ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ-I Ders Notları PDF
Document Details
Uploaded by Deleted User
Tags
Summary
Bu belge, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi ders notlarından oluşan bir özeti içerir. Devlet kavramını, çeşitlerini ve yönetim biçimlerini ele almaktadır. Ayrıca, ihtilal ve inkılâp kavramlarını incelemektedir.
Full Transcript
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ-I DERS NOTLARI TÜRK DEVRİMİNE KAVRAMSAL YAKLAŞIM 1. Hafta A) DEVLET (ÜLKE, İNSAN, EGEMENLİK) Modern anlamda 16. Yüzyılda ortaya çıkan toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımd...
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ-I DERS NOTLARI TÜRK DEVRİMİNE KAVRAMSAL YAKLAŞIM 1. Hafta A) DEVLET (ÜLKE, İNSAN, EGEMENLİK) Modern anlamda 16. Yüzyılda ortaya çıkan toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet ya da milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Hukuki açıdan devlet; “Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde bir siyasi iktidar altında örgütlenmesidir. Bu tanımdaki unsurlar şunlardır: İnsan unsuru, Egemenlik unsuru, Ülke unsuru. B) DEVLET TÜRLERİ ÜNİTER (TEKİL) DEVLET: Siyasi otoritenin tek merkezde toplandığı, merkezi otoritenin tek bir anayasa ile sağlandığı devletlerdir. KARMA (BİRLEŞİK) DEVLETLER: Birden fazla devletin kendi aralarında gerçekleştirdikleri bir anlaşma ile birleşmeleri sonucu oluşan devletlerdir. İki şekilde olabilir: -Konfederasyon: Bağımsız devletler tarafından egemenliklerini koruma şartı ile oluşturulan ve üye devletlere diledikleri zaman ayrılma hakkı tanıyan karma devlet biçimidir. -Federasyon: Ortak bir anayasa altında birleşen devletlerin oluşturduğu devlet biçimidir. Bu tip devletlerde ayrıca her federasyonun kendi anayasası, yürütme ve yargı organları vardır. (Örn: Almanya ve ABD, Kanada, Avusturya, İsviçre, Avustralya) C) REJİM: Bir ülkenin yönetim biçimidir. Diğer bir ifadeyle devletin idare şeklidir. 1 Rejimleri bakımından devlet yönetim biçimlerinin belli başlıları şunlardır: -Monarşi: Egemenliğin tek kişiye ait olduğu yönetim biçimidir. Monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özellik; devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmasıdır. Hükümdar öldükten sonra onun soyundan oğul, kardeş gibi biri tahta çıkar. -Oligarşi: Ülkenin sadece belirli bir zümre veya grup tarafından yönetildiği yönetim biçimidir. Genelde yönetimdeki grup; askeri, siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından birisidir. -Cumhuriyet: Yönetenlerin yönetme yetkisini yönetilenlerden aldığı rejimin adıdır. Halk kendisine ait olan egemenliği seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır. Her cumhuriyet demokrasi olmamakla birlikte, cumhuriyet ve demokrasi arasında yakın bir ilişki vardır. Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında, dini cumhuriyet, oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri vardır. -Demokrasi: Çoğunluğun belirli bir dönem iktidar erkini kullandığı, bu süreçte azınlıktakilerin temel hak ve özgürlüklerden serbestçe yararlandığı ve iktidarın seçim yoluyla değiştirildiği yönetim şeklidir. Özgürlük, eşitlik, hukuk devleti gibi temel insani değerleri korumakla yükümlü bir yönetim olan demokrasinin; klasik demokrasi, liberal demokrasi ve sosyal demokrasi gibi modelleri vardır. D) İHTİLAL: Mevcut düzeni hukuki kurallara uymadan zor kullanarak ortadan kaldırmayı amaçlayan ihtilal, daha geniş bir değişim amaçladığında inkılabın ikinci aşamasını meydana getirir. Bununla birlikte ihtilalde esas olan, kurulu düzeni yıkmaktır. Her inkılap mutlaka ihtilal aşamasından geçtiği halde, her ihtilalde her zaman bir inkılap amaçlanmaz. E) ISLAHAT (Reform): Devlet ya da toplum düzeninin aksayan yönlerinin düzeltilmesi demektir. Islahatta genellikle değişimler zora başvurulmadan gerçekleştirilir. F) İNKILAP ( DEVRİM): İnkılap, halk hareketiyle mevcut düzenin zor kullanılarak yıkılması ve yıkılan düzenin yerine yeni bir düzenin kurulmasıdır. İnkılabın nihai hedefi, iktidardakileri ve devletin organizasyonunu değiştirmek olduğu kadar, sosyal kuvvetlerin ilişkilerini değiştirmek ve ihtiyaçlara göre hukuk kuralları koymaktır. Buna göre inkılap, birinci derecede hukuki bir olaydır. 2 İnkılabın Özellikleri a. İnkılap, bir halk hareketidir: İnkılabın en önemli özelliği topluma mal edilmesidir. Bir kişiye veya bir zümreye hizmet eden inkılap, gerçek anlamda halk hareketi değildir. İnkılap olayında akıl ve iradenin rol oynaması onun beşeri yönünü, toplum tarafından yapılması da sosyal yönünü ortaya koyar. Türk İnkılabı’nda genelgelerin yayınlanması ve kongrelerin düzenlenmesi, inkılabın topluma benimsetilmesine yöneliktir. b. İnkılap, mevcut düzeni yıkma olayıdır: Çağın ihtiyaçlarını ve toplumun gereksinimlerini karşılayamayan eski düzenin yıkılmasıdır. Mevcut düzenin yıkılması daha yüksek bir adalete ulaşma ihtiyacı ile yapılır. c. İnkılap, yıkılan düzenin yerine yeni bir düzenin kurulmasını amaçlar: İnkılap sayesinde eski düzeni temsil eden kurumlar yıkılır. İnkılap kendi kurumlarını getirir. İnkılabın Safhaları a. Fikri Hazırlık Safhası: Toplumda değişik fikirlerin geliştiği ve yeni fikirlerin ortaya atıldığı safhadır. Bu safhada düşünürler, filozoflar ve yazarlar fikirlere yön verir. Gelişmeler halka benimsetilir. b.İhtilal Safhası: Mücadele (aksiyon) safhasıdır. Türk İnkılabı’nda, bu safhada bir taraftan işgalci devletlerle savaşılırken, diğer taraftan da Osmanlı yönetimine karşı mücadele verilmiştir. c.Yeni Düzenin kurulması: Yeni bir düzenin kurulmasıyla inkılap başarıya ulaşmış olur. Böylece eski düzenin yerine yeni ve çağdaş bir sistem kurulmuş olacaktır. İnkılabın amacı, milletin her yönden ilerlemesi ve daha ileri gitmesini sağlamaktır. Atatürk’ün İnkılap Anlayışı Atatürk’e göre inkılap, “Mevcut müesseseleri zorla değiştirmek, son asırlardaki kurumları yıkarak yerine milletin en yüksek medeni icaplarına göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları kurmaktır.” Türk İnkılabı’nın Özellikleri a. Türk inkılabı diriliş ve yenilik hareketidir. b. Milli bağımsızlık ve milli egemenlik mücadelesidir. Dışarıda işgal güçlerine, içeride sultan ve halifeye karşı birlikte yapılmış bir mücadeledir. c. Türk Milleti’ni Batı’ya, Batı kültürüne ve Batı anlayışına götüren kökten, sosyal bir değişikliktir. d. Türk inkılabı, Türkiye’de Doğu kültürü yerine Batı kültürünü kurmuş, modern zihniyeti getirmiş, milli şuuru ve millet ruhunu uyandırmıştır. e. Türk İnkılabı, amaç, hazırlanış ve uygulama yönünden diğer inkılaplardan farklıdır. Örneğin Fransız İhtilal’ini hazırlayan fikirler, Fransız yazarlar tarafından hazırlanırken Türk İnkılabı bir doktrin hareketinin sonucu olmadığı gibi bir doktrine de bağlı değildir. 3 f. Türk İnkılabı’nın yeterince teorik ve ideolojik hazırlığı yoktur. Tarihi gelişmeler bu hazırlığa zaman bırakmamıştır. g. 1789 Fransız ve 1917 Rus İnkılaplarından farklı olarak Türk İnkılabı’nda inkılabın hazırlığını yapanlar, fikri yönden olgunlaştıranlar ve onu aksiyon alanında başarıya götürenler aynı kişilerdir. Türk İnkılabı’nda bağımsızlık öğesi daha çok öne çıkmıştır. h. Türk İnkılabı sonucunda yeni bir devlet ortaya çıkmıştır. *Türk İnkılabı, emperyalist güçlere karşı gelmenin mümkün olduğunu dünyaya ilk defe kanıtladı ve tutsak milletlere bağımsızlık yolunu açtı. Ayrıca donmuş toplumsal kurumların akılcı bir davranışla değiştirilebileceğini de ortaya koydu. DEĞİŞEN DÜNYA; 2. Hafta ORTA ÇAĞ AVRUPA’SINDAN MODERN AVRUPA’YA 4 A) AVRUPA’DAKİ GELİŞMELER VE OSMANLI DEVLETİNE ETKİSİ Feodal sistemin devlet ve toplum hayatını en ince ayrıntılarına kadar şekillendirdiği Ortaçağ Avrupası’nda insanın hiçbir kıymeti yoktu. Din ve devlet organları arasındaki menfaat birliği sonucu insanlar istendiği şekilde yönetildiler. Ortaçağ insanının en temel özelliği düşünmeden inanmak zorunda bırakılmış olmasıydı. Kurulan ve kökenlerinin dinsel olduğu iddia edilen düzene aykırı hareket edenler acımasız şekilde cezalandırılıyordu. Engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insan haksız yere ve çok defa sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler karşılığında günahları affediyorlar, hatta cennetten yer satıyorlardı. Mantık ve insani esaslar kaybolmuştu. İslam âlimlerinin kitaplarını okuyarak dünyanın döndüğünü ilan eden Galile ve daha pek çok düşünür çeşitli işkenceler görmüş ve pek çoğu öldürülmüştü. Avrupa’da iç ve dış dinamiklerin zorlamasıyla 14. Yüzyıldan itibaren, ana hatlarını verdiğimiz düzende değişimler meydana gelmeye başladı. Ortaya çıkan bu yeni düzen sadece Avrupa’nın klasik düzenini değiştirmedi, sonuçları bütün dünyayı derinden etkiledi. Avrupa ile yakın temasta olan Osmanlı Devleti de bu değişikliklerden en çok etkilenen ülke ve coğrafya oldu. Bu etkilere geçmeden önce Avrupa’da yaşananları özetlemek yararlı olacaktır: Rönesans İtalya’da başlayan, “Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans kilisenin skolastik düşüncesini yıkarak, yerine bilimsel düşünceyi yerleştirmiştir. Bir yanıyla insanın keşfini ifade ederken bir yanıyla da bilim ve teknikte ilerleme kaydedilmesinde Avrupa’da yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu süreçte Avrupa’da insan hayatı ön plana çıkmış, matbaanın da icadıyla sanat, edebiyat ve mimari alanlarında keskin bir dönüşüm yaşanmaya başlamıştır. Ayrıca Rönesans, Coğrafi Keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi alanlara destek vererek sanatçıları koruyan bir Burjuva (ticaretle uğraşan orta sınıf) sınıfının da oluşmasını sağlamıştır. Kendi başına bir dönem olmanın ötesinde, Avrupa’da daha pek çok değişime de zemin hazırlayan Rönesans özetle şu sonuçları doğurmuştur: -Kilisenin dar görüşü olan Skolastik düşünce yıkılmış ve yerine bilimsel düşünce hâkim olmuştur. - Reform hareketlerini hazırlamıştır. - Bilim ve teknikteki gelişmeler hızlanmıştır 5 - Avrupa’da sanattan zevk alan aydın ve halk sınıfı oluşmuştur. - Din adamlarının ve kilisenin halk üzerindeki otoritesi sarsılmıştır. - Avrupa’nın her yönden gelişmesine ve güçlenmesine öncülük etmiştir. Reform Reform hareketi, 15. ve 17. Yüzyıl boyunca tüm Avrupa’yı etkileyen, Katolik Kilisesi’ne karşı yapılmış dinsel bir harekettir. Martin Luther’in İncil’i Almancaya çevirerek bir kilisenin kapısına 95 maddeden oluşan bir protesto metni yazmasıyla önce Almanya, ardından da Fransa, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde başlayan Reform, kilisenin hâkimiyetine karşı bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Kısa süre içerisinde taraftar sayısının artmasıyla Hıristiyanlık dinine bağlı Protestanlık mezhebinin doğmasını sağlamış, aynı zamanda aklın ve bilimin de ön plana çıkmasına katkıda bulunarak, modern bilimin doğuşuna Rönesans ile beraber öncülük etmiştir. Coğrafi Keşifler Bilimsel bir merak ve yeni ufukların keşfedilmesi duygusu söz konusu olmakla birlikte, temelde 15. Yüzyıldan itibaren açık bir şekilde ekonomik nedenlerden kaynaklanan Coğrafi Keşifler dünyada meydana gelecek bir dizi gelişmeyi de tetiklemiştir. Avrupalıların keşif denemeleri sonucunda Atlantik Okyanusu’nun ötesine ulaşılmış, Ümit Burnu ve Amerika kıtası keşfedilmiştir. Bu keşiflerin bir yönü de dünyanın yapısı ve şekli hakkındaki bilgilerin değişmesidir. Dünyanın yuvarlak olduğu, Güneş etrafında döndüğü ve dünyanın evrenin merkezi olmadığı bu keşifler sonucunda ulaşılan önemli bilgiler arasında yer almaktadır. Aydınlanma Çağı/Felsefesi Aydınlanma Çağı olarak adlandırılan tarihsel dönem, Aydınlanma felsefesinin 18. Yüzyılda doğup benimsenmeye başladığı dönemdir. 17. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar. Aydınlanmaya yol açana başlıca düşünsel gelişmeler Rönesans ve Reform hareketleridir. Aydınlanmanın temsilcileri olarak Descartes, Kant, Montesquieu, Rousseau, Voltaire, Locke gibi düşünürler öncülük etmiştir. 6 Aydınlanma Çağı, aklı kurucu ilke olarak benimseyerek, tüm toplumsal yaşamın ve düşünüşün buna göre şekillendirilmesi gerektiğini ön plana çıkaran dönemdir. Yeni ve bambaşka toplumsal ve ekonomik ilişkiler içerisinde yaşamaya başlayan insanlar, ortaya çıkan yeni düşünce biçimleriyle dünyaya bambaşka gözlerle bakmaya başlamışlardır. Bunun sonucunda modern yaşamın temelleri atılmıştır. 1789 Fransız İhtilali’nin temelinde, Fransız aydınlanmacılığının belirleyici bir etkisi vardır. Fransız İhtilali Fransız Devriminin gerçekleşmesinde Avrupa aydınlanmasının yanı sıra, Fransız siyasal ve toplumsal yapısının da büyük etkisi olmuştur. Fransa’daki siyasal istikrarsızlıklar ve mutlak yönetimin varlığı, toplumda adaletsiz bir sınıflaşmanın bulunması, diğer yandan burjuvazinin ekonomik olarak güçlenmesine karşın siyasal ve sosyal açıdan etkin olamaması, bütün bunlara bağlı olarak da toplumun geniş kesimlerinin ağır vergiler altında ezilmesi ve gelir dağılımında ciddi adaletsizliklerin bulunması Fransız Devrimi’ni tetikleyen nedenler olarak ön plana çıkmıştır. 1789 Fransız Devrimi, soyluların ve kilisenin ayrıcalıklarının kaldırılmasında, hem göreceli bir eşitlik anlayışının yerleşmesinde hem de laik düşüncenin gelişmesinde etkili olmuştur. Ayrıca ulusların kendi benliklerini bulmaları ve sonunda ulusal bilincin gelişmesiyle, ulusçuluk akımı Avrupa’da etkili hale gelmiş ve ulusal devletler çağı başlamıştır. Kısacası; eşitlik, özgürlük, adalet, halk yönetimi, demokrasi, ulusçuluk ve laiklik gibi kavramlar Fransız Devrimi’nin dünyaya bir armağanı olarak belirmiştir. Sanayi Devrimi Sanayi Devrimi ya da Endüstri Devrimi, Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda yeni buluşların üretime olan etkisi, buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi doğurması, böylece insan gücünün yerini makine gücünün alması ve bu gelişmelerin de Avrupa’daki sermaye birikimini arttırması denir. Sanayi Devrimi’nin en önemli gelişmelerinden birisi 1763’te James Watt’ın İskoçya’da buharla çalışan makineyi bulması olmuştur. Böylece; buhar, lokomotiflerde ve gemilerde kullanılmaya başlanmış, bunun sonucu olarak çok uzak kara parçalarına ve okyanus ötesi kıyılara ulaşım kolaylaşmıştır. 1830-1860 arasında İngiltere’de kömür ve demir-çelik üretimi hızla artmıştır. Bu üretim sayesinde köprü, kanal, demiryolu gibi inşaatlar hızla artmıştır. Sanayide başlayan bu teknolojik gelişmeler tarım alanında da kendini göstermiştir. Bu alandaki gelişmelere öncülük eden Almanlar pancardan şeker çıkarma tekniğini buldurlar. Bir başka Alman kimyager suni gübreyi üretirken, 1834’te Amerikalı bir mühendis biçerdöver icat etti. 7 Bu süreçte sosyal ve iletişim alanında da önemli gelişmeler kaydedildi. 1844’te Samuel Morse telgrafı, 1876’da Alexandar Graham Bell’in telefonu bulmasıyla haberleşme hızlandı. 1850’lere kadar genelde İngiltere’nin tekelinde olan sanayi devrimi bu tarihten sonra tüm Avrupa’ya ve ABD’ye yayıldı. Sanayi Devrimi’nin Sonuçları: -Avrupa’da yeni bir işçi sınıfının doğmasına yol açtı. Ayrıca eski burjuva sınıfına şimdi fabrika sahipleri de katılmıştı. - Sanayi Devrimi sonucunda işçi sınıfı bilinçlenmeye başladı. Sanayi devriminin yarattığı işçi sınıfı hakları ile ilgili olarak sosyalizm görüşü ortaya çıktı. -Sanayi devrimi kentlerde nüfus yığılmalarına neden oldu. Ve kentleşme önemli sorunları da beraberinde getirdi. - Avrupa’da 14-19. yüzyıllar arasında meydana gelen ve sosyal hayattan siyasi rejimlere, insan-devlet ilişkilerinden uluslar arası ilişkilere kadar pek çok alanda köklü değişiklikler meydana getiren değişimler Osmanlı Devleti’ni de derinden etkiledi ve çökmesine yol açtı. Avrupa’daki gelişmelerin Osmanlı Devleti’ne Etkileri: - Rönesans ve Reform ile deyim yerindeyse, kendi zincirlerinden kurtulan Avrupa, coğrafi keşiflerle yeni ufuklara yöneldi. Ümit Burnu’nun keşfiyle Baharat yolunun güzergâhını değiştiren Avrupa, bunun sonucu olarak ticari bakımdan Osmanlı Devleti’ne mahkûm olmaktan kurtuldu. Gerçekleştirdiği keşiflerle başta Afrika olmak üzere değişik yerlerdeki altın, gümüş ve diğer değerli madenleri Avrupa kıtasına getiren Avrupa devletleri zenginleşmeye başladı. Bu durum, maddi anlamda zenginleşmenin ötesinde, Avrupa’ya stratejik bir üstünlük ve dünya siyasetini yönlendirme gücü de verdi. - Hiç şüphe yok ki, Fransız İhtilali, Osmanlı Devleti’ni olumsuz yönde etkileyen en önemli olaylardan biriydi. Milliyetçilik düşüncesi bireylerin kimliklerini ifade etmeyi aşıp toplumsal bir anlam kazanınca, bağımsızlık hareketlerine de kaynaklık etti. Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, bağımsızlık hareketlerini sadece kendi güçsüzlüğünden dolayı önleyememiş değildir. 19. yüzyıl tarihimizde pek çok ilkin yaşanmaya başladığı dönem olmuştur. Bunlardan biri de, Avrupa devletlerinin din, ırk gibi nedenlerden dolayı kendilerine yakın hissettikleri Müslüman olmayan Osmanlı toplumlarını himayelerine almalarıdır. Avrupa devletleri, bu şekilde Osmanlı Devleti’nin iç 8 işlerine karışmak için bahane yarattılar ve bütün yüzyıl boyunca bunu çok sık kullandılar. Fransız İhtilali’nin Osmanlı Devleti’ne etkisi bununla sınırlı kalmadı. İhtilalin, monarşi yönetimlerine karşı, yönetme yetkisini halktan alan rejimleri savunması da Osmanlı aydınlarını etkiledi. Anayasal hareketler Osmanlı ülkesinde meşrutiyet hareketlerini başlattı. - Avrupa’nın zenginleşmesinde ve yeni bir Avrupa’nın meydana gelmesinde Sanayi Devrimi’nin rolü büyüktü. Makinenin insan hayatına ve üretim biçimini etkilemesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan Sanayi Devrimi ile hem ham madde ihtiyacı hem de üretilen malların pazarlanması sorunu ortaya çıktı. Bu ihtiyacın giderilmesinde ve üretilen malların pazarlanmasında geniş Osmanlı coğrafyası Avrupa için cazipti. Osmanlı topraklarından temin edilen ham maddelerin Avrupa’da üretilip kapitülasyonlardan faydalanarak fazla bir zorlukla karşılaşmadan tekrar Osmanlı pazarına sunulması Avrupa’ya büyük avantaj sağladı. Seri üretim, ucuz maliyet ve kalite nedeniyle iç pazarda Osmanlı malının yerine Avrupa mallarına gösterilen rağbet, zaten az olan yerli sanayinin sonu oldu. “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asılacaksın” gibi, o dönem zihniyetini yansıtan çarpıcı bir söz olarak belleklerde yer etmişti. 19. yüzyılda Avrupa, zenginleştikçe sömürgeler elde etti; sömürgeler elde ettikçe de daha çok zenginleşti. Avrupa’daki bu gelişmelerin Avrupa’ya büyük üstünlük ve avantajlar sağlaması tabii olarak görülebilir. Ne var ki, bu gelişmelerin diğer ulusların aleyhine olduğu ve hatta diğer devletlere karşı üstünlük sağlamak için kullanıldığı bir gerçektir. 19. yüzyıl, Avrupa devletleri bakımından Türklerle hesaplaşma dönemi olarak görüldü. Avrupa’nın büyümesi, gelişmesi ve ilerlemesi Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine rast geldiği gibi, Avrupa, ilerlemesini Osmanlı Devleti aleyhine yaptı. Yüzyıllık yenilmişliğin öcünü almak isteyen Avrupa 19. yüzyılı Doğu (Şark) Sorunu’nu kendi menfaatine çözmek için değerlendirdi. LALE DEVRİNDEN MEŞRUTİYET HAREKETLERİNE 3.Hafta OSMANLI MODERNLEŞMESİ A) KLASİK OSMANLI DÜZENİNDE DEĞİŞİM VE GERİLEME Bizans sınırında bir uç beyliği olarak ortaya çıkan ve sınırlarını, güçsüz durumda bulunan Bizans topraklarına doğru genişleten Osmanlı Devleti, kısa bir süre sonra çağının en güçlü devleti haline gelmiştir. Fakat kuruluş ve yükselme dönemlerinde toplumun 9 ihtiyaçlarına cevap verebilen devlet düzeni sonraki devirlerde iç ve dış sebeplerden dolayı aksamaya başlamıştır. XVII. Yüzyılın sonunda yapılan Karlofça Antlaşması’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu gerileme sürecine girdi. Güç ve teşkilat bakımından tarihte eşine az rastlanan bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu, jeopolitik konumu, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle büyük devletlerin ilgisini çekiyordu. Sağlam temeller üzerine kurulmuş bu imparatorluğun çöküşü iç ve dış etkenlerin bir araya gelmesiyle oldu. Kendisini kurtarmak için XVII. Yüzyılın başında ıslahatlara başlayan Osmanlı İmparatorluğu, batmaktan kurtulamadı. İmparatorluk XIX. Yüzyılın ikinci yarısında toprak bütünlüğünü koruyamadığından Avrupa devletlerinin himayesine girdi. Son yıllarda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığı Avrupalı devletlerin birbiriyle uyuşmasına bağlı hale geldi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde şu nedenler etkili oldu: a. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedenlerinden birisi ekonomik gelişmeler ve bu gelişmelere karşı gerekli tedbirlerin alınmamasıdır. İmparatorluk üzerindeki ilk olumsuz etkiyi yeniçağ başlarındaki Coğrafi Keşifler yaptı. Coğrafi keşifler, Osmanlı İmparatorluğu’na önemli ölçüde gelir getiren ticaret yollarının yön değiştirerek okyanuslara kaymasına neden oldu. Bu durum, geçimini ticaret yollarından sağlayan Anadolu şehir hayatının gerilemesine ve sönmesine neden oldu. Portekizlilerden sonra Hollanda ve İngiltere’nin Asya’ya yerleşmesi Osmanlı deniz ticaretini felç etti. Coğrafi keşifler sonunda Avrupa ekonomik yönden güçlenirken hammadde, değerli maden ve para sıkıntısı çeken Osmanlı İmparatorluğu ekonomik krize girmiştir. Osmanlı üzerine en büyük etkiyi kapitülasyonlar yaptı. Başlangıçta Osmanlı İmparatorluğu’na siyasi ve ekonomik kazanç sağlayan kapitülasyonlar özellikle XIX. Yüzyılda Avrupalı devletlerin istismarına yol açtı. Başlangıçta süreli olarak verilen kapitülasyonlar XVIII. Yüzyılda sürekli hale geldi. İngilizlerle yapılan Balta Limanı Antlaşması’yla imtiyazlar genişledi. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın açık pazarı haline geldi ve bağımsız dış ticaret politikasından vazgeçti. Sonuç olarak kapitülasyonlar sermaye birikimine ve yatırıma imkan bırakmamıştı. Bu olumsuzlukların sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde ilk defa İngiltere’den borç aldı (1854). İmparatorluk borçlarını ve faizlerini ödeyemeyince Avrupalı devletler Düyun-u Umumiye(Genel Borçlar) İdaresi’ni kurdu (1881). Bu kurul Osmanlı gelirlerine el koydu. İmparatorluğun ekonomik dengelerinin bozulması, yönetimde, devlet kurumlarında sosyal ve kültürel yapıda etkili olmuş, her alanda gerileme ve çöküşe neden olmuştur. b.Yeniçerilerin ve Tımarlı sipahilerin bozulması ve kuruluş amaçlarından uzaklaşmaları Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünde etkili oldu. Tımar sisteminin bozulması ekonomik yapıyı ve orduyu etkiledi. Ordunun zayıflaması iç isyanları ve toprak kayıplarını hızlandırmıştır. c. Osmanlı İmparatorluğu birçok milletten oluşuyordu. Avrupalı devletlerin imparatorluk içindeki azınlıkları kışkırtmaları ve desteklemeleri milliyetçilik isyanlarına neden oldu. Bu isyanlar sonucunda imparatorluktan ayrılmalar başladı ve bu gelişmeler çöküşte çok önemli rol oynadı. 10 d. Avrupalılar yeniçağın başlangıcında Rönesans ve Reform hareketlerini gerçekleştirerek değişim ve ilerleme sürecine girdiler. Bilim, teknik, düşünce diğer alanlarda ilerleyen Avrupa’yı Osmanlı İmparatorluğu takip edemedi. Bu da çağın gerisinde kalmasına, dolayısıyla çöküşüne neden olmuştu. e. Rusya’nın emperyalist politikası İmparatorluğun dağılmasının temel nedenlerinden birini oluşturdu. f. İmparatorluğun bünyesinde, Devlet niteliğinde ve idari teşkilatında görülen aksaklıklar ve modern hayatın icaplarına uyulmaması gerileme ve çöküşte etkili olmuştur. B) XIX. YÜZYIL OSMANLI MODERNLEŞMESİ Osmanlı Devleti, batı uygarlığı olarak isimlendirilen kültür bütünüyle hiçbir zaman ilişkisini kesmemekle birlikte, yükselme döneminde kendi uygarlığını Batı uygarlığından üstün saymış ve bu uygarlıktaki gelişmeleri takip etme gereği duymamıştır. Ancak 17. Yüzyılın sonlarından itibaren Batı’nın neredeyse bütün alanlardaki üstünlüğü, kuvvetler dengesini Osmanlı Devleti aleyhine bozmuş ve yöneticiler dengeyi yeniden kurmak üzere çözüm yolları aramaya başlamışlardır. Söz konusu çözüm yolları, 18. ve 19. Yüzyıllardaki askeri, idari ve ekonomik alandaki reformları ifade etmekle birlikte üç belirgin özelliğe sahiptir. Bunlardan birincisi, reformların yukarıdan aşağıya doğru yapılmış olması; ikincisi, reformun yöneticilere en önemli görünen alanlarda/kurumlarda (örneğin askeri alan) yapılmaya başlanması; üçüncüsü ise, yükselmekte olan Batı uygarlığının referans alınmasıdır. Bu süreçte yapılan reformların temel amacı da; Batılıların müdahalelerini önlemek, Balkan isyanlarının önüne geçmek ve devletin eski gücüne kavuşmasını sağlamaktır. Osmanlı modernleşmesinin ne zaman başladığı konusunda bir fikir birliği olmamakla birlikte, Lale Devri, genelde ilk ciddi kırılmaların yaşandığı dönem olarak kabul edilmiştir. 1718-1730 yılları arasını kapsayan bu dönemde, Padişah III. Ahmet, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. İlk reformların hayata geçirildiği dönem olarak kabul edilen Lale Devri’nde; -Matbaanın ilk kez Müslümanlar tarafından kullanılması -Avrupa’daki gelişmelerin yakından takip edilmesi amacıyla Avrupa başkentlerine ilk defa geçici elçilerin gönderilmesi -Birtakım ekonomik tedbirlerin alınması 11 -Edebiyat ve Batı tarzı mimari alanında eserlerin ortaya çıkması -Donanmada kullanılmak üzere daha önce başlayan gemi yapımının ilerletilmesi -İlk defa Doğu ve Batı Klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi gibi gelişmeler dönemin ayırt edici özellikleri arasında yer almaktadır. Bu süreçte, ekonominin kötü gidişatına sarayın artan masrafları da eklenince, yönetim vergi arttırma yoluna gitmiştir. Yükselen vergilere paralel olarak yoksul halkın artan hoşnutsuzluğu, kentlere yığılan işsizler ve Yeniçerilerin tutucu tepkileri ile birleşince; 1730 yılında çıkan Patrona Halil İsyanı sonucunda Padişah III. Ahmet tahttan indirilmiş ve yerine I. Mahmut tahta çıkarılmıştır. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile birçok devlet adamı da öldürülmüş ve Lale Devri kanlı bir şekilde sona ermiştir. Lale Devri’nde yapılan bu düzenlemelerin modernleşme adına atılan ilk adımlar olduğu kabul edilmekle beraber, bunlar birer kıvılcımdan ileri geçememişlerdir. Aynı yüzyılda tahta çıkmış ya da çıkarılmış olan I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamit dönemlerinde askeri ağırlıklı reformlar gerçekleştirilmiş ve bazı ekonomik tedbirler alınmıştır. Ancak söz konusu düzenlemeler kötü gidişi durduramadığı gibi, öze dönük kalıcı tedbirler de olmamıştır. Osmanlı Devleti’nde modernleşme dönemini ve sistematik yenilikleri, III. Selim dönemi reformları ile başlatmak daha sağlıklı olacaktır. B.1) III. SELİM DÖNEMİ (1789-1807) VE NİZAM-I CEDİT Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi reform girişimleri, Fransız Devrimi’nin gerçekleştiği 1789 yılında tahta çıkan III. Selim dönemine rastlamaktadır. III. Selim’in reform tasarılarını hazırlarken başvurduğu yöntem, dönemin ileri gelenlerinden, hatta bazı yabancılardan devletin kötü gidişatının sebeplerini içeren Lahiyalar (Raporlar) istemesi olmuştur. Bu dönemin önemli gelişmelerinden biri ise; Meşveret Meclisi’nin kurulması olmuştur. Padişah başkanlığında toplanan ve devlet büyükleri, bürokrasinin ileri gelenleri ve ulemadan oluşan bu Meclis, reform sürecinde önemli bir işlev görmüştür. Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden III. Selim, Avrupa’nın Londra, Paris, Viyana ve Berlin gibi önemli merkezlerinde ilk kez Devamlı Elçilikler kurmuştur. Bu dönemde devletin gidişatını değiştirmek için atılan en önemli adım Nizam-ı Cedit adı verilen yeni düzenlemeler olmuştur. Fransız Devrimi’nin de sloganlarından biri olan bu kavram Yeni Düzen anlamına gelmektedir. Daha sonraları sadece askeri reformu karşılayacak şekilde kullanılan Nizam-ı Cedit, III. Selim’in Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak, 12 ulemanın yönetim ve halk üzerindeki etkisini kırmak, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın bilim, sanat, askeri, ekonomik ve uygarlık alanlarında yaşamakta olduğu ilerlemelere ortak etmek düşüncesiyle girişmiş olduğu reformların tamamı olarak tanımlanmaktadır. Nizam-Cedit Ordusu ise bu dönemin en önemli askeri reformu olarak kabul edilir. Yeni ordunun ihtiyaçlarının karşılanması için de İrad-ı Cedit isimli yeni bir hazine oluşturulmuştur. Bu arada işlevini yitirmiş olan Topçu Okulu’nun yerine, yeni ordunun teknik kadrosunu yetiştirmek amacıyla 1795 yılında Mühendishane-i Berr-i Hümayun kurulmuştur. Süreç içerisinde III. Selim’e ve reformlarına karşı çeşitli muhalif kanatlar da oluşmuştur. 1807 yılında muhalif çevrelerin çoğunun desteğini alan Kabakçı Mustafa, taraftarlarıyla birlikte İstanbul üzerine yürümüş ve reform taraftarları ile uygulayıcılarını tek tek yakalayarak öldürtmüştür. Ardından da Nizam-ı Cedit kaldırılmış ve III. Selim tahttan indirilerek yerine IV. Mustafa tahta çıkarılmıştır. Yaşanan bu gelişmelere karşı tepki de gecikmemiştir. III. Selim döneminde yapılan reformları destekleyen ayanlar arasında yer alan Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak için ordusu ile harekete geçerek İstanbul’a gelmiş ve duruma el koymuştur. Ancak isyanı bastırmasına rağmen III. Selim’i kurtaramayan Alemdar, IV. Mustafa’yı tahttan indirerek yerine II. Mahmut’un padişah olmasını sağlamıştır. II. MAHMUT (1807-1839) VE SENED-İ İTTİFAK II. Mahmut döneminde, önceki dönemlere göre hem daha geniş hem de daha etkili yenilikler yapılmıştır. İktidarını ayanlara borçlu olan II. Mahmut, bunun bedelini önce Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazam tayin ederek, sonra da taşrada oldukça güçlenmiş olan ayanlarla 1808 yılında Sened-i İttifak’ı imzalayarak ödemiştir. Sened-i İttifak, II. Mahmut ile ayanlar arasındaki geçici ittifakın bir sonucudur. Bununla, padişah tarafından kendilerine birtakım görev ve sorumluluklar verilmiş olan 13 ayanlar, fiili feodal statülerine süreklilik ve hukukilik eklemişler ve iyice kuvvetlenmişlerdir. Bu gelişmeleri bir türlü hazmedemeyen II. Mahmut, ayanların vesayetinden kurtulmak için fırsat beklerken yeniçeriler tekrar ayaklanmış ve Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürmüşlerdir. Reformcu kimliğiyle tanınan II. Mahmut ise bu ayaklanma sırasında Osmanlı hanedanının tek şehzadesi olması sayesinde hayatta kalarak tahtını korumuştur. Hemen ardından da taşraya, yani ayanlara dönerek Sened-i İttifak’ı kaldırdığını duyurmuştur. Bu süreçte yönetim farklı kaynaklardan beslenen iki sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan birincisi; Fransız Devrimi ile yayılmaya başlayan ulusçuluk akımından etkilenen Sırplar ile Rumların Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmalarıdır. Sırplar, aynı dönemdeki Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Bükreş Antlaşması ile özerklik elde etmişlerdir. Rumlar ise Edirne Antlaşması ile bağımsızlıklarını kazanmışlar ve Yunanistan bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır. Böylece Osmanlı ülkesinde ulusçuluk hareketlerine bağlı olarak çıkan bir isyan ilk kez başarılı olmuş ve Balkanlar’da ilk bağımsız devlet kurulmuştur. II. Mahmut’un karşılaştığı ikinci sorun ise derebey, ayan ve merkeze uzak bir kısım yerel yöneticilerin yönetime karşı ayaklanmalarıdır ki, bunlar arasında Yanya Ayanı Tepedelenli Ali Paşa ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa İsyanları devleti en çok uğraştıranlarıdır. Bu arada Rum İsyanı’nın iç politikaya, özellikle askeri alana birtakım yansımaları olmuş ve Yunan birliklerinin 1826 yılında yeniçerileri mağlup ederek Misolonki kalesini ele geçirmeleri üzerine II. Mahmut, yeni bir ordu (Eşkinci Ocağı) kurulacağını ilan etmiştir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra yeni ordu oluşturulmuş ve beklendiği gibi yeniçeriler bir kez daha ayaklanarak At Meydanı’nda toplanmışlardır. Yeniçerilerin ayaklanmasına hazırlıklı olan ve ulemanın da önemli bir kısmının desteğini alan II. Mahmut, halkın da katılımıyla 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştır. Bu olay tarihte Vakay-ı Hayriye olarak bilinir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra, 1826-1839 yılları arasında II. Mahmut büyük bir reform programı hayata geçirmiştir. Birinci önemli değişiklik, merkezi- bürokratik sistemin yeniden ele alınması ile sürekli danışma ve karar organlarının kurulmasıdır. Darı-ı Şuray-ı Askeri, Ahkâm-ı Adliye (Yargıtay), ve Dar-ı Şuray-ı Bab-ı Ali bunların en önemlileridir. 14 Merkezi devletin yeniden düzenlenmesindeki ikinci önemli değişiklikle Divan örgütü kaldırılmış ve Kabine Sistemi’ne geçilmiş, Nazırlıklar (Bakanlıklar) oluşturulmuştur. Memurların kul statüsünden çıkarılmasını sağlayan düzenlemelerin de yapıldığı bu dönemde Memurine Mahsus Ceza Kanunu çıkarılarak kimseye kanunsuz ceza verilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Ayrıca devlet hizmetinde bulunmuş olanların ölünce mallarına el konulmasını ifade eden Müsadere Usulü de kaldırılarak mülk ve miras hakkı güvence altına alınmıştır. Bu arada devlet memurlarının kılık kıyafeti yeniden düzenlenmiş ve fes giymesi zorunlu hale getirilmiştir. 1829 yılında yapılan yeni bir düzenlemeyle halk için de fes zorunlu olmuş ve her türlü başlığın yerini almıştır. Askeri alanda da reformların yapıldığı bu dönemde en önemli gelişme, yukarıda da değinildiği gibi 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılarak yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu’nun kurulmasıdır. 1827 yılında da İstanbul’da Askeri Tıbbiye açılmıştır. 1831-34 yılları arasında askeri amaçlı iki okulun daha açıldığı dikkati çekmektedir. Birincisi, Mızıka-i Hümayun Mektebi, ikincisi ve daha önemlisi ise 1834’te açılan Harbiye’dir. Bu okullara Osmanlı ordusunu eğitmek üzere Avrupa’dan subaylar getirtilmiştir. Eğitim alanında bugün bile ileri düzeyde sayılabilecek reformların yapıldığı bu dönemde, öncelikle ilköğretim zorunlu hale getirilmiş, ardından ilkokullara öğretmen yetiştirmek ve Tıbbiye, Harbiye gibi askeri okullara öğrenci yetiştirmek amacıyla 1838’de Rüştiyeler açılmıştır. Toplumsal alanda da çeşitli düzenlemelerin yapıldığı bu dönemde 1831 yılında devletin resmi gazetesi özelliği taşıyan Takvim-i Vekayi gazetesi çıkarılmıştır. Takvim-i Vekayi, Türkçe yayınlanan ilk gazete olmakla birlikte, II. Mahmut’un yeniliklerini halka aktarmak gibi bir düşünceyle çıkarılmaya başlanmıştır. 1834’de kurulan ilk Posta Teşkilatı da merkeziyetçi anlayışın bir göstergesi olarak ele alınabilir. Dönemin bir diğer gelişmesi, devlet gelirlerini daha etkin bir vergilendirme yoluyla arttırmak ve daha fazla asker toplayabilmek amacıyla yapılan ve sadece erkeklerin sayıma tabi tutulduğu ilk nüfus sayımıdır. Sağlık işleriyle ilgili düzenlemelerin de yapıldığı bu dönemde, 1831-33 yılları arasında Hindistan’dan Avrupa’ya doğru yayılan kolera salgınına karşı Karantina Servisi oluşturulmuş, ayrıca ilk Karantina Müdürlüğü kurulmuştur. II. Mahmut döneminde ekonomi alanında da birtakım gelişmeler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılma sebepleri arasında en önemli paya sahip olan ve artık iyice zayıflamış Tımar Sistemi 1831’de kaldırılmıştır. Yerli sanayi üretiminde, yeni orduya 15 giysi, teçhizat ve silah üretimi yapan az sayıda küçük imalathaneler de bu dönemde açılmıştır. Bunların en bilineni ise Feshane idi. Osmanlı Devleti’nin en reformist padişahı olarak kabul gören II. Mahmut birçok alanda önemli bir dönüşüm gerçekleştirmeye çalışmıştır. Fakat çeşitli iç ve dış sorunlarla karşı karşıya kalmış ve reformları halka tam anlamıyla yansımamıştır. Bu dönemde Sırp İsyanı, Yunan İsyanı, Tepedelenli Ali Paşa İsyanı, Mehmet Ali Paşa İsyanı gibi gelişmeler reformların halka yansımasını engellemiştir. Diğer taraftan, yine bu dönemde Ruslarla imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması ile İngilizlerle imzalanan Baltalimanı Ticaret Sözleşmesi döneme damgasını vuran ve Osmanlı Devleti’ni hem siyasi hem de ekonomik açıdan bir hayli zayıf düşüren gelişmeler olmuştur. II. Mahmut 1839 yılında vefat etmiş ve yerine on sekiz yaşındaki büyük oğlu Abdülmecit tahta çıkmıştır. Babası gibi reformist bir kimliğe sahip olan Abdülmecit, yeni bir dönemi, Tanzimat Dönemi’ni başlatarak Osmanlı reform sürecine damgasını vurmuştur. TANZİMAT DÖNEMİ (1839-1876) VE I. ve II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ 4. Hafta TANZİMAT FERMANI (1839) Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın günümüzde Gülhane Parkı olarak bilinen yerde Padişah Abdülmecit’in iradesi olan Tanzimat Fermanı’nı okuması, Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Söz konusu ferman Gülhane Parkı’nda okunduğu için Gülhane Hattı Hümayunu olarak da bilinmektedir. 16 Mustafa Reşit Paşa’nın Sultan Abdülmecit adına kaleme aldığı ve devlet idaresinde kökten birtakım değişiklikleri öngörerek yeni bir dönem açan Tanzimat Fermanı’nda fermanın yayınlanma amacı belirtildikten sonra hedeflenen reformlar şu şekilde sıralanmıştır: -Müslüman-gayrimüslim bütün yurttaşların can, mal ve ırz güvenliği sağlanacak -Bütün Osmanlı yurttaşları kanun önünde eşit olacak - Vergi konusundaki adaletsizliği ortadan kaldırmak için birtakım düzenlemeler yapılacak ve herkes kazancına göre vergi ödeyecek -Askerlik süresi, eskiden olduğu gibi ömür boyu değil 4-5 yıl gibi bir süre olacak. Asker toplama konusunda yaşanan sıkıntılar ortadan kaldırılacak -Mahkemeler açık ve bağımsız olacak -Müsadere usulü kaldırılacak ISLAHAT FERMANI (1856) Kırım Savaşı’ndan sonra Avrupalıların doruğa ulaşan baskıları, Tanzimat döneminin ikinci ve son aşamasını başlatan 28 Şubat 1856 tarihli Islahat Fermanı’nda somutlaşmıştır. Tanzimat Fermanı’ndan bağımsız düşünülmesi gereken Islahat Fermanı, bir yandan Tanzimat Fermanı’nda vaat edilen reformların gerçekleşebilmesi için birtakım somut önlemleri içerirken, bir yandan da özellikle gayrimüslim yurttaşlara yönelik yeni düzenlemelerin yapılmasını öngörmüştür. Bu fermanda ana hedef; gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit haklara sahip olmalarını sağlamaktır. Ayrıca, gayrimüslimlerden alınan Cizye vergisinin kaldırılması öngörülmüş ve gayrimüslimlerin devlet memuru olabilmelerinin sağlanacağı da vaatler arasında yer almıştır. Din ve mezhebinden dolayı gayrimüslimlere yönelik aşağılayıcı sözler kullanılması yasaklanmış, İslam dininden çıkanların idamla cezalandırılması uygulamasına son verilmiş, gayrimüslimlerin mahkemelerde yapacakları tanıklıkların Müslümanların tanıklıklarıyla eşdeğer sayılması öngörülmüş ve mahkemelerin açık yapılması karara bağlanmıştır. Ayrıca Islaha Fermanı, gayrimüslimlere yönelik olarak yönetimde temsil hakkını da genişletmeyi vaat etmiştir. 17 TANZİMAT DÖNEMİ ISLAHATLARI VE I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ 3 Kasım 1839’da padişahın tek taraflı olarak ilan ettiği Tanzimat Fermanı’nın ana haklardan ve onun teminatından bahsetmesi hukuk devleti anlayışı yönünde atılmış bir adımdır. Bu ferman, değişikliğin başlangıcı olmuştur. Tanzimat Fermanı’yla Batılılaşma sistemleştirilmeye başlamıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla Avrupalı devletlerin desteği sağlanarak Mısır sorunu halledilmiş ve Boğazların kapalılığı kabul edilmişti. Ayrıca Kırım Savaşı’nda Avrupalı devletler Rusya’ya karşı Osmanlı İmparatorluğunun yanında yer aldılar. Ancak bu ferman Avrupalı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunun içişlerine karışmasına yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu Avrupalı devletlerin müdahalelerini önlemek, azınlıkların isteklerini gerçekleştirmek amacıyla Islahat Fermanı’nı ilan etti (1856). Ancak ferman Hıristiyan azınlıklardaki millileşme ve laikleşme sürecini başlatmak ve Avrupalıların imparatorluğun içişlerine karışmalarını kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı devletlerin iç işlerine karışmasını ve Hıristiyan azınlıkların imparatorluktan ayrılmasını engellemek için Mithat Paşa’nın hazırladığı Kanuni Esasi’yi II. Abdülhamit’in padişahlığı döneminde ilan etti. (1876). *Tanzimat ile beraber ortaya çıkan başarısızlık yeni düşüncelerin gelişmesine neden oldu. Yeni Osmanlılar (Genç Osmanlılar) denilen aydınlar meşrutiyet düşüncesini savunmaya başladılar. Sonuçta 1876’da ilk anayasa Kanuni Esasi ilan edilerek I. Meşrutiyet Dönemi başladı. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı başladıktan sonra padişah bu meclisi kapattı. (14 Şubat 1878). Bu kararın alınmasında Meclisin etnik yapısının Meclis çalışmalarını etkilemesi özellikle etkili olmuştu. II. Abdülhamit yönetimine karşı ise İttihat ve Terakki Partisi kuruldu.1889’da kurulan İttihat ve Terakki yurt içinde ve yurt dışında örgütlenmiş, Jön Türklerin Paris grubunu da içine almıştır. İttihat ve Terakki’nin amacı Kanun-u Esasi’nin (anayasanın) yeniden yürürlüğe konulmasını, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin açılmasını sağlamaktı. Parti, 1908’de Rumeli’de büyük bir silahlı ayaklanma hareketine girişti. Ayaklanma bastırılamadığı gibi 23 Temmuz 1908’de Manastır, Selanik ve Rumeli’de Hürriyet İlan edilmiş, bunun sonucu olarak II. Abdülhamit, Kanun-u Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymuştur. II. MEŞRUTİYET’İN İLANI (24 Temmuz 1908) 18 XX. yüzyıl başlarında Makedonya’daki gelişmeler, Balkanlardaki bunalımı arttırdı. Rusya ile İngiltere Reval’de bir araya gelerek Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bazı konularda karara vardılar (1908).Bu konular; - Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu - Boğazlar meselesi - Balkanların geleceği Görüşmeler sonunda İngiltere ve Rusya Makedonya’da ıslahat yapılması gerektiğini açıkladılar. Memleketin iç ve dış sorunlarıyla ilgilenen İttihat ve Terakki Partisi güçlenmişti. Reval Görüşmesi’nden dolayı telaşlanan İttihatçılar (Genç Türkler), İngiltere ve Rusya’nın imparatorluğu parçalayacağını düşündüler ve bunu önlemek için II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi gerektiğini ileri sürdüler. İttihatçılardan önce Niyazi Bey, sonra da Binbaşı Enver Bey ayaklanarak dağa çıktılar ve üzerlerine gönderilen kuvvetleri yendiler. Rumeli’de veliahda biat edilerek İstanbul’a yürüyeceklerine dair telgraflardan sonra II. Meşrutiyet ilan edildi (1908). II. Meşrutiyetin ilan edilmesine rağmen beklenen faydalar gerçekleşmedi. Çünkü İttihatçıların Meclis-i Mebusan’ın açılmasından başka ciddi bir hazırlığı yoktu. Bu nedenle birçok konuda görüş ve karar birliği sağlanamamıştı. II. MEŞRUTİYET’İN İLANININ SONUÇLARI A) Meşrutiyet yönetiminin ilk günlerinde iktidar boşluğu ve geçiş döneminin kargaşası bazı devletlerin işine yaradı. - Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. -Avusturya-Macaristan Berlin Antlaşması’na göre yönetimi altında tuttuğu Bosna-Hersek’i topraklarına kattı. -Girit, Yunanistan’a bağlanma kararı aldı. B) Bu dönemde ilk siyasi partiler kurularak faaliyet gösterdiler. Bu partilerin başlıcaları: İttihat ve Terakki Partisi, onun rakibi Ahrar (Hürler) Partisi ve İttihatçıların amansız düşmanı Hürriyet ve İtilaf Fırkası idi. Bu partiler sayesinde tarihimizde parlamenter sistemin ilk denemeleri yapıldı. C) II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Partisi en güçlü siyasi teşkilat haline geldi. Yönetimi doğrudan ele almayan İttihatçılar, dışarıdan müdahaleyi tercih ettiler. Meşrutiyete karşı olanlar İttihat ve Terakkiye karşı olan partilerin bünyesine girerek halkın dini duygularından da faydalanarak halkı isyana teşvik ettiler. Bu arada bazı subaylar da İttihatçılara karşı tavır aldılar. İttihatçıların milli bir politika izleyeceğinden çekinen bazı Avrupa devletleri isyancıları desteklediler. Bu gelişmeler sonunda İstanbul’da avcı taburlarında askerler isyanı başlattılar (13 Nisan 1909). Tarihe 31 Mart Olayı olarak geçen bu isyanın başlamasından sonra isyancılar sadrazam ve meclis başkanının istifasını istediler, bazı İttihatçıları öldürdüler ve gazete binalarına saldırdılar. II. Abdülhamit isyanı bastırmaya çalıştıysa da sonuç alınamadı. Komutanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın, Kurmay Başkanlığını Mustafa Kemal’in yaptığı “Hareket Ordusu” Selanik’ten İstanbul’a gelerek 31 Mart İsyanını bastırdı. Bu isyanın bastırılmasından sonra padişahın yetkileri sınırlandırıldı, Kanun-u Esasi’de 19 değişiklikler yapıldı ve II. Abdülhamit tahttan indirilerek yerine V. Mehmet Reşat tahta çıkarıldı (1909). * 31 Mart Olayı Türk tarihinde rejime karşı yapılan ilk isyan hareketidir. Daha önceden yapılan isyanlar (Patrona Halil, Kabakçı v.s.) şahıslara karşı yapılmıştır. II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ DÜŞÜNCE AKIMLARI Osmanlı Devleti’nin çöküş devrine girmesi, çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu görüşler, küçük çapta birer doktrin özelliği gösterir. Özellikle II. Meşrutiyet dönemindeki serbest ortamda tartışılan düşünceler, Cumhuriyet devrinin fikri laboratuarını oluşturmuştur. Osmanlıcılık Fransız İhtilali, milliyetçilik fikrinin yayılmasına neden oldu. XIX. yüzyıl başında Osmanlı ülkesine de ulaşan bu fikirler sonucunda ilk defa Sırplar, ardından Yunanlılar yönetime karşı isyan ettiler. Azınlık unsurların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma istekleri ve bu uğurda çıkardıkları isyanlar, Osmanlı aydınlarını yeni çareler aramaya sevk etti. Böylece Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) Osmanlıcılık düşüncesi doğdu. Genç Osmanlılar adıyla kurulan cemiyet, bu düşüncenin savunuculuğunu yaptı. Anayasa yapılması, Meclisin açılması gibi görüşler geçerlilik kazandı. Bu görüşü savunanlar, Osmanlı ülkesinde dil, din ve ırk bakımından hiçbir ayrım yapmadan herkese aynı hak ve yetkilerin verilmesini, böylece Osmanlı toplumunda tam bir dayanışma ve kaynaşma gerçekleşeceğini ileri sürüyorlardı. Devletin yıkılmasını önlemek, azınlıkların isyanlarını sona erdirmek ancak bu şekilde gerçekleşebilirdi. Kanun-u Esasi’nin ilanı, Parlamento’nun kurulması ve Meşruti idarenin gerçekleşmesi Genç Osmanlıların başarılarıydı. Ancak Osmancılık görüşü, çağın ihtiyaçlarına ters düştüğünden ve Milliyetçilik düşüncesine değer vermediğinden başarısızlığa uğramıştır. Osmanlıcılık fikri 1878 Berlin Antlaşması’yla zayıflamış, Balkan Savaşları’yla da etkisi azalmıştır. İslamcılık İslâmiyet’in yüksek değerlerine yeniden ulaşarak imparatorluğun varlığının devam ettirilmesini amaçlayan düşünce tarzıdır. Bütün Müslümanlar arasında birliğin kurulmasını hedefleyen bu düşünce, I. Meşrutiyetin sonlarına doğru büyük bir gelişme göstermiştir. İmparatorluğun parçalanması tehlikesi karşısında Müslüman unsurları birlik ve beraberlik içinde tutmak amaçlanmıştır. İslami kuralların tamamen uygulanması halinde İmparatorluğun kurtarılacağına inanılmıştır. İslamcılık 19.yüzyılın sonlarına doğru devletin resmi politikası olacak kadar önem kazanmıştır. II Abdülhamit, İngiltere ve Rusya’nın hâkimiyetleri altında yaşayan Müslümanları bu devletlere karşı kullanmaya çalışmıştır 20 Mehmet Akif, Sait Halim Paşa, Cemalettin Afgani, Musa Kâzım gibi kişiler tarafından savunulan bu görüşte batının bilim ve teknolojisinin alınabileceği fakat devlet, hukuk, toplumsal gelenek ve eğitimde İslamiyet’in egemen kılınması savunulmuştur. Ancak Müslümanların dünyadaki genel durumu hiç iç açıcı değildi. Hatta I. Dünya Savaşında Osmanlı Halifesi “Cihat Fetvası” yayınladığı halde fazla bir etkisi olmamıştır. Arapların Türk askerlerini arkadan vurmaları, devletin bütünlüğünü korumada İslâmcılık düşüncesinin başarılı olmadığını göstermiştir. Bu durumun nedenleri şunlardır: -Müslüman toplulukların kendi bağımsızlıklarını korumaya bile güçlerinin olmaması -Hilafet konusunda anlaşmazlıkların bulunması -Sömürgeci devletlerin, İslam dinini inceleyip kendi çıkarlarına göre kullanmaları -İslam dünyasının kültürel seviyesinin yetersiz olması Batıcılık Batıcılık II. Meşrutiyet döneminde bir düşünce akımı haline geldi. Bu görüş, devletin ancak Batılılaşmasıyla kurtulabileceğini ve bunun için çeşitli alanlarda ıslahat yapılması gerektiğini savunmuştur. Öncülüğünü Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Süleyman Nazif’in yaptığı batıcılar; tek kadınla evliliği, kadın özgürlüğünü, medeni kanunun kabulünü, lâik mahkemelerin kurulmasını, Lâtin harflerin kabulünü, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, modern giysiler giyilmesini istiyorlardı. Türkçülerin “Turan” idealine karşılık, Batıcılar “İrfan” idealini savunmuşlardır. Türkçülük Türkçülük dil, tarih, edebiyat alanlarındaki çalışmalarla kültür hareketleri olarak başladı. En önemli ideologu Ziya Gökalp’ti. Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı eseri bu alandaki düşünce birikimine önemli katkıda bulunmuştur. Avrupa’da Türkler aleyhine yapılan olumsuz propagandalar, Türk Milletinin ikinci sınıf görülmesi, Türk tarih ve kültürünün incelenmesi ihtiyacını ortaya çıkardı. Rus işgaline uğrayan Türk illerinden kaçan Türk göçmenlerin etkisiyle Türkçülük giderek önem kazandı. Özellikle 1908’den sonra Türkçülüğün etkisi daha fazla arttı. İttihatçılar da bu düşünceyi sahiplendiler. Türkçülük akımı Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Türklerin din, dil, kültür değerleri ile birbirlerine bağlanmasını, dışarıdaki Türklerle birleşme yolları aramasını amaçlıyordu. “İslam birliği kadar güçlü bir Türk birliği” oluşturulacak ve bu büyük ülkeye “Turan” denilecekti. II Meşrutiyet döneminde Genç Kalemler ve Türk Yurdu gibi yayın organları ve Türk Ocakları gibi bir dernekle Türkçülük akımı, bu dönemin temel düşüncesi haline gelmiştir. Adem-i Merkeziyetçilik Bu akıma göre, merkezi hükümetin yetkilerini azaltılması ve imparatorluk içinde çeşitli unsurların yönetime katılmasının arttırılması ileri sürülüyordu. Bu akımın savunucusu Prens Sabahattin idi. Bu akım ile liberal bir ekonomi modeli önerilmiştir. 21 20. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA SİYASETİ VE OSMANLI DEVLETİ 5. Hafta TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912) 19.yüzyılın ikinci yarısında İtalya (1870) ve Almanya’nın (1871) birliğini kurmaları Avrupa’nın dengesini bozdu. İtalya sömürgecilik faaliyetlerine başladı. Ancak uzak bölgelerde sömürge kurması da söz konusu değildi. Mısır İngiltere’nin, Cezayir ve Tunus Fransa’nın sömürgesi altında bulunuyordu. Bu nedenle İtalya kendine en uygun 22 hedef olarak Trablusgarp’ı seçti. İtalya bu isteğini gerçekleştirmek için 1906’dan itibaren Trablusgarp’ta ekonomik üstünlük kurma politikası izlemeye başladı. Ayrıca 1902’de Fransa ve İngiltere ile anlaşma yaparak Mısır’ın İngiltere’ye, Cezayir ve Tunus’un Fransa’ya ait olduğunu kabul etti. Buna karşılık İngiltere ve Fransa da Trablusgarp’ta İtalyan nüfuzunu kabullendi. 1909’da Rusya ile İtalya arasında yapılan antlaşma ile İtalya, Rusya’nın Boğazlardaki, Rusya da İtalya’nın Trablusgarp’taki çıkarlarını tanıdı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Bulgaristan’ın bağımsızlık ilanı, Yunanistan’ın Girit’i, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgallerine karşı Osmanlı Devleti’nin sessiz kalması, İmparatorluk içindeki sosyal ve ekonomik sıkıntılar İtalya’yı cesaretlendirdi. Avrupa siyasetinde ikinci derecede bir devlet olmaktan kurtulmak isteyen İtalya, 1896’daki Habeşistan mağlubiyetini telafi etmek için Trablusgarp’ın işgaline karar verdi. İtalya, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ı uygarlıkta geri bıraktığını ve bölgedeki İtalyanlara kötü davrandığını ileri sürerek 28 Eylül 1911’de Trablusgarp’ı işgal edeceğine dair ültimatom verdi. Osmanlı Devleti’nin görüşme isteğine rağmen İtalya Osmanlı Devletine savaş açtı.(1911). Savaşın Nedenleri -İtalya’nın gelişen sanayisi için sömürge arayışları -İtalyanların diğer Avrupa devletleri ile anlaşmış olması -Trablusgarp’ın savunmasız olması -Trablusgarp’ın İtalya’ya yakın olması -Trablusgarp’ın hammadde kaynakları bakımından zengin olması ve ticaret yolları üzerinde bulunması. Bu nedenlerden dolayı İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’yi işgale başladı. Osmanlı Devleti İtalya’nın bu hareketine karşı büyük devletlerden arabuluculuk istedi. Ancak Avrupalı Devletler tarafsız kalacakları bildirdiler. Böylece Osmanlı Devleti İtalya’ya karşı tek başına kaldı. Osmanlı Devletinin Trablusgarp’ta fazla bir askeri gücü yoktu ve savaş için gerekli hazırlıkları yapamamıştı. Buna rağmen bölgeye içlerinde Enver Bey ve Mustafa Kemal’in de bulunduğu Türk subayları gönderildi. Türk subayları halkın da yardımıyla umulmadık başarılar göstererek İtalyanları kıyı şeridinde durdurdular. Osmanlı Devleti bu arada İtalyan mallarına yüzde yüz gümrük koydu. Trablusgarp’ta başarı sağlayamayan İtalya, denizlerde baskı uygulamaya başladı. Türk limanlarını bombaladı ve on iki adayı işgal etti. İtalya askeri yollarla amacına ulaşamayacağını anladı. Savaşın uzaması İtalya’yı büyük bir maddi yük altında bırakmıştı. Bu da iç politikada tepkilere neden oldu. İtalya dünya devletlerinin olaya karışmasını istemeye başladı. Böylece diplomatik yollarla sorunu kendi lehine çözebilecekti. Bu arada Osmanlı Devleti de zor durumdaydı. Adaların işgali Boğazları tehlikeye düşürmüştü. Balkan milletleri ayaklanma çıkarmak için hazırlık yapıyordu. Bu durum nedeniyle Osmanlı Devleti de barışa yanaşmak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti ile İtalya arasında Ouchy (Uşi) Antlaşması imzalandı (18 Ekim 1912) Böylece Trablusgarp savaşı sona eriyordu. Antlaşmaya göre; -Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya bırakıldı. 23 -Yunanlılar on iki adaya istekli olduklarından bu adalar geçici olarak İtalya’ya verildi. -Trablusgarp ve Bingazi dini bakımdan Osmanlı halifesine bağlı olacaktı. -İtalya kapitülasyonların kaldırılması konusunda Osmanlı Devletine yardım edecekti. -Trablusgarp ve Bingazi’nin Duyun-u Umumiye ödediği taksitleri bundan sonra İtalya ödeyecekti. ÖNEMİ: -Osmanlı Devleti Uşi Antlaşmasıyla Trablusgarp’ı İtalya’ya bırakmakla Kuzey Afrika’daki son toprağını da kaybetti. -Balkan savaşları karşısında donanmamızın yetersizliğinden dolayı İtalya’ya verilen on iki ada bir daha alınamadı. İkinci Dünya savaşında yenilen İtalyanların terk ettiği on iki ada 1947’de Yunanlıların eline geçti. -Trablusgarp, Rodos ve on iki adayı kontrol eden İtalya, Doğu Akdeniz de önemli bir güç haline geldi. -İtalya Ege Denizi’ne yerleşti. -Osmanlı Devletinin güçsüzlüğü anlaşıldı ve Balkan Savaşları ortaya çıktı. BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913) Nedenleri Rusların Balkanlarda takip ettiği politika: Rusya dış politikasında öncelikle iki amaca yönelmişti. Balkan topraklarını Slav devletleri arasında paylaştırmak ve Boğazlara yerleşmek. Amacına ulaşmak için Balkan devletlerini Osmanlı Devletine karşı kışkırtmıştır. Balkan Devletlerinin kendi aralarında ittifak yapmaları: Bulgaristan temel olmak üzere Balkan Devletleri kendi aralarında Osmanlı Devletine karşı ittifak antlaşmaları yapmışlardır. Trablusgarp Savaşı: Osmanlı Devletinin bu savaş nedeniyle güçsüz düşmesinden yararlanmak isteyen Balkan Devletleri savaş için hazırlıklarına başlamışlardır. -İngiltere’nin Reval görüşmesinde Rusya’yı Balkanlar ve Boğazlar üzerinde serbest bırakması (1908) -Balkan Devletlerinin dağılmakta olan Osmanlı topraklarını ele geçirmek istemeleri. BİRİNCİ BALKAN SAVAŞI (1912) Trablusgarp savaşının devam ettiği sırada Rusya’nın girişimleriyle ile Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak kurdular. Bu ittifak 24 Türkleri Avrupa’dan atmayı amaçlıyordu. 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devletine savaş ilanıyla Balkan savaşları başladı ve diğer Balkan devletleri de bu savaşa katıldılar. Osmanlı Devleti savaştan bir süre önce ordularının bir kısmını terhis etmişti. Savaşa hazır olmadığı gibi orduda hem alaylı-mektepli, hem de itilafçı-ittifakçı şeklinde gruplaşmalar vardı. Komutanlar arasında da ciddi boyutlara ulaşan rekabet ortaya çıkmıştı. Bu nedenle Osmanlı Devleti yapılan savaşlarda başarılı olamadı ve Bulgarların Edirne’yi alarak Çatalca’ya kadar gelmeleri ile barış istemek zorunda kaldı. Londra Barış Antlaşması (30 Mayıs 1913) - Osmanlı Devleti’nin batı sınırı Midye-Enez hattı olacak. - Arnavutluk ve Ege Adaları’nın geleceği büyük devletlere bırakılacak - Yunanistan; Selanik, Güney Makedonya ve Girit’i alacak. - Bulgaristan; Kavala, Dedeağaç ve bütün Trakya’yı alacak. - Sırbistan ise Orta ve Kuzey Makedonya’yı alacak. Birinci Balkan Savaşı’nın Sonuçları - Osmanlı Devleti, Edirne ve Kırklareli dahil Balkan topraklarından çekildi. Midye-Enez hattının batısındaki topraklar Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı. - Ege Adaları’nı savunmak için Hamidiye Kruvazörü’nün başarıları da yeterli olmadı. - I. Balkan Savaşı sırasında Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti. Arnavutluk, Osmanlı Devleti’nden ayrılan en son Balkan devletidir (28 Kasım 1912). - M. Kemal’in “ordunun siyasete karışmaması” şeklindeki görüşünün doğruluğu anlaşıldı. - Londra görüşmelerinin devam ettiği sırada bir hükümet darbesi düzenlendi. Bu olay sonucunda İttihat ve Terakki Partisi’nin 1918’e kadar devam edecek iktidarı başladı (Babıâli baskını). - I. Balkan Savaşı sonunda Bulgaristan Ege denizine ulaştı. - Osmanlı Devleti’nin batıda sadece Bulgaristan’la sınırı kaldı. - Bulgaristan’ın çok güçlenmesi ve Osmanlı Devleti’nden alınan toprakların paylaşılmasındaki problemler II. Balkan Savaşına neden oldu. - I. Balkan Savaşı’ndan sonra Osmanlıcılık fikrinin başarılı olamayacağı görüldü ve milliyetçilik düşüncesi güçlendi. Balkanlarda Türk azınlığı meselesi ortaya çıktı. Osmanlı Devleti’nin elinden çıkan Balkan topraklarından birçok Türk ve Müslüman Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. İKİNCİ BALKAN SAVAŞI (1913) Osmanlı Devletinin uğradığı ağır yenilgi sonucunda Balkanlardan çekilmesi otoritesizliğe yol açmıştı. Osmanlı Devleti’nden alınan toprakların paylaşılması Balkan Devletleri arasında anlaşmazlığa neden olmuş, özellikle Bulgaristan’ın çok güçlenmesi savaşların yeniden başlamasına zemin hazırlamıştır. 25 II. Balkan Savaşı, Bulgaristan ile Romanya, Yunanistan ile Sırbistan arasında meydana geldi. Osmanlı Devleti bu savaşlardan yararlanarak Kırklareli ve Edirne’yi geri aldı. İkinci Balkan Savaşında Bulgaristan yenildi. Balkan Devletleri arasında Bükreş Antlaşması yapılarak savaşa son verildi (10 Ağustos 1913). Bu antlaşma ile Bulgaristan; Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’a toprak verdi. Fakat Ege denizi ile bağlantısını sürdürdü. Balkan Devletleriyle Osmanlı Devleti arasında şu antlaşmalar imzalandı: İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913) Bulgaristan’la yapılmıştır. * Kırklareli, Dimetoka ve Edirne Osmanlı Devletine verilecek. * Meriç nehri sınır olacak. * Bulgaristan’daki Türkler dört yıl içinde göç edebilecekler. * Kalan Türkler her türlü din ve mezhep hürriyetinden yararlanacak. * İlk ve Orta okullardaki eğitim dili Türkçe olacak. * Türklerin mülkiyet hakkına saygı gösterilecek. Atina Antlaşması (14 Kasım 1913) Yunanistan’la yapılmıştır. Adalar sorunu barışın imzasını geciktirmiştir. * Girit Yunanistan’a bırakılacak. * Ege Adaları’nın durumu büyük devletlerin hakemliğine bırakılacak. * Yunanistan’da kalan Türklerin hakları güvence altına alınacaktır. * Büyük devletler 16 Aralık 1913’te İmroz, Bozcaada, Kaş ve Meis adalarının dışında kalan bütün adaları Yunanistan’a verdi. Fakat Yunanistan bu adaları silahlandırmayacaktı. İstanbul Antlaşması (13 Mart 1914) Sırbistan ile yapılmıştır. Sırbistan’la ortak sınır olmadığından sadece Sırbistan’da kalan Türklerin haklarını korumaya yönelik hükümler yer almıştır. 6. Hafta 1914-1918 DÜNYADA KİTLESEL ÇATIŞMAYA YOL AÇAN SÜREÇ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da dört merkezi devlete karşı, dünyanın çeşitli yerlerindeki yirmi beş devletin giriştiği, o döneme kadar görülmeyen büyük bir savaştır. Savaşın Genel Nedenleri Fransız İhtilali, dünyaya yeni anlayışlar getirmiş, devlet ve toplum hayatının değişmesini sağlamıştır. Milliyetçilik hareketlerinin etkisi XIX. yüzyılda da devam etmiştir. 1870’te İtalya’nın, 1871’de Almanya’nın siyasi birliğini kurması Avrupa’nın siyasi dengesini değiştirmiştir. 26