve bu elenme ne zam an oldu? Kazanan, beyin ve vücut ölçülerini arttırm aya devam eden hafif kafatas- lı Homo habilis'ti. 1,7 milyon yıl kadar önce farklılıklar, arke­ ologların soyumuza "dik yürüyen insan" anlam ına gelen Homo erectus gibi yeni b ir isim vermesine yetecek kadar ikna ediciy­ di. (Homo erectus fosilleri şimdiye dek üzerinde durduğum di­ ğer fosillerden önce keşfedildi. Bu yüzden antropologlar Homo erectus'nn ü k dik yürüyen insan olmadığını fark edemediler). Güçlü insansı maym un bundan sonra, yaklaşık 1,2 milyon yıl önce ortad an kayboldu ve “Üçüncü İnsan" da (eğer v ar olduysa) bundan sonra ortadan kalkmış olmalı. Güçlü insansı m aym u­ nun neden ortad an kalktığını ve Homo erectus'un neden hayat­ ta kaldığına ilişkin olarak sadece tahm inlerde bulunabiliriz. Homo erectus hem et yediği hem de bitkisel besinlerle beslen­ diği için, kullandığı aletler ve daha büyük beyni, güçlü kar­ deşinin bağım lı olduğu bitkisel besinleri bulm ada onu daha etkin kıldığı için güçlü in sansının daha fazla rekabet edeme­ miş olm ası akla yatkın b ir tahm in. Homo erectus'un, kardeşini 46 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE eti için öldürerek onu doğrudan unutulm aya m ahkûm etmiş olm ası da b ir olasılık. Şimdiye k adar bah si geçen tüm gelişm eler Afrika kıtasın­ da olup b itti. Oradaki elemeden geriye insansı olarak sadece Homo erectus kaldı. Nihayetinde, Homo erectus'un ufkunu ge­ nişlettiği zam an yaklaşık 1 milyon yıl kadar önceydi. Kemikleri ve kullandığı taş aletler, Yakındoğu'ya, daha sonra (Pekin İn sa­ nı ve Java Adamı olarak bilinen ünlü fosillerle tem sil edildiği) Uzakdoğu'ya ve Avrupa'ya ulaştığım gösteriyordu. Bu insan türü, beyin hacm ini ve kafatası yuvarlaklığını arttıra rak bize uzanan doğrultuda evrimleşmeye devam etti. 500.000 yıl kadar önce atalarım ızdan bazıları Homo erectus'ta n farklıydı, fakat bizim kinden daha kaim b ir kafatası ve çıkık alna sahip olsalar da türüm üze (Homo sapiens "akıllı insan" anlam ına gelmekte­ dir) dahil edilecek k ad ar bize benziyorlardı. Evrimimizin ayrıntılarına aşina olmayan okurların Büyük Atılımın Homo sapiens'in ortaya çıkışı olduğunu sanm ası af­ fedilebilir. Yarım milyon yıl önce sanat ve gelişm iş teknoloji sakin seyreden gezegenimizde patlam a yaptığında, sapiens durum una ani yükselişim iz dünya tarihinin parlak b ir zirve­ si mi oluyordu? Hiç de değil. Homo sapiens 'in ortaya çıkışı önemsiz b ir olaydı. M ağara resim leri, evler, oklar ve yaylar bu olaydan yüzlerce, h a tta binlerce yıl sonra oldu. Taş aletler, Homo erectus'u n neredeyse m ilyonlarca yıldır yaptığı kadar ilkel şekliyle kullanılm aya devam etti. Bu erken Homo sapi- ens'lerin daha büyük beyinleri, yaşayış biçim imizi çarpıcı bir şekilde etkilemedi. Homo erectus ve erken Homo sapiens'lerin Afrika dışındaki uzun hizm et süresi son derece yavaş bir kül­ türel değişim dönemiydi. Aslında büyük ilerlemeye yönelik tek aday, Pekin İn sam 'n m yaşadığı m ağaralarda bulunan kül, kö­ m ür ve yanm ış kemikler biçim indeki en erken göstergelerden b iri olan ateşin kontrol altın a alm m asıydı. Bu ilerlem e bile - eğer bahsettiğim iz m ağaralardaki ateşler yıldırım nedeniyle değil de in san etkinliğiyle yakıldıysa- Homo sapiens'e değil Homo erectus'a ait olmalıdır. Homo sapiens'in ortaya çıkışı b ir önceki bölüm de bahsi geçen b ir çelişkiyi ortaya koyar: İnsanlığa yükselişim iz gen­ 47 JARED DIAMOND lerim izdeki değişim lerle doğrudan orantılı b ir şekilde olm a­ m ıştır. Erken Homo sapiens'ler şem panzelikten farklılaşan yol boyunca, anatom ik yapılarında kültürel becerilerine göre çok daha fazla gelişme gösterm işlerdir. Üçüncü şem panze Şistine Şapeli'ni süslem eyi tasavvur etm eden önce çok önemli bazı b i­ leşenlerin kendisine eklenmesi gerekiyordu. * * * H o m o e r b c t u s v e H o m o s a p İ e n s 'm ortaya çıkışını kapsayan 1,5 milyon yıl boyunca atalarım ız nasıl yaşadılar? Bu dönem den kalan aletler, çok yakın b ir zam ana kad ar Po- linezyalılar, Amerikan yerlileri ve diğer m odem Taş Çağı in­ sanlarının yaptığı cilalanm ış harikulade ta ş aletlere kıyasla, iyim ser b ir bakış açısıyla bile çok ilkel olarak tanım lanabi­ lecek taş aletlerdi. Erken dönem ta ş aletler büyüklük ve şekil bakım ından farklılık gösteriyordu. Arkeologlar bu farklılıkları kullanarak söz konusu aletlere, el baltası, doğrayıcı ve sa tır gibi isim ler verdiler. Verilen isimler, bu erken dönem aletlerin hiçbirinin çok daha sonra yaşayan Kro-M agnonlardan kalan iğne ya da m ızrak ucu gibi özel b ir işlev için uygun ya da ayırt edici b ir şekli olmadığı gerçeğinin ü stünü örtm ektedir. Alet­ lerin üzerindeki izler, onların et, kemik, post, odun ve bitkile­ rin odun olmayan kısım larını kesme am acıyla kullanıldığını gösteriyor. Fakat öyle anlaşılıyor ki, herhangi b ir şekil ya da büyüklükteki alet, saydığımız nesnelerden herhangi birini kes­ mede kullanılm ış olabilir. Dolayısıyla arkeologlar tarafından verilen isimler, süreklilik gösteren taş şekillerini keyfi olarak gruplandırm aktan daha fazla b ir şey ifade etmiyor. B urada olum suz anlam daki kan ıtlar da önem arz ediyor. Büyük Atılım dan sonra ortaya çıkan aletler Homo erectus ve Homo sapiens tarafın d an bilinm iyordu. Kemikten aletler, ağ yapmak için ipler ve balık k ancalan gibi araçlar yoktu. Tüm erken dönem taş aletleri büyük olasılıkla doğrudan elde tu ­ tuluyordu. Bu aletler üzerinde, bugün b altan ın çelik kısm ının ahşap b ir sapa m onte edilm esinde olduğu gibi, kullanım avan­ tajı sağlam ak üzere b ir başka aletle birleştirildiğine dair b ir işaret yoktur. 48 ÜÇÜNCÜ ŞEMPANZE Peki, erken atalarım ız bu aletlerle hangi yiyecekleri, nasıl elde ettiler? Bu noktaya ilişkin olarak, antropoloji kitaplarına "Avcı İnsan" gibi başlıkların yer aldığı uzun bölüm ler konur. Bu bölüm lerdeki ana vurgu babunlarm , şem panzelerin ve di­ ğer bazı prim atların zam an zam an küçük om urgalıları avla­ dıklarıdır. Fakat yakın zam anda yaşayan (Buşmanlar gibi) Taş Çağı in san ları pek çok büyük hayvan avına da çıkıyordu. Bol m iktardaki arkeolojik k anıtlara göre Kro-M agnonlar da aynı şekilde beslendi. Taş aletlerinin hayvan kem iklerinde bıraktığı izlerin ve bu aletlerin et kesim inde kullanılm aları nedeniyle oluşan k alıntıların gösterdiği gibi erken dönemdeki atalarım ı­ zın et de yediğine şüphe yok. Esas soru şu: Erken dönemdeki atalarım ız ne k ad ar sıklıkla büyük hayvan avladılar? Büyük hayvan avlam a yeteneği, geçen 1,5 milyon yılda yavaş yavaş mı gelişti, yoksa bu, beslenmemize büyük katkı yaptıkları Büyük Atılım dan hem en sonra mı oldu? Antropologlar bu soruya genellikle uzun zam andır başarılı b ir şekilde büyük hayvan avladığım ızı söyleyerek yanıt verir­ ler. Konuyla ilişkili olduğu düşünülen kan ıtlar tem el olarak 500.000 yıl önce üzerinde yaşanm ış olan üç arkeolojik bölge­ den gelmektedir: Biri, içinde Homo erectus'a (Pekin İnsanı) ait kemikler ve aletler ile birçok hayvanın kem iklerinin bulundu­ ğu Pekin yakınlarındaki Zhoukoudian m ağarası, diğer ikisi, taş aletler, fil ve diğer bazı büyük hayvanların kem iklerinin bulun­ duğu İspanya'da, Torralba ve Ambrona’daki m ağara olmayan (açık alan) bölgelerdir. Genellikle, aletlerin sahibi olan in san ­ ların hayvanlan öldürdükleri, cesetleri bölgeye getirdikleri ve burad a yedikleri varsayılır. Fakat aynı zam anda, üç sitede de eşit derece iyi avcılar olan sırtlan lara ait kemik ve dışkılar da var. Daha ay n n tılı incelendiğinde bu bölgelerdeki kemikler, avcı insan kam plarından değil de bugün Afrika'daki su birikin­ tilerinin etrafında bulabileceğim iz, leş halinde, suyla yıkan­ m ış ve ezilmiş cesetlerden gelmiş gibi görünüyor. Bu nedenle erken dönemdeki in sa n la n n et yediği söylene­ bilir, fakat ne k ad ar yediklerini ya da etleri avlanarak mı, yok­ sa kalan leş

Use Quizgecko on...
Browser
Browser