İstanbul Atlas Üniversitesi 2024-2025 Türk Dili 2. Hafta Ders Notu PDF

Document Details

SnazzyEarthArt8280

Uploaded by SnazzyEarthArt8280

İstanbul Atlas Üniversitesi

2024

Melek GÜNDOĞDU

Tags

dilbilim türk dili dil kökeni akademik

Summary

Bu belge, İstanbul Atlas Üniversitesi'nin 2024-2025 akademik yılı Türk Dili 2. haftasında anlatılacak olan dilin doğuşu, sınıflandırılması ve Orhun yazıtları gibi konuları ele almaktadır. Ders notlarında dilin kökeni ve çeşitliliği hakkında bilgiler yer almaktadır.

Full Transcript

İSTANBUL ATLAS ÜNİVERSİTESİ 2024-2025 AKADEMİK YILI TÜRK DİLİ 2. HAFTA Dersin konusu Dilin doğuşu. Dillerin sınıflandırılması Yazım ve nokt...

İSTANBUL ATLAS ÜNİVERSİTESİ 2024-2025 AKADEMİK YILI TÜRK DİLİ 2. HAFTA Dersin konusu Dilin doğuşu. Dillerin sınıflandırılması Yazım ve noktalama. Orhun (Âbideleri) Yazıtları Okunacak çalışmalar https://ijoess.com/Makaleler/909320257_3216.pdf İzleme https://www.youtube.com/watch?v=L_xa0y2XxbE DİLLERİN DOĞUŞU VE KAYNAĞI İnsan dilinin ortaya çıkışı, yazının öğrenilmesi ve dillerin çeşitliliği gibi konular, insanları daima meraklandırmış ve dilin kaynağı ile ilgili pek çok mitolojik yorumlar yapılmasına sebep olmuştur. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekir ki, yazının ve eldeki yazılı metinlerin çok yeni bir döneme ait olması, insanlık tarihinin çok yeni bir devresini aydınlatabilecek niteliktedir. Halbuki yapılan araştırmalar, ilk insanların bundan bir milyon yıl kadar önce yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Her üç kutsal kitabın (Tevrat, Kitâb-ı Mukaddes (İncil) ve Kur’an-ı Kerim) verdiği bilgiye göre dil, insanlara doğuştan verilmiş ilahî bir lütuftur. Nitekim pek çok filozof da bu görüşe yakın yorumlarda bulunmuşlardır. Örnek olarak, dilin ilk insanla birlikte ortaya çıktığını savunan Ernest Renan (1823- 1892), “İnsan tabiatı (yaratılışı) gereği düşünen ve konuşan bir yaratıktır, insanın bu özellikleri sonradan kazandığını kim söyleyebilir?” diyerek bu görüşe yaklaşmaktadır. Aynı biçimde Jean Jacques Rousseau (1712-1778) da insanda konuşmayı sağlayan bir “meram (istek, amaç, gaye, maksat) ifadesi yeteneği”nin önceden var olduğunu belirtmektedir. Görüldüğü gibi, dilin kaynağı konusundaki yorumlar, bir taraftan dinî bilgilere dayanmakta, bir taraftan da bunlara tepki olarak gelişen görüşler ileri sürülmektedir. Dilin kaynağı konusu, dillerin bir kaynaktan mı, yoksa farklı kaynaklardan mı gelişmiş oldukları sorunuyla sıkı bir biçimde ilişkilidir. Konuyla ilgilenen pek çok kişi, dillerin tek kaynaktan türemiş olduğu görüşünü benimsemiştir. Bunlara “monojenistler”(tek dil görüşünü savunanlar) adı verilmektedir. Bunlar, Tevrat’taki Babil kıssasını kaynak göstererek, dilin tek olduğunu ve diğer dillerin İsrailoğulları’nın Babil esaretinde konuştukları İbraniceden türemiş olduğunu öne sürmektedirler. Tek dil görüşünü savunanların karşısında olanlar ise, dillerin tek bir kaynaktan değil başka başka kaynaklardan geliştiğini savunmaktadırlar ki bunlara da “polijenistler” (çok dil görüşünü benimseyenler) adı verilmektedir. Bu görüşün ilk savunucusu ise Romalı Diodoros’tur. Dipdoros’a göre, dünyanın her yerinde merkezler meydana geldiği için oradaki birlik kaybolmuş ve dillerin çeşitliliği ortaya çıkmıştır. Son dönemlerde yapılan karşılaştırmalı dilbilim çalışmaları, dillerin ortaklığı yönünde önemli veriler elde etmiştir. Buradan anlaşılıyor ki diller, büyük olasılıkla, bir kaynaktan çıktıktan sonra, giderek birbirlerinden uzaklaşmışlardır. Farklı bölgelere dağılan insanlar, zamanla çeşitli diller türetmişler; ihtiyaçları genişledikçe yeni yeni kelimeler türeterek dillerini zenginleştirmişlerdir. Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU Yani her dil, kökü aynı olan bir ağacın, gittikçe birbirinden uzaklaşan dalları gibi gelişme göstermiştir. İnsan zekâsı yeni açılımlar yaptıkça, dil de yeni kavramlarla zenginlemiştir. Dil, birtakım ilkel “çığlıklardan, feryatlardan” konuşmaya doğru gelişmemiştir. Konuşma yeteneği, J. J. Rousseau’nun da belirttiği gibi, insanla beraber var olmuştur. Yazılı dilin ideogramlardan (çeşitli işaret ve simgelerden), şekillerden bugünkü yazıya doğru gelişmesi gibi, konuşma da kendi içinde bir gelişme seyri izlemiştir. Konuşma, insanın ayırt edici en üstün niteliğidir. Bu nitelik başka hiçbir canlıda yoktur. Bu yüzden insan “konuşan canlı” olarak tanımlanmıştır. Bu nitelik, insan beynindeki özel sinir devreleri ile yaratılış anında belirlenmiş, özel merkezler hâlinde şekillenmiş ve bu merkezler ile konuşma, işitme ve görme organları arasındaki bağlantılar aracılığıyla da işlerlik kazanmıştır. Beyindeki konuşmayla ilgili özel bölgelerin herhangi bir sebeple harap olması, konuşma yeteneğini ortadan kaldırmaktadır. Artık o insana hiçbir dil veya yazı öğretilememekte, öğrenmiş oldukları da silinmektedir. Bu da insanın doğuştan bir beyan yeteneğine sahip olduğunu göstermektedir. Ancak insan doğuştan dil yeteneğine sahip olsa da dilin öğrenilmesi ve gelişmesi sonradan olmuştur. Dillerin Sınıflandırılması Bugün yeryüzünde varlığından söz edilen (konuşulan ya da ölü) dillerin sayısını kesin bir rakamla belirtmek zordur. Günümüz dünyasında yaklaşık 4000 dilin konuşulduğu tahmin edilmektedir. Yeryüzündeki diller, dilciler tarafından çeşitli şekillerde sınıflandırılmışlardır. Bu sınıflandırılmalarda dillerin zaman, kaynak, ölü veya canlı olmak, şekil, konuşma, söz dizimi, tabiî veya yapma olma durumları göz önünde bulundurulmuştur. Diller, aralarındaki benzerlik noktaları dikkate alınarak sınıflandırılmışlardır. Ancak hiçbir sınıfa dahil edilemeyen, hiçbir dille benzer özelliği olmayan diller de vardır ve bunlar ayrı değerlendirilirler. I. Yapılarına göre diller (Gramer şekillerindeki benzerlik ve farklılıklara göre). II. Kaynaklarına göre diller (Dil aileleri veya dil akrabalıklarına göre). I. Yapı Bakımından Diller Yapılarına göre dillerin sınıflandırılmasında dilcilerin esas aldığı ölçü "kök"ler olmuştur. Bu değerlendirmede dillerin örgüsünü meydana getiren unsur olarak "kelime" kabul edilmiştir. Gramer, yardımcı unsur kabul edilir. Gramer, kelimelere tarz ve şekil verir diye düşünülmüştür. Bu sınıflandırma dilleri üçe ayırır: Tek Heceli Diller: Bu dillerde kelimeler tek heceden meydana gelmekte ve aynı kelime pek çok anlam taşımaktadır. Bu anlam farkları, vurgu ve tonlama sistemi ile ayrılabilmektedir. Meselâ aynı kelime isim, fiil, sıfat, edat, zarf olabilmekte hem yalın hem de dilek kipinde bulunabilmektedir. Çince, Tibetçe, Siyamca, Vietnamca bu dillerdendir. Eklemeli Diller: Eklemeli dillerde esas olan kelime kökleri ve eklerdir. Ekler tek heceli veya çok hecelidir. Yeni kelimeler yapılırken veya kelimelere geçici haller verilirken kelimeler ek alırlar. Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU Bu diller de kendi aralarında Ön ekli ve Son ekli diller diye ikiye ayrılırlar. Türkçe, Moğolca, Macarca bu grubun özelliklerini taşıyan en belirgin dillerdir. Ural-Altay dilleri topluluğunun diğer dilleri de bu özelliği taşır. Ural-Altay dilleri ünlü uyumları, sıfat tamlamalarında teklik-çokluk uyumu aranmaması gibi özellikler bakımından birbirine benzer. Sondan eklemeliye örnek: yol-cu-luk-tan. Çekimli Diller: Bu diller kelime kökleri sabit olmayan dillerdir. Yeni kavram ve durumlar için kelime kökleri değişerek farklı şekiller alabilir. Bu dillerde de kökler ve ekler olmakla birlikte kelime türetilmesi sırasında ve çekim sırasında kökün içten değişikliğe uğraması bu dillerin belirgin özelliğini teşkil eder. Bu dillerin bazılarında değişmeler kökü tanınmaz hâle getirirken, bazılarında kökteki asıl sesler değişmez ve kökle türetme arasındaki ilgi açıkça görülür. Sami dilleri bu ikinci özelliği göstermektedir. Arapça çekimli dillere güzel bir örnektir. Bunun dışında bazı dilciler tarafından Almanca da bu gruba dahil edilmektedir. Örnek: Arapça katip, mektup, kitap. haber, muhabir, muhbir, muhaberat. İlm, âlim, muallim, allame. II. Kaynaklarına Göre Diller Köken bakımından yakınlık dillerin akrabalığı anlamına gelir. Bazı diller aynı ailedendir, yani ortak bir dilden türemişlerdir. Bu sınıflamayı yapanlar kelime ile gramer şekillerinin ayrılabileceğini ve yalnız kelimenin ayırıcı özellik taşıdığını kabul etmezler. Onlara göre, kelime ile gramer arasında ayrılmaz bir ilgi vardır. Kısacası bu sınıflandırmada ses özellikleri, yapı özellikleri, sözdizimi (bir cümleyi oluşturan kelime türlerinin arasındaki ilişkileri inceleyen dil bilgisi kolu, cümle bilgisi, sentaks, nahiv.) özellikleri dikkate alınmıştır. Pek çok dil hem kelime yapısı hem de gramer bakımından yakınlık göstermektedir. İşte böyle aynı kaynaktan gelen, benzer özellikler taşıyan akraba diller topluluğuna "Dil ailesi" denilmektedir. Hint-Avrupa Dil Ailesi Dünyanın en büyük dil ailesidir. Hindistan'dan Batı Avrupa'ya kadar uzanan bir coğrafyayı içine alır. Hatta Amerika bile bu dil ailesinin coğrafyası içinde bulunmaktadır. Fakat Amerika'da konuşulan bu diller oranın yerli dili olmayıp sonradan Avrupalılar tarafından oraya götürülen ve yayılan dillerdir. Avrupa bölümünde yer alan Germen dilleri, Grek dilleri; Hint grubunda yer alan diller. Hint-İran dilleri günümüzde ailenin en yaygın ve canlı üyesidir. 1. Hint Dilleri: Sanskritçe, Orta İranca, Yeni Farsça, Urduca. 2. Avrupa Dilleri: a. Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe (Polonya), Sırpça, Çekçe, Slovakça. b. Latin Dilleri: İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Romence, Arnavutça. c. Germen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İskandinav dilleri (İsveççe, Norveççe.) Sami-Hami Dil Ailesi Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU Sami-Hami dil ailesinin en önemli özelliklerinden biri dillerin çekimli diller olmasıdır. Bu dil ailesinde kelimeler başlarına, ortalarına ve sonlarına aldıkları eklerle çoğalır, yeni anlam kazanırlar. Yaşayan dillerden Arapça ve İbranice ile tarihî dillerden Akadça bu dil ailesi içinde sayılabilir. a. Hami Dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili, b. Sami Dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça. Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranice’dir. Bantu Dilleri Ailesi Afrika'da ve bilhassa Orta ve Güney Afrika'da yerliler tarafından konuşulan diller bu dil ailesine girer. Çin-Tibet Dil Ailesi Diğer dil ailelerinden farklı olarak bu aileye mensup dillerde yazı yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Her varlık, durum ve olay için ayrı bir kelime kullanıldığından dil, kelime hazinesi bakımından gayet zengindir. Çince, Tibetçe, Siyamca ve Vietnamca dillerini kapsayan dil ailesidir. Ural-Altay Dil Ailesi Kelimeleri daha çok eklerle çoğalan bir dil ailesidir. Bu dilin üyeleri sonlarına aldıkları eklerle yeni varlık, olay ve durumları karşılar. Bu diller arasındaki en belirgin benzerlik yapı benzerliğidir. Ural ve Altay dilleri arasındaki yakınlığın bir akrabalık ilişkisinden mi kaynaklandığı yoksa bir etkileşimin ürünü mü olduğu günümüzde hâlâ tartışılmaktadır. Ancak her iki kolda yer alan diller arasında akrabalık fikrini kuvvetlendiren ses, söz dizimi ve kelime dağarcığı benzerlikleri bu dillerin ortak bir dilden geldiği fikrini kuvvetlendirmektedir. Bu duruma göre, Türkçe yapı bakımından eklemeli ve son ekli, kaynak bakımından da Ural-Altay dilleri topluluğunun Altay koluna dahil olmaktadır. Türkçeye en yakın dil Moğolcadır. Türkçe Moğolca ile şekil, kelime hazinesi ve söz dizimi açılarından büyük benzerlikler göstermektedir. Altay dilleri arasında söz varlığı bakımından yer alan bu ortaklıklar dışında ayrıca şu bakımlardan benzerlikler görülmektedir: Bu dillerde kelime cinsiyeti farkı gözetilmez. Ses özellikleri bakımından bu dillerin hepsinde bir ünlü uyumu vardır. Ayrıca hiçbirinde kelimeler çift ünsüzle başlamaz. Sözdizimi bakımından tamlayan tamlanandan önce gelir, yani asıl unsur her zaman sonda bulunur. Şekil bakımından bu dillerin hepsi sondan eklemelidir. İsimlerin yalın hâli eksizdir. Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU Sayı sıfatı tamlamalarında isim unsuru teklik hâlde bulunur. Yeni kelimeler sabit kalan bir köke yapım ve çekim ekleri getirilerek elde edilir. Kelime başlarında “nazal ñ, l, r” ünsüzleri bulunmaz. Kaynaklar: Muharrem ERGİN: Türk Dil Bilgisi, 19. bs., İstanbul, Bayrak Yayınları, 1992. Mustafa ÖZKAN, Hatice TÖREN, Osman ESİN, Yüksek Öğretimde Türk Dili, Filiz Kitabevi, 2001 İstanbul Yazım (İmlâ) ve Noktalama Virgül (,) 1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime gruplarının arasına konur: “Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!” (Tevfik Fikret) “Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller.” (Faruk Nafiz Çamlıbel 2. Virgül aynı zamanda bir bağlama edatı görevini de üstlenmiş gibidir; anlatım içinde ve bağlacının yerine kullanılır: Kalem, silgi, defter ve kitap bir öğrenci için en önemli araç ve gereçlerdendir. 3. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur: Bir varmış, bir yokmuş. Umduk, bekledik, düşündük. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) 4. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken öğelerden sonra konur: Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz. (Mustafa Kemal Atatürk) 5. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan öğeleri belirtmek için konur: Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) 6. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur: Şimdi efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım. (Mustafa Kemal Atatürk) 7. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur: “Kopar sonbahar tellerinden Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU Derinden, derinden, derinden Biten yazla başlar keder musikisi” (Yahya Kemal Beyatlı) 8. Tırnak içinde olmayan aktarma cümlelerden sonra konur: Datça’ya yarın gideceğim, dedi. Şehirde ilk önce hükûmet doktoruyla karşılaştım. - Bugünlerde başımı kaşımaya vakit bulamıyorum, dedi. (Reşat Nuri Güntekin) 9. Konuşma çizgisinden önce konur: Bahçe kapısını açtı. Sermet Bey’e, - Bu anahtar köşkü de açar, dedi. (Ömer Seyfettin) 10. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, baş üstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur. Örnek: Peki, gideriz. Olur, ben de size katılırım. Haydi, geç kalıyoruz. 11. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek ve anlam karışıklığını önlemek için kullanılır: Bu, tek gözlü, genç, fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya Uşaklıgil) 12. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur: Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele, müsademe demektir. (Mustafa Kemal Atatürk) Sayın Başkan, Sevgili Kardeşim, 13. Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için konur: 38, 6 (otuz sekiz tam, onda altı) 14. Bibliyografik künyelerde yazar, eser, basımevi vb. maddelerden sonra konur: Falih Rıfkı Atay, Tuna Kıyıları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1938. Uyarı: Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz. Uyarı: Metin içinde tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz. Uyarı: Cümlede pekiştirme ve bağlama görevinde kullanılan da/ de bağlacından sonra virgül konmaz. Uyarı: Metin içinde -ınca/ -ince anlamında zarf-fiil görevinde kullanılan -mı/ -mi ekinden sonra virgül konmaz. Uyarı: Şart ekinden sonra virgül konmaz. Uyarı: Metin içinde zarf-fiil ekleriyle oluşturulmuş kelimelerden sonra virgül konmaz. Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU Kaynak: Yazım Kılavuzu, 26. bs., Türk Dil Kurumu, Ankara 2009. Orhun Âbideleri (Yazıtları) Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin. İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk gururunun ilâhî yüksekliği. Türk feragat ve faziletinin büyük örneği. Türk ictimaî hayatının ulvî tablosu. Türk edebiyatının ilk şaheseri. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri. Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numûnesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulâde işlek örneği. Türk yazı dilinin başlangıcını miladın ilk asırlarına çıkartan delil. Türk ordusunun kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika. Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı… Orhun Âbideleri, Göktürk devrinden kalma kitabelerdir. Göktürkler, milattan önceki asırlarda Hunlar tarafından kurulup, değişen sülaleler ve boylar idaresinde devam edegelen Asya’daki büyük Türk imparatorluğunun 6. asırla 8. asır arasındaki devresinde hüküm sürmüşlerdir. 6. asrın ilk yarısında Türk devletinin başında Avarlar bulunuyordu. 552 tarihinde Bumin Kağan Avar idaresine son vererek Türk devletinin Göktürk hanedanı devrini açtı. O devirde büyük kağanlığın merkezi devletin doğu kısmında idi ve batı kısmı da doğuya bağlı tâbi bir kağanlıkla idare ediliyordu. Bumin Kağan’ın kardeşi İstemi Kağan da 576’ya kadar bu batı bölümünün kağanı idi. Bumin Kağan, Göktürk hakimiyetini kurduğu sene içinde öldü ve sırasıyla üç oğlu, kağanlık yaptılar. Birincisi 553’te, ikincisi 553-572’de, üçüncüsü de 572-581 tarihlerinde hüküm sürdüler. Bunlardan ikincisi olan Mukan zamanında devlet Mançurya’dan İran’a kadar uzanan kuvvetli bir imparatorluk hâline geldi. Daha sonra devlet, bir yandan kuvvetli hakanların yokluğu ve devleti teşkil eden kavimlerin çekişmeleri, öte yandan ve bilhassa Çin entrikası yüzünden bir sürü karışıklıklar geçirdi ve nihayet 630’da devletin asıl doğu kısmı Çin hakimiyetine geçti. Zamanla Çin hakimiyeti batı kısmına da sirayet etmeğe başladı. Fakat bu Çin esareti daha fazla devam etmedi ve Kutluğ Kağan veya ikinci adıyla İltiriş Kağan, Çin hakimiyetine son vererek 680-682 senesinde devleti yeniden toparladı. İltiriş Kağan 691’de ölünce yerine geçen kardeşi Kapgan Kağan idaresinde devlet yeniden eski haşmetini buldu. İltiriş Kağan’ın, Bilge ve Kül Tiğin adlı iki oğlu vardı. Öldüğünde bunlar 8 ve 7 yaşlarında idiler. Kapgan Kağan, 716’da ölünce idareyi onun oğulları almak istedi. Fakat Bilge ve Kül Tiğin kardeşler buna mani olarak ve amcazadelerini tasfiye ederek babalarının devletine el koydular ve Bilge Kağan hükümdar oldu. İki kardeş babalarının ve amcalarının devrinden kalmış ihtiyar vezir ve Bilge Kağan’ın kayınpederi Tonyukuk’un da yardımıyla devleti daha da kuvvetlendirdiler. Sonra 731’de Kül Tiğin, 734’te de Bilge Kağan öldü. Bilge Kağan’ın ölümünden on sene kadar sonra da Uygurlar, devleti ele geçirerek 745’te Göktürk hakimiyetine son verdiler.… Prof. Dr. Muharrem Ergin, “Ön Söz”, Orhun Abideleri, 7. bs., İstanbul 1980, s. 7-8 Öğr. Gör. Melek GÜNDOĞDU

Use Quizgecko on...
Browser
Browser