Toplumsal Değişme Kuramları 5 PDF
Document Details
Uploaded by SelfSatisfactionBlankVerse
Anadolu Üniversitesi
Tags
Summary
This document is about social change theories, specifically functional and conflict theories. It covers figures like Parsons, Merton, and Simmel, and analyses their views on social structures. The text also discusses the development of social theories.
Full Transcript
Bölüm 5 öğrenme çıktıları Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II Toplumsal Değişimi Açıklamada Çatışmacı Teoriler 1 İşlevselci Denge Teorileri 1 Toplumsal değişmeyi açıklamada yapısalişlevselci denge teorilerini kullanabilme 2 2 Çatışmacı anlayışın toplumsal yapı ve değişme analizini açıklay...
Bölüm 5 öğrenme çıktıları Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II Toplumsal Değişimi Açıklamada Çatışmacı Teoriler 1 İşlevselci Denge Teorileri 1 Toplumsal değişmeyi açıklamada yapısalişlevselci denge teorilerini kullanabilme 2 2 Çatışmacı anlayışın toplumsal yapı ve değişme analizini açıklayabilme 3 Toplumsal değişimin açıklanmasında farklı yaklaşımları karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirebilme Anahtar Sözcükler: • İşlevselcilik • Çatışma Teorileri • Parsons • Merton • Simmel • Dahrendorf • Yapısalcılık 120 Toplumsal Değişme Kuramları GİRİŞ Çağdaş sosyolojide toplumsal değişim çok çeşitli açılardan ele alınmıştır. Değişim konusunun sosyolojide gittikçe daha fazla tartışmalı hale gelmesinde özellikle 20. yüzyıl boyunca yaşanan savaşlar, devrimler, geniş çaplı sosyal hareketler ve krizler etkili olmuştur. Toplumun mütemadiyen altüst oluşu doğal olarak değişimi ampirik modeller çerçevesinde açıklama eğilimini meydana çıkarmıştır. Böylece toplumsal yapının oluşum ve gelişimini sadece anlamak değil aynı zamanda öngörerek düzenlemek de bir amaç olarak belirginleşmektedir. Önceki bölümde çağdaş sosyoloji içindeki iki makro açıklama modeli olarak tarihsel döngüselcilik ve yeni-evrimcilik ele alınmıştı. Bu bölümde de özellikle 1950 sonrasında çok etkin olmuş olan iki açıklama çerçevesi, işlevselcilik ve çatışmacılık ele alınacaktır. Bu açıklama modellerinin tarihsel ve fikri çerçeve ve bağlamları olmakla birlikte kendi içerisinde tutarlı teorik temellere dayandıkları da göz ardı edilmemelidir. Zira toplumsal değişimi makro düzeyde açıklamak tekil vakalara uyarlama zorluğu meydana getirirken, mikro düzeyde açıklamak da genellenebilirlik ve modellenebilirlik sorununa meydan vermektedir. Bu sebeple ele alınan her bir teorinin bünyesinde çeşitli eksiklikler taşıdığını ve en iyi anlama biçiminin karşılaştırmalı çerçevede ortaya çıkacağını unutmamak gerekir. İŞLEVSELCİ DENGE TEORİLERİ Sosyal bilimlerde işlevselcilik (functionalism) Spencer ve Durkheim tarafından geliştirilen kuramsal ve metodolojik temeller üzerinde şekillenmiştir. Yirminci yüzyılda önce sosyal antropolojide A. R. Radcliffe-Brown ve Bronislaw Malinowski tarafından geliştirilen işlevselcilik, daha sonra 1940’lardan itibaren sosyolojide Talcott Parsons, Robert K. Merton ve William F. Ougborn’un katkılarıyla kısa bir zamanda hakim bir yaklaşıma dönüşmüştür. Türk sosyolojisinde Mübeccel Belik Kıray hem kuramı kullanmış hem de yeni kavramsal katkılar sunarak zenginleştirmiştir. İşlevselcilik, temelde biyolojik organizmacılığa dayalı olarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı açıklamaya çalışan bir paradigmadır. Bu yaklaşıma göre bir toplumsal yapıda her bir unsurun bir işlevi vardır ve toplumsal değişim de bu işlevlerin yerine getirilmesi ile yakından alakalıdır. İşlevselcilik sosyal gereksinimleri yerine getiren sosyal kurumların bunu yerine getiriş biçimlerine; özellikle istikrarlı ve kararlı bir toplum yapısı üzerine odaklanır. 20. yüzyıl boyunca Amerikan sosyolojisi içinde kurama çok önemli katkılar yapılmıştır. İşlevselcilik 1970’lerde yeni ve eleştirel argümanlarla karşılaşıncaya kadar popüler etkinliğini sürdürmüştür. Kuramın klasik yapısını geliştiren Spencer ve Durkheim toplumsal alanda yapısal farklılaşmanın sosyal gelişmenin temel süreci olduğunu ileri sürmektedirler. Onlara göre zaman içerisinde homojen topluluklar ve örgütler değişik işlerde odaklanan uzmanların uzmanlaşmış heterojen yapıları ile yer değiştirmiştir. Onlara göre mekanik olandan organik olana doğru yaşanan bu değişim sürecinde iktisadi üretim, sağlık veya eğitim gibi akrabalık yapıları tarafından yerine getirilen işler uzmanlaşmış örgütler tarafından yapılmaya başlanmıştır. Spencer’a göre toplumdaki bu değişim biyolojideki omurgasızlardan omurgalılara doğru olan değişim gibidir. Durkheim bunun toplumun temel normatif ilkelerinde bir değişim gerektirdiğini ileri sürer. Bu bağlamda klasik işlevselciliğin, yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilendiğini söyleyebiliriz. Bu kurama göre toplum varlığını devam ettirebilmesi için gereklilikleri yerine getirirken işleyen, birbirine bağımlı birimlerin bütünlüğüdür. Kurallar ve düzenlemeler toplumunun üyeleri arasındaki karşılıklı organize ilişkilere yardım ederken değerler, normlar ve rollere göre şekillenen davranışlara genel anlamda rehberlik ederler. Bu çerçevede işlevselciliğe göre normlar arası ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kuran aile, ekonomi, eğitim, politik sistemler gibi toplumun kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir. Parsons’ın Genel Denge Yaklaşımı Talcott Parsons (1902-1979) Amerikan sosyolojisinin ikinci nesil kurucuları arasında yer alan önemli bir sosyologdur. Parsons, 1924’te Amherst Koleji’nden felsefe ve biyoloji bölümlerinden mezun oldu. 1925 yılında London School of Economics’e girdi ve burada Bronislaw Malinowski ile çalıştı. Bir yıl sonra Heidelberg Üniversitesinden kabul aldı ve bu dönemde, düşünsel seyrini önemli oranda etkileyecek olan Max Weber’in fikirleri ile tanıştı. Son dönem Alman düşüncesindeki kapitalizm analizleri üzerine yazdığı doktora tezi, 1927 yılında kabul edildi. Aynı yıl Harvard Üniversitesinde ekonomi 121 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II dersi vermeye, 1931 yılından itibaren de sosyoloji dersleri okutmaya başladı ve 1946-56 yılları arasında Sosyal İlişkiler Bölümü başkanlığını yürüttü. 1949 yılında Amerikan Sosyoloji Derneği başkanlığı yaptı. Parsons, en temelde klinik psikoloji ve sosyal antropolojiyi sosyoloji ile birleştiren bir akademik yönelim ortaya koymuştur. Parsons, “eylem” konusuna duyduğu ilginin yanında esasında, geniş boyutlu sistemler ve toplumsal düzen, bütünleşme ve denge sorunları üzerinde durmuştur. Çağdaş sosyolojide önemli bir yeri olan yapısal işlevselciliğin kurucusu ve modernleşme kuramlarının fikir mimarlarından birisi olan Parsons’ın çok sayıdaki eserleri arasında The Social System en klasik olanıdır. Parsons, Durkheim ve Spencer’ın izinden giderek toplumsal değişime evrimci ve bütünleşmeci bir yaklaşım geliştirmiştir. Ona göre sosyal sistem bireylerin faaliyetlerinden oluşmaktadır. Bir sosyal sistem bireyler arasındaki karşılıklı etkileşim üzerine bina edilmiştir. Parsons, her bir bireyin beklentilerinin olduğunu ve bu beklentilerin diğer bireyler tarafından etkilendiğini ve biçimlendirildiğini, bu beklentilerin aynı zamanda kabul edilmiş normları ve yaşam alanındaki toplumun değer yargılarını da bünyesinde barındırdığını söylemektedir (Parsons, 1961, s. 41). Klasik işlevselci yaklaşıma göre burada toplum, dengeyi sağlama eğiliminde olan birbirine bağımlı parçaların toplamı bir sistem olarak görülür. Toplumda, nüfusun yeniden üretimi gibi yaşamsal önemde değerlendirilmesi gereken işlevsel gereklilikler vardır. Kurumlar toplumsal sistemin öğesidirler ve bir işlev sundukları için vardır ve varlıklarını sürdürürler. Toplum bir organizmaya benzer; bir vücudun işlevini yerine getirebilmesi için birlikte çalışan parçalar (organlar) veya sistemlerden oluşan canlı bir organizma gibidir. Bu çerçevede toplumda mevcut olan farklılaşma ve bütünleşme mekanizmaları bu sosyal sistemin dengesinin devamı için önemlidir. Bu farklılaşma ve bütünleşmeler tabakalaşma sistemi vasıtasıyla kendilerini sürdürürler. Buna göre tabakalaşma farklılıkları ve uzmanlıkları koruyarak toplumsal dengenin devamı açısından hayati bir rol oynamaktadır. Erkilet, Parsons’ın toplumsal yapı ve değişme anlayışının dayandığı temelin onun Weber’den etkilenerek geliştirdiği toplumsal eylem fikri üzerine bina edildiğini belirtmektedir. Ona göre beşeri eylem sistemlerinin en küçük birimi olan eylem, 122 birim eylemdir. Birim eylem kendi içinde şu bileşenlere ayrıştırılabilir: • Aktör: Her eylem bir kişi tarafından icra edilir. • Hedef: Her eylemin yönelik olduğu bir hedef vardır. • Durum: Her eylem belli bir mekan içinde cereyan eder. Bu mekanın aktörün denetiminde olan kısımlarına araçlar, kontrol edilemeyen kısımlarına ise koşullar adı verilir. • Normlar: Her eylem, hedefe uygun araçların seçimini düzenleyen bir norm ya da normlar dizisine sahiptir (Erkilet, 2007, s. 70). Bu çerçevede Erkilet (2007, s. 71), Parsons’ın eylemi bilişsel, hissi ve normatif olarak üç boyuta ayırdığını ve insanın her eyleminde bu üç boyutun mevcut olduğunu belirtir. Ancak Parsons bununla birlikte -aynen Weber’in eylem teorisinde olduğu gibi- bir eylemi en çok belirleyen ve ona biçimini veren temel bir boyutun bulunduğunu da düşünmektedir. Eylemin bileşenleri ve boyutları çerçevesinde Parsons’ın sisteminde insan (ve insani gerçeklik) organizma olarak, psikolojik, toplumsal bir gerçeklik ve kültür yaratan ve aktaran bir yaratık olarak insandan müteşekkil dört boyuta sahiptir (Erkilet, 2007, ss. 72–73). Parsons’ın toplumsal değişim yaklaşımı bu toplumsal modele dayanmaktadır. Parsons’a göre toplum farklılaşmış kurumların birbirini tamamlayan işlevlere sahip olduğu bir sosyal sistemdir. Sosyal sistem bir bütün olarak işlemekte ve sürekli uyum üretmektedir. Her sistemde olduğu gibi toplumda da bazı alt sistemler mevcuttur: • Kişilik sistemleri • Toplumsal sistemler • Kültürel sistemler Bu çerçevede Parsons, toplumun kültürel sistemin belirlediği sınırları koruma eğilimi taşıyan bir sistem olduğunu düşünmektedir (Erkilet, 2007, s. 82). O, sistemlerin kişiliğini/ferdiyetini onların sınırlarına bağlamaktadır. Bu sınırlar, sistemi farklı sistemlerden ayıran niteliklerin başlangıç ve bitiş noktalarını belirler. Bu sınırlar dinamik bir denge halinde düşünülmelidir. Toplumlar, kendilerini şekillendiren kültürel sistemi etkileyecek iç ve dış koşullar karşısında daimi bir dengesizlik hali arz ederler. Ancak sistem yeterince bütünleşmemişse bu durum bir dengeden diğerine geçilmesine ne- Toplumsal Değişme Kuramları den olacaktır. Rastlantısal değil, düzenli örüntüler göstereceklerdir. Bu düzeni sağlayan faktör, sistemdeki her aktörün diğerinin eylemlerini (kültürün belirlediği) beklentiler ve yaptırımlar ışığında değerlendirmesini sağlayan kültür bütünüdür. Kültür sistemleri, hayat verdikleri toplumsal örgütleri bireylerin davranışlarını denetlemede kullanırlar. İşte sistemlerin denge hali ya da sınırların korunması durumu budur. Bir toplumsal sistem kendi sınırlarını koruma eğiliminde ve kendisini sürdürme kapasitesine sahip bütüncül bir yapıdır. Tablo 5.1 Sosyal Organizasyonun AGİL Şeması Duygusal tarafsızlıktan ziyade evrenselcilik Performanstan UYUM ziyade özelleşme Sistemin durumsal zorunluluklarla baş etmesi Problem Çözme gerekir Sistemin Sürdürülmesi - Kültürel örüntülerin yenilenmesi ve sürdürülmesi - Gerilim yönetimi Yayılmadan ziyade - Örüntü sürekliliği nitelikler BÜTÜNLEŞTİRME Evrenselcilikten ziyade duygusal tarafsızlık Parsons’a göre bir toplumsal sistem uyum, hedefe ulaşma, bütünleştirme ve örüntüleri muhafaza etme (AGIL: Adaptation, Goal Attainment, Integration ve Latency) şeklinde bir şematik döngüye sahiptir. Parsons bu şemayı kullanılarak pekçok sistemin çözümlemesini yapmaktadır. Bu işlevlerin her biri sistemin varlığının devamı için zorunludur. Birimler arasındaki fark dört işlevden hangisinin ağır bastığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Değişim bu sistemlerin birbiri ile etkileşimi neticesinde ortaya çıkan uyumsuzlukların sistemin işleyişi doğrultusunda uyuma dönüştürülmesi ile yakından alakalıdır. Bu çerçevede bir sosyal sistemde değişim farklılaştırma, uyumu yükseltme, kapsama ve gerçek değerlemeden oluşan bir döngü içerisinde gerçekleşmektedir. Bu döngüde uyum adaptasyonu artıracak düzenlemeler ve evrimleşen tümeller kavramları ile ifade edilmektedir. Evrimleşen tümeller, uzun vadede canlı sistemlerin aktif ve pasif adaptasyon kapasitelerini artıran yapı ve süreçleri ifade etmektedir. Çevre Duygusalcılıktan ziyade partikülerizm HEDEFE ULAŞMA Sistem hedeflere ulaşmalıdır Özelleşmeden ziyade performans - Uyumu garanti etme - Sistem karşılıklı ilişkileri düzenlemelidir Niteliklerden ziyade yayılma ÖRÜNTÜLERİ MUHAFAZA ETME Partikülerizmden ziyade duygusalcılık koşullarına adapteyi sağlayan yapı ve süreçler, çevre üzerinde aktif bir kontrol sağlar ve onu değiştirip hükmetme gücünü artırır (Erkilet, 2007, s.108 ve 109). Farklılaşma ise tarihsel süreçte aile birimlerine ve yaygın ilişkilere dayalı ilkel toplumlardan itibaren devamlı olarak işleyen bir süreçtir. Parsons’a göre evrimin başlaması için bir ön şart teşkil eden tabakalaşma, farklılaşma olmadan düşünülemez. Tabakalaşma ile görülen farklılaşma yeni kurumlarla bütünleşir. Bu da tabakalaşma sistemini meşrulaştıracak olan kültürel kurumlar aracılığıyla gerçekleşmektedir (Erkilet, 2007, s.110). Toplumsal değişim döngüsünde yer alan üçüncü aşama ise kapsamadır. Bu aşamada farklılaşma süreçlerinin yarattığı sorunlara önerilen çözümler toplumun normatif örüntüsüne yeni birimler, yapılar ve mekanizmalar ilave etmektir. Bu yapıların uygun şekilde meşrulaştırılmasını ve yeni eylem örüntüleri için yeni yönelim tarzları belirlenmesini sağlayan gerçek değerleme de son önemli tümele karşılık gelmektedir. 123 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II Gerçek Değerleme Farklılaştırma Kapsama Uyumu Yükseltme Şekil 5.1 Bir Sosyal Sistemde Değişim Döngüsü Parsons’ın değişim anlayışını belirleyen bir başka kuramsal temel ise onun toplum tasniflerinde bulunmaktadır. Parsons toplumları temelde basit (ilkel) ve karmaşık (modern) olarak ikiye ayırmaktadır (Parsons, 2005, s. 120). Bu ikisinin ortasında bir ara dönem olarak arkaik toplum yer alır. Ona göre kurumların farklılaşmadığı ve bir kurumun pek çok işlevi aynı anda yerine getirdiği basit toplumlarda kurumların işlevleri birbirinden ayrışmaya başladıkça bir değişim yaşanmaya ve karmaşık bir toplum tipi ortaya çıkmaya başlar. Örneğin basit toplumlarda aile üretim, eğitim, sosyalleşme, bakım gibi pek çok sosyal işlevi aynı anda üstlenirken karmaşık toplumlarda bu işlevler fabrika, okul, hastane, huzurevi gibi değişik kurumlar tarafından üstlenilir (Parsons, 2005, ss. 338–339). Bu çerçevede iki tür toplumsal değişme söz konusudur: yapısal ve evrimsel. Yapısal değişimlerde basit toplumdan karmaşık topluma geçişte olduğu gibi toplumun bir tipten diğerine geçişi söz konusu- 124 dur. Bunda toplumsal gerilimler esas rolü oynar. Evrimsel dikkat değişimler ise bir Parsons toplumsal yapıda toplumdaki farklı- değişimden ziyade denge ve laşma ve uyum düze- düzenin olduğunu düşünyini artıran daha çok mektedir. sistem içi ihtiyaçlardan kaynaklanır. Bu değişim neticesinde toplumun bütünlüğü ve uyumu gelişir. Parsons’a göre esas değişim basitten karmaşığa doğru gerçekleşen büyük çaplı geçiştir. Parsons’a göre bir sosyal sistem olarak karmaşık toplum bir kez oluştuğunda artık aslolan değişim değil istikrar ve sürekliliktir (Parsons, 2005, s. 338). Ona göre toplum nihayetinde genel istikrarını korurken bozucu güçleri emme kabiliyetine sahiptir. Değişim sosyal dengeyi bozan bir şey değil, olsa olsa yeni bir dengenin ortaya çıkmasına vesile olan bir şeydir. Bu görüşlerin savaş sonrası dönemde Amerikan toplumda sosyalizme karşı geliştirilen bir hissiyatın ürünü olduğu söylenebilir. Parsons, aslolanın değişim değil istikrar ve denge olduğunu ileri sürerken Amerikan toplumunda sosyalist bir devrimin imkan ve gerekliliğini yadsımaktadır. Bu minvalde toplumda çeşitli çalkalanmalar olsa da toplum değişmez, kendisini sürdürür. Parsons’ın değişim yaklaşımı çok sayıda eleştiriye uğramıştır. Bu eleştirmenlerden en önemlisi olan C. Wright Mills, Parsons’ın genel toplumsal denge teorisinin ampirik olarak geçerli olmadığını belirtmektedir. Öte yandan David Lockwood (1956) ve Ralf Dahrendorf (1958) da Parsons’ın yaklaşımını gerçekçi olmayan ütopik bir toplum biçimi olmakla eleştirmektedirler. Toplumsal Değişme Kuramları yaşamla ilişkilendir İşlevselciliğin Yükselişi Alvin Gouldner, yapısal işlevselciliğin tarihine ilişkin tartışmasında okurlarına Parsons’un işlevselciliğinin geliştiği evreyi hatırlatır. ABD’de ve dışarıda ekonomik buhranın kalkma dönemi olduğu halde Parsons’un işlevselci kuramı, sistemin yenilenmesi ve varlığını sürdürmesine yönelik bir inancı açıklamaktadır. Onun kuramı, buhran döneminin iyimser (optimistic) bir toplumsal kuramıdır. Fakat, II. Dünya Savaşında ABD’nin başarısı ve Büyük Buhran’ı takip eden bolluğa dönüş Parsons’un iyimserliğine asıl dayanağı oluşturuyor. Kaos benzeri dönemi ve onu izleyen sistemdeki yeniden düzelmeyi ve sonraki gelişmeleri gören biri için Parsons’un iyimser kuramı doğruya benziyor. Gouldner’in gözlemlediği gibi “Toplumu açıkça tanımlanan yapılardan biri olan firma aracılığıyla görmek Parsons’un yeni kuramında olduğu gibi, ortak deneyimde (collective experience), günlük yaşamın paylaşılan kişisel gerekliliği ile uyumsuzluk göstermez.” Kaynak: Poloma, M. M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. çev. H. Erbaş. Ankara: Gündoğan Yayıncılık. Robert Merton’un Sapma Kavramsallaştırması Robert King Merton (1910-2003) Doğu Avrupa göçmeni işçi sınıfından Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Sosyoloji kariyerine Philadelphia’da Temple Üniversitesinde George E. Simpson’un rehberliği altında başlamış, Harvard Üniversitesinde Pitirim A. Sorokin ile devam etmiştir. Kariyerinin önemli bir kesimini Columbia Üniversitesi’nde geçiren Merton “kendi kendini doğrulayan kehanet”, “rol modeli” ve “niyetlenilmemiş neticeler” gibi kavramları sosyoloji literatüre kazandırmıştır. Parsons ile birlikte yapısal işlevselciliğin önemli temsilcilerinden birisi olan Merton, teoride sosyal değişimi açıklar hale getirmek için çeşitli revizyonlar ve katkılar yapmıştır. Parsons’ın kuramına gelen eleştirilere karşı kuramı yeniden şekillendiren Merton işlevselciliği savunmakta ancak onu çok büyük ve genel bir teori olarak görmektedir. Ona göre, orta büyüklükte bir teorinin büyük anlatımlara yeğlenmesi gerekir. Merton, Parsons’ın teorisini sınırlandırmak üzere 3 temel nokta belirlemektedir: İşlevsel birlik, evrensel işlevselcilik, kaçınılmazlık. Merton ayrıca “sapkınlık” kavramını geliştirmiş ve açık ile gizli işlevler arasındaki farkı ortaya koymuştur. Ona göre toplumun işlevsel birliği için tüm parçaların işlevsel birliği olması gerekmez. Dolayısıyla işlevsellik her zaman uyumda mevcut değildir. Bu çerçevede kendi adlandırdığı şekliyle onun teorisi Parsons gibi makro-boy değil orta-boy bir teoridir. Merton bir toplumsal yapıyı statü dizilerinin örüntüleşmiş bir düzenlenmesi olarak görmektedir. Bu bağlamda statü roller ya da rol dizilerinin dayandığı bazı davranış beklentilerini de beraberinde getirir. Buna göre toplum statü ve rol ilişkilerinden müteşekkildir (Erkilet, 2007, s. 208). Bu çerçevede Merton, bir toplumsal yapıyı dört düzlemde ele alır: 1. Statü/rol bileşeni birimi olarak ele alınan bireysel düzey 2. Statü dizilerinin birim alınarak incelendiği grup düzeyi 3. Grupların birim olarak alınıp incelendiği toplumsal sistem düzeyi 4. Değer ya da norm sistemlerinin inceleme birimi olarak alındığı kültürel sistem düzeyi. Merton, Parsons’ın AGIL şemasını alıp bir miktar değiştirerek kendi temel toplumsal kurumlar şemasını oluşturmuştur. Buna göre bir toplumsal yapı beş işlevsel süreçten oluşmaktadır: 1. Özellikle toplumsallaşma mekanizmasına dayalı bir işlev olarak modellerin sürdürülmesi 2. Kişisel ve toplumsal gerilimlerin boşaltılması, kanalize edilmesi ya da denetimi 3. Sistemin çevresini denetlemesi veya ona uyması 125 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II 4. Kollektif eylemin önkoşulu olan askeri toplumsal birliğin sağlanması 5. Bireysel ve kollektif amaçlara ulaşılması. Merton’un bu şemasında farklılaşan en önemli nokta işlevle yapı arasında karşılıklı bir etkileşim öngörmesidir. Buna göre yapı işlevleri belirlerken, işlevler de yapıyı etkilemektedir. İhtiyaçlar yeterince karşılanıyorsa bir sistem işlevseldir, dengelidir ve varlığını sürdürür. Aksi takdirde değişme ihtimali ve ihtiyacı belirir. Bu çerçevede 1949’da yapısal işlevselciliğin teorik programı mahiyetinde kaleme aldığı Social Theory and Social Structure’daki “Manifest and Latent Functions” isimli bölümde Merton (1968, s. 84) toplumsal sistemin işleyişi bakımından bir toplumsal yapının unsurlarının sadece işlevlerine vurgu yapmanın hatalı olduğunu aynı zamanda bozuk işlevlerin veya işlevsizliklerinin de dikkate alınması gerektiğini dile getirmektedir. İşlevsel analizlerin sosyal değişimin dinamiklerinden ziyade sosyal yapının statiklerine odaklanmalarına rağmen bu durum, bu analiz sisteminin içkin özelliklerinden biri değildir. Bu analiz yöntemi fonksiyonlar kadar fonksiyon bozukluklarına da odaklanarak sadece sosyal istikrarın temellerini değil sosyal değişimin potansiyel kaynaklarını da ölçüp değerlendirebilir. “Tarihsel süreçte gelişmiş formlar” deyişi, sosyal yapıların tipik ve görülür bir biçimde değişime uğradığını hatırlatması yönüyle önemlidir. Sonunda farklı değişim çeşitleri için var olan baskıyı ortaya çıkarmak kalır. İşlevsel analizlerin tamamen işlevsel sonuçlara odaklandığı durumda, sonuçta ultra-muhafazakar bir ideolojiye; tamamen fonksiyon bozukluklarına odaklandığı durumda ise ultra-radikal bir ütopyaya doğru kaymaktadırlar. O, “esasında” bunlardan ne biri ne de diğeridir (Merton, 1968, ss. 94–95). Merton’a göre toplumlar her zaman işlevsel bir bütünlük ve uyum içerisinde değildir, değişimin kaynağı ve dinamiği de uyumsuzluktur. Toplumsal çevre ile kültürel çevre arasındaki uyumsuzluk ve tabakalaşmadan kaynaklanan çeşitli işlevsizlikler Merton’un sapma (anomi) olarak adlandırdığı toplumsal davranış bozukluklarını ortaya çıkarır. Şiddetinin düzeyine göre bir toplumsal yapıda iki tür sapma mevcuttur: Basit ve şiddetli. Basit anomi bir toplumdaki değer çatışmalarından doğan hu- 126 zursuzluk durumu iken şiddetli anomi ise bir toplumdaki değer sisteminin çürümesi ve çözülmesi demektir (Merton, 1968, s. 31). Merton’a göre anomi/sapma toplumsal yapıda beklendiği gibi işlemeyen noktalardır. Toplumsal değişimin kaynağı ve dinamiği bu uyumsuzluktur. Bu teorisini çağdaş endüstriyel topluma uygulayan Merton teknolojik değişmelerin üretim sürecine ve topluma yansıyan sonuçlarını şu şekilde ele almaktadır. • Sermaye yoğun teknolojilerin, daha ucuza daha kaliteli üretim yapma olanağı olumlu işlevleridir, teknolojik işsizlik de olumsuz işlevleridir. Bu işçi açısından bir gerilim kaynağıdır. • İşin çok küçük parçalara ayrılması, meslek kavramının ve statünün muhtevasını bulandırmıştır. Bu bulanıklığın giderilmesi için tahsis edilen tek statü paradır. Bu durum mesleğin toplumsal ve kişisel anlamını zedeler, yabancılaşmanın kaynaklarından biridir. • İşbölümünün vardığı boyutlar koordinasyon gereğini de artırarak esneklik derecesini düşürmüştür. Bu da gerilimlerin birikmesine yol açmaktadır. • Üretim araçları, toplumsal sınıfların ya da en azından tabakalaşmanın aracı haline gelerek, taraflar arasındaki çatışmayı şiddetlendirmiştir. • İşçi-işveren ve devlet arasındaki ilişkilerin karmaşıklaşması, müdahalelerin ve sorumluluk paylarının artışı söz konusudur. • Fabrikalardaki mühendis grubunun, bilimsel, rasyonel ve bürokratik pozisyonlarının çatışan beklentileri arasında pasif ve bağımlı hale gelmeleri söz konusudur. (Erkilet, 2007, ss. 249–250) Eğer çağdaş toplumdaki hızlı teknolojik değişmelerin yol açtığı bu erozyon önlenemezse sistemin bütünlüğü tehlikeye girecektir. Merton’a göre endüstriyel üretim, denetimli ya da tedrici olarak ortaya çıkan değişmelere gebedir. Erkilet’in (2007, s. 216) belirttiği gibi Merton’ın alternatif işlevler kav- Toplumsal Değişme Kuramları ramı toplumun tüm unsurlarının vazgeçilmez olduğu iddiasını ortadan kaldırmıştır. Merton işlevselci analizi yanlış olduğuna inandığı üç postülayı değiştirerek çatışma ve değişme olgularını da kapsayacak şekilde yeniden tanımlamaya çalışmıştır. Diğer İşlevselci Açıklamalar Diğer bir yapısal işlevselci olan Ogburn toplumsal değişmeyi icat, birikim, yayılma ve uyum sağlama ekseninde şekillenen kültürel evrimin bir neticesi olarak görmektedir. Bu çerçevede Ogburn, teknik gelişmelere merkezi bir yer vermektedir. Ona göre bir toplumda zihinsel yetenek, toplumsal talep ve kültürel öğelere bağlı olarak yeni icatlar gerçekleşir, kültürel tabana yayılır ve dağılır. Neticesinde tüm toplumsal ve kültürel sistemin yeni icada göre kendisini yeniden düzenlemesi ile değişim gerçekleşmiş olur. Daha mikro düzeyli bir açıklamayı kapsayan Ogburn’ün teorisi işlevselciliğe yeni bir boyut kazandırsa da yaygın bir kullanıma erişememiştir. Mübeccel B. Kıray ise Türk sosyolojisinde toplumsal değişmeyi açıklamak üzere yapısal-işlevselci yaklaşımı kullanmış ve bu teoriye kavramsal katkılar yapmıştır. Ona göre bir toplumsal yapı dört unsurdan müteşekkildir: 1. mekan/ekolojik çevre 2. nüfus 3. organizasyon 4. değerler sistemi Kıray toplumsal yapının bu unsurların karşılıklı etkileşimi ile bir uyum içerisinde bulunduğunu ifade eder. Bu unsurlardan birisinde gerçekleşen değişimlere bağlı olarak sosyal uyum da bozulur ve değişim ortaya çıkar. Kıray’ın teoriye yaptığı en önemli katkı bu değişimin gerçekleşme mekanizmasına dair geliştirdiği açıklamalardır. Ona göre bir toplumsal yapıda bir tipten diğerine geçiş gerçekleşirken her bir unsur aynı hızda hareket etmez. Özellikle maddi unsurlar ile değerler arasındaki bu uyumsuzluk değişimi bir değer krizine dönüştürebilme riskine dikkat sahiptir. Bu riski gider- Mübeccel Kıray tampon mek üzere Kıray’a göre mekanizmalar kavramıydeğişimi kolaylaştıran la işlevselci teoriye katkı ve toplumsal bütünleş- yapmıştır. meyi sağlayan tampon kurumlar ortaya çıkar. Bu kurumlar eskinin örüntülerini belirli bir düzeyde sürdürerek yeniye geçişi kolaylaştırır ve değişimin bir kriz olarak yaşanmasının önüne geçerler. Eleştiriler ve Kuramın Düşüşü Yukarıdaki başat örneklerinin kısa bir anlatımından da anlaşılacağı üzere ondokuzuncu yüzyılın sosyal dinamiklere ve değişime vurgu yapan işlevselciliğinin aksine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılan yapısalcı-işlevselci açıklamalar sosyal istikrar ve dengeye vurgu yapmışlardır. Ancak 1950’lerin ortasından başlayarak Parsons’ın geliştirdiği yaklaşım ciddi bir biçimde eleştiriye uğramış, Merton kuramı yeniden kurup işletmeye çabalasa da 1960’lardan itibaren kuram terkedilmeye başlanmıştır. Ancak ülkemizde Kıray’ın yaklaşımlarının getirdiği yeni açıklamalara bağlı olarak yapısal-işlevselciliğin daha uzun süre etkisini sürdürdüğü söylenebilir. Yapısal-işlevselciliğe yöneltilen eleştiriler şu şekilde özetlenebilir: • Yapısal-işlevselciler bir toplumsal sistemde parçaların bütüne yararlı olduğu için ve yararlı olduğu ölçüde var olduğunu ve mevcudiyetlerini sürdüreceğini savunurlar. Onlara yöneltilen eleştiri bu yararlılığın parçaların mevcudiyeti üzerinde sadece bir etki sahibi olduğu şeklindedir. Zira bu parçalar çoğunlukla bütünden bağımsız bir biçimde de varlıklarını sürdürebilirler. • Yapısal-işlevselciler toplumsal yapıyı bir organizmaya benzetirler. Buna göre organizmada her organ bir işleve sahiptir ve bu işlevi yerine getirmeyen organ yok olur. Durkheimci ve Spencerci temellerden gelen bu organizmacı yaklaşım eleştirilmiştir. Bu eleştiriler bir organın işlevini kaybetmesi halinde yok olmayacağını; ancak değişeceğini ifade etmişlerdir. Merton bu eleştirileri yanıtlamak için işlevsizliğin toplumsal değişme için işlevi fikrini ortaya atmıştır. Ancak onun çabaları bu eleştirilerin genişleyerek devam etmesine set çekememiştir. • Yapısal-işlevselci toplumsal yapı ve değişim teorisine yöneltilen bir diğer eleştiri de toplumda bir fikri birliğinin asla olamayacağı şeklindedir. Zira toplumda bir denge halini esas alan yapısal-işlevselciler bu denge 127 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II • konumunda toplumda bir fikir birliğinin mevcut olduğunu savunmaktadırlar. Ancak eleştirmenleri toplumun her zaman farklı ve birbiriyle çatışan fikirlere sahip gruplardan oluştuğunu ifade etmişlerdir. Yapıyı merkeze alan işlevselcilere göre insan davranışı toplumsal sisteme bağlıdır. Zira bireyi şekillendiren tüm toplumsal kurumlar sistemin birer alt unsuru olarak onu uyum yönünde şekillendirmektedirler. Buna karşın daha sonra ortaya atılan yapılaşma teorileri yapı ile bireyin davranışları arasında karşılıklı bir belirlemeciliğin bulunduğunu savunmaktadır. • Nihai olarak yapısal-işlevselciler sosyal yapının daima dengede olduğunu savunur ve denge durumunu önemserler. Bu çerçevede yapıyı yeknesak bir sistem olarak gördükleri de söylenebilir. Alt unsurları ile uyumlu bir bütünlük arz eden sistemde yapısal bir değişimin gerçekleşmesi imkansızdır. Bu görüşler özellikle çatışmacılar tarafından bir toplumsal yapıdaki farklı çıkarlara sahip grupların varlığını ve bu gruplar arasındaki çatışmaları göz ardı etmekle eleştirilmişlerdir. Aşağıda detaylı bir biçimde ele alınacağı üzere onlara göre sistemde uyum değil çatışma esastır ve çatışma toplumsal değişimin kaynağıdır. Öğrenme Çıktısı 1 Toplumsal değişmeyi açıklamada yapısal-işlevselci denge teorilerini kullanabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş Merton’un orta boy kuram fikrinin toplumsal yapı ve değişimle ilgili çalışmalara yansıması nedir? Parsons’ın toplumsal eylem ile ilgili düşüncelerini daha yakından incelemek için Parsons. T. (2015). Toplumsal Eylemin Yapısı I. Sakarya: Sakarya Üniversitesi Yayınları adlı eseri okuyabilirsiniz. İşlevselciliğin toplumsal denge-değişim teorisinin işlediği ve işlemediği yerleri anlatınız. TOPLUMSAL DEĞİŞİMİ AÇIKLAMADA ÇATIŞMACI TEORİLER George Ritzer (1992, s. 68) 1940’ların hem Parsonsçı yapısal-işlevselci teorinin zirve yılları hem de düşüşünün başlangıcı olduğunu dile getirir. Yapısal işlevselcilik 1950’lerin ortasından itibaren yoğun bir biçimde eleştiriye uğramış ve 1960’lardan itibaren de yavaş yavaş sosyolojik düşüncedeki hakim konumunu terk etmiş, yerini çatışma sosyolojisi başlığı altında toplanabilecek yaklaşımlara bırakmıştır (J. H. Turner, 1978, s. 142). Simmel’in teorileri ve kavramları üzerinde şekillenen çatışma sosyolojisi içerisinde toplumsal değişimi açıklamada Ralf Dahrendorf ’un diyalektik yaklaşımı, Lewis Coser’ın çatışmanın işlevi yaklaşımı ve Randall Collins’in alışverişçi çatışma yaklaşımı öne çıkmaktadır. Aşağıda bu yaklaşımlar detaylı bir biçimde açıklanacaktır. Modern Çatışmacı Yaklaşımın Temeli: Simmel’in Çatışma Teorisi Çatışma teorileri esasında önemli bir Marksist temele sahiptir. Marx’ın diyalektik çatışmacı modelinin en yalın hali Komunist Manifesto’daki tüm tarihin bir sınıf çatışmasının tarihi olduğu önermesi ile ifade edilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere Marx’a göre tarihteki çatışma üretim araçlarının mülkiyetine sahip 128 Toplumsal Değişme Kuramları olma ekseninde meydana gelen modern toplumda iki sınıf arasında yaşanmaktadır. Ancak çatışma yaklaşımı sadece Marksizm ile sınırlı değildir. Turner çatışmacı teorinin iki ana temelinden bir diğerinin Georg Simmel olduğunu dile getirmektedir. Bu çerçevede sosyolojik teoride iki baskın çatışmacı teori ortaya çıkmıştır: 1. diyalektik çatışma teorisi 2. işlevselci çatışmacılık. Modem sosyolojinin kurucuları arasında yer alan Georg Simmel (1858-1918), üretken bir sosyolog olmasına karşın, sistematik olmayışından ötürü sosyolojik düşünce içinde çok takip edilen bir teorisyen olmamıştır. Çalışmaları geniş bir alana yayılan Simmel mikrososyoloji yapmış ve Amerikan sosyolojisinde hayli etkili olmuştur. O, “[b] ütünün ayrıntılardan da görülebileceğini iddia eder ve temel ilgilerini sanat ve kültür, para, kapitalizm, kent, aşk, cinsiyet, grup gibi hayatın değişik biçimlerinden seçer. Çalışma alanları, yönelimleri ve yöntemiyle Simmel’in aslında hayatın sosyolojisini yaptığı söylenebilir. O, bizzat hayatın kendisini, onun akışını, akışa yön veren temel kategori ve faktörleri sorunsallaştırmış ve bu sorunların üzerine eğilmiştir. Sosyolojiyi hayatın akışına tanık kılma amacındadikkat dır; yaşanan hayatın Çağdaş çatışmacı teori sosyolojik yorumuMarx’tan ziyade Simmel’e nu gerçekleştirmeyi dayanmaktadır. denemektedir.” (Alver, 2004) Simmel sosyal değişmede çatışmanın merkezi bir yeri olduğunu düşünmektedir. Marx’tan farklı olarak Simmel’e (2009) göre modern toplumda çatışmanın temeli üretim süreci değil mübadeledir. Ona göre kent hayatında rastlanılan uç durumlar para ekonomisi ile ilgilidir. Para ekonomisi toplumun normları ve değerlerinin değişimine katkıda bulunurken toplumda yaygın rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Simmel, 2014). Ona göre insanları etkileşim içinde birbiriyle bağlayan çatışma geçici değil, toplumun daimi bir özelliğidir. Buna ek olarak çatışma benzer ilgi ve çıkarlara sahip kişilerin amaçlarına ulaşmak için bir araya gelmelerini de sağlayan bir etkendir. Bu yolla toplum içinde sürekli birbirine zıt çıkar alanlarına sahip çıkar grupları oluşur. Böylece daimi çatışma toplumu dinamik kılar ve değişime kay- naklık eder. Ancak Simmel çatışmanın sonuçlarını değişmeden ziyade toplumsal süreklilik açısından araştırmaya yönelmiştir. Ona göre çatışmaların toplumda meydana getirdiği değişimler toplumun sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir yere sahiptir. Çağdaş sosyolojide Simmel’den hareketle geliştirilen işlevselci çatışmacı değişim teorisi daha çok Ralf Dahrendorf ’un diyalektik yaklaşımı ile Lewis Coser’ın çatışmanın işlevi yaklaşımı çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Ralf Dahrendorf’un Diyalektik Yaklaşımı 1929 yılında Hamburg’da dünyaya gelen Ralf Dahrendorf felsefe, filoloji ve sosyoloji alanlarında eğitim almıştır. Çağdaş sosyolojide çatışmacılık olarak bilinen kuramsal yaklaşımın önemli temsilcilerindendir. Toplumsal yapı ve değişimi çatışma ekseninde analiz etmektedir. Class and Class Conflict in Industrial Society (1959) ve Essays in the Theory of Society (1968) en etkili eserleri arasında yer almaktadır. Çalışmalarını London School of Economics, University of Oxford ve Berlin Sosyal Bilimler Araştıma Merkezinde sürdüren Dahrendorf, sosyolog kimliğinin yanı sıra hem Alman Parlamentosunda hem de İngiliz Lordlar Kamarasında bulunarak siyasi bir kariyere de sahip olmuştur. Bu sebeple İngiltere’de Lord Dahrendorf olarak bilinmektedir. Dahrendorf, 1950’lerde çok yaygın olan yapısal işlevselcilerin sosyal denge modellerine karşı toplumsal istikrarsızlık, çatışma ve sosyal çözülmeye vurgu yapan bir çatışmacı modeli savunmuştur. Ona göre her toplumda kaçınılmaz olarak her unsur, her an yaşanan bir değişime tabidir ve aynı zamanda değişime katkı sunarlar. Zira her toplumda değişime kaynaklık eden sosyal çatışma kaçınılmazdır. 1957’de Almanca olarak kaleme aldığı İngilizceye Class and Class Conflict in Industrial Society ismiyle çevrilen eserinde Dahrendorf (1959), her toplumun her noktada ve her an çelişki ve çatışmaya dayandığını dile getirir. Dahrendorf, Marx’ın mülkiyet eksenli çatışma teorisini eleştirerek yerine güç için mücadeleyi yerleştirir. Dahrendorf (1959, s. 162) değişimin bileşenlerine dair bazı açıklamalar yapmaktadır: • Her toplum her noktada değişim sürecine tabidir; değişim kaçınılmazdır. • Her toplum her noktada çatışma ve uyumsuzluk sergiler; sosyal çatışma kaçınılmazdır. 129 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II • Bir toplumdaki her unsur onun dağılmasına ve değişmesine bir katkı sunar. • Her toplum bazı mensuplarının diğerleri üzerinde baskı kurmasına dayanır. Bu çerçevede ona göre toplumu oluşturan her unsur, toplumun çözülmesine ve tekrar bütünleşmesine, diğer bir ifade ile değişmesine katkıda bulunur (Dahrendorf, 1959, s. 164). “Toplumun gerçeği çatışma ve değişip durmadır” (Dahrendorf, 1959, s. 27) diye düşünen “Dahrendorf için, toplumsal bütünleşmenin temeli, Parsons’ın öne sürdüğü gibi uzlaşma değil, aksine baskı, yani otorite konumundakilerin kitlelere boyun eğdirme gücüdür” (Slattery, 2007). Her toplum onu oluşturan fertlerden bazılarının diğerleri üzerindeki zorlamasına dayanır. Bu gruplar arasındaki çatışma toplumu bir arada tutar, toplumun mevcut halinin değişerek yeni biçimler almasına neden olur (Dahrendorf, 1959, s. 207). Çatışmacı değişim teorisine göre toplumu oluşturan her unsur, toplumun çözülmesine ve tekrar bütünleşmesine, diğer bir ifade ile değişmesine katkıda bulunur. Dahrendorf ’a göre bir çatışmanın sosyal değişime yol açması yoğunluk ve şiddet düzeyine göre çeşitlilik arzeder. Çatışma yoğunluğu, maliyetlerin ve katılımın miktarını ifade eder. Çatışma nedeniyle kaybedilen para, hayat, malzeme ve altyapıyı belirten çatışma maliyeti daha ziyade sezgiseldir. İlişki, çatışmada bulunan kişilerin gruba ve konularına verdiği önemi ifade eder. Bu ilişkiyi, bir dama oyununda ön safta bir askerin gerektirdiği seviyeden değişen bir tür olarak düşünebiliriz. Dama, kişinin kişilik ve enerjisinin yalnızca küçük bir bölümünü gerektirir; oysa yaşamının tehlikede olduğu bir savaşa katıldığı zaman, kişinin tüm ruhunu içine alacaktır. Dahrendorf için çatışmanın şiddeti, çatışmanın nasıl ortaya çıktığı ve temelde kullanılan silahlar ile ölçülür. Örneğin barışçıl gösteriler de belirli bir düzeyde düşük seviyeli şiddet içerir ancak ayaklanmalar çok daha şiddetli olmaktadır. Dahrendorf tarafından tanımlanan çatışmanın şiddeti bir toplumda, üç farklı sosyal faktör grubuyla ilgilidir: 130 1. örgütlenmenin teknik, politik ve sosyal koşulları 2. bir toplumdaki çatışmanın etkili biçimde düzenlenmesi 3. göreli yoksunluk düzeyi Şiddet, bu üç örgütlenme koşuluyla olumsuz bir şekilde ilişkilidir. Başka bir deyişle, bir grup eğer örgütlerin teknik, siyasi ve sosyal koşullarını ne kadar çok karşılarsa, çatışmanın şiddet düzeyi o kadar düşük olur. Öte yandan bir sosyal sistem içerisinde çatışmanın yoğunluk düzeyi de üç etkenle ilişkilidir: 1. örgütlenmenin teknik, politik ve sosyal koşulları 2. sosyal hareketlilik düzeyi 3. iktidarın ve diğer kıt kaynakların toplumda dağıtılma biçimi Hem şiddet hem de yoğunluk düzeyi grup organizasyonuyla negatif olarak ilişkilidir. Çatışmanın şiddeti ve yoğunluğu, gruplar daha iyi organize olduğunda aşağıya doğru eğilim gösterecektir. Zira daha iyi organizasyon daha akılcı eylem anlamına gelmektedir. Akılcı eylem de çatışmayı müzakere alanına yönlendirecektir. Çatışma yoğunluğu ve şiddetine dayalı olarak toplumsal değişmenin farklı hızları meydana çıkar. Yoğunluk ve şiddet arttıkça değişim de hızlanır. Martin Slattery (2007), Marksist toplumsal çatışma ve parçalanma yaklaşımlarına bir alternatif sunarak ortaya çıkan Dahrendorf ’un analizinin analitik derinlikten yoksun olduğunu ve bu sebeple de sosyolojide çok etkin bir biçimde kullanılmadığını belirtir. Ona göre Dahrendorf eleştirdiği yapısal işlevselcilerin bir negatifi olmaktan öteye gidememiştir. Nasıl ki onlar mükemmel bir toplumsal düzen ve uyum resmi çizerse, Dahrendorf da kontrol altında olmayan sürekli kaos içindeki bir toplum resmi çizer. Lewis A. Coser’ın Çatışmanın İşlevi Yaklaşımı 1913 yılında Musevi bir ailenin çocuğu olarak Almanya’da dünyaya gelen Lewis A. Coser, Hitler yönetimi sırasında Amerika’ya gitmiştir. 1950’lerde dönemin hakim sosyoloji yaklaşımı olan yapısal işlevselciliği eleştirip, Simmel’in çatışmacı görüşlerini geliştirerek bu teoriye katkıda bulunmuştur. Toplumsal Değişme Kuramları Önemli eserleri arasında The Functions of Social Conflict (1956), Masters of Sociological Thought (1970), The New Conservatives: A Critique from the Left (1974) ve Powell & Robbins tarafından hazırlanan (Powell & Robbins, 1984) Conflict and Consensus yer almaktadır. The Functions of Social Conflict isimli eserinde Coser (1956), yapısal-işlevselci kurama yönelik ciddi bir eleştiri getirmekte ve toplumsal yapı ve değişmeyi çatışmacı bir biçimde ele almaktadır. Ona göre bir toplumda özellikle birbirine sorumluluk ve güç ağlarıyla bağlı olan ve yakın ilişki içerisinde bulunan insanlar arasında kaçınılmaz bir biçimde çatışma ortaya çıkar. Bu esasında insan olmanın ve toplum içinde yaşamanın temel bir koşuludur. Zira toplumdaki bireyler arasında eşitsizlikler ve farklılıklar kaçınılmazdır ve modern toplum esasında bu eşitsizlikler ve çatışmalar üzerine kuruludur. Dönemin yaygın uyum ve denge teorilerine kökten zıt olan bu yaklaşım aynı zamanda Amerika’nın eşitlikçi bir toplum olduğu yönündeki yaygın kanaatleri de yanlışlamaktadır. Ancak Coser’in çatışma teorisi Marksistlerde olduğu gibi ekonomi-politik bir temele ve yaklaşıma değil, toplumsal yaşamdaki işlevlerin yerine getirilmesi fikrine dayanır. Onun bu teorisi, Simmel’den hareketle oluşmuştur. Yukarıda ele alındığı üzere Simmel çatışmayı bir toplumsallaşma şekli olarak görmektedir. Buradan hareketle Coser, çatışmanın sadece yıkıcı unsurlardan ibaret olmadığını aynı zamanda toplumu bir arada tutan bağların oluşmasında da önemli bir rol oynadığını düşünmektedir. Bu aslında Merton’un işlevsizliklerin işlevi fikrinin farklı bir biçimde ifadesi olarak görülebilir. Yukarıda belirtildiği gibi Coser, çatışmanın bütün toplumlarda var olduğunu düşünmektedir. Ancak toplumdaki bu çatışma toplumun parçalanmasına yol açmaz zira her toplumda düşmanca ve saldırganca duygular oluşmadan, ortaya çı- kan sorunların ifade edilmesini sağlayan emniyet subabı işledikkat vini gören kurumlar Coser’e göre sorunun kaybulunmaktadır. Top- nağına yönelen çatışmalar lumun biçimi ve iliş- gerçekçidir ve toplumsal kilerin düzeyine göre değişmeye olumlu katkılar değişen bu kurumlar sağlarlar. toplumdaki gerilimleri azaltır, toplumun işleyişini sağlarlar. Coser, tepkilerin sorunun kaynağına yönelip yönelmemesine göre toplumdaki çatışmaları gerçekçi olan ve olmayan şeklinde iki başlık altında tasnif eder. Buna göre birincisinde tepkiler sorunun kaynağına yönelirken, ikincisinde sorunun kaynağı yerine onu temsil eden başka bir nesneye yönelmiştir. Coser’ın çatışmacı görüşleri işlevselci bir yaklaşımı da içermektedir. Fakat işlevselcilerin aksine Coser çatışmanın olumlu işlevlere de sahip olduğunu ileri sürmektedir. Temelde çatışmayı toplumsal yapının işleyişi için olumlu bulan Coser’a göre olumlu ve işlevsel olmayan çatışmalar da söz konusudur. Sorunun biçimi ve çatışmanın kaynağı kadar toplumsal yapının özellikleri de bunda belirleyicidir. Buna göre eğer bir çatışma toplumun varlığını üzerine inşa ettiği temel norm ve değerler hakkında ise bu çatışma olumlu ve işlevsel değildir. Aksine çatışma eğer toplumdaki süreç ve işlevlere ilişkin ise olumlu ve işlevsel olacaktır. Aynı zamanda toplumsal yapı çatışmayı kabul etmiyor, engelliyor ve bastırıyorsa bu durumda çatışma toplumun temel norm ve yapısına yönelecektir ve olumlu bir karakter kazanamayacaktır. Dolayısıyla çatışmayı bastırmayan, normal süreçler dahilinde ele alan toplumlarda çatışma daha çok temel toplumsal işlevlere ve süreçlere yönelecek ve toplumsal yapının değişimine olumlu bir katkı sağlayacaktır. 131 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II araştırmalarla ilişkilendir Kentsel Hareketler ve Çatışma Kuramları Kentsel çatışmalar ile kentsel hareketler arasındaki ilişki, Castells’in incelediği kentsel sorun kavramıyla anlaşılabilir. Castells, kentsel dizgedeki konumuyla yapısal olarak ilişkilendirdiği kentsel sorunu; genel toplumsal yapıdaki ve üretim sürecindeki yeri, devletin ideolojik aygıtlarındaki yeri ve yerel düzeydeki yeri ile siyasal yargıdaki yerinin tümünün eş zamanlı olarak belirlenmesiyle tanımlamıştır. Kentsel sorunu yaratan çatışma kavramı ise, dışsal etkiler, mekansal tekelcilik ve durağanlıktan kaynaklanan piyasa düzeneğindeki belirli aksaklıkların bir işlevi olarak tanımlanabilir. Bu durumda çatışma hizmetlerin konumu ve etkilerinin büyüklüğüne göre öncelik sırasıyla belirlenen toplumsal alanlardaki mücadeleleri kapsar. Kentsel mücadele alanına giren sorunlar, bilinç düzeyine başlı olarak bireyler ve çıkar grupları arasında farklılık gösterir. Kentsel çatışmaların bir dışavurum biçimi olan protestolar, kentsel çatışmaların eyleme dönüşmesidir. Protesto; özgürlük, güvenlik ve kimlik kazanma savaşımıdır. İktidarın kendi beğeni ölçütlerine göre toplumsal düzenekler, çevre ve çevre koşulları üzerinde bir düzen kurma çabasına karşı kitlelerin kendi yaşam koşullarını belirleme isteminde bulunabilmeleri, protestoların çıkış noktasını oluşturur. Bu eylem biçimi, geniş anlamıyla, toplumsal eylem gruplarının özeksel ve yerel erk odakları ile çeşitli kurumsal düzeneklere başkaldırısıdır. Castells, kentsel protestoların önemli bir unsurunun, ortak tüketim sorunlarını yönetsel organlara duyurmak için birlikte hareket eden farklı sınıfları, özellikle işçi sınıfı ile orta sınıfı birleştirmesi olduğunu vurgulamıştır. Çeşitli düzeylerdeki kentsel sorunlarla karşı karşıya kalan yurttaşların gerçekleştirdiği protestolar, kentsel siyaseti doğrudan etkileyebilen önemli bir araçtır. Bu açıdan bakılırsa, protestoların kentsel çevrenin ve yaşam koşullarının iyileştirilmesine önemli katkılarda bulunduğu söylenebilir. Protesto eylemleri; insan hakları öğretisinin gelişimine paralel olarak artış göstermiştir. Kaynak: Akkoyunlu, E. K. (1999). Kentsel Hareketlerden Yeni Toplumsal Hareketlere: Castells’in Sorgulanması ve Türkiye Örnekleri. Amme İdaresi Dergisi, 32(3), 115–128. Randall Collins’in Alışverişçi Çatışma Yaklaşımı 1941 doğumlu olan Randall Collins olağanüstü bir akademik kariyere sahiptir. Wisconsin, CaliforniaSan Diego, Virginia, California-Riverside ve Pennsylvania Üniversitelerinde görev yapmıştır. Çalışmaları, siyasi ve iktisadi değişimin makro-tarihsel sosyolojisinden yüz yüze etkileşimin mikro-sosyolojisine, toplumsal çatışmadan entelektüel sosyolojisine kadar geniş bir alana yayılmaktadır. Collins alışverişçi çatışma yaklaşımı ile çatışma kuramına ve toplumsal değişim tartışmalarına önemli katkılarda bulunmuş isimlerden birisidir. Günümüzde çatışmacı yaklaşımı farklı alanlara uygulamaya devam eden Collins işlevselci temellerle yoğrulmuş bir çatışma kuramı geliştirmiştir. Collins’in yaklaşımı bizi Coser veya Dahrendorf ’dan farklı bir yöne götürür. Birincisi, Collins’in sentez çalışması daha geniş temellere dayanır. Collins teorilerini geliştirirken sadece klasik çatışma teorisyenlerinden değil, Durkheim ve Erving Goffman’dan da faydalanmaktadır. Burada özellikle Durkheim’ın kurama dahil edilmesi son derece önemlidir. Durkheim’ı kullanmak, Collins’in çatışma halinde duygu ve ritüel kullanımını işin içine katmasını sağlar. Ona göre sembolik mallar ve duygusal dayanışma “çatışmada kullanılan ana silahlar” arasında yer alır (Collins, 1974, s. 59). Collins’in projesinin kapsamı bu bağlamda çok geniştir. 1974 yılında Conflict Sociology (Çatışma Sosyolojisi) isimli eserini yayınladığında amacını çatışma sosyolojisinin geniş bir resmini sunarak bu teorileri bilimsel biçimde ispat etmek olarak ifade etmekteydi. Bu kitapta dolayısıyla çatışma ve değişimle ilgili yüzlerce yeni önerme ortaya konmuştur. Hiç şüphesiz, bu kitap bugüne kadar çatışmayı bilimsel olarak açıklamak için yapılan en sistematik gayreti tem- 132 Toplumsal Değişme Kuramları sil etmektedir. Ardından Collins (Collins, 1993, s. 296), 1975’teki çalışmasında yer alan yüzlerce teorik önermeyi “çatışma teorisinin dört ana hattı” olarak yeniden formüle etmiştir. 1. Her kıt kaynağın eşit olmayan dağılımı, onu kontrol edenlerle etmeyenler arasında potansiyel bir çatışma oluşturur. 2. Potansiyel çatışmalar muhalif grupların mobilize olma derecesine göre fiili çatışmalar haline gelir. 3. Çatışmalar yeni çatışmaları doğurur. 4. Seferberlik için kullanılan kaynaklar tükendiğinde çatışmalar azalır. Collins’e göre toplumsal değişim bireylerin ihtiyaçlarını giderme çerçevesinde birbirleriyle kaynaklar için rekabet etmeleri ve bu süreçte birbirlerinden faydalanmalarına dayanır. Ona göre insanlar, kendi yararları doğrultusunda, kendi çıkarlarını en iyi şekilde kullanacaklardır. Collins, farklı kaynakların, öznel gerçekliği tanımlamak için güç farklılıklarına neden olduğunu belirtmektedir. Onun çatışma teorisinin üç temel ilkesi mevcuttur: 1. İnsanlar kendi inşa ettikleri öznel dünyalarında yaşarlar. 2. Diğer insanlar, kişinin öznel deneyimini etkileme ve hatta kontrol altında tutma gücüne sahip olabilirler. 3. İnsanlar sıklıkla böyle kontrol girişimleri ile mücadele eden diğerlerinin eylemlerini kontrol etmeye çalışır; sonuç genellikle kişiler arası çatışma olur (Collins, 1974, s. 60). Örneğin bir kadından daha fazla kaynağa ve güce sahip bir erkek, onun eylemlerini kontrol etmeye çalışabilir ve kadın da bu kontrol girişimlerine karşı çıkar. Bu ilişki doğal olarak bir çatışma ile sonuçlanır. Kadının kaçış şansı olamaz, çünkü erkek daha fazla kaynağa sahiptir. Ancak burada yine de erkek mutlak bir tahakküm alanına sahip değildir. Kadın çeşitli müzakere araçları ile kendi alanını korumaya ve genişletmeye çabalayacaktır. Aradaki bu etkileşim münasebetiyle toplumsal yapıda çatışmanın meydana getirdiği bir değişim yaşanmaktadır. Collins’e (1974, s. 60) göre çatışma analizinin genel prensipleri herhangi bir alanda uygulanabilir. Bunun için aşağıdaki beşli şema takip edilmelidir: 1. Soyut formülasyonlar yoluyla, gerçek yaşamdaki etkileşimlerin bir örneğini düşünün: İnsanlar faydalara ve tatminlere yönelen ve hoşnutsuzluklardan kaçınan bir sosyal hayvandır. 2. Etkileşimi etkileyen maddi düzenlemeleri arayın: Fiziki mekanlar, iletişim biçimleri, silah temini, kişinin kamusal izlenimini, araçlarını ve mallarını yerleştirmek için cihazlar. Fiziki müdahale için potansiyel, pazarlık yapacakları kişilere erişim, cinsel çekicilik, duygusal dayanışmayı başlatmak için kültürel cihazların temini ve yukarıda sözü edilen fiziksel düzenlemeler gibi her bir birey için göreli olarak mevcut olan kaynakları değerlendirin. 3. Egemen tarafın durumdan yararlanmak için çabaladığı genel varsayımını uygulayın: Bu bilinçli bir hesaplamayı değil, çiçeğin ışığa dönmesi gibi en doğrudan ödül alanlarına duyarlılığın temel bir eğilimini içermektedir. Sosyal yapılar, çeşitli kaynaklardan meydana çıkan davranışa, toplumsal değişime, önceki çatışmalardan doğan kaynakların kaymasına bağlı olarak açıklanmalıdır. 4. İdealler ve inançlar, aynı şekilde, görüşlerini hakim hale getirmek için ortaya konacak kaynaklara sahip olanların ilgi alanlarıyla açıklanmalıdır. 5. Ampirik vakaları karşılaştırın: Hipotezleri test edin; bazı şeylerin altında karşılaşılan şartlara karşı, başka şeylerin ortaya çıktığı koşulları araştırın. Nedensel olarak, genellemelere bakın. Birden fazla nedenler için uyanık olun - çatışma kaynakları genellikle karmaşıktır. Collins, bireylerin ihtiyaçlarını giderme çerçevesinde birbirleriyle kaynaklar için rekabet ettiklerini ve bu süreçte de birbirlerinden faydalandıklarını düşünmektedir. Ona göre toplumsal değişim bu rekabetin bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. 133 Çağdaş Sosyolojide Toplumsal Değişim-II Sonuç Çağdaş sosyolojide toplumsal değişimle ilgili en belirleyici yaklaşım yapısal-işlevselci denge teorileridir. Toplumda temelde bir değişim değil de denge olduğunu savunan bu yaklaşımlar toplumun parçaları birbirine işlevsel olarak uyan bir mekanizma olduğunu düşünmektedirler. Bu unsurlardan birisinin işlevi değiştiğinde (veya işlevini yerine getiremediğinde) toplumsal yapıda buna uygun dengelemeler ortaya çıkmaktadır. Bir dönem Amerikan sosyolojisine egemen olan bu yaklaşıma karşı çatışma teorileri ortaya çıkmıştır. Toplumu dengeli bir bütün olarak gören yapısal işlevselciliğin aksine Simmels’in Marksist olmayan çatışma sosyolojisine dayanarak ortaya çıkan çağdaş çatışma yaklaşımı toplumda bir çatışmanın mevcut olduğunu ve değişimin de bunun doğal bir neticesi olarak ortaya çıktığını savunmaktadır. İki yaklaşım arasındaki temel farklılık toplumsal değişimin planlı ve öngürülebilir olmasıyla ilgilidir. İşlevselci sosyologlar toplumsal değişimi, bazı doğal güçlerin sonucu olarak görürler. Bu anlamda, onlara göre sosyal değişim düzeyi ne olursa olsun plansız değildir. Çatışma teorisyenleri ise toplumsal değişimin toplumsal hareketlerin toplumsal, ekonomik ve politik sistemlerde köklü değişiklikler getirme çabalarından kaynaklandığını ileri sürerler. Bu anlamda çatışmacılara göre sosyal değişim, işlevselcilerin öngördüğünden daha az “planlanmış” ya da en azından daha az amaçlanmıştır. Çatışma teorisinin eleştirmenleri ise bu görüştekilerin toplumsal eşitsizliğin boyutunu fazla abarttığını ve ırk, etnisite, cinsiyet, din ve diğer kaynaklara dayanan çatışmayı ihmal ederek bazen ekonomik çatışmayı aşırı vurguladığını söylemektedirler. Öğrenme Çıktısı 2 Çatışmacı anlayışın toplumsal yapı ve değişme analizini açıklayabilme 3 Toplumsal değişimin açıklanmasında farklı yaklaşımları karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirebilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş Çağdaş çatışmacılığın değişimin temeli olarak gördüğü tabakalaşmaya dair temel açıklaması nedir? Günümüzdeki kentsel hareketler ile çatışma kuramlarını ilişkilendirmeye çalışınız. Çatışmacı yaklaşımın İşlevselcilik eleştirilerini bir arkadaşınızla paylaşınız. 134 Toplumsal Değişme Kuramları 1 Toplumsal değişmeyi açıklamada yapısal-işlevselci denge teorilerini kullanabilme 1 İşlevselcilik toplumda temelde bir değişim değil de denge olduğunu savunmaktadır. Buna göre toplum parçaları birbirine işlevsel olarak uyan bir mekanizmadır. Bu unsurlardan birisinin işlevi değiştiğinde (veya bu unsurlardan birisi işlevini yerine getiremediğinde) toplumsal yapıda buna uygun dengelemeler ortaya çıkmaktadır. Bir dönem Amerikan sosyolojisine egemen olan bu yaklaşıma karşı çatışma teorileri ortaya çıkmıştır. 2 Çatışmacı anlayışın toplumsal yapı ve değişme analizini açıklayabilme 3 Toplumsal değişimin açıklanmasında farklı yaklaşımları karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirebilme öğrenme çıktıları ve bölüm özeti İşlevselci Denge Teorileri Toplumsal Değişimi Açıklamada Çatışmacı Teoriler 2 Simmels’in Marksist olmayan çatışma sosyolojisine dayanarak ortaya çıkan çağdaş çatışma yaklaşımı toplumda bir çatışmanın mevcut olduğunu ve değişimin de bunun doğal bir neticesi olarak ortaya çıktığını savunmaktadır. Ralf Dahrendorf işlevselcilerin sosyal denge modellerine karşı toplumsal istikrarsızlık, çatışma ve sosyal çözülmeye vurgu yapan bir çatışmacı modeli savunmuştur. Ona göre her toplumda kaçınılmaz olarak her unsur, her an yaşanan bir değişime tabidir ve aynı zamanda değişime katkı sunarlar. Lewis A. Coser’e göre bir toplumda özellikle birbirine sorumluluk ve güç ağlarıyla bağlı olan ve yakın ilişki içerisinde bulunan insanlar arasında kaçınılmaz bir biçimde çatışma ortaya çıkar. 3 Çağdaş sosyolojide toplumsal değişimi mikro düzeyde tartışan iki yaygın görüş olan işlevselcilik ve çatışmacılık toplumsal yapının farklı boyutlarına vurgu yapmaktadırlar. İşlevselciler denge ve düzene vurgu yaparken, çatışmacılar değişim ve düzensizliğe vurgu yapmaktadırlar. Bu iki yaklaşım toplumsal değişimin planlı veya öngürülebilir olması ile ilgili olarak birbirinden farklılaşırlar. İşlevselciler büyük manada toplumsal değişimi kabul etmezler, gündelik manadaki değişimi de doğal süreçlerin bir sonucu olarak değerlendirirler; hâlbuki