Document Details

OverjoyedBowenite6075

Uploaded by OverjoyedBowenite6075

Tags

Türk dış politikası uluslararası ilişkiler kültürel boyut tarih

Summary

Bu belgede Türk dış politikasının çeşitli boyutları ele alınmaktadır. Kültürel, tarihsel ve stratejik faktörler incelenmektedir. Belge, muhtemelen bir akademik çalışmanın veya araştırmanın bir parçasıdır.

Full Transcript

I) TDP'nin Kuramsal Çerçevesi A) TDP'yi Etkileyen Temel Öğeler Türk dış politikasını (TDP) etkileyen ve ona bu bazen olumlu bazen olumsuz ama kesinlikle karmaşık nitelikleri kazandıran öğeleri şu başlıklar altında ele alabiliriz: 1 ) Kültürel Boyut Türkiye çok yönlü bağlantılara ve kültürlere sahi...

I) TDP'nin Kuramsal Çerçevesi A) TDP'yi Etkileyen Temel Öğeler Türk dış politikasını (TDP) etkileyen ve ona bu bazen olumlu bazen olumsuz ama kesinlikle karmaşık nitelikleri kazandıran öğeleri şu başlıklar altında ele alabiliriz: 1 ) Kültürel Boyut Türkiye çok yönlü bağlantılara ve kültürlere sahiptir. Bunları Asya, Orta Doğu/ls­ lam, ve Batı olarak sınıflandırmak mümkündür. Asya Topraklarının yüzde 9 7'.si Asya'da bulunan Türkiye yer yer ve zaman zaman feodal ve göçebe toplumun izlerini taşır. Halk mutfağında kebap ve pidenin egemenliği (göçebe toplumun sebze üretememesinden doğan, et ve un temelinde mutfak alış­ kanlıkları) halen sürer. lç politikada insanlar karşısındakiyle belli bir orta noktada uzlaşarak kazanımlarını sürekli kılmak yerine, karşısındakini ortadan kaldırmayı tercih eden bir genel tutum içindedirler. Politikacılarının çok kaliteli olduğunu id­ dia etmek kolay değildir. Kurumlardan çok, güçlü öndere eğilim görülür. Askeri darbeler yapıldığı zaman, aileden devlete varıncaya her alanda demokrasiye değil de otoriteye alışmış halk, hemen destekler. Bu Asya boyutu gereği, baskı ve sıkıntı karşısında çok sabırlı ve hatta pasif dav­ ranmanın yanı sıra, insanlar çabuk da sinirlenir ve mevcut durumla orantısız sert­ likte tepki gösterebilirler. Bunun dış politikaya da yansımaları görülür; rasyonel düşünen karşı müzakereci taraf, bu kadar sabnn sonunda bu kadar büyük tepki beklemediği için şaşırabilir. Yine bu özellik, çıkarların karşılıklı müzakere ve pa­ zarlıkla yürütüldüğü bir dönemde ve düzende, zaman zaman "masadan çekilme" veya "küsme" biçiminde kalıplar sergilenmesine de yol açabilir. Türkiye'de demokrasi yeni ve zayıftır. 2004'te nihayet kaldırmadan önce Türkiye idam cezasını kaldırmamak için yıllarca direnmiştir. Durmadan, istisna oluştura­ cak durumlar düşünmüştür. lnsan haklan kavramı yeni ve sallantılıdır. Bu haklar özellikle dışarıdan önerildiği zaman bir tür ksenofobiye (yabancı düşmanlığı) dek varabilen bir tepki doğurabilir. Orta Doğu/lslam Bizzat Orta Doğu teriminin bile nereyi anlatmakta kullanıldığı belirsizdir ve Türki­ ye için "Burası Türkiye" , "Her an için herşey olabilir" gibi deyimlerin kullanılması bu açıdan anlamlıdır. En başta gelen ortak niteliği lslam olan Orta Doğu'daki bir ülke olarak, Türki­ ye'de halk yüzde 98 oranında Müslüman'dır. Bu dinsel öğe, örneğin Müslüman Boşnaklara veya Çeçenlere baskı yapıldığı zaman kamuoyunda bir sempatinin ha­ rekete geçmesine yol açar. Diğer yandan lslam, Rusya'nın geleneksel düşman oldu- 20 ğumm da etkü;ini yanına alarak, komünizmin yaygın bir tepki görmesi ve bunun sonucu olarak da Amerika'nın destek bulması sonucunu doğurur. Buna karşılık, Türkiye islami ilkelere yabancıdır; devlet laik ilkelere göre çalışır. Orta Doğu'nun ikinci yaygın özelliği Arap öğesinin başatlığıdır. Türkiye bir yandan bu öğeye yabancıdır, bir yandan da bu öğe Türkiye'yi Orta Doğu ülkesi saymamaktadır. Batı Türkiye topraklarının yalnızca yüzde 3'ü Avrupa'da bulunmakla birlikte, ülkede çok büyük bir Batı etkisi vardır. Türkiye Orta Doğu'nun Batı'ya her bakımdan en yakın, en Batılılaşmış ülkesi ve israil'le birlikte tek demokrasisidir. Daha önemlisi, Türkiye, dünyada ezici çoğunluğu Müslüman olup da laiklik/laik­ leştirme politikasını en katı biçimde uygulayan devlettir. Hatta, Müslüman olmayan ülkelerde laikleştirme politikası uygulamaya gerek olmadığı hesaba katıldığında (bkz. Laiklik-Sekülerlik kutusu, s.22) , Türkiye'nin tüm dünyada tek laikleştirme po­ litikası uygulayan devlet olduğu dahi söylenebilir. Kapitalist ülkeler içinde görülen en radikal ve en başarılı yukarıdan devrimle (bkz. Yukarıdan Devrim kutusu, s.23) üstyapısını iradi olarak Osmanlı tarihinden, dilinden, kültüründen (yani, Asya ve Orta Doğu'dan) koparmış Türkiye'nin bütün yönetici seçkinleri Batılılaşmıştır. Üste­ lik, bu seçkinler, sömürge yönetimi yaşamış diğer azgelişmiş ülke seçkinlerinden yaklaşık 1 yüzyıl önce (yani, 1839'dan sonra) Batılı modernleşmeye açılmışlardır. Bunun sonuçları çok çeşitlidir. Bir kere, Türkiye'nin bu kültürel niteliği, yukarı­ daki diğer iki kültürel niteliğiyle kesin zıtlık halindedir. İkincisi, Batı, Türkiye'yi Batılı kabul etmemektedir. Üçüncüsü, genel olarak Türk insanı Doğu/Orta Doğu kültürü ile Batı kültürü arasında bir kimlik karmaşası yaşamaktadır. Dördüncüsü, bu konuda seçkinler ile halk arasında ihmal edilemeyecek bir farklılık bulunur. Bütün bu durumlara rağmen, politikayı ve özellikle de dış politikayı saptayan ta­ baka olan seçkinlerin kesinlikle Batılılaşmış olması, devlet yapısında Batı değerleri­ nin orta ve özellikle uzun vadede üstün olmasını sağlar. Bu açıdan, Türkiye'nin durmadan Batı'ya ve Batı kurumlarına eğilim göstermesi doğal bir sonuçtur. 2) Tarihsel Boyut Türkiye Cumhuriyeti, Osmaniı imparatorluğunu yıkmış olan devlettir. Bununla birlikte ve doğal olarak, birçok özelliğini bu büyük imparatorluktan devralmıştır. Osmanlı İmparatorluğu hernekadar "Avrupa'nın Hasta Adamı" diye anılsa da bir Avrupa devletidir. Osmanlı vezirlerinin Duraklama'ya kadar çok büyük çoğunluğu Rumeli, yani Avrupa kökenlidir. Özellikle istanbul'un alınmasından hemen sonra­ ki dönemde Anadolu kökenli sadrazam pek görülmez; Kanuni'nin 9 veziriazamın­ dan 7'si Hıristiyan kökenliydi (Mantran, cilt 1, s. 228) (bu konuya "Dünya Ticaret Yollarının Değişmesinden, Sevres'e Giden Yol" başlığı altında tekrar geri döneceğiz, s. 1 16). Osmanlı, 19. Yüzyıl Avrupa güç dengesinin vazgeçilmez parçasıdır ve za­ ten bu niteliğin Osmanlı diplomasisi tarafından çok akıllıca ve dikkatlice kullanıl­ masıdır ki imparatorluğun ömrünü yaklaşık 100 yıl kadar uzatmıştır. Aynı şeyleri, dünyanın bu coğrafyasında kurulmuş başka devletler, özellikle de Bizans için söylemek mümkün olduğu gibi, Türkiye için de söylemek mümkün- 21 Laiklik-Sekülerlik Türkiye'de çoğu zaman (ve yanlış olarak) ina nca müdahale edebilir, ne de herhangi özdeş algılanan bu kavramlardan birincisi bir dinsel inanca en ufak bir yardımda bulu­ devlet'e, ikincisi ise toplum'a ilişkindir. Birin­ nabilir. Çünkü bizzat federal devlet, çok et­ cisi bir devlet politikasıdır, ikincisi toplumun nili ve çok dinli bir toplumda, bu tür bir "ta­ bir niteliğidir. rafsızlık" üzerine kurulmuştur ve işlemekte­ Din, feodal (tarımcı) toplumların tutunum dir. Türkiye'de dinsel ideolojiye sahip kişi ve ideolojisidir (tutu num ideolojisi -cohesion kuruluşlar, "ABD tipi laiklik" derken, sadece, ideology-: "bir toplumu birarada tutan te­ ABD'de devletin hiçbir din ve inanca müda­ mel ideoloji" olarak kabaca özetlenebilir). hale etmemesini anlamaktadırlar. Bu nedenle, feodal kalıntılar taşıyan toplum­ Bu konuda son olarak, laiklik-demokrasi lardaki din-devlet ilişkileri, bu kalıntıları tasfi­ ikilemine değinmekte de yarar vardır: ye etmiş toplumlardakinden epey farklıdır. Yukarıda Fransa için söylenenlerden de Birinci tip ülkelerin en net örneği Türki­ anlaşılacağı gibi, laiklik politikasının a macı ye'dir. Bu ülkede devlet, Batıcı seçkinlerinin sekü ler bir topl u m yaratmaktır. Bu süreç anayasadaki "laiklik" ilkesine yansıyan irade­ içinde demokras.i ilkesi doğal olarak zedele­ si gereği, din'i sürekli ve güçlü biçimde de­ nebilir, çünkü toplumun büyük çoğunluğu netim altında tutarak ülkenin iman'a daya­ feodal bir kafa yapısı gereği, din kavramını nan dinsel ilkelere ("şeriat'a) deM akl'a da­ kullananlara oy verme eğilimindedir. "De­ yanan rasyonel ilkelere göre yönetilmesini mokrasinin zedelenmemesi" için toplumun sağlamaya çalışır. Bu, "yukarıdan devrim"in kendi iç dinamiğiyle ağır ağır sekülerleşmesi­ laiklik politikasıdır. (Türkiye örneğinin tersi, ni beklemek gerekir ki, bu arada temel in­ tabii ki, S. Arabistan türü "şeriatçı" ülkeler­ san (en çok da, kadın) haklarının ağır ihlale dir. Ayrıca, arada Mısır gibi "gri" ülkeler de uğrayacağ ı açıktır. vardır, ama buralarda Türkiye tipi bir laiklik, Bununla birlikte, gözükara biçimde uygu­ daha doğrusu laikleştirme politikası uygu­ lanan bir laiklik politikasının, aydınları n bir lanmaz, uygulanamaz). tahakküm a racı o la ra k kullanıldığı da bir ikinci tip ülkelerde ise devletin laiklik poli­ gerçektir. Bu nedenle, laiklik politikasının, tikası izlemesine gerek yoktur, çünkü devle­ din'in devlete müdahalesini önlemek gibi te­ tin dinsel ilkelere göre yönetilmesini savuna­ mel bir görevinin olması, ama bireylerin din­ cak feodal kalıntılar uzun zaman önce bur­ sel tercih ve uygulamalarını engellemek gibi juva ("altyapı") devri mleriyle ciddi biçimde bir yetkisinin olmaması gerekir. tasfiye edilmişlerdir. Bu toplumlar artık "se­ Özet olarak: Seküler toplum, demokrasi külerleşmişlerdir". lngiltere ve 1 905'ten iti­ için bir ön koşuldur. Dolayısıyla, Türkiye gibi baren de Fransa bunlara örnek gösterilebilir ülkelerde onu yaratmaya yönelik laiklik poli­ ( 1 789-1 905 arası laiklik politikası uyguladı tikası d a öyledir. Ama bu politika, hassas ve sonunda toplumu sekülerleştirdi). uyg u l a n m a d ı ğ ı zaman, demokrasiyi ihlal ABD ise, seküler toplum açısından uç bir edebilmektedi r. Bunu ö n l e m e n i n çaresi, örnektir, çünkü bu ülke feodal dönemi hiç din'in bir ülkede siyasal iktidara talip olmak­ yaşamamıştır; Avrupa'dan gelen göçler ne­ tan vazgeçerek "sistem"e entegre olduğu deniyle, kabile döneminden ticaret kapitaliz­ oranda laiklik politikasını giderek yumuşat­ mine doğrudan geçiş yapmıştır. Dolayısıyla, mak ve toplumsal oydaşma yoluna gitmek kuruluşundan beri, dinler ve inançlar karşı­ olarak saptanabilir. Türkiye' de "Amerikan ti­ sında tamamen nötrdü r. ABD'de devlet, pi laiklik" a ncak ondan sonra mümkün ola­ a n ayasa n ı n 1 n u ma ra l ı d e ğ i ş i k l i ğ i ( first bilecektir. amendment) gereği ne herhangi bir dinsel (B. Oran) 22 dür. Türkiye de dikkatli bir dış politika sayesinde olduğu ndan dah a önemli bir devle t rolü oynamaktadır. Zaten Osmanlı olsun, l 453'ten sonra modelini kopya et­ tiği Bizans olsun (Osmanlı padişahlarının "Sultan-ı lklim-i Rum" , yani (Doğu) Ro­ ma Sultanı unvanını taşıdıkları anımsanmalıdır) statükoyu iyi değerlendi ren den­ geci dış politikaları sayesindedir ki zayıfladıktan sonra uzu n süre yaşayabil mişler­ dir. Bu nitelik, TDP'nin statükocu ve dengeci niteliğinin kökeninde yatar. Dahası, Türkiye'nin laik niteliğinin köklerini Batı'dan çok önce, Osmanlı'da ve Bizans'ta aramak uygundur. Osmanlı'da şeriat düzeni egemenmiş gibi gözükse de, dünyevi düzeni yöneten padişah buyrukları kesinlikle daha önemliydi. Türklerin lslam'dan önce uzun bir geçmişe sahip olmasının yam sıra, lstanbul'un alınmasın­ dan sonra imparatorluklaşan Osmanlı'nın gündelik yaşamı Islam'ın 7. Yüzyıl Arap kabilelerine getirdiği kurallarla yönetilemeyecek kadar karmaşıklaşmıştı. Zaten, Osmanlı'da devletin din'i kesinlikle güçlü pençesi altına almış olduğunu da unutmamak gerekir. Gerçi padişah fermanlarının şeriata uygunluğu dinin başı olan şeyhülislamın vereceği fetva ile saptanıyordu ama, bu 1 numaralı din adamı, Padişah tarafından atanarak getirilen ve dolayısıyla azledilebilen, azledildikten son­ ra da (ulemanın kam yere akmasın diye) istendiği anda yay kirişiyle boğdurulabilen bir devlet memurundan ibaretti. Osmanlı da bu çok önemli olguyu Bizans'tan almış­ tı. Osmanlı döneminde yalnızca 2 Fener Rum patriği idam edilmişti ama, Bizans'ta Vasileus'un (imparatorun) idam ettirdiği Fener Rum patriği sayısı belirsizdir. Bu açılardan, Türk diplomasisi Osmanlı diplomasisinin doğal uzantısıdır. Bu ne­ denledir ki yeni devlet kurulurken dış politika, bugün kurulan yeni devletlerin ya­ şadığı sıkıntıyı ve acemiliği yaşamamıştır. Lausanne'da " Düvel-i Muazzama" karşı­ sında büyük direnç ve başarı göstermiştir. Hatta, 19 19-23 ve 1923-39 dönemlerini incelerken rastlayacağımız gibi TDP'nin yürütülmesinde anlamlı bir inatçılık ve hat­ ta bir imparatorluk gururu görmek zor değildir. Nitekim bu gurur bizzat Kurtuluş Yukarıdan Devrim Bu kavram, devrimin/devrimci de işikliklerin farı zamanla altyapıda (yani ekonomik temel­ aşa ıdan yukarıya (yani, sosyo-ekonomik ge­ de) bile de işikli e yol açmıştır. Örne in, Os­ lişmenin do al evrimi ve baskısıyla} de il, manlı döneminde mirastan kız evlada 1 , er­ "Devrimci" devlet örgütünü ele geçiren seç­ kek evlada 2 pay verilmesine karşılık, 1 926' da kinlerin iradesiyle yukarıdan aşa ıya gerçek­ Medeni Kanun çıkartılarak eşitlik sa landık­ leştirilmesi fikrini ifade eder. tan sonra Anadolu'da mülkiyet yapısı buna Di er bir deyişle, toplumun dura an yapısı uygun olarak de işiklik göstermiştir. yüzünden aşa()ıdan yukarıya bir türlü do al Yukarıdan devrim konusunda akılda tutul­ olarak gerçekleşmeyen devrimci de işiklikler, ması gereken şey şudur: Bir kere yapıldıktan "halkın iradesini temsilen o rtaya çıkan ve ge­ sonra örne in her on yılda bir tekrarlanamaz. rekti inde yı ınların geçici ve aydınlanmamış Bir toplum ilelebet patronaj (baskı) altında tu­ kanı ve tutumlarına ra men toplumu yöne­ tulamaz. iç dinamik tetiklenir, ondan sonra ten" seçki nler tarafı ndan, zorla ve üstyapı artık gelişmesine bırakılır. Üstelik, bu "periyo­ (hukuk) kullanılarak gerçekleştirilecektir. dik" müdahaleler, ayrıcalıklarını korumak iste­ Bunun en başarılı örneklerinin başında, yen sivil ve asker kadroların sınıfsal korkularını 1 920 ve 30'1ardaki Kemalist yukarıdan devrim ve çıkarlarını da yansıtıyor olabilir. gelir. Kemalizm'in üstyapı reformlarının bazı- (B. Oran) 23 Savaşını başlatan bir unsur olacaktır, çünkü bu savaş 19 19'da lzmir'i işgal eden dev­ letin herhangi bir devlet değil, "eski teba" bir devlet olmasıyla tetiklenecektir. Bu arada, Türkiye'nin çok ilginç (ve çelişkili) bir niteliği de şudur: Bir yandan Os­ manh'yı alfabesine varıncaya kadar reddetmiştir, padişahını hain ilan etmiştir; ama diğer yandan da aradaki sürekliliği hep kabul etmiştir. Nitekim, Osmanlı'nın geçmiş­ teki kimi eylemlerinin sorumlusu olarak suçlandığı zaman, bu sorumluluğu üzerin­ den atmaya çalışmamıştır. Örneğin, Osmanlı akınlarından kalma "Türkler Geliyor! " psikolojisi olsun, Ermeni soykırımı söylemleri olsun, Türkiye tarafından kendisini il­ gilendirmediği biçiminde bir savunmayla savuşturulmamıştır. T. C. , Osmanlı'nın rejim'ini reddetmiştir, devlet'ini değil. lki devlet arasındaki çok önemli fark sorulacak olursa o da şudur ki, Osmanlı diplomasisine verilen görev çokuluslu ve çok dinli-mezhepli bir imparatorluğun, Türk diplomasisine verilen görev ise ulus-devletin ayakta tutulmasıdır. 3) Stratejik Boyut Bu boyutu üçe ayırarak incelemek uygun olur: Coğrafi Faktör (Türkiye'nin jeo­ stratejik Konumu, Türkiye'nin Komşuları, Türkiye'nin Boğazlan) , Bölgesel Güven­ lik Çemberleri, ve bir de, Dünya Güç Eksenleri. a) Türkiye'nin Coğrafyası Bu faktör TDP'yi hem "kötü" hem de "iyi" yönde etkileyen çok önemli verilerin kaynağıdır. Jeostratejik Konum Türkiye Cumhuriyeti toprakları çok stratejik bir noktada yer alır. Bir yandan Bal­ kanlara, bir yandan Kafkaslara, bir yandan da Ortadoğu'nun Bereketli Hilal'ine ula­ şır. Bunun yanı sıra, Türkiye toprakları sınaileşmiş Batı ile enerji kaynakları (Orta Doğu, Hazar) arasında yer alır. Bu konumu, Türkiye'ye kendi boyutlarını aşan bir önem ve avantaj kazandırır. Buna karşılık, bu toprakların tarihsel (ve güncel) göç yollan olması (zaten Os­ manlılar da bu nedenle buraya gelmişler ve sonunda yerleşmişlerdir) Türkiye'ye büyük güvensizlik duygusu da getirir ve TDP'nin güvenlik faktörünü fazlasıyla önemsemek zorunda kalmasına yol açar. Komşular Bir ülkenin komşularının sayısı ve niteliği ile o ülkenin güvenliği arasında güçlü bir bağ bulunduğu, kantitatif incelemelerle de kanıtlanmıştır. Sınır sayısı arttıkça, bir ülkenin saldırıya uğraması, tehdit edilmesi ve birden fazla cephede savaşa gir­ mesi olasılığı da artar. Türkiye, dünyanın bu çok hassas jeostratejik bölgesinde sayıları zaman içinde hiç azalmayan komşularla çevrilidir. lkinci Dünya Savaşından önce 8 komşusu bulunur­ ken (Yunanistan, Bulgaristan, SSCB, Iran, Irak ve Kıbrıs üzerinden İngiltere, Suriye üzerinden Fransa, Onikiadalar üzerinden İtalya) , Savaş sonrasında bu sayı 6'ya inmiş (Yunanistan, Bulgaristan, SSCB, Iran, Irak, Suriye, ve 1960'ta Kıbrıs) , Soğuk Savaş. 24 sonrasında S'e çıkmıştır (Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ennenistan, Nahcivan nedeniyle Azerbaycan, lran, Irak, Suriye). Hatta, deniz üzerinden düşünüldüğünde, bu komşuların sayısı 12'dir (diğerlerine ek olarak Ukrayna, Kıbns, Rusya, Romanya). Diğer yandan, bu komşuların nitelikleri de güven telkin etmekten uzaktır. "Ka­ bahat"m kimde olduğu önemli değildir; Türkiye'nin bu komşuların büyük çoğun­ luğuyla tarihsel ya da çıkarsal anlaşmazlığı bulunduğu gerçeği önemlidir. Gerçi en güçlü (ve tarihte en sorunlu) komşusu SSCB bugün artık yoktur ve onun ardılı Rusya Federasyonu Türkiye'ye resmen sınırdaş değildir ama, Kafkaslarda bitmeye­ cek görünen etkisi nedeniyle komşu olmaya devam etmektedir. Zaten, Kürt milli­ yetçiliğinin bağımsızlık istemesinin Türkiye'ye en itici gelen taraflarından biri de, Rus faktörüne karşı Doğu Anadolu'nun Türkiye'ye sağladığı, güvenlik açısından çok önemli "ülke derinliği"nin ortadan kalkacak olmasıdır. Bu durumda Türkiye'nin güvenlik endişeleri onu ittifaklar aramaya itmektedir. Türk Boğazlan Türkiye'nin stratejik önemi, Boğazlara sahip bulunması nedeniyle bölgesel boyuttan evrensel boyuta çıkmaktadır. Bir kere, Boğazlar, nükleer silah sistemlerinin gelişme­ siyle ortadan kalkmamış bir stratejik öneme sahiptir ve bu nedenle Türkiye evrensel gelişmeleri etkileme olanağı elde etmektedir. lkincisi, Boğazlar bu nitelikleriyle Tür­ kiye'yi evrensel gelişmelerin etkisine açmakta, Türkiye'ye sorun taşımaktadır. Diğer yandan Boğazlar, savunması pek güç ve sorunlu bir bölgedir. Hava saldırı­ larına ve denizden gelecek tehlikelere açık olmaları bir yana, Türkiye burayı savun­ mak açısından Avrupa tarafında ülke derinliğine sahip değildir. Zaten, en güçlü olan 1. Ordu'nun burada konuşlandırmış olması da bunu göstermektedir (Aydın, s.58). b) Türkiye'nin Bölgesel Güvenlik Çemberleri ve 1kilemleri Türkiye'nin genel jeostratejik konumu ve komşuları açısından bakıldığında TDI ülkenin güvenlik politikasına bütüncül bir yaklaşımla çözüm bulmak zorunda kal­ maktadır. Çünkü Türkiye'nin üzerinden geçen ve birbirinden önemli olan 5 bölg ­ sel güvenlik çemberi bunu gerektirmektedir: Bir kere, bu çemberler birbirinin içi­ ne geçmiş durumdadır. ikincisi, bunların içindeki güç dengeleri birbirine bağlıdır. Üçüncüsü , bu çemberler· arasmda doğal sınırlar ve engeller yoktur; bunlar arasın­ daki coğrafi farklılıklar tamamen yapaydır. Dördüncüsü, Türkiye bunların arasın­ daki güç dengesinde tam bir dingil görevi yapmak, uyum sağlamak zorundadır. Be­ şincisi, bu çemberlerin her biri Türkiye için ikilemler getirmektedir (Sander). Güvenlik sorununa TDP'nin bakışım belirleyen 5 farklı açı ve bu bakış açılarının her birinde Türkiye açısından mevcut bulunan ikilemler şöyle sıralanabilir: Avrupa Perspektifi Süper devlet ilişkilerinin egemen olduğu global sistemden etkilenen bu perspektif açısından Türkiye'nin klasik ikilemi şudur: Batı ittifakında (NATO) aktif biçimde yer almak, ama bu nedenle kuzeydeki büyük komşuyu (SSCB, Rusya) tehdit etme­ mek. Bu ikilem son yıllarda bir ikincisiyle tamamlanıyor gözükmektedir: AB'ye gir­ mek, ama içişlerine müdahale ettirmemek. 25 Balkan Perspektifi Balkanlar Türkiye için çok önemlidir, çünkü Avrupa'ya açılış kapısıdır. Zaten, 1990 sonrası dönemde göreceğimiz gibi, TDP'nin Bosna sorununa harcadığı eme­ ğin temel nedeni budur. Bu kapının bir biçimde, bir yanından, her zaman açık kal­ ması gerekir. Türkiye gibi bir devletin, kendisi için bu denli önemli bir bölgeyle sürekli ilgilenmesi şarttır. Burada da ikilem şudur: Balkanlarda sürekli etkin ol­ mak, ama Bulgaristan ile Yunanistan yollarından en az birini sürekli açık tutacak biçimde davranmak. Bu nedenle, Türkiye bu iki devletin ikisiyle birden aynı anda kavgalı olmak lüksüne sahip değildir ki, böyle bu sorun 1984 sonundan 1990'a ka­ dar gündemde bulunmuştur. Akdeniz Perspektifi Bu perspektifte Türk-Yunan ilişkileri egemen konumdadır ve ikilem de şudur: Tür­ kiye kendisini batıdan saran Yunanistan'la ve güneyden saran Kıbns'la ilişkilerinde yaşamsal çıkarlarını korumak zorundadır. Çünkü Ege adalan İstanbul ve İzmir li­ manlarını felce uğratabilir ve Kıbrıs da bu kıskacı tamamlayabilir. Zaten, Türki­ ye'nin bu Ege'den sarılma olgusunun, ülkenin şimdiye kadar ilan ettiği tek "savaş nedeni" (casus belli -kazus belli okunur) durumu olmasının nedeni budur. Ama Türkiye, bunu yaparken, Avrupa'yla bağlantısını kesebilecek bir müttefikini (Yuna­ nistan) düşman haline getirmemek zorundadır. Çünkü bütün ilişkileri kendi batı­ sıyla olan bir Türkiye'nin uğrayacağı zarar, kendi doğusuyla fazla ilişkisi bulunma­ yan bir Yunanistan'ın uğrayacağı zarardan fazla olabilir. Diğer yandan, ABD'nin her zaman tepkisini çekmiş olan Türk-Yunan ikilemi, Yunanistan'ın AB'ye tam üye ol­ masından bu yana daha da ciddileşmiştir. Orta Doğu Perspektifi Global sistemden ve ülkeler arası çatışmalar gibi çok sayıda değişkenden etkilenen, petrol deposu bu bölgede Türkiye'nin ikilemi şudur: Hem etkin rol oynamak duru­ mundadır, hem de bunu yaparken bölgenin iç sorun ve çatışmalarla dolu sayısız girdaplarının içine çekilmemek zorundadır. Bunun yanı sıra, Ortadoğu, Türkiye için Kürt sorunu açısından da çok büyük önem taşımaktadır. Kuzey lrak'a 1 983'ten beri askeri harekatlar yapılmaktadır. Ma­ yıs 200 l'de yalnız "stratejik önemi olan kamu kuruluşlarına" gönderilen ve basına da sızdırılan bir iç genelgede yer alan "Irak Politikamıza llişkin Öncelikli Önlem­ ler" adlı Dışişleri raporunda "Kuzey Irak'ta Kürt devletinin ilanı, tarafımızdan müda­ hale nedeni sayılmalıdır" (Cumhuıiyet, 13.05.200 1) denilmesi ise, bu müdahalele­ rin bir devlet politikası ilkesine dönüştüğünün belgesi olmuştur. Kafkas Perspektifi SSCB'nin yerini alan Rusya'nın egemen konumda bulunduğu, Türkiye için de pet­ rol ve doğal gaz boru hatlarının çok önemli kıldığı bu perspektifte Türkiye'nin iki­ lemi şudur: Hem burada kendine yakın ve güçlü yönetimleri destekleyerek Rus et­ kisini hafifletmek ve enerji hatlarını kendi üzerinden dünyaya açmak, hem de bu­ nu yaparken Rusya'yı kızdırmamak. Kaldı ki Rusya, ABD'nin şu anda engel tanı­ mayan gücüne karşı çok önemli bir denge unsuru olabilecektir. 26 c) Türkiye'den Geçen Dünya Güç Eksenleri Anadolu'nun bir "köprü" olduğu hep söylenegelnUştir. Bu ön erme yal nızca coğrafi anlamda değildir. Çok daha önemli iki anlam la da yüklüdür (Sander): Birincisi, Soğuk Savaş'ın başlamasıyla birlikte uluslararası sistem de oluşan stra­ tejik, siyasal, ideolojik, ve ekonomik bir eksen dünyayı ikiye bölm üştür ve bu Ball­ Doğu Ekseni dikey olarak tam Türkiye'nin üstünden geçmiştir. Truman Doktrini, NATO, Avrupa Konseyi, OECD gibi proje ve kurumlara giren Türkiye bu eksenin Batı bölümünde yer almıştır. !kincisi, 1980'lerin sonundan itibaren, bu eksenden daha önemli bir ikincisi be­ lirmeye başlamıştır. Daha çok ekonomik nitelikte olan bu Kuzey-Güney Ekseni de yatay olarak tam Türkiye'nin üzerinden geçmiştir. Türkiye'nin çabası, bu eksenin kuzeyinde yer almaktır ve AB'ye giriş mücadelesi de bu nedenledir. Türkiye birinci eksen açısından karar vermede fazla güçlük çekmemiş ve başta güvenlik, çok çeşitli nedenlerle Batı'yı tercih etmiştir ama, ikinci eksen söz konusu olduğunda diplomatik karar almak daha zor olmaktadır. Örneğin BM'deki çeşitli toplantılarda Türkiye Daimi Temsilciliğinin oy verirken lslam Konferansı Örgütü üyeliği, AB'ye aday üyelik ve Güney'le (örneğin, Afrika) birlikte oy verme konu­ sunda zaman zaman çok sıkıştığı, bilinen bir husustur. 4) İç Yapısal Boyut Genel-Tarihsel Açıdan Anadolu'nun etnik ve dinsel yapısı, Türkiye'nin öncülü Osmanlı dış politikasını çok derinden etkilemiştir, çünkü Osmanlı'yı sürekli olarak batıya götürmüştür. Osmanlı'yı buna iten birçok neden vardır. Bizans'ın bozulmuş feodal yapısının büyük bir sömürü ve hatta kaos içermesi, çok daha adil olan Osmanlı pre-feodal düzeninin Bizans halkı tarafından bir tür kurtarıcı gibi karşılanmasına ve dolayı­ sıyla fetihlerin Bizans ve Balkan topraklarında kolay ilerlemesine yol açmıştır (alt­ yapısal faktör). lslam'ın gaza düzeni Batı'yı "Dar-ül harp" ilan ederek fetih ekono­ misinin yürütülmesini kolaylaştırmıştır (üstyapısal faktör). Ayrıca, özellikle Doğu Anadolu'nun arızalı bir yapıya ve verimsiz bir ekonomiye sahip olmasına karşılık Anadolu yarımadasının batısının ovalık ve ilerlemeye uygun oluşu da Osmanlı'yı Batı'ya yöneltmiştir (çevresel faktör). Bu sayılan nedenlerin dışında ve çok önemli olarak, Anadolu'nun etnik/din­ sel/sınıfsal yapısının çıkardığı sorunların Osmanlı'yı Batı uygarlığıyla çok yakın temas kuracak biçimde hep batı yönünde ilerlemeye ittiği de hesaba katılmalıdır. Bir defa, ileride Osmanlı imparatorluğunu kuracak olan Türkler Orta Asya'dan gelip de sınırlı sayıda çadır halkıyla Anadolu'ya ayak bastıklarında, yarımadanın otokton (göçmen olmayan, buranın eski halkı) olarak, Ermenilerin yanı sıra, iki tür halk bulmuştur: Rumlar (Bizans) ve Kürtler. !kinciler, birincilere karşı 1071 Malazgirt'te Türklerle birlikte çarpışınışlardır. Dağlarda yaşadıkları için bu Kürt­ ler, Il. Mahmut yönetiminin merkeziyetçi çabalarına kadar yarı özerk yönetimler olarak bırakılmıştır. Yani, Kürt bölgeleri, gerek bu halkın büyük çoğunlukla Sün­ ni Müslüman olması, gerekse bu yan özerklik durumu nedeniyle fethedilmeye 27 uygun olmayan bir nitelik g östermiştir. Sonuçta, Osmanlı hep batı yönünde ilerle- meye eğilimli olmuştur. , ikincisi, Osmanlı'yı batı yönünde gitmeye zorlaya n bir unsur da Türkmenlerdir. Osmanlı'nın doğu yönündeki sınırlı sayı ve nitelikteki seferleri ise, esas olarak, Av­ rupa'daki büyük fetihlere girişmeden önce büyük rakip Iran'ı sindirmeye ve böyle­ ce arkasını garantiye almaya yöneliktir. Fakat burada esas olay askeri, etnik, dinsel, ideolojik olmaktan çok, Anadolu'nun sınıfsal yapısıyla ilgilidir. Orta Asya'dan dur­ madan Türkmen göçleri gelmektedir. Bu göçmenler, lstanbul'u aldıktan sonra Bi­ zanslılaşan, yani yerleşik bir topluma dönüşen Osmanlı için büyük sorundur; tar­ laları çiğnemekte, yerli halkla çatışmakta, zapturapt altına gimıemektedir ("Etrak-ı Bi ldrak" yani Kafasız Türkler gibi aşağılayıcı deyimler yerleşik Osmanlı'nın göçe­ be Türkmen'i dışlamasının örnekleri ve mezhep kavgası biçiminde algılanan bir sı­ nıf 1

Use Quizgecko on...
Browser
Browser