Summary

Bu belge, psikolojinin doğası ve tarihsel gelişimini ele almaktadır. Psikoloji kavramının tanımı, davranış ve zihinsel süreçlerin bilimsel incelemesi olarak verilmektedir. Belge, psikolojinin alt dallarını, tarihsel yaklaşımları (yapısalcılık, işlevselcilik, davranışçılık, psikanaliz ve Gestalt kuramı) ve modern bakış açılarını ele almaktadır.

Full Transcript

PSİKOLOJİNİN DOĞASI Psikolojinin Doğası  İnsanlık tarihi boyunca insan davranışına ilişkin olarak bazı sorular hep sorulagelmiştir.  Ancak özellikle son iki yüzyıldır bu sorulara bilimsel bir yöntem ile yanıt aranmıştır.  Bilimsel yöntemin insan davranışını açıklamak üzere kullanı...

PSİKOLOJİNİN DOĞASI Psikolojinin Doğası  İnsanlık tarihi boyunca insan davranışına ilişkin olarak bazı sorular hep sorulagelmiştir.  Ancak özellikle son iki yüzyıldır bu sorulara bilimsel bir yöntem ile yanıt aranmıştır.  Bilimsel yöntemin insan davranışını açıklamak üzere kullanılmaya başlanması radikal bir değişimi simgelemektedir ve Psikolojinin ortaya çıkışını sağlayan ana etmendir. Wilhelm Wundt  Wundt 19. yüzyılın sonlarında Liepzig üniversitesinde kurduğu labaratuvarda insan davranışını bilimsel yolla incelemeye başlayan ilk bilim adamıdır.  Bu dönemden itibaren insanların ne yaptığı, neden yaptığı, nasıl düşündüğü, nasıl hissettiği ve nasıl tepkide bulunduğu daha akılcı, nesnel ve doğrulanabilir yollarla ele alınmaya başlanmıştır. Psikoloji Nedir?  Psikolojiyi tanımlamaya çalışan farklı yaklaşımlar olmasına karşın kapsayıcı nitelikte bir tanımın “davranışın ve zihinsel süreçlerin bilimsel olarak incelemesi” şeklinde yapılabilmesi mümkündür.  Psikoloji için insan ve hayvan davranışlarını bilimsel yollarla ele alan ve inceleyen bir bilim dalı tanımlaması da yapılabilir. Davranış?  Davranış, psikolojinin üzerinde durduğu ana kavramdır ve davranış organizmanın çeşitli uyaranlar karşısında ortaya koymuş olduğumuz görünen ve açık olan eylemlerimizin ve tepkilerimizin tamamını içermektedir.  Davranış genel anlamda gözlemlenebilen ve ölçümlenebilen bir nitelik taşımaktadır ve bu yönüyle psikolojinin inceleme konusunu oluşturmaktadır. Zihinsel Süreç?  Zihinsel süreçler ise, genel olarak düşünme, algılama, hissetme, yorumlama, karar verme, rüya, unutma, bellek, hatırlama, hayal etme, güdülenme vb. birçok süreci içermektedir ve bu süreçler esasen insan davranışının altında yatan ana unsurları oluşturmaktadırlar.  Doğrudan gözlemlenmesi güç olan bu nitelikler davranış üzerinde ki dolaylı etkileri yoluyla ele alınmakta ve anlaşılmaya çalışılmaktadırlar. Psikoloji Ne Yapmaya Çalışmaktadır?  Psikoloji diğer bilimlerde olduğu gibi 3 ana amaca hizmet etmektedir. Bunlar;  1. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı problemlere çözüm üretmek,  2. İhtiyaçların karşılanmasına yönelik yollar veya yeni teknik ve olanaklar geliştirmek,  3. İnsanların merak duygusunu tatmin edecek olanaklar sağlamak PSİKOLOJİNİN DÖRT ANA İŞLEVİ 1. Davranışın Tanımlanması  Psikolojide davranış öncelikle küçük birimler halinde ele alınmakta ve “ne” olduğu belirlenmeye çalışılmaktadır.  Bunun içinde sistematik ve ölçümlenebilir gözlemler ile üzerinde çalışılan şeyin ne olduğu tanımlanmaya çalışılır. 2. Davranışın Açıklanması  Bu aşamada gözlemlerin ötesine geçilerek davranışın boyutları, niteliği ve onu ortaya çıkaran içsel ve dışsal etmenler ele alınmaya ve belirlenmeye çalışılmaktadır.  Başka bir deyişle bu aşamada bireyin ortaya koyduğu tepkinin bir açıklaması yapılmaya çalışılmakta ve davranış bir veya daha fazla neden ile açıklanmaya çalışılmaktadır 3. Tahmin etme  Psikolojinin davranışı incelemekte ki asıl gayesinin ileride ortaya çıkması muhtemel davranışları ve sonuçları tahmin edebilmek olduğu söylenebilir.  Bu amaçla insan davranışında yapılan sistematik gözlemlerden hareketle ileride ortaya çıkması muhtemel olumlu veya olumsuz tepkilerin tahmin edilmesi ve buna uygun konum alınması amaçlanmaktadır. 4. Davranışın kontrol edilmesi  Bu aşamada bireyin ilerideki herhangi bir zaman diliminde ortaya koyması beklenen davranış etkilenmeye, şekillendirilmeye ve kontrol edilmeye çalışılmaktadır.  Bu durum hem istendik hem de istenmedik türde ki davranışları kapsayabilir. PSİKOLOJİNİN TARİHSEL TEMELLERİ YAPISALCILIK  Zihni ve bilinci kendisini oluşturan elementlere ayırma çabası içine girmiş ve her bir deneyimin kendi içinde duygulara ve duyumlara bölünebileceğini iddia etmiş olan bir akımdır.  Titchener tarafından savunuculuğu yapılmıştır.  Tichener, yapısalcılığın nihai amacının zihinsel yapıların incelenmesi olduğu fikrini öne sürmektedir.  Titchener’e göre psikolojinin konusu bilinç deneyimleri ve yaşantılarıdır İŞLEVSELCİLİK  İşlevselcilik, bilincin yapısından ziyade bilincin işlevleri ile ilgilenmişlerdir.  Herbert Spencer’in öncülük ettiği bu akım, Darwin’in evrim görüşünden önemli oranda etkilenmiş ve insan zihninin de bir evrim geçirdiğini ve bu evrime bağlı olarak zihnin her geçen gün daha kompleks ve karmaşık bir yapı ve işlev ortaya koyduğunu ileri sürmüştür.  Zihnin işlevi ve çevreye uyum davranışları inceleme konusudur. DAVRANIŞÇILIK  Davranışçılık John. B. Watson ve Ivan Pavlov’un çalışmaları ile önemli oranda şekillenmiştir.  Watson ilk olarak yapısalcılık ve işlevselcilik akımlarının ana inceleme konusu olan bilinç kavramına şiddetle karşı çıkmış ve bilincin psikolojinin inceleme konusu olamayacağını öne sürmüştür.  Watson oldukça radikal bir biçimde psikolojinin temel bilimlerde olduğu gibi sadece gözlenebilir ve ölçülebilir süreçler ile ilgilenmesi gerektiğini ileri sürmüş ve psikolojinin bir bilim dalı olarak gelişebilmesini bu gerekliliğe bağlamıştır.  «Bana eğitmem ve büyütmek için sağlıklı, iyi yapılanmış bir düzine çocuk verin. atalarının mesleği ve ırkı ne olursa olsun ben onların yeteneklerine, eğilimlerine, meziyetlerine, yatkınlıklarına aldırmaksızın, onlardan size, kendi seçimime göre doktor, avukat hatta dilenci ve hırsız yapayım. Davranışçılık PSİKANALİZ  20. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve Sigmund Freud tarafından ortaya atılan Psikanaliz, psikolojiye bakış açısını kökten değiştiren ve psikolojinin çalışma alanlarına ilişkin bakış açısını ve vizyonunu genişleten ve birçok psikoloji akımının da ortaya çıkmasına zemin hazırlayan kişilik ve psikoterapi kuramı olarak görülebilir.  Freud, diğer kuramlarının aksine insan davranışına farklı bir bakış açısı getirmiş ve insan davranışını sadece bilinçli farkındalık ürünü bir süreç olarak değerlendirmemiştir.  Psikoloji literatüründe bilinçdışı olarak bilinen kavramı gündeme getirmiş ve insan davranışının belirleyicisinin yalnızca farkında olunan süreçler olmadığını aynı zamanda baskılanan ve farkında olunmayan bazı süreçlerinde davranışı şekillendirebileceğini öne sürmektedir. PSİKANALİZ GESTALT KURAMI  Kelime anlamı olarak “bütün, form ve konfigürasyon” gibi anlamlar içeren geştalt akımı, bir bütünün kendisini oluşturan parçaların toplamından daha farklı ve daha fazla anlamı olduğunu ileri süren bir yaklaşımdır.  Algı üzerine yapmış oldukları bu çalışmalar bilişsel psikolojinin de gelişimine önemli katkılar sağlamış ve insanlarda bellek, öğrenme, hatırlama ve problem çözme süreçleri üzerine yapılan çalışmaları etkilemişlerdir. GESTALT KURAMI PSİKOLOJİNİN ALT DALLARI Klinik Psikoloji  İnsanlarda gözlenen duygusal ve davranışsal problemleri psikolojinin ilkeleri aracılığıyla açıklanmaya ve çözüm bulunmaya çalışılmaktadır.  Bu kapsamda klinik psikolojinin oldukça geniş bir çalışma alanı olduğu söylenebilir. Nitekim depresyon, anksiyete ve anksiyete bozuklukları, evlilik sorunları, madde kullanımı, psikolojik bozukluklar gibi birçok sorun üzerinde klinik psikologlar çalışma yürütmektedirler. Danışmanlık Psikolojisi  Klinik psikolojiye yakın bir niteliğe sahip olmakla birlikte hasta tanısı almış olan bireylerden ziyade uyum problemi yaşayan veya karar verme zorluğu ile karşı karşıya olan bireylere ihtiyaç duydukları psikolojik desteği sağlama işlevini yerine getirmeye dönük bir psikoloji alanıdır. Endüstri Psikolojisi  Endüstri psikolojisi temel olarak bir işe ve mesleğe en uygun kişinin seçilmesi aşamasından, bireyin işe uyumunun sağlanarak en üst düzeyde verimin sağlanmasına ve günümüz teknolojilerinin gelişimine bağlı olarak insanlar ile makineler arasında ki iletişimin ve uyumun güçlendirilmesine yönelik hizmetleri yürütmektedirler. Bilişsel Psikoloji  İnsanlarda öğrenmenin nasıl gerçekleştiği, bunların hangi algısal süreçler ile ilişkili olduğu, dikkat ve benzeri etmenlerin zihinsel süreçler üzerinde ki rolünün ne şekilde ortaya çıktığı, unutma ve hatırlama işlemlerinin hangi sinirsel ve zihinsel aktiviteler ile ortaya çıktığı gibi hususlar bilişsel psikolojinin cevap aradığı temel konular olarak düşünülebilir. Okul ve Eğitim Psikolojisi  Psikolojinin en geniş çalışma alanına sahip olduğu alt dalı olarak da düşünülebilir.  Çocukların okula uyumlarından, öğretmen niteliklerine ve eğitim öğretim süreçlerinden müfredat içeriklerine kadar çok geniş bir alanda hizmet yürütmektedirler.  Danışmanlık psikolojisi ile kesişen bir yanı da bulunmaktadır. Sosyal Psikoloji  Sosyal psikoloji birey ile toplumun kesiştiği noktada devreye girmekte ve bireyin başkaları ile temasa geçtikten sonra ortaya koymuş olduğu davranışları incelemektedir.  Başka bir deyişle sosyal psikoloji bireyin içinde yaşadığı toplumla etkileşime geçtikten sonra tutumlarında, algılamalarında, duygularında ve davranışlarında meydana gelen değişimleri incelemektedir. Kişilik Psikolojisi  Kişilik bir bireyi diğerlerinden ayırmamızı sağlayan temel psikolojik örüntüler olarak düşünülecek olursa eğer, kişilik psikolojisi de bireyin diğerlerinden ayrışmasını sağlayan bu özelliklerin gelişim süreçlerini ve nelerden etkilendiğini belirmeye yönelik çalışmaları içermektedir.  Bu kapsamda günümüzde bireylerin kendilerine özgü kişilik yapısı geliştirmelerinde kalıtsal faktörlerin, hormonal faktörlerin ve sosyal çevrenin etkisinin ne olduğu ve hangi dönemde kişilik gelişimini etkiledikleri sorusu kişilik psikolojisinin önemli sorunsalları arasındadır. Deneysel Psikoloji  Deneysel psikoloji, insan davranışın altında yatan temel ilkeleri bulmaya ve anlamaya yönelik çalışmaları kapsamaktadır.  Çoğunlukla duyum, algı, öğrenme, bellek, itaat, sosyal davranış ve kısmen de olsa kişilik ve davranış bozuklukları deneysel psikolojinin çalışma alanlarına girmektedir Gelişim Psikolojisi  İnsan gelişiminin tüm aşamalarını, döllenmeden başlayarak ölüme kadar geçen sürede ele alan ve temel gelişim süreçlerini ve ilkelerini belirlemeyi ve gelişimi etkileyen faktörleri ortaya çıkarmayı amaçlayan bir alandır.  Gelişim psikolojisinin oldukça geniş bir çalışma alanına sahip olduğu söylenebilir. İnsanlarda fiziksel gelişimden, ahlak gelişimine, bilişsel gelişimden dil gelişimine, sosyal gelişimden cinsel gelişime kadar birçok alanı kapsamaktadır ve bu alanlara ilişkin süreçleri belirlemeye yönelik çalışmaları kapsamaktadır Fizyolojik Psikoloji  İnsanın anatomik yapısı üzerine odaklanan ve bu amaçla beyin yapısı ve işlevlerini açıklamaya çalışan, sinir sistemi ve davranış arasındaki ilişkileri belirlemeye odaklanan bir alandır.  Psikoloji üzerine ilk çalışmaların fizyolojik psikoloji ile başladığı söylenebilir PSİKOLOJİDE MODERN BAKIŞ AÇILARI  İnsancıl bakış açısı: Psikolojinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkması ve şekillenmesinde yapısalcılık, işlevselcilik, davranışçılık, psikanaliz ve gestalt akımlarının yeri hiç şüphesiz tartışılmayacak kadar büyüktür.  Ancak üzerinde hem fikir olunan husus 19. yüzyıl mantığına göre oluşturulmuş bu akımların insan davranışını açıklamada yetersiz kaldığıdır.  İnsancıl bakış açısı: Psikolojide özellikle 20. yüzyıla damga vurmuş ve insan hakları fikrinden yoğun olarak etkilenmiş olan bir akımdır.  Abraham Maslow ve Carl Rogers’ın çalışmaları ile önemli oranda şekillenmiş olan bu akımın psikanaliz ve davranışçılığa bir tepki biçimi olarak da ortaya çıktığı kabul edilmektedir.  İnsancıl bakış açısı diğer akımların aksine insanların kendi yaşamlarını yönetme yeteneğine sahip olduklarını, bunun için doğuştan bir yeteneğe sahip olduklarını ve insanın özgür iradesine ve seçme özgürlüğüne fırsat verilmesi durumunda yaşamın temel amacı olan kendini gerçekleştirmenin sağlanabileceğini savunan ve bu görüşleri ile insanın içsel kaynaklarına önem veren bir akım olarak karşımıza çıkmaktadır.  Davranışçı bakış açısı: Pavlov, Watson ve Skinner öncülleridir.  Psikodinamik bakış açısı: Klasik psikanaliz yaklaşımının günümüzde modern bir bakış açısına kavuşarak almış olduğu isimdir. Klasik psikanalizde olduğu gibi bilinçdışı süreçlere ve bu süreçlerin davranışa etkisine ve erken çocukluk yaşantılarına vurgu devam etmekle birlikte cinsellik, cinsel dürtüler ve saldırganlığa daha az vurgu yapılmakta ve benlik, kişilerarası ilişkiler ve davranışı ortaya çıkaran motivasyonlara daha fazla yer verilmektedir.  Bilişsel bakış açısı: Piaget, Chomsky, Vygotsky gibi öncü isimler.  Bellek, zeka, hatırlama, dil öğrenimi ve kullanımı, problem çözme becerileri ve karar verme süreçleri, mantık dışı inançlar ve bilişsel çarpıtmalar gibi konular üzerinde durmaktadır.  Sosyo-kültürel bakış açısı, biyolojik bakış açısı ve evrimsel bakış açısıları da bulunmaktadır. KAYNAKÇA  Işık, Ş. (2019). Psikolojiye giriş. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara.  Yeşilyaprak, B. (2018). Eğitim Psikolojisi. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara. PSİKOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ Bilim  Sistematik yollarla elde dilen sistematik bilgiler bütünüdür. İnsan tarafından geliştirilen en güvenilir bilgi kaynağıdır.  Bilgi Kaynağı Olarak Bilim: Bilgi birikimini ifade eder. Sistematik bilgiler bütünü; bilgi kaynağı olarak bilimi ifade eder. Eğitim; bilgi kaynağı olarak bilimi aktarmayı üstlenir.  Daha az güvenilir olan söz gelimi geleneksel ya da otorite bilgisi veya kişisel yaşantı bilgisine göre daha güvenilirdir. Çünkü insanlar daha güvenilir olduğu kabul edilen yollarla o bilgileri üretmişlerdir (Bacanlı, 1995).  Araştırma yöntemi olarak bilim: Bilimin elde edilme sürecini ifade eder. Yani bilgi birikimini değil o birikimin elde edilme sürecini ve yollarını ifade eder. Sistematik yol; araştırma yöntemi olarak bilimi ifade eder.  Bilim hiçbir zaman en doğru bilgiye ulaşmaz, olsa olsa daha doğru bilgiye ulaşmaya çalışır.  Toplumsal kurum olarak bilim: Toplumsal kurumlar bir toplumdaki insanların ihtiyaçlarını karşılamak, bir takım işlevleri yerine getirmek üzere oluşturulan örgütlenmeleri ifade eder.  Tarihte insanlar bir sorunla karşılaştıklarında öncelikle çözüm aramışlardır. Bilgi toplumunda ise insanlar önce sorunu bilmek isterler. Bilgi toplumunda bilgi ihtiyacı bilim denen kurum tarafından karşılanır.  Depremi ele aldığımızda depremi yaşayan insanlar öncelikle ne oluyor, nasıl oluyor sorularına cevap bulmak istemişler ve bu amaçla bilimsel bilgi ürettiğine inanılan kurumlara başvurmuşlardır. BİLİMSEL YÖNTEMİN ÖZELLİKLERİ Nesneldir Evrenseldir Test edilebilir Sistemlidir Geneldir  Test edilebilir: Söz gelimi geleneksel bilgi ‘evimizin çatısına baykuş konarsa uğursuzluk getirir’ der. Ancak evimizin çatısına baykuş koyarak ‘hadi bakalım, uğursuzluk geliyor mu görelim’ diyemezsiniz.  Ama bilimsel bilgi ‘su deniz seviyesinde 100 derecede kaynar’ diyorsa ‘hadi kaynatalım bakalım, kaç derecede kaynıyormuş!’ diyebilirsiniz.  Sistemlidir:  Geneldir: Tekil bir olgunun açıklanması ancak başka olayları açıklamaya yardımcı oluyorsa bilimsel bir değer taşıyabilir.  Yararlıdır: Hiçbir işe yaramayan bilginin bilimsel olup olmamasının bir önem ve anlamı yoktur.  Bütündür: Bilimsel bilgiler birbirleriyle uyumlu bir bütün oluştururlar. Örn., Kimyada elde edilen bilgiler fizikte elde edilen bilgilere ters düşmez.  Birikimlidir: Bilimsel bilgi bir bilgi birikiminin üzerine inşa edilir.  Değişebilir: Yeni bilgiler eski bilgileri düzenler ve bazen de değiştirir. BİLİMSEL ARAŞTIRMANIN TAŞIMASI GEREKEN ÖZELLİKLER Bilimsel Araştırmanın Taşıması Gereken Özellikler  Bilimsel Yöntemin Aşamaları  1. Araştırmada yanıtlanacak soruları belirleme.  2. Sınanacak önermeler (hipotezler) şeklinde denenceler geliştirme.  3. Önermelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını belirlemek için araştırma yaparak denenceleri test etme.  4. Araştırmadan elde edilen sonuçları yazma. Bilimsel Araştırmada Hipotez Kavramı  Hipotez, iki veya daha fazla değişken arasındaki ilişkilerin analiz edilmesine olanak sağlayan önermelerdir.  Hipotezlerin belirlenmesi araştırma sürecinde değişkenler arasındaki ilişkilerin belli bir kuram doğrultusunda tanımlanması olarak da düşünülebilir.  Bir araştırmada hipotez oluşturulma süreci iki temel bilgi kaynağına dayalıdır. Bunlar, daha önce benzer konular üzerinde gerçekleştirilmiş olan araştırmalardan elde edilen bilgiler ve referans alınan kuramsal temeldir. İyi Bir Hipotezin Özellikleri  İyi bir hipotez mutlaka önceki araştırma bulguları ve kuramsal bilgilerle ilişkilendirilmiş olmalıdır.  Hipotez mutlaka araştırma sürecinin odak noktasını oluşturan değişkenleri kapsamalıdır.  Hipotezler araştırma sürecinde veri toplama işleminden önce gerçekleştirilmelidir.  Hipotezler olabildiğince açık ve anlaşılır bir dille ifade edilmelidir.  Hipotezler olumlu veya olumsuz yönde ifade edilmelidir.  Hipotezler mutlaka test edilebilir, doğrulanabilir veya çürütülebilir olmalıdır Değişken Kavramı  Değişken, durumdan duruma ve ölçümden ölçüme farklı değer alabilen nitelikler olarak tanımlanabilir.  Örneğin bireylerin sahip olduğu yaş, kilo, zekâ, depresyon, mutluluk, başarı ve gelir düzeyi gibi nitelikler ölçülebilir özellik gösterdikleri için değişken niteliği taşımaktadırlar.  Bilimsel araştırma sürecinde değişkenlerin farklı şekilde sınıflandırılması mümkündür Bağımlı Değişken  Bir araştırma sürecinde diğer değişken veya değişkenlerden etkilendiği varsayılan değişkenlerdir.  Başka bir deyişle bağımlı değişken, bir araştırma sürecinde sebep değişkenlerinin etkisiyle ortaya çıkan sonuçtur ve diğer değişkenlerin etkisi ile değişim gösterdiği ve konum aldığı kabul edilmektedir. Bağımsız Değişken  Araştırma sürecinde bağımlı değişken olarak tanımlanan diğer değişken veya değişkenler üzerinde değişime sebep olduğu ve onların gidişatını etkilediği varsayılan değişkendir.  Bağımsız değişken aynı zamanda sebep değişkeni olarak da kabul edilebilir. PSİKOLOJİDE KULLANILAN ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ Tarama Araştırmaları  Tarama araştırmaları evrenden seçilmiş olan geniş bir örneklemden veri toplanmasına olanak sağlayan bir araştırma türüdür.  Bu yönüyle genellenebilirliği yüksek veri olanağı sağlamaktadır. Aynı zamanda elde edilen veriler standart bir anket formu ile elde edilmiş olduğundan dolayı nesnellik düzeyinin de yüksek olduğu söylenebilir Genel Tarama Araştırmaları  Geniş bir evrende evren hakkında genel bir kanıya varmak için seçilen örneklemin çeşitli durumlara ilişkin özellik ve tutumlarının tespit edilmesine yönelik araştırmalardır.  Nüfus sayımları, işsizlik araştırması ve siyasi eğilimleri belirlemeye yönelik araştırmalar bu gruba girmektedir.  Genel tarama araştırmalarında bireylerin sadece belli özellikleri değil birçok özellikleri belirlenmeye çalışılır.  Şöyle ki, yapılan bir çalışmayla bireylerin sadece siyasi eğilimleri belirlenmeye çalışılmaz aynı zamanda yaş aralıklarına göre, eğitim düzeylerine göre ve cinsiyetlerine göre bu siyasi eğilimlerin ne gibi bir değişim gösterdiği de belirlenmeye çalışılabilir İlişkisel Tarama Araştırmaları  Psikolojide sıklıkla kullanılan ilişkisel tarama araştırmaları iki veya daha fazla değişken arasındaki ilişkileri belirlemeye yönelik araştırmalardır.  İlişkisel tarama araştırması bu anlamda değişkenler arasında gözlenen birlikte değişimi ele almaktadır.  Birlikte değişim dediğimiz şey ise bir değişkende meydana gelen değişimin diğer değişken veya değişkenlerde bir değişime veya etkiye sebep olması olarak tanımlanabilir Nedensel Tarama Araştırmaları  Nedensel tarama araştırması Psikolojide nedensel ilişkilerin deneysel süreçlerle incelenebilmesinde yaşanan bilimsel sınırlılıklar ve etik sorunlar nedeniyle oluşturulmuş olan alternatif bir inceleme tekniğidir.  Nedensel tarama araştırmasında bir değişken üzerinde etkisi olduğu varsayılan değişken veya değişkenler belirlenmeye çalışılır.  Bu tür araştırmalarda değişkenler arasındaki ilişkiler “yordama” kavramı ile ele alınır ve ifade edilir. Bir değişkenin diğer değişkeni yordadığının belirlenmesi durumunda bu değişkenler arasında nedensel bağ olduğu düşünülebilir. Deneysel Araştırmalar  Deney, bilimde kullanılan en güçlü araştırma yöntemidir.  Deney yöntemi bir araştırma sürecinde çeşitli kuram ve bilgilere dayalı olarak hazırlanan hipotezlerin test edilmesi için objektif ve genel geçer bilgi sunma olanağı sağlar.  Bu durum deney sürecinde araştırmacının bağımsız değişkenleri istediği ve gerektiği gibi ayarlayabilmesi ve kontrol edebilmesi ile yakından ilişkilidir.  Deney yöntemi aynı zamanda değişkenler arasında nedensellik bağlarının incelenmesinde de önemli bir olanak sağlamaktadır. Deneysel Araştırmalar  Deneysel araştırmalarda genel olarak deney ve kontrol grubu olmak üzere en az iki farklı grup üzerinde çalışmalar yürütülmektedir.  Deney ve kontrol gruplarının oluşturulması noktasında en belirleyici ve can alıcı nokta, denek olarak belirlenen kişilerin hangi grupta yer alacaklarının tamamen kura yoluyla ve şans faktörüne bağlı olarak gerçekleştirilmesidir. PSİKOLOJİDE KULLANILAN VERİ TOPLAMA YÖNTEMLERİ Gözlem Yöntemi  Bir olayın veya durumun gerçekleştiği anda ve yerde sistematik bir şekilde izlenmesi ve elde edilen izlenimlerin raporlaştırılması olarak düşünülebilir.  İncelenen olayı yerinde ve doğal hâliyle incelemeye olanak sağlaması bakımından güçlü ancak maliyetli bir tekniktir.  Etnografik araştırmalar, sosyolojik araştırmalar ve psikolojide sıkça kullanılmaktadır.  Gözlem yönteminin katılımcı gözlem ve doğrudan gözlem olmak üzere esasen iki türü bulunmaktadır. Gözlem Yöntemi  Kişilerin doğal çevrelerinde başka bir müdahalede bulunmadan izlenmeleri ve gözlenen davranışların kaydedilmesidir.  Bu yaklaşım, gerçekleşen davranışın ne olduğu hakkında bilgi verirken niçin ve nasıl gerçekleştiğine ve farklı koşullarda nasıl değişebildiğine yönelik bilgi vermemektedir.  Gözlemciler olanları etkileme gibi bir çaba göstermediklerinden sadece gördüklerini kaydetmekle sınırlıdırlar.  Gözlenen kişiler gözlemcinin varlığından etkilenmemelidir.  Gözlemin sınırlılıklarını ortadan kaldırmak için; ev gibi doğal ortamda gözlem yapmak, sürekli gözlem uygulamasıyla gözlemciye alışılmasını sağlamak ve sürece müdahale etmemek gerekir.  Gözlemi kaydetme yolları: Her davranış gözlemi kaydedilebileceği gibi olay temelli bir yaklaşımla belli bir hedef davranış belirlenip sadece o davranış ortaya çıktığında kaydedilebilir.  Sık sergilenmeyen bir davranış gözlenmek istiyorsa o davranışın ortaya çıkma olasılığını artıran bir ortam yaratılabilir. Örn., çocuk yardım istediğinde annenin nasıl tepki verileceği gözlenmek istiyorsa çocuğa zor bir ödev ya da problem verilerek anneden yardım isteme olasılığı artırılabilir. Görüşme Yöntemi  Görüşme yöntemi psikolojinin veri toplamak için kullandığı en temel ve yaygın yöntemlerden biridir.  Psikolojide görüşme yöntemi sadece bilimsel araştırma süreçlerinde değil, aynı zamanda tedavi amaçlı olarak klinik süreçlerde de kullanılan temel veri toplama tekniğidir.  Örneğin bireyle psikolojik danışma uygulamalarında görüşme tekniği temel bir veri toplama tekniğidir Görüşme Yöntemi  Görüşme yöntemi, bireylerin iç dünyalarına girerek onların bilgi, tavır ve inançlarını belirleme yoluyla araştırmanın amaçları ile ilgili temel bilgileri bir araya getirmek, araştırmanın değişkenleri ve bu değişkenler arasındaki ilişkileri ortaya koymak ve diğer veri toplama araçlarının kullanılmasıyla elde edilen verileri karşılaştırmak amacıyla kullanılmaktadır. Görüşme Yöntemi  Yüz yüze yapıldığından tepkileri netleştirmede açımlayıcı sorularla daha kişisel ve detaylı bilgi elde edilebilir.  Görüşmede olaylardan çok olaylara ilişkin duygu, düşünce ve tutumlar ele alınır.  Görüşmecinin ihtiyacına göre çok çeşitli konuların incelenmesine imkân tanıyan esnek bir yöntemdir.  Görüşmenin sınırlılığı, zaman alıcı, pahalı ve tek bir kişiyle sınırlı olmasıdır.  *Görüşmenin başarısı, görüşmecinin yeteneğine bağlıdır. Çocuklarla görüşme yapmak yetişkinlerle olduğundan daha zordur. Ancak oyunla terapi gibi tekniklerle çocuklardan bilgi alınabilir.  Anne-baba görüşleri: Anne-babalar çocukları hakkında gerçekçi bilgiler vermeyebilir (inkar) ya da hatırlamayabilirler. Bu yüzden son 24 saat gibi kısa bir zaman dilimine ilişkin bilgi alınmalı ve kayıt çizelgesi tutmaları istenebilir. Her yarım saatte bir nerede ve kiminle oldukları, ne yaptıkları, bu sırada ne hissettiklerini kaydetmeleri istenir.  Yaşıt ve öğretmen görüşleri: Çocuğun okuldaki başarısı, oyun alanındaki davranışları ve çalışma grubuna uyumu hakkında ebeveynler yeterli bilgiye sahip olmadığından bu konuda yaşıt ve öğretmen görüşüne başvurulur. Anket (Survey) Yöntemi  Anketler aracılığıyla veri toplama ve analiz etme işlemi psikolojide oldukça yaygın bir veri toplama yöntemidir.  Bilimsel araştırma sürecinde anket, ölçek, ölçme aracı ve psikolojik test gibi farklı isimlerle anılan bu yöntemde belli sayıda ve sınırlandırılmış cevaplar içeren açık veya kapalı uçlu soru formlarından oluşan ve insanların belli konulardaki kanaatlerini, tutumlarını, algılarını ve düşüncelerini belirlemeye olanak sağlayan soru formları kullanılmaktadır. Anket (Survey) Yöntemi  Anketler cevaplayıcıya ya sınırlı bir cevap verme olanağı sunmakta ya da sunulan seçenekler arasından kendisine en uygun olanını seçmesine olanak sağlamaktadır.  Anketler diğer veri toplama araçları olan gözlem ve görüşme yöntemlerinin sahip olduğu sınırlılıkları da bir noktada ortadan kaldırmaktadır.  Yaşa büyük çocuklar, ergen ve yetişkinlere uygulanır.  Kolay, az maliyetli ve standart puan elde edilebilen ve kolay özetlenen bir yöntemdir. İsimsiz uygulandığında daha içten cevaplanır. Ancak sorular yanlış anlaşılırsa yanlış yanıtlar verilebilir. Standart Testler  Standart testler maksimum performans ( yetenek, başarı testleri), tipik davranış testleri (ilgi envanterleri, kişilik testleri, tutum ölçekleri ) olarak iki gruba ayrılır. Standart testlerde, testin içeriği, madde veya soru sayısı, testin açıklaması ve testin cevaplaması için verilen süre, testin uygulanması, puanlanması ve değerlendirilmesi testi alan her birey için aynıdır, standarttır.  Testler, kendinden beklenen özelliği ölçüyorsa geçerli, tekrarlayan zamanlarda ve en az iki farklı uygulayıcı tarafından uygulandığında aynı puanları veriyorsa güvenilirdir.  Testlerden elde edilen puanlar tek başına değerlendirilmemelidir diğer verilere ek olarak kullanılmalıdır. Vaka Çalışması  Bir vaka çalışması, tek bir bireyin yoğun bir şekilde derinlemesine incelenmesidir.  En büyük sınırlılığı tek bir kişinin boylamsal çalışmasının genellenememesidir.  Ancak özellikle psikolojik vaka incelemeleri oldukça faydalı bilgiler verir. Gelişimsel Yöntem  1. Kesitsel Yöntem:  Bu yöntemde bir ölçme zamanında farklı yaş gruplarındaki bireyler seçilir ve karşılaştırılır.  Örneğin 1-6 yaş arasındaki çocukların kelime dağarcığını incelemek isteyen bir araştırmacı 6 ay arayla gruplarını saptayıp, çocukların konuşurken kullandıkları sözcükleri sayarak araştırmasını gerçekleştirebilir.  Kelime dağarcığının yüzdelerinde yaşa göre ortaya çıkan değişme normatif ve tanımlayıcı bir veri sağlamış olacaktır.  Aynı anda farklı yaşlardaki birey gruplarının incelenmesidir.  Örn., Bir araştırmada 2,3 ve 4 yaşındaki çocuklardan 5’er tane çocuğun seçilip üzerinde araştırma yapılması. Gelişimsel Yöntem  2. Boylamsal Çalışmalar:  Boylamsal yöntemde aynı bireyler uzun zaman aralıklarıyla belli bir süre içinde incelenir. Bazen bu süre bütün bir yaşamı alabilir.  Farklı yaşlarda elde edilen ölçümler arasındaki farkı açıklama imkanı doğmaktadır. Örneğin bir araştırıcı çocukların sözcük dağarcığında ortaya çıkan artış oranını bu yöntemle inceleyebilir.  Bir yaşındaki bir çocuk grubunu 6 ay arayla teste tabi tutarak yaşla birlikte ortaya çıkan değişmeleri görebilir. Bu yöntemin avantajı bir bireyde ortaya çıkan değişmeleri evrimsel olarak tayin etme imkanıdır.  Aynı zamanda büyüyen bireyde davranışın durağanlığını ve gelişimsel olarak davranış örüntülerinde ilk yaşlardaki yaşam deneyimlerinin etkilerini görme imkanı verir. Kuşak farklarından doğan hataları ortadan kaldırır. (cohort etkisi). Ancak tek bir doğum grubu ele alındığı için sonuçlar genellenebilir değildir.  Bir araştırma grubunu farklı zaman dilimlerinde tekrar tekrar incelenmesidir.  Diyelim ki 10 yıllık bir araştırma süremiz var. 3 yaş grubundan 5 çocuğu 2013’te inceliyoruz. 2018 yılında 8 yaşına gelen bu grubu bir daha inceliyoruz. Son olarak 2023 yılında 13 yaşına gelen bu 5 kişilik grubu bir daha inceliyor ve araştırmamızı tamamlıyoruz. Gelişimsel Yöntem  3. Sırasal (Ardışık) Yöntem: Kesitsel ve boylamsal yöntemlerinin aynı anda kullanılmasıdır. Yani farklı yaş gruplarındaki bireylerin farklı zaman dilimlerinde tekrar incelenmesidir.  Bir araştırmada 10 yıllık bir süre içinde 2,3 ve 4 yaşındaki çocuklardan 5’er tane çocuğu ilk olarak 2013 yılında inceliyoruz. 2018 yılında 7,8 ve 9 yaşlarına gelen bu 5’er kişilik grupları bir daha inceliyoruz. Son olarak 2023 yılında 12,13 ve 14 yaşlarına gelmiş 5’er çocuğu bir daha inceliyor ve araştırmamızı tamamlıyoruz.  Böylece sırasal yöntem kesitsel yöntemin temel sorununu (yaşın bölükle karıştırılması sorununu), her yaş düzeyinde birden fazla bölüğü ele alarak çözerler; boylamsal yöntemin genelleştirme sorununu da aynı yoldan çözerler.  4. İkiz çalışmaları:  Gelişim özellikleri üzerinde kalıtımın mı çevrenin mi etkili olduğunu belirlemek amacıyla kullanılır.  Özellikle tek yumurta ikizlerinin kalıtımlarının aynı olduğu düşünüldüğünde farklı ortamlarda yetişmeleri durumunda kalıtım denetim altına alınarak gözlenen farklılığın çevreden kaynaklandığı varsayılır.  Aynı ortamda yetişen ve kardeş olmayan çocuklardan, farklı ortamlarda yetişen özdeş ikizlere doğru bir süreklilik üzerinde kalıtım ve çevrenin etkileri gözlenir. KAYNAKÇA  Işık, Ş. (2019). Psikolojiye giriş. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara.  Yeşilyaprak, B. (2018). Eğitim Psikolojisi. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara.  http://www.kpsskonu.com/egitim-bilimleri/gelisim-psikolojisi/psikolojide- arastirma-yontemleri/ DUYUM VE ALGI SUNU BOYUNCA NELER GÖRECEĞİZ? * Temel Kavramlar * Duyu-algı * Birincil Ve İkincil Duyular * Algının Organizasyon Süreci * Algının İşleyiş Süreci * Algının Değişmezliği * Algıda Seçicilik * Algısal Aldanmalar * Kaynaklar HAZIRLIK SORULARI * Size göre duyumsama ve algılama süreci nasıl gerçekleşir? Yediğiniz bir yiyeceğin tadını ve lezzetini nasıl alıyorsunuz? O yiyeceğin ne olduğuna nasıl karar veriyorsunuz? * Size göre, eğlenirken, spor yaparken, arkadaşlarınızla sohbet ederken, ders dinlerken veya ödev yaparken zaman nasıl geçiyor? * Hiç illüzyon ve/veya halüsinasyon gördünüz mü veya yaşadınız mı? Nasıl bir deneyimdi? Neler yaşadınız ve hissettiniz? * Duyularınızı sayar mısınız, tüm duyularınızı biliyor musunuz? * Renk körü birini tanıyor musunuz? Cevabınız evet ise onun için hayat nasıl geçiyor düşünür müsünüz? Cevabınız hayır ise renk körü olmanın nasıl olduğunu hayal etmeye çalışın. * ‘Evde odanızda yatağınıza uzanmış bir süredir elinizdeki kitabı okuduğunuzu gözünüzde canlandırın. Kitap çok heyecanlı ve macera dolu, büyük bir merakla sonunu bekliyorsunuz. Sonunda acaba ne olacaktı? Düşündüğünüz gibi mi bitecekti yoksa başka bir sürpriz mi ortaya çıkacaktı?’ Bu satırları okurken aklınızdan neler geçti? * Yukarıdaki satırları okurken okuyucunun, yaşadığı evdeki mutfaktan gelen yemeğin kokusu, o sırada pencereden süzülen ışığın duvardaki yansımaları, dışarda oynayan çocukların sesleri, yatakta oturur mu yoksa yatar vaziyette mi olduğunu bilmesi ve yatakta belli bir süre aynı kolunun üzerine yattığı için kolunun uyuşması gibi uyarıcılara dikkat etmediğini görebilirsiniz. * Dünya bize birçok bilgiyi aynı anda sunmaktadır. Bu bilgilerden bir kısmını alırız, özümseriz, yorumlarız, algılarız. * ‘Çevremizden gelen bu bilgilerin hangisi duyularımıza ulaşmaktadır? Çevremizden gelen bu bilgiler duyularımıza nasıl ulaşmaktadır? Duyularımıza ulaşan bu bilgilerle ne yaparız? Beynimiz vücudumuzun içinde ve dışında neler olduğunu anlamamızı nasıl sağlamaktadır?’ sorularına bu bölümde yanıt aranacaktır. * Beynimiz dış dünyadan gelen uyarıcıları önce duyumsayarak ardından algılayarak tutarlı ve güvenilir bir dünya içinde yaşamamızı sağlamaya çalışıyor. Bilindiği üzere sinir sistemi merkezi ve çevresel sinir sistemi olarak ikiye ayrılmaktadır. Merkezi ve çevresel sinir sistemi birbirinden ayrı düşünülemez. TEMEL KAVRAMLAR SİNİR SİSTEMİ ÇEVRESEL(PERİFERİK) SİNİR MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ SİSTEMİ Beyin ve omurilikten oluşur. Merkezi sinir sisteminin dışında kalan duyu organlarından ve sinirlerden oluşur. Organizmadan aldığı mesajları (duyuları) beyne (merkezi sinir sistemine) iletir. Merkezi sinir sistemi içerisinde beyne gelen bu iletimlere anlam yüklenir. Bu anlam yüklemeler birçok etkene bağlıdır. Örneğin geçmiş yaşantılar, psikolojik ortam ve öğrenmeler gibi. İnsanlar içinde yaşadıkları dünyayı duyu organları yoluyla algılamaya çalışırlar. Duyular bizim girdi sistemlerimiz gibi işlev görür. Duyular, beynimizin bilgi aldığı yollardır. Duyu organlarımız çevremizden gelen bilgileri toplar ve duyular dünyamızı anlamlı hale getirmeye çalışırlar. Böylece her bir duyuma ilişkin algılar oluşmaya başlar (görsel, duyusal algı gibi). İLETİM: Duyu organlarının fiziksel enerjiyi, işlenmek üzere beyne göndermek için sinir akımına dönüşen elektrik sinyallerine çevirmesidir. Örneğin, bir parfümün molekülleri burundan girdiğinde iletim meydana gelir. Burun, molekülleri elektrik sinyallerine ve sinir akımına çevirerek beyne iletir. Beyin bu kokuyu nasıl anlamlandıracağına karar verir. DUYU: İçinde bulunduğumuz dünyayı anlamamıza ve nasıl davranacağımıza karar vermemize yardımcı olurlar. Duyular, duyu organlarından gelen elektrik sinyallerinin beyin tarafından işlenmesinden sonra meydana gelen nispeten anlamsız bilgi parçacıklarıdır. Duyu organlarımızın ses, ışık gibi bir uyaranla harekete geçmesi duyumsanmasıdır. Böylece organizma önce duyumsamaya ve sonra algılar oluşturmaya başlar. *Uyarıcı yoksunluğu, halüsinasyon, mantıklı düşünce yoksunluğu, basit problemleri bile çözememe sonucu zihinsel fonksiyonlarda ve kişilikte bozulmalara neden olmaktadır. UYARAN: Duyu organlarının herhangi birinin tepki göstermesini sağlayan her türlü fiziksel enerji olarak adlandırılabilir (ses, ısı, ışık gibi). MUTLAK EŞİK DEĞERLERİ: Duyu organlarının fark edebileceği en düşük uyaran şiddetini tespit edebilmek için, sahip olması gereken en düşük yoğunluk/şiddet birimi/miktarıdır. Aynı anda çok fazla uyarıcıya maruz kaldığımızda hangisini seçeceğimiz bunun yanında hangisini görmezden geleceğimize karar vermemiz gerekmektedir. Tüm uyaranları aynı anda eşit derecede algılamayız. FARK EŞİĞİ: İki uyarıcı arasında uyarıcıyla ilgili duyu organı tarafından tanınabilecek en küçük ya da yüksek fiziksel değişimdir. Örn., sütlaç yaparken tadarsınız şeker az gelir biraz daha koyup tekrar tadarsınız ve böylece tatlının sizin için uygun olan fark eşiğini test etmiş olursunuz. WEBER YASASI: Organizmaya gelen iki duyum arasındaki fark edilebilir ayırt etmeyi sağlayan en küçük farktır. *Duyusal kodlama, uyaranın yoğunluğu ve niteliği algılamada önemlidir. Örn. Bir ışığın yoğunluğu (parlak oluşu) ve niteliğini (yeşil oluşu) bilmek trafik lambasında geçiş hakkının sizde olduğu ile ilgili bilgi verir. DUYUSAL UYUM (ADAPTASYON): Duyu sinir hücrelerinin uzun bir süre şiddet/yoğunluk/miktar seviyesinde herhangi bir değişiklik olmadan yani aynı seviyede uyarıcıyla karşı karşıya kalması durumunda verdiği tepkilerin azalmasıdır. Örn, odadaki yanık kokusuna bir süre sonra duyarsız hale gelmemiz. Ancak duyu organları şiddeti fazla olan uyarıcılara uyum sağlayamaz. Çünkü şiddeti fazla olan uyarıcılar organizmaya fiziksel zarar verir. Örn., kaynayan bir süre elinizi yanlışlıkla daldırdığınızda geri çekmek istersiniz çünkü buna alışamazsınız ve canınız acır. Tablo 1: Çeşitli duyular için minimum uyaran tablosu* Duyum Minimum uyaran Görme (ışık) Açık bir havada gece vakti karanlıkta 30 mil ileriden bir mum ışığı görülebilir. Duyma (ses) Sessiz bir ortamda yaklaşık 6 metre ileriden saatin tıklaması duyulabilir. Tat alma 2 galon suyun içinde bir tatlı kaşığı şekerin tadı alınabilir. Koku alma 6 odalı bir yere yayılmış bir damla parfüm fark edilebilir. Dokunma 1 santimetre uzaklıktan yanağınıza değen bir sineğin kanadı fark edilebilir. *(Galanter, E. 1961; akt; Smith, Hoeksema, Frederickson, Loftus, Bem ve Maren, 2016). DUYULAR Canlılar içinde yaşadığı dünyayı duyu organları yoluyla algılamaya çalışır. Şimdiye kadar bize insanların beş duyusu olduğu bilgisi öğretilmiş olsa da günümüzde görme, işitme, koku ve dokunma duyusu yanında on duyumuz olduğu (görme, işitme, tat, koku, dokunma, sıcak, soğuk, ağrı, kinestetik ve vestibüler) kabul edilmektedir (Morgan, 2017). Duyular aynı zamanda birincil ve ikincil duyular olmak üzere ikiye ayrılır. BİRİNCİL DUYULAR Birincil duyular günlük yaşantımız içerisinde çokça kullandığımız, kararlarımızı ve kanaatlerimizi oluşturduğumuz görme ve işitme duyularıdır. İKİNCİL DUYULAR Görme ve işitme duyumuza eşlik eden dokunma ve kinestetik olarak adlandırılan vücut hissi duyuları (sıcak, soğuk, basınç, dokunma) ve koklama ve tat alma olarak adlandırılan kimyasal duyular (uyarıcıları kimyasal maddelerdir.) GÖRME: Beynimiz duyu organlarımızdan gelen sınırlı bilgiyi alır ve onu bir gerçekliğe dönüştürür. Beynimizin %30’luk bir bölümü görme duyumuna ayrılmıştır. Beynimiz gözlerimiz tarafından zaman zaman aldatılsa da beynimiz dünyadan gelen verileri algılamak için geçmiş deneyimlerden faydalandığı için bu aldatılmayı önler. Görme Nasıl Gerçekleşiyor? Görmenin olabilmesi ışığa bağlıdır. Bizim algılarımız ve görüş ışıkla başlar. Göz, çevremizdeki maddelerden gelen ışığı alan ve görme olayını gerçekleştiren çok özelleşmiş bir organdır. Göz, üç tabakadan meydana gelmiştir: kornea, göz bebeği ve retina. Dıştan içe doğru ilk tabaka sert ve beyaz bir maddedir. Bu tabaka gözün ön kısmında yer alır, şeffaf ve yuvarlaktır ve kornea tabakasını oluşturur. İkinci tabaka damar tabakasıdır. Gözün ön kısmında iris adını alan bu tabakada kan damarları bulunur ve göz bebeğini çepçevre sarar. İkinci tabakanın ortasında göz bebeği bulunur. Korneadan geçen ışık göz bebeğine ulaşır. Göz bebeği iris denen kaslar sayesinde küçülür ve büyür. Aynı zamanda iris, gözümüze renk veren pigmentleri içerir. Göz bebeğinin boyutları çevredeki ışık miktarına ve ilgi duyduğumuz bir nesneye göre büyür ya da küçülür. Gözün üçüncü tabakası retinadır. Herhangi bir nesneden gelen ışınlar göz bebeğinden girip mercekten kırılarak geçer. Göz ışıkları toplar, bir yere odaklar ve beyne doğru giden sinir sinyali haline dönüştürür. Bu olay retinada gerçekleşir ve retina gözün arka kısmında yer alır. Retinada görülen nesnenin görüntüsü ters olarak belirir. Burada ters görüntünün düzelmesi biyolojik bir olaydır ve beyinde gerçekleşir. Ağ tabakanın (retina) en yüksek duyarlılığı olan bölgesi foveadır. Bu bölge görme işleminin %95’ini gerçekleştirir. Bir cisme odaklanmamızı sağlayan bu bölgedir. Gözdeki sinir hücreleri bir ileti ile uyarıldıkları zaman bilgi önce retinada bulunan bipolar hücrelere oradan da gangliyon hücrelere aktarılır. Gangliyon aksonlarından oluşan sinir hücresi düğümü olan optik sinir aracılığıyla beyne iletilir. Görme merkezi, beynin arka kısmında, sağ ve sol yarı kürelerdedir. Her iki gözün ağ tabakasının sağ kısmı, beynin sağ yarım küresindeki görme merkezine; sol kısmı, beynin sol yarım küresindeki görme merkezine bağlıdır. Görme olayı bu merkezlerde gerçekleşir. Işık, gözbebeğinden geçtikten sonra göz merceğine (lens) ulaşır. Göz merceği, kalınlığını değiştirerek ışığı büker (kırar) ve gözün arkasında bir noktada odaklanmasını sağlar. Uzaktaki cisimlere bakarken daralır, yakındaki cisimlere bakarken yuvarlanır. Göz merceğinin incelmesi ve/veya kalınlaşması özelliği yaşla birlikte zayıflar. Karanlığa ve Aydınlığa Uyum: Gözde iki tür alıcı hücre vardır; gece görmeyi sağlayan çubuk hücreler ve gündüz görmede iyi olan konik hücreler. Çubuk hücreler loş ışık ortamında yararlı iken konik hücreler parlak ışıkta keskin odaklanma ve renk algılama işlevlerine sahiptir. Karanlıkta ve aydınlıkta yaşadığınız değişimlere karanlığa uyum ve aydınlığa uyum olarak adlandırılır. Renk Körlüğü: Renk spektrumunda bulunan iki veya daha fazla rengi birbirinden ayıramamaktır. En yaygın renk körlüğü iki-renk (dikromat) görmedir. Bu kişiler bir renk çiftini görebilirler. Diğer renk çiftini göremezler. En yaygın olanı kırmızı-yeşil körlüğüdür. Bu kişiler tüm tonları sarı veya mavi olarak görürler. Monokromat kişiler tamamen renk körüdür. Tek boyutlu renkleri görebilir. Siyah beyaz bir dünyaları vardır. İŞİTME: Ses, cisimlerin titreşimi sonunda doğarak kulağımıza gelen, bize bir şey işittiren hava dalgasıdır. Her ses bir cismin titreşimiyle ortaya çıkar. Her sesin de bir frekansı (titreşim sayısı), hızı ve dalga boyu bulunmaktadır. Sesin bir saniyedeki titreşim sayısı (devir sayısı) olan frekans birimi Hertz diye adlandırılır ve “Hz” kısaltması ile kullanılır. Frekans ne kadar yüksekse titreşimler de o kadar güçlü olur. Ses frekanslarının üç seviyesi vardır: Düşük frekanslı sesler (infrasonik), işitme aralığındaki sesler, yüksek frekanslı sesler (ultrasonik). Doğadaki her canlının duyabildiği ses aralığı ise aynı değildir. Bir insanın işitebildiği en iyi frekans aralığı ise 1000 ile 4000 Hz arasıdır. İşitme Nasıl Gerçekleşiyor? Dış Dış Kulak Dünyadan Kulak Kulak Zarına Kepçesi İle Orta Kulak Gelen Ses Yolu Ses Titreşimler Ses Alınır Çekiç Dalgaları İle Ulaştı Örs Üzengi Oval Pencere(Zar) İşitsel Korteks: ham Vestibüler sistem denge ve elektrik sinyali önceden salyangozdan oluşur. Duyma depolanmış seslerle Oval pencereden gelen Gerçekleşir. karşılaştırılır. Sese titreşimler salyangozu titreştirir. anlam yüklenir. Alıcı sinir hücreleri mekanik enerjiyi elektriksel ve kimyasal enerjiye dönüştürür. İKİNCİL DUYULAR İkincil duyular yine günlük yaşantımızı içerisinde kullandığımız görme ve işitme duyularımıza eşlik eden duyularımızdır. Bunlar kendi içinde ikiye ayrılır. Dokunma ve kinestetik olarak adlandırılan vücut hissi duyuları (sıcak, soğuk, basınç, dokunma, pozisyon duyuları); koklama ve tat alma olarak adlandırılan kimyasal duyular (uyarıcıları kimyasal maddelerdir). DOKUNMA VE KİNESTEZİK DUYULARI: Vücudumuzun en büyük organı deridir. Derimiz yüzey yaralanmalardan bizi korurken aynı zamanda vücut sıvılarını tutar ve yine vücut ısısını dengelemeye yardımcı olur (Gerigg ve Zimbardo, 2017). Derimizde basınç, sıcaklık-soğukluk ve acı duyumlarıyla ilgili sinir hücreleri bulunur. Tüm bu duyulara deri duyuları adı verilir. Derinin bir şeye dokunması veya herhangi bir şeyin deri üzerine basınç yapmasıyla dokunma meydana gelir. Deri duyumları, alt deride bulunan ince sinir ipliklerinin dışardan gelen etkileri alıp beyne iletmeleriyle meydana gelir. Dokunma duyumlarına karşı derinin duyarlılığı bedenin her yanında aynı değildir. Dilin ucu, parmak uçları, dudak ve yanaklar en duyarlı bölgelerdir. Bedenin arka kısmı, yani sırt ve elin tersi en az duyarlı olan yerlerdir Dokunma üç ayrı deri duyusunu içermektedir: basınç, acı/ağrı, sıcaklık-soğukluk. Algılanan basınç deri üzerindeki fiziksel basınçtır. Isı uyaranı ise derimizin sıcaklığı ile ilgili bize bilgi verir. Acı duyusu ise bizim hayatta kalmamızı sağlar. Denge duyumuz vestibüler sistemle ilgilidir. Vestibüler sistem içkulakta salyangozun üzerinde bulunur. Vestibüler duyu, insan bedeninin yerçekimine göre dünyadaki konumu hakkında bilgi verir. Vestibüler sistem başın duruş şekli ile ilgili bilgilerden hareket ederek duruşunuz hakkında bilgi verir. Kinestezik duyu vücut parçalarının birbirlerine göre konumları ve hareketleri ile ilgilidir ve vücudun ne yapmakta olduğu bilgisini sağlar (Gerigg ve Zimbardo, 2017, p.112). Kinestezik duyunun alıcıları kas, eklem ve kirişlerde yer almaktadır (Morgan, 2017). TAT ALMA: Tat alma beyin ve bağlantılı nöral yolların dışında dil, gırtlak ve damak üzerindeki tat alma reseptörlerinden oluşmaktadır. Tat alma alıcıları dilin yanlarında, arkasında ve gırtlakta yer almaktadır. Dilin yüzeyinde tat tomurcuğu olarak adlandırılan alıcılar vardır. Bu alıcılar temelde tatlı, tuzlu, acı ve ekşi olmak üzere dört temel tadı algılar. Dilin arka kısmı acıyı, yanlar ekşiyi, ön kısım tuzluyu ve dilin ucu ise tatlıyı tespit eder. Dilin arka kısımlarına doğru gidildikçe tuzlu, ekşi ve acıya daha duyarlı bölümler vardır. Son yıllarda araştırmacılar umami adı verilen beşinci temel tat alma reseptöründen bahsetmektedirler (McCabe ve Rolls, 2007). Bu reseptör peynirimsi ve etimsi (peynir ve et ürünlerinin birlikte kullanılması örneğin pizza gibi, ayrıca soya soslu yiyecekler, yeşil çay gibi) tatları almaya yatkınlık olarak karşımıza çıkmaktadır. ). KOKU: Burun, koku alma ve solunum yapma organıdır. Bir maddenin yaydığı uçucu moleküllere “koku uyaranları” adı verilir. Burnun üst kısmında koku alma epitali adı verilen alıcı hücreler bulunmaktadır. Burun deliklerinden giren gazlar burun içinde ilerlerken koku epitali hücrelerini uyarırlar. Bu uyarılma elektriksel enerji olarak beyine gider ve bir algıya dönüşür. Yenilen ve içilen maddelerin çoğunlukla bir tadı ve kokusu bulunmaktadır. Böylece iki duyu, tat alma ve koklama duyumu aynı anda uyarılır. Koku duyusu tat alma duyusundan daha hassastır. Koku alma hücreleri iki veya üç günde bir kendilerini yeniler. Yenilenen hücreler koku alamaz durumdan, olgunlaşıp koku alabilecek duruma gelir ve iki üç gün sonra ölerek yeni hücreler oluşmaya başlar. ALGI Algı, duyu verilerini örgütleyip yorumlayarak çevremizdeki nesne ve olaylara anlam verme sürecidir (Cüceloğlu, 1999). Algı, organizmaya gelen uyaranların beyin tarafından sınıflandırılması, anlamlandırılması, yorumlanması, analiz edilmesi sürecidir. Duyum fizyolojik bir tepki iken algı psikolojik bir tepkidir. Duyumlarımız yaşantı içerisindeki işlenmemiş ham verilerden oluşmaktadır. Onları yorumlama ve anlamlı hale getirme sürecine ise algı denir. Şekil 1: Algının meydana gelme süreci. ALGININ İŞLEYİŞ SÜRECİ Algıyı etkileyen ögeler dikkat, geçmiş yaşantılar ve öğrenmeler, içinde bulunulan ortam ve duygular ile güdülenme olarak sayılabilir. Bunların yanı sıra algılamayı zeka, ilgiler, kültür, istek ve beklentiler gibi diğer birçok başka faktör de etkileyebilmektedir (Erkuş, 2000). * Belirli bir zaman diliminde insanın duyu organlarına sayısız uyaran girer. Hangisini algılayacağımız dikkat ile başlar. Dikkat psikolojik ve fiziksel enerjinin bir yerde, bir noktada toplanmasıdır. * Geçmiş yaşantılar ve öğrenmeler ya da deneyimler bazı uyaranlara dikkat etmeyi ve bazı uyaranları da görmezden gelmeyi sağlayabilir. * İçinde bulunulan ortam neyin algılanması gerektiğini belirler. * Güdülenme-motivasyon organizmayı harekete geçirir. ALGIDA ORGANİZASYON SÜREÇLERİ: Duyularımızın bize sağladığı verilerden anlamlı bilgiler haline getirdiklerimizle algılarımız oluşur. Tutarlılık algısının oluşması için duyu bilgilerini bir araya getiren süreçlere algısal organizasyon süreçleri denir. GESTALT DÜZENLEME İLKELERİ 1. Şekil-Zemin İlişkisi: Algılar gerçekleşirken bir zemin ve bu zeminden önce dikkat çeken bir şekil bulunmaktadır. Dikkatin yoğunlaştığı obje şekil, diğer yüzeyler zemindir. Kişinin dikkati neye yoğunlaşır ise şekil ve zemin değişir. 2. Yakınlık Yasası: Organizma bir alan içinde bulunan nesnelerin birbirine yakınlıklarına göre gruplayarak algılama eğilimindedir. 3. Süreklilik (Devamlılık) Yasası: Algısal alanımıza giren ve aynı yönde süreklilik içinde ilerleyen uyarıcılar birbirinin devamı gibi algılanırlar. Organizmanı yapısı ani ve sürekli olarak değişen uyarıcılardan daha çok düz giden sürekliliği algılama eğilimindedir. 4. Benzerlik Yasası: Aynı özelliği temsil eden gruplar birlikte toplu olarak algılanır. Organizma birbirine benzeyen özellikleri olan uyarıcıları gruplayarak algılama eğilimindedir. 5. Tamamlama Yasası: Duyusal alanımıza eksik olarak giren uyarıcıları (şekil, ses, nesne, olay gibi) zihnimiz tam olarak algılar. Zihnimiz tamamı görülmeyen ya da daha tamamlanmamış olayları nesneleri bütün olarak algılar yani boşlukları doldurur. 6. Basitlik Yasası: Organizma karmaşık, düzensiz uyarıcılar, olaylar yerine daha basit, yalın, organize olanı algılama eğilimindedir. 7. Pragnanz Yasası: Bu yasaya göre, “her psikolojik olay anlamlı, tam ve basit olma eğilimi içindedir aynı zamanda iyi biçim, iyi şekil, iyi bütün olma” eğilimindedir. Pragnanz yasası bir denge yasasıdır. ALGI DEĞİŞMEZLİĞİ Nesne ya da olayları fiziksel özellikler ya da koşullar değişmesine rağmen aynı biçimde görmemize algısal değişmezlik denir. Bu da bize nesnenin daha önce öğrenilmiş olan nitelikleriyle görüldüğüne işaret eder. Üç tür değişmezlik vardır: 1. Ebat (Boyut/Büyüklük) Değişmezliği: Nesnelerin (obje/organizma/birey) farklı uzaklıkta olmalarına rağmen yine de onların aynı büyüklükte algılanmasıdır. 2. Şekil Değişmezliği: Bir nesneye farklı açılardan bakıldığında retina üzerine yansıyan görüntülerin değişmesine rağmen nesnenin aynı biçimde algılamaya devam edilmesi., 3. Renk ve parlaklık değişmezliği: Işığın farklı olduğu ortamlarda dahi renkleri aynı biçimde algılarız. Parlaklık değişmezliği de aynı şekilde, değişen ışık ortamlarında bile parlaklığı aynı biçimde algılama eğilimimizdir. Derinlik Algısı : Dünyayı üç boyutlu olarak görebilme ve uzaklıkları algılayabilme becerisi. Görsel Uçurum (Visual Cliff) Deneyi Gibson ve Walk’ın (1960; akt, Cüceloğlu, 1999) “görsel uçurum (visual cliff)” deneyinde bebek ve hayvan yavrularıyla çalışmıştır. Yaptığı deney düzeneğinde, insan ve hayvan yavrularında hareket edebildikleri andan itibaren derinlik algısı olduğunu bulmuştur. Resimdeki gibi bir düzenekte 6 aylık ve üzeri olan bebekler masanın bir tarafına bırakılmış hem derin tarafa hem de sığ tarafa ilerlemeleri için anneleri tarafından cesaretlendirilmişlerdir. 36 bebekten 27’si annelerine ulaşmak için sığ tarafa geçmişler, sadece 3’ü derin tarafa da geçmiştir. Bebeklerin büyük bir kısmı görsel uçurumu algılamış ve uçurumun diğer tarafına geçmemiştir. Bu durum retinamız iki boyutlu olmasına rağmen, üç boyutlu görsel algılamaya sahip olduğumuz ile ilgili önemli bir gösterge olabilir. Bağlam ve Beklentilerin Algıya Yansıması: Belleğimiz belli durumlar için geçerli olan bilgilerin doğru yerde ve doğru zamanda karşımıza çıkabileceği şekilde düzenlenmiştir ve algı bundan dolayı bağlamdan etkilenir. A I3 C 12 I3 14 ALGIDA SEÇİCİLİK Dikkatin belli bir nesne veya olaya çevirerek, yalnız onunla ilgili olan uyarıcıları algılanmasıdır. Algıda seçiciliği etkileyen bazı faktörler aşağıda açıklanmıştır. * Uyarıcıların büyüklüğü daha önce algılanmasını sağlar. * Hareket eden uyarıcılar daha önce algılanır. * Parlak uyarıcılar diğerlerinden daha önce algılanır. * Şiddetli sesler, ani ses değişiklikleri daha önce algılanır. * Algılamada kişinin ihtiyaçları, istekleri, eğilimleri v.b. önemlidir. * Algılamada bireyin geçmiş yaşantıları, değerleri, yaşam biçimi v.s. algılamayı etkiler. ALGISAL YANILSAMALAR İç ve dış çevresinden organizmaya gelen duyumların hepsi doğru bir biçimde algılanamayabilir. Buna algı yanılsaması (illüzyon) denir. Algı yanılsaması fiziksel nedenlerle ya da sübjektif deneyimlerle dış dünyadan gelen duyuların yanlış yorumlanmasıdır (her görülen veya işitilen şey doğru olmayabilir). İllüzyonun fiziksel ve psikolojik olarak ikiye ayrıldığından söz edilebilir. a. Fiziksel İllüzyon: Fiziksel ya da fizyolojik sebeplerden ötürü ortamda bulunan bir uyarıcının her insan tarafından aynı şekilde çarpık algılanmasıdır. b. Psikolojik İllüzyon: Aynı uyarıcının bireyin kaygılarına ya da korkularına bağlı olarak farklı kişilerce, farklı algılamasıdır. Örn., evine hırsız girmesinden korkan bir kişi, kış gecesi şiddetli esen bir rüzgarın kapıyı zorlamasından bunun hırsız olabileceği düşüncesi ile korkabilir. *Dış dünyadan gelen bilgileri her zaman doğru algıladığımız söylenemez. Bu durumda algılarımıza fazlaca güvenerek hareket etmek bazen bizi yanlış yapmaya kadar götürebilir. Diğer insanların algılarını da dikkate almak bu noktada önemli hale gelmektedir. Halüsinasyon (Varsanı-Sanrı): Duyu organlarına iletim gönderen herhangi bir uyarıcı olmadan kişinin algısal yaşantılara sahip olması ve buna anlık inanma hali içinde olmasıdır. Halüsinasyonu illizyonlardan ayıran en önemli özellik, halüsinasyonların ortaya çıkmasını sağlayan bir uyarılma kaynağının olmamasıdır. Halüsinasyon; beyinde meydana gelen bozulmalar, madde kullanımı, yanı sıra psikoz ve şizofreni gibi hastalıklardan kaynaklı olabilir. *Herhangi bir rahatsızlığı bulunmayan insanlar da uzun süre yalnız kaldığı, uzun süre aç kaldığı ve uzun süre uykusuz kaldığı durumlarda halüsinasyonlar görebilir. Halüsinasyonlar beş duyu ve diğer duyulara yönelik olarak görülebilir. * * Işık, Ş. (2019). Psikolojiye giriş. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara. BİLİNÇ, UYKU VE RÜYALAR BİLİNÇ İnsanın benlik duygusuna sahip olmasını sağlayan, Kendisinin diğer varlıklarla olan farkını fark etmesini sağlayan, Çevresiyle bağ kurmasında fayda sağlayan, Diğer insanlarında kendisi gibi duygu ve düşüncelerinin olduğunu anlayıp sosyalleşmesinde katkılar sağlayan bir kavramdır. Bilincin iki işlevi vardır: kendimizi ve çevremizi, algıların, anıların ve düşüncelerin farkına varacak şekilde gözlemek kendimizi ve ortamımızı, davranışsal ve bilişsel faaliyetleri başlatabilmemizi ve sona erdirebilmemizi sağlayacak şekilde denetlemek UYKU ve RÜYALAR Düşünün: Neden uykuya ihtiyaç duyarız? Hiç uyumazsak ne olur? Uyku süremizi azaltabilir miyiz? Azaltırsak daha verimli olur mu? Uykuda iken bilinçsiz miyiz? *Uyku tam bir bilinçsizlik hali değildir ve uykuda olma ile uyanık olma durumları arasında birçok benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin, uyurken rüya görmemiz uyku sürecinde beynimizin çalıştığını ve düşünme süreçlerinin devam ettiğini göstermektedir. Uyandıktan sonra rüyamızı hatırlamamız ise bellek süreçlerinin çalıştığını göstermektedir. Uyurken dünya ile ilişkinizin sonlandığını düşünebilirsiniz ancak biri size isminiz ile seslendiğinde veya bir anne bebeğinin sesini duyduğunda uyku durumu sonlanabilir. Hatta bazı kişilerin alarma ihtiyaç duymadan belirlemiş olduğu saatte uyanabilmesi uyku sürecinin kontrol edilebildiğini göstermektedir. UYKUNUN BİYOLOJİSİ İki Süreçli Uyku-Uyanıklık Modeli 1- Uyku-uyanıklık ritmi (C Süreci) 2- Homeostaz (S Süreci) Uyku-Uyanıklık Ritmi İdrar üretimi, vücut sıcaklığı, kadınlarda adet döngüsü gibi fizyolojik süreçleri yöneten biyolojik saatlerimiz bulunmaktadır. Günlük ritim (sirkadyen ritim): Yaklaşık olarak 24 saatlik bir döngüde, organizmanın fizyolojik tepkilerini düzenlemek amacıyla çalışan bir biyolojik saattir. Uyku-Uyanıklık Ritmi Uyku ve uyanıklığın günlük ritmi, (uyku/uyanıklık ritmi): Gün içerisinde uyku ve uyanıklık döngüsünü belirleyen biyolojik saattir. Öğlen uykusu faydalı mı? Uyku-Uyanıklık Ritmi Suprakiyazmatik çekirdek: Hipotalamus içerisinde yer alan bir hücre grubudur ve uyku-uyanıklık ritmi dahil birçok günlük ritmin düzenlenmesini sağlar. Melatonin düzeyi, ışığa bağlı olarak akşam vakitlerinde yükselmekte ve şafak vaktinde azalmaktadır. Suprakiyazmatik çekirdek içinde bulunan melatonine duyarlı alıcı hücreler sayesinde uyku/uyanıklık ritmi ayarlanmaktadır. Bu nedenle melatonin hormonu günlük ritm bozukluğu nedeniyle uyku bozukluğu yaşayan kişilerin tedavisinde kullanılmaktadır. Zamanlayıcılar: Biyolojik saatin 24 saate ayarlanmasını sağlar. Işık, saat, iş-okul saatleri, sosyal etkinlikler, vb. Uyku-Uyanıklık Homeostazı (S Süreci) Organizmanın çevreye uyum sağlamasını ifade eden bir kavram olan homeostaz, hücre dışında gerçekleşen olaylar karşısında organizmanın kendi metabolizmasını koruma eğilimidir. Örn., Kandaki şeker seviyesi yükseldiğinde vücudumuzun insülin salgılaması, Sıcak havalarda vücut ısısını sabit tutmak için terlememiz, Uyku-uyanıklık homeostazı ise, vücudumuzdaki uyku dürtüsünü yöneten, uyumak veya uyanmak için vücuda baskı uygulan bir biyokimyasal süreçtir. Belirli bir süre uyanıklıktan sonra vücuda uyuması gerektiğini söylemektedir. Yani uyanık olduğumuz süre arttıkça homeostatik uyku dürtüsü de artmakta ve uyku ile birlikte azalmaktadır. Uykunun Evreleri Eloktroensefalogramın (EEG) kullanılmaya başlamasıyla uykunun evreleri ve REM (Rapid Eye Movement - Hızlı göz hareketleri) uykusu keşfedilmiştir. Uyku evreleri polisomnografi ile belirlenmektedir. Polisomnografi: Uyku tetkiki Beyin dalgaları (elektroensefalografi, EEG), Göz hareketleri (elektrookulografi, EOG), Kas gerginliği (Elektromiyografi, EMG), kalp ritmi ve nefes ritmi gibi birçok vücut işlevlerinin ölçülmesi Uykunun Evreleri Yapılan araştırmalar iki temel uyku evresi olduğunu göstermiştir: 1- REM Dışı Uyku (Dingin Uyku) 2- REM Uykusu (Aktif Uyku) REM Dışı Uyku Üç evreden oluşmaktadır. Daha geniş ve daha az sıklıkta (daha yavaş) beyin dalgaları Özellikle “yavaş dalga uykusu” veya “derin uyku” olarak adlandırılan 3. ve 4. evrede daha geniş ve daha aralıklı olan delta dalgaları görülmektedir. EOG sonuçlarına bakıldığında REM Dışı uyku sürecinde gözler ya çok küçük düzeyde hareket etmekte veya hiç etmemektedir. EMG sonuçlarında bakıldığında, bu süreçte kas gerginliği orta düzeydedir, vücut genellikle sınırlı düzeyde hareket etmekte ve ara sıra bedenin duruşunu değiştirmektedir. REM-Dışı uyku diğer bir ifadeyle “hareketli bedendeki tembel beyin” olarak adlandırılmaktadır (Epstein ve Mardon, 2007, 13). REM Dışı Uyku Evre 1 Uyku ile uyanıklık arasındadır. Birkaç dakikadan oluşur ve toplam uykunun %5’ini oluşturur Beden rahatlamakta ancak vücut kasları halen aktif konumdadır. Gözler yavaş yavaş hareket etmekte ve zaman zaman açılıp kapanmaktadır. Beyin dalgaları beta ve alfa dalgalarından teta dalgalarına geçmekte ve etkinliği gittikçe yavaşlamakta Bu aşamada vücut sıcaklığı düşmeye başlar, nefes alıp verme düzenli hale gelir ve kalp atışları gittikçe yavaşlar. İlk evrede kişinin çevreye karşı farkındalığı düşer ancak kişi kolaylıkla uyanabilir. Bu evreyi yaşama şekli kişiden kişiye değişebilir: Bu evreden uyandırıldığında birisi sadece daldığını söylerken, diğer uykuya geçtiğini söyleyebilir. Rüya görme nadiren gerçekleşir. REM Dışı Uyku Evre 2 Kesin uykunun ilk aşamasıdır. Gözler hareketsizdir ve kas gerginliği orta düzeydedir. Nefes alış verişi ve kalp atışları daha yavaş düzeydedir. Vücut sıcaklığı düşmeye devam etmektedir. Beyin dalgaları yoğunlukla “teta” dalgalarıdır. Fakat ikinci evrede beyin dalgaları özellikle, “uyku mili” ve “k-kompleks” ile farklılaşmaktadır. “Uyku mili” beyin dalgalarında görülen kısa süreli (yarım saniye kadar) patlamalardır. “K-kompleks” ise pozitif ve negatif dalga tepeciklerinden oluşmaktadır İkinci evrede her iki dakikada “K-kompleksi” gösterilmektedir. Bilim insanları bunun zorunlu durumlarda uyanmak için kişiyi hazır hale getirdiğini düşünmektedir. Eğer bu evrede iken birine ismini fısıldadığınızda hemen EEG’de K-kompleksi ortaya çıkmaktadır (Epstein ve Mardon, 2007, 15). Gece uyurken birçok kez bu evreye gider geliriz ve bu evre uykumuzun yaklaşık olarak yarısını oluşturmaktadır. REM Dışı Uyku Evre 3 “Derin uyku”, “delta uykusu” veya “yavaş-dalga uykusu (YDU)” Beyinde etkin olan bölgelerin sayısı gittikçe azalır ve çevreden gelen seslerin veya diğer uyarıcıların farkında olmazsınız. Beyin dalgaları “delta” dalgalarıdır, gözler hareketsizdir ve kas gerginliği orta düzeydedir Bu evrede nefes alıp verme, kalp atış hızı, vücut sıcaklığı ve kan basıncı en düşük düzeyde ve en düzenli haldedir. Bu evrede uyuduğunuzda uyandırılmanız oldukça zordur ve uyandırıldığınızda kendinizi oldukça sersem hissedersiniz. Genç bir yetişkin toplam uykusunun yaklaşık olarak %20’sini kapsamaktadır. Bu evredeki uyku, bedenin kendisini yenilediği veya kendi kendini onardığı bir evre olarak tanımlanmaktadır. Büyüme, bağışıklık sisteminin düzenlenmesi, bilgi işleme ve belleğin sağlamlaştırılması bu evrede gerçekleşmektedir. REM Uykusu Beyin dalgalarının (EEG) REM-dışı uykunun aksine daha kısa ve daha sıktır, uyanıkken ölçülen EEG sonuçlarına benzer. REM-dışı uykuda gözlerimiz hiç hareket etmezken (EOG), REM uykusunda gözler çok hızlı hareket eder REM uykusunda kas gerginliğimiz ise (EMG) en asgari düzeydedir, bu da REM uykusunda hareket etmediğimizi göstermektedir. Bu evreyi William C. Dement, “felçli bedendeki aktif beyin” olarak adlandırmaktadır (Epstein ve Mardon, 2007, 18). REM uykusunda beynimiz, daha fazla düzeyde oksijen tüketir. Nefes alış veriş hızı çok hızlı ve daha düzensizdir. Ayrıca nabız sayısı ve kan basıncı da, uyanık olduğumuz seviyeye yakın düzeydedir. Savaş-kaç tepkisi üreten sempatik sinir sistemi de, bu evrede uyanık olduğumuz düzeyden iki kat daha fazla aktiftir. Cinsel uyarılma da, bu evrede, cinsel içerikli bir rüya görmeye bağlı olmadan, yüksek düzeydedir (Epstein ve Mardon, 2007, 18). Rüyaların çoğunluğunun da, bu evrede gerçekleştiği düşünülmektedir. Bu evrede bedeniniz hareketsiz kalarak, rüya sırasında hareket ederek kendi kendinize zarar vermenizi önlendiği düşünülmektedir. REM Uykusu REM uykusunun belleğin geliştirilmesi/kuvvetlendirilmesi ve öğrenme süreçlerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Yapılan araştırmalarda REM uykusundan uyandırılan bireylerin sonraki gün bilişsel becerilerde iyi olmadığı bulunmuştur (Epstein ve Mardon, 2007, 18). Gece boyunca sınava çalışan öğrenciler? REM uykusu toplam uykunun %20-25’ini kapsamakta ve 90-120 dakika arasında sürmektedir. Bir gece boyunca dört, beş kere, yaklaşık her 90 dakikada bir REM uykusuna gireriz. İlk REM uykumuz birkaç dakika sürerken, gece boyunca bu süre artmakta ve son REM uykusu yaklaşık yarım saat sürmektedir. Bebeklerin uykularının yaklaşık %80’ini REM uykusu iken, bu oran yaşla birlikte düşmektedir. Uyku Mimarisi İlk uykuya daldıktan sonra ilk önce birinci ve ikinci evreden geçerek, derin uyku olan üçüncü evreye geçeriz. Üçüncü evrede daha uzun bir müddet kaldıktan sonra ikinci evreye ve sonrasında ise REM uykusuna geçeriz. Gece boyunca evreler arasındaki döngü devam eder. Gecenin ilk zamanlarında daha fazla düzeyde uykunun üçüncü evresinde ve daha az düzeyde REM uykusunda kalırken, gece boyunca REM uykusu artarken, üçüncü evre uykusu ise azalır. Uyku Süresi ve Yaş İnsanların çok az bir kısmı (yaklaşık %5-6) 6 saatten daha az veya 9 saatten daha fazla uykuya ihtiyaç duyarken, insanların çoğunluğu genel olarak 7-8 saat uykuya ihtiyaç duymaktadır. Yeni Doğanlar ve Bebekler Beyin gelişimi ve biyolojik saat tam olarak gelişmediği için yeni doğanların uyku döngüsü daha farklıdır. Genellikle 16-18 saat arasını, uykuda geçirirler. Yeni doğanların uyku evreleri de, yukarıda üzerinde durduğumuz uyku evrelerinden biraz farklıdır. Sakin uyku olan ilk evrede, YDU’ya (Yavaş-dalga uykusu) benzer beyin dalgaları görülmektedir ancak ilaveten beden hareketsiz konumdadır. Aktif uyku olarak adlandırılan ikinci evrede ise düzensiz beyin dalgaları ve ara sıra çıkarılan sesler bulunmaktadır. Belirsiz uyku evresi ise sakin uyku ile aktif uyku arasında yer almaktadır. Yeni doğanların uykusunun yaklaşık yarısı aktif uykudan oluşmakta ve aktif uyku ile sakin uyku arasında yaklaşık bir saatlik değişimlerden oluşan bir döngüde devam etmektedir. Yeni doğanlar uykusunda birçok kere uyanmakta ve tekrar uyumaktadır. Bebek büyümeye devam ettikçe aktif uyku REM uykusuna, sakin uykuda REM-dışı uykuya dönüşmektedir. İlk aydan sonra bebeklerin uyku evreleri uzamaya devam eder ve daha düzenli hale gelmeye başlar. Altı ayla birlikte çoğu bebek gece boyunca 9-12 saat, gündüz de yarım saat ile iki saat arasında uyumaya başlar. Erken çocukluk Toplam uyku süresi 11-13 saate düşmeye başlar. Yaşla birlikte gündüz uykuları azalarak, tek bir öğlen uykusuna düşer. Beş yaşından sonra çoğu çocuk öğlen uykusunu bırakır. Uykuya geçmede zorlanma, kâbus görme, uykuda yürüme ve yatak ıslatma gibi problemler görülmeye başlanabilir. İkinci yaştan sonra REM uykusu azalmaya başlar ve zamanla yetişkinlik düzeyine iner. Bu yaşta çocuklar uykuya daldığında, hemen 4. evreye geçerler ve onları uyandırmak zor olabilir. Okul Çağı Dönemi Uykuda daha yavaş düzeyde gerçekleşen değişimler görülür. 10 yaş civarında, REM ve REM dışı uyku arasındaki döngü yetişkinlikteki gibidir ancak toplam uyku, 10 saat, biraz daha yüksektir. Bu dönemde, yaşamın en derin uykularına sahip olduğumuz düşünülmektedir. Bu dönemdeki çocuklar kolaylıkla uykuya dalar ve gece boyunca çok az uyanırlar. Erken saatte başlayan okul, ev ödevleri ile geç yatma, spor aktiviteleri, televizyon ve internet gibi değişkenler çocukların ihtiyaç duyduklarından daha az uyumasına neden olmaktadır. Kalitesiz ve yetersiz uyku - duygusal problemler, aşırı hareketlilik ve dikkat problemleri Ergenlik Dönemi Yetişkinlik döneminden daha fazla süre (9-10 saat) uykuya ihtiyaç duyulmaktadır. Biyolojik, çevresel ve sosyal değişkenlerin etkisiyle uyku-uyanıklık döngüsünde bir veya iki saatlik bir erteleme meydana gelir. Bu nedenle ergenler gece normal saatten daha geç vakitte uykuya geçerler ve daha geç uyanırlar. Genel olarak ergenler gece 11-12 gibi uyuma ve sabah 9 gibi uyanma eğilimindedir. Okulun daha geç bir saatte başlamasını sağlayacak düzenlemeler, ergenlerin akademik, duygusal ve davranışsal gelişimlerine olumlu katkı sağlamaktadır (Owen, Belons ve Mons, 2010). Ayrıca ihtiyaç duyduklarından daha az uyumaları için zorlandıklarında davranışsal yeteneklerinde azalma bulunmuştur Yetişkinlik ve Yaşlılık Dönemi 20 ile 60 yaş arasında uyku şeklinde çok az değişiklik oluşur. Öğlen uykusu da eklenince yaşla birlikte toplam uyku süresinde değişme olmadığını göstermektedir. Ancak uykuya geçme süresi yaşla birlikte yavaş bir şekilde artmaktadır. Uyuduktan sonra uyanma sıklığı da artmakta ve sonuç olarak toplam gece uykusu süresi de yaşla birlikte azalmaktadır. 60 yaş ile birlikte toplam gece uykusu süresi 6.2 saate düşmekte ve azalmaya devam etmektedir. Ayrıca 1. Evre ve 2. Evre uykusu yaşla birlikte artarken, 3. ve 4. evreden oluşan “derin uyku (YDU)” ve REM uykusu da azalmaktadır Tüm bunlarla birlikte “uyku verimliliği” de yaşla birlikte azalmaktadır. 30 yaşında %96 olan uyku verimliliği yaşlılıkta %89’a düşmektedir Uyku Yoksunluğu Uyumazsam veya az uyursam ne olur? Tam uyku yoksunluğu: Bir veya birkaç gün hiç uyumamanız Kısmi uyku yoksunluğu: Bir gün içerisinde ihtiyaç duyulandan az uyumanız. Uyumadığınızda; Gözleri açık tutmakta zorlanma, fiziksel yorgunluk Duygu durumunda, davranışlarda ve zihinsel süreçlerde olumsuz etki. Yapılan bir araştırmada 24 saat boyunca uyanık kalmanın, araba kullanma becerisi üzerinde 0.10 promil alkollü olmaya (araba kullanmaya başlamadan önce 10-15 gram alkol alma) eşdeğer düzeyde bozucu etkiye sahip olduğu bulunmuştur (Epstein ve Mardon, 2007; 32). Uyku Yoksunluğu Uykusuz kalmanın bir diğer önemli etkisi ise, “gözüm daldı” veya “içim geçti” olarak adlandırdığımız “minik uyku” ve otomatik davranışlar üzerindedir. Minik uykular, devam eden bir etkinlik sürecinde birkaç saniyeliğine aniden uykuya dalmanızdır. Bu anda, beyin dalgaları, uyanıklık durumundan ani bir şekilde 1. Evre uykusuna geçildiğini göstermektedir. Aynı zamanda bu sürede beynimiz çevremizde olanlara karşı tepki vermemektedir. Otomatik davranışlar ise, gerçekleştirilmesi bizim için rutin bir hale gelmiş olan ve gerçekleştirirken çevredeki değişikliklere çok fazla dikkat etmediğimiz becerilerdir: Araba kullanmak Uyku Yoksunluğu Az uyumak da olumsuz etkiler oluşturmakta. İki hafta boyunca altı saatten daha az uyumak bir günlük uykusuzluğa, bir hafta boyunca dört saatlik uyku da 2-3 günlük uykusuzluğa eşit Uykusuzluk devam ederse, bedeninizin uyku ihtiyacı birikir. Bu durum “uyku borcu” olarak adlandırılmaktadır. Uyku borcu arttıkça da, davranışsal, zihinsel ve duygusal alanlarda çeşitli olumsuz etkiler oluşmaya başlayacaktır Uyku yoksunluğu Bilişsel, motor ve duygusal performans üzerinde olumsuz etkiler Beyinde bazı bölgelerin çalışmaması Daha fazla olumsuz duygu; stres, öfke, vb. Daha az olumlu duygu; dinginlik, huzur, vb. Uyku Bozuklukları İNSOMNİ Genel olarak uykuya geçmede veya uykuyu sürdürmede yaşanan zorlukları ifade etmektedir. Uykuya geçmede zorlanma, Gece boyunca sık sık uyanma, Tekrar uyumada zorlanma, Sabah erken saatlerde uyanıp tekrar uyumakta zorlanma Uyku bozuklukları içerisinde en yaygın olanıdır, genel nüfus içerisindeki yaygınlığı %6- 10 arasındadır Kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülmektedir Fiziksel rahatsızlıklar, depresyon, yüksek düzeyde kaygı, stres ve uyku hijyeninin sağlanmaması gibi faktörler insomniye neden olabilmektedir Haftada iki veya üç gece kere oluyordu. Tedavisinde, Yatağa gidiyorum, ışıkları kapatıyorum ve Uyku hijyeninin artırılması (uyumayı engelleyen nedenlerin ortadan kaldırılması), uyumak için bekli-yorum… bekliyorum… davranışsal değişiklikler (uyku gelince yatağa gitme, yatağı uyuma dışında, bekliyorum… Uyuya kalmadan önce bu iki kitap okuma gibi etkinlikler için kullanmama, vb.), veya üç saat sürebiliyor. Sonra, birkaç saat rahatlama teknikleri (nefes alma egzersizleri, gevşeme teknikleri, vb.), sonra tekrar uyanıyorum ve her şey bilişsel-davranışçı terapi veya baştan başlıyor (Lemonick, 2004). ilaçla tedavi gibi yöntemler kullanılmaktadır (Epstein ve Mardon, 2007; 83). Uyku Bozuklukları Aşırı Uykululuk Bozukluğu Uyandıktan sonra tam uyanık hissedememe, Gün içerisinde aşırı uykusuz olma veya Uzun bir süre boyunca uyuduktan sonra bile dinlenmemiş hissetme gibi belirtilerle ortaya çıkar. Bu bozukluğu olan kişiler gün içerisinde en az 7 saat uyurlar, gün içerisinde öğlen uykusuna yatarlar veya uyumamak için mücadele ederler ancak yine de dinlenmiş hissetmezler. Performansta düşüş bilişsel işlevlerde yetersizlik ve 22 yaşındaki Beth Goo-dier, bir gün dikkatsizlik gibi belirtileri içeren uyku mahmurluğu yaşar uykusu gelir ve yatar. Tam altı ay boyunca uyur. Günde ortalama 22 Genel nüfus içerisinde % 1 civarında olduğu, uyku saati uykuda geçmekteydi. Zorlukla sorunları yaşayanlar arasında ise %5-10 arasında kalkıp temel ihtiyaçlarını Alt türlerinden biri olan “Uyuyan Güzel Sendromu” gidermeye çalışıyordu. Bu durum (Klein-Levin Sendromu) da, aşırı uyku bozukluğunun onun sadece fiziksel açıdan değil türlerinden biridir. Bu bozukluğu olan kişiler günlerce zihinsel açıdan da etkiliyor, zihin hatta haftalarca uyurlar. karışıklığına neden oluyordu. Uyku Bozuklukları Narkolepsi Kişinin gün içerisinde ağır ve karşı konulamaz bir şekilde uyku nöbetleri geçirmesi “16 yaşımda, lise ikinci sınıftayken, Yoğun bir şekilde uykusuzluk çekerler ve gün içinde günde beş kere civarında kendimden aniden birkaç kere birkaç dakikalık uyku sürecine geçmeye başladım. Bir konuşmanın ortasındayken, banyoya doğru girerler. yürüyorken veya televizyon izlerken Çok ani bir şekilde REM uykusuna girdikleri için bu aniden düşüyordum ve etrafımda ne kişilerin yarısından çoğu, katapleksi yaşarlar. olup bittiğin yaklaşık üç dakika far-kında olmuyordum” Kataplekside, kişi felç olmuş bir şekilde kaslarının kontrolünü kaybeder ve bedenini kontrol edemez. Katapleksi genellikle gülme veya öfkelenme gibi yoğun bir duygusal durum tarafından tetiklenmektedir. Çok nadir görülen bir bozukluktur ve genel nüfus içerisindeki yaygınlığı, %0.02-0.04 arasındadır Uyku Bozuklukları Uyku Apnesi Solunum kaynaklı bir uyku bozukluğudur. 43 yaşında bir matematik öğretmeni olan R. P. üçüncü eşi tarafından, çok Kişi uyku esnasında tekrarlayıcı bir şekilde nefes almayı horladığı için eski eşlerinden boşanmıştı, durdurur. Nefes almak için defalarca uyanır ve sonra tedavi alması için uyku merkezine tekrar uykuya döner. gönderildi. Eşinin anlatmasına göre, Solunum, soluk yolunun bir doku tarafından tamamen horlaması o derece güçlüydü ki; başını yastığın altına koyup, kapısı kapalı olan veya kısmen tıkanması sonucunda engellenir. Engellenen diğer bir oda da uyumaya çalışması bile, solunum yolu nedeniyle kişi nefes almak için uyanmak horlama sesinden dolayı mümkün zorunda kalır olmuyordu. R. P. nefes almak için bir saat içinde ortalama olarak 57 kere Bunların dışında, aşırı şekilde horlama ve gün içerisinde uyanıyordu. Uykusu birinci ve ikinci uykusuzluk çekme diğer belirtiler arasındadır. evrede, nadiren derin uykudaydı. REM Uyku apnesinin yaygınlığı genel nüfus içerisinde erkekler uykusuna ise hiç geçemiyordu. % 3-7 arasında, kadınlarda ise % 2-5 arasındadır Uyku Bozuklukları Günlük Ritim Bozukluğu Kişinin, biyolojik saatindeki farklılıktan dolayı normal veya beklenen zamanda uyuyamamasını veya uyanamamasını içermektedir. Normal olmayan bu uyku döngüsünden dolayı kişi gün içerisinde aşırı uykusuzluk çekmekte ve normal işlevlerini yerine getirememektedir. Beş türü bulunmaktadır 1. Gecikmeli uyku evresi türü: Kişi normalden daha geç bir saatte yatmakta ve daha geç kalkmakta. 2. Öne kaymış uyku evresi türü: Uyku-uyanıklık ritminin erkene alınmıştır ve normalden erken saatlerde uyunur ve daha erken uyanılır. 3. Düzensiz uyku-uyanıklık türü: Tam bir gece uykusu yoktur ancak bunun yerine 24 saat içerisinde çok sayıda parçalanmış uykular yer almaktadır. 4. Yirmi dört saatlik olmayan uyku-uyanıklık türü: Uyuma ve uyanma zamanları sürekli olarak değişmekte ve 24 saatlik çevresel zamanla eş zamanlı olarak gitmemektedir. 5. Vardiyalı iş türü: Kişi vardiyalı çalışma saatlerinden dolayı uyunacak zamanlarda uyanık kalmakta, uyanık kalınacak saatlerde ise aşırı uykulu olma durum yaşamaktadır. Uyku Bozuklukları Parasomniler Jay, 66 yaşındadır ve sekiz yıldır uyku Uyku sırasında normal ve doğal olmayan hareketleri, davranışları, esnasında garip davranışlar yaptığını duyguları, algıları ve rüyaları içeren uyku bozukluklarıdır. belirtmektedir. Eşi, onun gece 2 ile 3 1. REM-dışı uykudan uyanma bozukluğu eş zamanlı olarak hem arasında konuşarak, bağırarak ve REM-dışı uykuyu hem de uyanıklığı içermektedir. Kişi uyku gülerek uyandığını söylemektedir. sırasında konuşma veya hareket etmeyi de içerecek şekilde tam Bazen uykuda iken doğrulmakta, olmayan bir uyanıklık yaşar, gözleri açıktır ancak çevresinin ellerini sağa sola hareket farkında değildir. ettirmektedir. Birkaç keresinde eşini 2. Karabasan bozukluğu, kişinin uyanmasını sağlayacak derecede yatakta elleri ile sıkıştırmıştır. Bazen şiddetli, korkutucu ve yaşamı tehdit edici içeriğe sahip rüyaları de, uykuda iken yataktan kalkmış, içermektedir. odadan çıkmış ve mutfakta masaya 3. REM uykusu davranış bozukluğu, REM uykusunda konuşmaları çarparak başını yaralamıştır. Jay, ve karmaşık motor hareketleri içermektedir. Görülen rüya uyanınca yaşadıklarını içeriğine uyumlu bir şekilde kişi çığlık atabilir veya eşini yaralayacak şekilde yumruk atma gibi davranışlar gösterebilir. hatırlamamakta, bazen uykuda iken birinin ona saldırmış gibi hissettiğini 4. Huzursuz bacak sendromunda ise kişi bacaklarında rahatsız edici belirtmektedir. Ayıca gün içerisinde ve hoş olmayan karıncalanma, sızlama gibi hoş olmayan duyumlar hisseder. Bunlara tepki olarak da bacaklarını hareket de aşırı şekilde uykusuzluk ettirmek zorunda kalır. çekmektedir. Rüyalar Herkes rüya görür mü? Rüyalarınızı hatırlar mısınız? Nasıl rüya görürüz? Rüyaların bir anlamı var mıdır? Rüyalar Nasıl Oluşur? Etkinleştirme-Sentez Teorisi Bu teori uyku sırasında gerçekleştirilen beyin tarama sonucunda elde edilen bulgulardan hareketle geliştirilmiştir. Bu teoriye göre REM uykusu sırasında beynin bazı bölgeleri etkin olurken, bazı bölgeleri ise pasif kalmaktadır. Farkında olma, göz hareketleri, içgüdüler, bedenin konumu, hafıza sağlamlaştırma, duygular, duyusal bilgileri işleme ile ilgili bölgeler aktif olmaktadır. Buna karşın hareket oluşturan kasları yöneten, mantık yürütmeyi ve düşünmeyi sağlayan bazı bölgeler ise aktif değildir.. Dışarıdan gelen uyaranlar beynin aktif olan bölgeleri tarafından yorumlanır ve rüyalara dönüştürülür. Rüyalar gerçek dışı olsa bile, duyusal ve duygusal içeriği yoğun olduğu için ve ön beyindeki bazı bölgeler aktif olmadığı için gerçek gibi görünmektedir. Bu sırada beyinde etkin olan bölgeler arasında, önceki anılarınızdan sorumlu olan, duygusal tepkilerinizi kontrol eden, bilgileri sentezleyen bölgeler olduğu için kişiliğinizin ve yaşamınızın belirli yönleri de rüyalarınızın bir parçası olur. Rüyalar Nasıl Oluşur? Bilişsel Rüya Kuramları Bu kurama göre, rüyalar anıların ve bilgilerin yeniden işlenme sürecidir ve bu süreçte zihin uyanık olduğu zamankine benzer yöntemleri kullanır. Bilişsel rüya kuramının odak noktası rüyaların içeriği, kaynağı veya anlamından ziyade süreç üzerindedir. Rüyalar çeşitli anlamsal veya anısal belleğe ait içeriklerin zihinde rastlantısal olarak etkin olması sonucunda oluşmaktadır. Uyku sırasında, zihnin bilgileri öyküsel formatta ve uyumlu bir şekilde birleştirmesi rüyalar ile sonuçlanmaktadır. Rüyaların Anlamı Psikanalitik Rüya Kuramı Freud rüyaları “bilinçaltına giden kraliyet yolu” olarak tanımlamış ve rüyaların kişinin bilinçaltındaki düşünce ve dürtülerinin ifadesi olduğunu ileri sürmüştür. Freud’un rüya kuramının üç temel yönü vardır; rüyaların neden görüldüğü, rüyaların nasıl ve rüyaların nasıl yorumlanacağıdır Neden rüya görürüz?: Psikanalitik kurama göre tüm davranışlarımız davranışlarımız bilinçdışı güçler tarafından oluşturulmaktadır. Ancak bilinçdışı güçler yıkıcı olabileceği için bilinçli olduğumuz zamanlarda, yani uyanıkken, açıkken ifade edilmesi yıkıcı olabilir. Bu nedenle bu bilinçdışı ifadeler uyku sırasında rüyalar aracılığı ile ifade edilmektedir. Bu bağlamda rüyaların iki işlevi vardır: uykuyu korumak ve dilek gerçekleştirmek. Rüyaların Anlamı Psikanalitik Rüya Kuramı Rüyaların nasıl oluşur?: Bilinçdışı yalın hali ile rüyalara aktarılmaz, sansür sisteminden geçmek için maskelenir. Yani Freud’a göre rüyalar bilinçdışının kılık değiştirmiş halidir ve bir görünen içeriğe bir de gizli içeriğe sahiptir. Bilinçdışının arzularını yansıtan gizli içerik, çeşitli semboller, görselleştirmeler aracılığı ile görünen içeriğe dönüştürülerek rüyalar aracılığı ile ifade edilmektedir. Freud tüm rüyaların bu şekilde oluşmadığını, bazı rüyaların gün içerisinde yapılan etkinliklerin kalıntıları olduğunu ileri sürmüştür. Rüyaların yorumlanması: Freud, kişinin rüyalarının tam olarak anlamını kendi başına bulamayacağını bunun için bir analistin yardımına ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Serbest çağrışım tekniği Kaynakça Işık, Ş. (2019). Psikolojiye giriş. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara. DUYGULAR Duygu; çevresel uyarıcılara ilişkin algı ve tepkilerimizi yöneten bilişsel, psikolojik ve davranışsal boyutlar içeren, olumlu ve olumsuz çizgide ve farklı yoğunluklarda değişen, içinde bulunulan bağlam ve kültür tarafından etkilenen çok yönlü bir deneyimdir. Duyguların İşlevleri  Hayatta kalmayı sağlar: Bunu dikkat, hafıza ve karar verme süreçlerini etkileyerek ve acil durumlarda hızlı bir şekilde tepki vermemizi sağlayacak fizyolojik mekanizmaları tetikleyerek gerçekleştirir.  İletişim aracı: Kişiler arası ilişkilerde ve ahlaki davranışlarımızda etkilidir.  Eğlence kaynağıdır: Neşe, coşku, merak gibi duygular hayatımıza farklılık ve haz sunan eğlence kaynaklardır. Duygular ve Dikkat İnsanoğlu herhangi bir anda sayısız uyarıcıyla çevrelenmiş durumdadır. Duygular, bu uyarıcı zenginliği içinde her türlü olası tehdit ya da kriz anında tehlikeli ile güvenli arasında kolayca ayrım yapabilmemizi sağlayacak şekilde dikkatimizi kontrol eder. Duyguların dikkat ile ilişkisini ortaya koyan önemli bir kavram algısal canlılıktır (perceptual vigilance) (Hansen ve Hansen, 1988). Algısal Canlılık: Çevremizdeki tehdit edici uyarıcıların tehdit edici olmayan uyarıcılardan daha kolay algılanmasıdır. Örn. Yılandan korkan bir kişi birçok görsel uyaran arasında yılanı daha kolay fark eder. Duygular, algısal sistemde fiziksel olarak tehdit edici uyaranlara öncelik tanırken psikolojik olarak tehdit edici uyaranların algılanması ise algı eşiğini yükselterek zorlaştırılır. Algısal savunma: Eleştiri ve alay içeren ya da bireyin değerleriyle çelişkili bilgiler gibi duygusal açıdan rahatsız edici ya da küçük düşürücü uyarıcıların diğer uyarıcılardan daha zor algılanması eğilimidir. Algısal savunma kavramına göre uyarıcılar bilinçaltı bir düzeyde duygusal önemi açısından değerlendirilir. Bilinçaltı seviyesinde rahatsız edici bulunan uyaranlara karşı duygusal mekanizmalar algı eşiğini yükseltir ve bu uyarıcıların farkındalık seviyesine ulaşmadan süzülmesine neden olur. Örn., sigara bağımlısı biri sigaranın zararları konusunda hazırlanmış diğerlerinin hayli dikkatini çeken son derece etkili bir afişin farkına varmakta zorlanabilir. Örn., sevdiği bireyin açık eleştiri ve hakaretlerini ilk fark eden kişi olması gereken birey, bu durumu diğerlerinden daha geç fark edebilir. Duygular ve Hafıza Duygular, – çevremizdeki uyarıcıların hangilerine dikkatimizi vererek belleğe aktarılmak üzere işleneceğini belirleyerek ve – dikkatimizi çeken uyaranların bilişsel olarak işleme derinliğini etkileyerek hafızamızı etkiler. Araştırmacılar, duygusal uyarım sağlayan içeriklerin daha fazla hatırlandığını ve duygusal klipleri izlerken katılımcıların duygularla yakından ilgili olan amigdala taramalarının daha fazla etkinlik gösterdiğini ortaya koymuştur. Duygular ve Karar Verme Duygular, çevredeki sayısız uyarıcılardan hangisine dikkatimizi yönlendireceğimizi belirlediği gibi, bu uyarıcıları nasıl anlamlandıracağımızı ve sonrasında vereceğimiz tepkiyi de belirler. Somatik İşaret Hipotezi: Karar verme sürecinde geçmiş deneyimlerimiz sonucu belli uyarıcılarla eşleşen somatik tepkilerimizin etkili olduğunu savunan anlayış. Damasio’ya göre uyarıcılara karşı oluşan yüz ifadesi, kalp atışı, hormonal etkinlikler, kasların gevşeyip gerilmesi gibi değişimler ve bu değişimlerle eşleşen duygular beyin tarafından işlenerek zamanla birlikte ortaya çıktıkları durumlarla ve bu durumların sonuçlarıyla birleşir. Böylece, gelecekte karar vermemiz gerektiğinde geçmişteki belli durumlarla ve bu durumların sonuçlarıyla eşleşen fizyolojik tepkiler ya da somatik işaretler ilgili duyguyu tetikleyerek karar verme sürecini etkiler. Örn., bir hata yaptığımızda annemiz tarafından azarlandığımızı düşünelim. Azar ve azarın sonucu oluşan hüzünle ilgili fizyolojik tepkiler hata deneyimiyle eşleşir. Bu durumda gelecekte öğretmenin sorduğu bir soru karşısında cevap verip vermemeye karar verme öncesinde daha önce bu tür bir durumla eşleşen fizyolojik uyarılma kaygı hissini tetikler. Böylece hata yapma ve hatanın sonuçlarına dair olumsuz beklentilerden dolayı sorulan soruya cevap vermemeye karar verebiliriz. İletişim Aracı Olarak Duygular Darwin’e göre türler arasında benzerlik gösteren duygular, çevresel ihtiyaçlara karşı gelişen ve hayatta kalmayı sağlayacak şekilde evrimleşmiş uyum sağlayıcı tepkilerdir. Duygular başkalarının niyetleri ve olası davranışları hakkında ipuçları sunarak sosyal ödül fırsatları ya da tehditler hakkında bilgi verir. Duygular, başkalarına karşı nasıl davranmamız gerektiği konusunda sağladığı ipuçları yanında, başkalarından ihtiyacımız olan destek ve yardımı elde edebilmemizi sağlayan sosyal bir etkileşim aracı olarak da işlevseldir. Duygular ve Ahlaki Davranışlar Ahlak, doğru ve yanlış/ iyi ve kötünün değerlendirilmesini gerektirir ki bu durum otomatik olarak duygusal tepkileri tetikler. Bireyler, ahlaki değer içeren cümleleri değerlendirirken beynin duygu bölgeleri de etkinleşir (Moll, de Oliveira- Souza ve Eslinger, 2003). Örn., ‘kanunları çiğnememeliyiz’ gibi ahlaki değer içeren cümleler ile ‘taşlar sudan oluşur’ gibi ahlaki açıdan nötr bilgi içeren cümleleri değerlendirirken ahlaki değer içeren ilk cümlede beynin duygu bölgesinin daha etkin olduğu görülmüştür. Wheatley ve Haidt (2005) denekleri sıklıkla kelimesini duyduklarında tiksinmelerini sağlayacak şekilde hipnotize etmişlerdir. Daha sonra, deneklerden ahlaksal olarak kabul edilmez ya da saygı uyandıran özellikler içeren hikaye karakterlerinin davranışlarını değerlendirmelerini istemişlerdir. Deneysel manipülasyon amacıyla hikayeler bazı durumlarda hipnotize edilen “sıklıkla” ifadesini içerirken, bazı durumlarda “sıklıkla” ifadesi içermeksizin sunulmuştur. Katılımcılar daha önce tiksintiye hipnotize oldukları “sıklıkla” kelimesi içeren hikayelerdeki ahlaksal olarak saygı uyandıran davranışları ahlaksal olarak kabul edilmez olarak yargılamışlardır. Pozitif duygular ahlaki olarak doğru olmayan davranışları daha kolay kabul etmemizi sağlarken (mutlu insanlar yanlış kararları daha az sorgular) negatif duygular ise doğru olan davranışları dahi kabul edilemez olarak algılamamıza sebep olabilir. DUYGULARIN NÖROBİYOLOJİSİ Afektif Nörobilim: EEG, MRI, fMRI

Use Quizgecko on...
Browser
Browser