Aşı Notları 1-7 Hafta (PDF)
Document Details
Uploaded by SharperComputerArt
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Tags
Summary
Bu belge, bağışıklık sisteminin genel ve özel savunma mekanizmalarını ele alıyor. Doğal ve edinsel bağışıklık, aşılama ve çeşitli fizyolojik faktörlerin bağışıklık mekanizmaları üzerindeki etkisi gibi konulara değiniyor. Bir aşı notu olarak kullanılabilir.
Full Transcript
BAĞIŞIKLIK § M.o.lar ne kadar virulent olurlarsa olsunlar konakçı duyarlı değilse ve savunma mekanizmaları tarafından önleniyorsa infeksiyon meydana gelemez. § Bir hastalıktan iyileşen canlı, aynı infeksiyona, genellikle, ikinci kez yakalanmaz veya en azından, uzun bir süre direnç gösterir (...
BAĞIŞIKLIK § M.o.lar ne kadar virulent olurlarsa olsunlar konakçı duyarlı değilse ve savunma mekanizmaları tarafından önleniyorsa infeksiyon meydana gelemez. § Bir hastalıktan iyileşen canlı, aynı infeksiyona, genellikle, ikinci kez yakalanmaz veya en azından, uzun bir süre direnç gösterir (11.yy.da Çinliler-çiçek hastalığı) § 1798-Edward Jenner-bağışıklık biliminin kurucusu- sığır çiçeği virusu alan bir kişinin, insan çiçeğine karşı bağışık olacağını ve hastalanmayacağını deneysel olarak göstermiş ve böylece aşılama ile immunitenin elde edilebileceğini kanıtlamıştır. Bağışıklık genel anlamda, vücuda giren veya verilen yabancı substanslara (mikroorganizma, toksin, toksoid, protein, polisakkarid, kompleks yapıdaki moleküller, vs.) karşı vücudun bütün genel ve özel savunma mekanizmaları ile karşı koyması, direnç göstermesi, kendini koruması ve zararlı maddeyi elimine etmesi olarak tanımlanabilir. Bağışıklık, vücutta birbirlerini tamamlayan ve çok yakın ilişkide bulunan başlıca iki temel korunma mekanizması tarafından sağlanır. § A- DoğaI Bağışıklık § B- Edinsel Bağışıklık 1) Genetik faktörler 1) Aktif bağışıklık 2) Fizyolojik faktörler a)Doğal aktif bağışıklık 3) Primer savunma b) Suni aktif bağışıklık mekanizması 2) Pasif bağışıklık 4) Sekonder savunma a) Doğal pasif bağışıklık mekanizması b) Suni pasif bağışıklık 3) Adoptif bağışıklık A- DOĞAL BAĞIŞIKLIK (Yapısal direnç, Kalıtsal direnç, Nonspesifik direnç) § Canlıların yapısal (anatomik, fizyolojik, fiziksel, kimyasal, vs) ve kalıtsal karakterleri ile ilişkili olarak, dışardan giren patojenik, apatojenik etkenlere ve diğer substanslara yönelik olarak genel savunma mekanizması yardımı ile karşı koyması ve kendini koruması. § 1-Genetik Faktörler a-Türlere ait direnç: İnsanlarda rastlanılan bazı hastalık etkenleri hayvanlarda hastalık oluşturmazlar. Kanatlıların bir çok viral hastalığı da insan ve diğer memeli hayvanlarda hastalık oluşturmaz. § Hayvan türleri arasında da türlere özgü hastalıklar vardır. At vebası hastalığı tek tırnaklılarda, sığır vebası hastalığı da çift tırnaklılarda görülür. b) Irklara ait direnç: Aynı tür içinde bazı ırklar, hastalıklara farklı derecelerde direnç gösterebilir. koyunlar, genel olarak, B. anthracis ’e duyarlıdırlar. Ancak, Cezayir koyunları, bu infeksiyona daha fazla doğal bir direnç gösterir ve hastalığı almazlar. Merinos koyunları, deri hastalıklarına daha fazla yakalanırlar. c) Bireylere ait direnç: Bireyler arasında da hastalıklara yakalanma yönünden bazı farklar vardır. (canlının konstitüsyonel, kondisyonel durumları, beslenme, kendini koruma ve diğer faktörler) d)Hücrelere ait direnç: Eğer hastalık etkenleri, hücrelere kendinin bağlanmasına yardımcı olan reseptörleri bulamazsa tutunamaz, kolonize olamaz ve üreyemezler. Bunun sonunda da hastalık oluşturamazlar. § 2- Fizyolojik Faktörler a- Vücut ısısı: Normal koşullarda, vücut ısısı yüksek (41-42°C) olan kanatlıların hastalıkları (bakteriyel veya viral), ısısı 37-38°C arası olan memelilerde görülmemektedir. Kanatlılar normal koşullarda B. anthracis ’ten ileri gelen infeksiyonlara yakalanmamalarına karşın, bu hayvanların tüyleri yolunduktan sonra belli bir süre 37°C de tutulurlarsa deneysel olarak infekte olabilirler. b) Yaş: Yeni doğanlar ile çok yaşlılar, immun sistem fonksiyonlarının yeterince aktif olmamaları ve hücresel aktivite noksanlığı nedenleriyle, gençlere veya erginlere oranla, bir çok infeksiyonlara daha duyarlıdırlar. Bazı hastalıklar da gençler arasında, erginlerden daha fazladır. c) Hormonlar: Hormonları normal çalışan canlılar, hastalıklara daha dirençli olmasına karşın, hormonal bozukluk hallerinde vücut duyarlı hale gelir. Ayrıca, hormon tedavileri de, doz ve süre iyi ayarlanmazsa, vücut direncinde azalmalara yol açmaktadırlar. d) Beslenme: Yeni doğanlar için çok gerekli olan kolostrum spesifik antikorlar, vitamin, karbonhidrat, yağ, protein, mineraller ve bazı sitokinler yönünden zengindir. Bu nedenle, neonatallar için çok gerekli bir besini oluşturur ve hayatın ilk günlerinde çeşitli bakteriyel, viral ve mantar infeksiyonlarına karşı koruma sağladığı gibi direnci de arttırır. e) Diğer fizyolojik faktörler: Öksürük, barsak peristaltiği, ürinasyon, defekasyon, burun akıntısı, deskuamasyon, solunum sistemindeki siliar aktivite vs. gibi fizyolojik olgular mikroorganizmaların dışarı atılmasında önemlidir. 3-Primer Savunma Mekanizması § Genelde, vücut yüzeyinde ve mukoz membranlarda aktivite gösterir. a) Tüyler: Hayvanların derisi üzerinde bulunan yapağı, tüy, yün veya kıl örtüsü bir çok tehlikeli m.o.nın vücuda girmesine engel olur, derinin yaralanması ve bütünlüğünün bozulmasını önler, deri ve vücudu, aşırı soğuk ve sıcaktan, mekanik, fiziksel, kimyasal diğer faktörlerin zararlı etkisinden de korur. b) Deri: Sağlam derinin epitel örtüsü m.o. girişini önleyen önemli ve iyi bir bariyerdir. Bu epitel katmanının yaralanmaması ve bütünlüğünün bozulmaması gerekir. Birçok patojen sağlam deriden geçemez(Leptospiralar, Brucellalar su ile yumuşamış sağlam deriden girerek infeksiyon meydana getirebilir). Deride oluşan her türlü mikroskobik veya makroskobik lezyonlar m.o. için uygun bir giriş alanı sağlar. Deride bulunan ter ve yağ bezlerinin salgıları, bir çok patojenik mikroorganizmanın deride lokalize olmasına ve deriden içeri girmesine mani olurlar. Bu salgılar, mikroorganizmalar üzerine inhibitör veya öldürücü etkiye sahiptirler. Deri üzerindeki yerleşik mikrofloranın antagonist etkisi birçok patojenik etkenin kolonize olmasını önler. c) Mukoz membranlar ve salgıları: Mikroorganizmaların içeri girmeleri için, önce mukus bariyerini geçmesi ve sonra da epitel hücrelere temas ederek onlara tutunması gerekmektedir. Eğer mukozal yüzeylerde, çeşitli nedenlerden ileri gelen portantreler varsa, m.o. girişi çok daha kolay olur. Vücutta bazı bölgelerdeki mukoz membranlar (ağız, yemek borusu, mide) çok katlı epitel hücrelerden oluştuğundan hastalık ajanlarına girişlerine karşı daha fazla direnç gösterirler. Solunum, sindirim ve ürogenital sistemlerin mukozaları üzerinde mukoid salgı daha fazla bulunmaktadır. Bunların koruyucu etkisi oldukça fazladır. d) Mikrofloranın etkinliği: Vücutta mukozal yüzeylerde, solunum sistemi, sindirim sistemi, ürogenital sistemlerin mukozaları ve göz konjunktivasında yerleşik olarak bulunan, bu yüzeylerin daimi mikroflorasını oluşturan, birbirleriyle rekabet halinde yaşayarak bir denge kurmuş çeşitli tür ve sayıda m.o. vardır. Bu duyarlı denge, mikroorganizmaların salgıladıkları çeşitli türden antimikrobial substanslarla (bakteriyolisinler, lizozim, diğer enzimler, sIgA'lar, yağ asitleri, safra tuzları, vs) birbirlerinin üremelerinin belli limitler içinde kalmasını sağlarlar. Ayrıca dışardan gelen patojenik ve apatojenik etkenlerin de yerleşmesine mani olurlar. Bu dengenin bozulduğu durumlarda bazıları üreyerek konakçısını hastalandırabilirler. 4-Sekonder Savunma Mekanizması § Primer nonspesifik savunma hattını geçerek vücut içine giren m.o.lar, nonspesifik ağırlıkta olmakla beraber az çok spesifik bir karakter de taşıyan, lokal ve genel etkinliği olan diğer bir savunma mekanizması tarafından durdurulmaya ve elimine edilmeye çalışılır. Bu ikinci hatta, humoral ve hücresel komponentlerin fonksiyonu daha belirgindir. a) Humoral faktörler: Kanda, dokularda, mukoid salgılar ve vücut sıvılarında bulunan, nonspesifik karakterde, immunglobulin veya antikor aktivitesinde olmayan, bazı antimikrobial sıvısal faktörler bulunmaktadır. Bunlar vücutta spesifik yanıt meydana gelinceye kadar m.o.lara karşı koymada, üremelerini inhibe etmede ve dışarıya atmada görevlidir. Bunlar: § Lizozim, İnterferon, Defensinler § Doğal antikorlar, Komplement b) Hücresel faktörler: monositler, granulositler, mast hücreleri, alyuvarlar, lenfositler, makrofajlar vs.. Mikroorganizmalarla daha fazla savaşan nötrofillerin ölmesi sonu irin birikimi artar. Kronik yangısal reaksiyonlarda bölgeye önce nötrofiller ve sonra da makrofajlar gelirler. Makrofajlar da, fagositoz yanı sıra mikroorganizmaların, hücre artıklarının, diğer partiküllerin ve sıvısal materyallerin temizlenmesinde ve uyarılmış olanları da sitokin sentezinde etkin rol oynarlar. Fagositozisin vücudun hücresel savunmasında rolü çok fazladır. B- EDİNSEL BAĞIŞIKLIK (Özgül bağışıklık, spesifik immunite) § Canlılar, özellikle doğduktan sonra (bazen de intrauterin yaşamda iken) çeşitli mikroorganizmalar, bunların toksik maddeleri veya diğer substanslarla karşı karşıya gelirler ve bunların bir kısmı fazla ve etkin bir yanıt meydana getirir. Bu uyarımlar sonucu gelişen bağışıklıktır. İki karakter gösterir:. A) Aktif bağışıklık B) Pasif bağışıklık A- Aktif Bağışıklık § Canlılar, hayatlarının herhangi bir döneminde, kısa veya uzun bir süre, canlı veya inaktif çeşitli mikroorganizmalarla, bizzat kendileri temasa gelerek veya kendilerine koruyucu amaçla verilerek, bu etkenlere karşı değişik derecede bağışıklık kazanabilirler. § doğal aktif bağışıklık, § suni (yapay) aktif bağışıklık. § A-1 Doğal aktif bağışıklık: § Bireyler doğduktan sonra, bulundukları ortama göre, hayatlarının ilk dakikalarından itibaren virulensleri ve türleri çok değişik mikroorganizmalarla, bunların toksik substansları veya antijenik materyalleri ile karşı karşıya gelirler. Bu etkenler veya maddeler, bireylere, direk veya indirekt yollarla girerler. Primer veya sekonder savunma mekanizmalarını geçtikten sonra, kan ve lenf yolları ile vücuda yayılarak lenfosit ve myeloid sisteme ait immunkompetent hücrelerle direk temasa gelirler. Bazıları da vücuda girdikleri yerlerde bulunan hücrelerle karşılaşırlar. Bu hücrelerin uyarılması sonu gelişen ve mikroorganizmalara yönelik olan bir işbirliği içinde humoral ve/veya hücresel bir yanıt meydana gelir. § Oluşan bu cevabın derecesi mikroorganizmanın virulensine, miktarına, giriş yoluna, vücudun duyarlılığına ve diğer faktörlere göre, değişik düzeyde ortaya çıkar. § Virulensi düşük (lentojenik) mikroorganizmalar vücuda girdiklerinde belli belirsiz bir uyarım yaparak çok zayıf veya kısa ömürlü bir bağışıklığa yol açarlar. Böyle mikroorganizmalar, genellikle, herhangi bir hastalığa yol açmazlar. Böyle suşlar aşı hazırlamada kullanılabilir. § Virulensi orta derecede (mezojenik) olan mikroorganizmalar vücutta daha iyi bir uyarım yaparak, lentojeniklere oranla, kuvvetli bir immunite sağlarlar. Böyle mikroorganizmalar, kanlarında homolog antikor bulunmayan bireylere verildiklerinde, infeksiyon oluşturabilirler. § Virulensi yüksek (velojenik) suşlar, ilk defa bir vücuda girdiklerinde infeksiyon ve tehlikeli hastalıklara yol açabilirler. § İnaktif mikroorganizmalar, vücutta aktiflere oranla daha zayıf bir uyarım ve bağışıklık meydana getirirler. Ancak, uygun bir adjuvantla birleştirilerek verildiklerinde antijenitelerinde artmalar görülür. § Apatojenikler ise vücutta, humoral ve sellüler mekanizmalar tarafından kolayca yok edilirler. İmmunolojik bir yanıt meydana getiremezler. A-2 Yapay aktif bağışıklık: İnsan ve hayvanlar, tehlikeli hastalıklardan korunmak amacı ile, çeşitli tarzda hazırlanmış aktif (canlı, attenüe) veya inaktif (ölü) aşılarla aşılanarak immun sistemleri uyarılabilir ve etkin bir bağışıklık kazanabilirler. Canlı attanüe aşılar, inaktiflerden daha iyi bir uyarım yaparlar. § Gerek doğal veya gerekse suni aktif bağışıklıkta vücudun kendi lenfoid ve myeloid sistemi uyarılarak humoral ve/veya hücresel karakterde bir yanıtın meydana gelmesini sağladığı için oluşan bağışıklık daha uzun ve etkindir. § İster doğal veya ister suni aktif bağışıklık olsun her ikisinde de vücudu koruyan iki önemli yanıt (humoral ve hücresel immun yanıt) etkin rol oynar. B- Pasif Bağışıklık § Bu tür bağışıklık, genellikle, başka bir canlıda bulunan veya hazırlanan antikorların, normal veya hasta kişilere verilmesiyle elde edilir. § böyle elde edilen immunite genellikle uzun ömürlü olmaz ve 2-3 ay sonra sona erer. B-1 Doğal pasif bağışıklık: çok yakın bir bireye (anne gibi) ait olan antikorlar plasenta, kolostrum ve yumurta aracılığı ile yavrulara doğal olarak aktarılırlar. a) Plasentadan antikor geçişi: Özellikle insanlarda ve bazı hayvanlarda (maymun, köpek, tavşan, kobay, vb.) prenatal dönemde, anne kanında bulunan spesifik antikorlar (IgG) plasenta aracılığı ile fetusa aktarılır. Böylece, yavrular, annelerinden aldıkları antikorlarla doğmuş olurlar ve hayatlarının ilk günlerinde çeşitli infeksiyonlara karşı kendilerini korurlar. § Çok katlı epitele sahip hayvanlarda (sığır, at, domuz, koyun, keçi, vb.) prenatal dönemde anneden yavruya plasental yolla antikor geçemez. b) Kolostrumla antikor alınması: kolostrumda bulunan spesifik antikorlar, yavrularına, doğduktan ilk 36-48 saat içinde geçerek pasif bir bağışıklık kazandırırlar. Yeni doğan yavruların, barsakları ilk 8-10 saat içinde kolostrumda bulunan spesifik antikorları kolayca ve olduğu gibi absorbe edebilecek durumdadır. İkinci günden sonra kolostrumdaki antikorlar azalmaya başlar. Bu antikorların alınması, yavruları birçok neonatal septisemilerden (kolibasilozis, vs) ve diğer bazı bakteriyel ve viral hastalıklardan koruması bakımından önemlidir. Annede bir infeksiyon veya memede herhangi bir hastalık (mastitis, vs) varsa başka bir sağlıklı hayvana ait süt veya kolostrum verilebilir. c) Yumurtadan antikor alınması: Aşılı veya infekte tavukların yumurta sarısında, spesifik antikorlar (maternal antikorlar- genellikle IgG'ler) bulunur ve böyle yumurtadan çıkan civcivler belli bir süre pasif bağışıklık kazanır ve bu, infeksiyonlara karşı civcivleri koruyabilir. Ancak, bu koruma, yumurtadaki antikor düzeyi ve anaç tavukta bulunan antikor miktarı ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Eğer tavuklar, yumurtlamaya yakın dönemde aşılanırsa doğaldır ki, ilk yumurtalar ve bunlardan çıkan civcivlerdeki antikorlar da yüksek düzeyde olur ve civcivler daha iyi korunurlar. Aşıdan 2-3 ay sonraki yumurta civcivlerinde antikor düzeyi daha az ve pasif bağışıklık süresi kısa olur. B-2 Yapay pasif bağışıklık Bu bağışıklık tarzında, başka bir hayvandan (veya insandan) elde edilen hiperimmun (bağışık) serumun veya antitoksik serumun koruma veya sağaltım amacıyla, diğer hayvana (veya insana) verilmesi amaçlanır (atlara birçok kez tetanoz veya difteri toksini verilmek suretiyle elde edilen hiperimmun antitoksik serumlar insanlarda, koruma ve sağaltım amacıyla kullanılır) B-3 Adoptif bağışıklık Aktif hücresel bağışıklık kazanmış bir canlının lenfositlerinin, duyarlı olan fertlere verilmesiyle oluşan immunite. Verilen B - hücreleri alıcının vücudunda immunojenle temasta hemen aktive olur ve plasma hücreleri haline dönüşerek antikor sentezlerler. TEMEL VETER‹NER M‹KROB‹YOLOJ‹ VE ‹MMUNOLOJ‹ 7 Amaçlar›m›z N Bu üniteyi tamamlad›ktan sonra; Ba¤›fl›kl›k kavram›n› ve temel unsurlar›n› tan›mlayabilecek, N Hangi maddelerin antijen oldu¤unu aç›klayabilecek, N Antikorun yap›s›n›, s›n›flar›n› ve ifllevlerini tan›mlayabilecek, N ‹mmun sistem hücrelerinin temel özelliklerini ve ifllevlerini aç›klayabilecek, N ‹mmun sistem organlar›n›n temel özelliklerini ve ifllevlerini aç›klayabile- ceksiniz. Anahtar Kavramlar Ba¤›fl›kl›k Myeloid seri hücreleri ‹nfeksiyon Lenfoid seri hücreleri Savunma Primer lenfoid organlar Antijenite Sekonder lenfoid organlar Antikor ‹çindekiler TEMEL KAVRAMLAR Temel Veteriner ANT‹JEN Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Mikrobiyoloji ve Unsurlar› ANT‹KOR ‹mmunoloji ‹MMUN S‹STEM HÜCRELER‹ ‹MMUN S‹STEM ORGANLARI Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› TEMEL KAVRAMLAR Tüm hayvanlar, mikroorganizmalarla dolu bir çevrede yaflamaktad›r. Vücudun mikroorganizmalara karfl› savunulmas›, sa¤l›kl› bir yaflam ve nesillerin devam› için kaç›n›lmaz bir zorunluluktur. Mikroorganizmalar›n vücuda yerleflmesine infeksi- yon, bu nedenle oluflan hastal›¤a infeksiyöz hastal›k denir. Hastal›ktan, özellikle infeksiyöz hastal›klardan korunma immunite veya ba¤›fl›kl›k terimi ile ifade edilir. Vücudun yabanc› etkenlere karfl› gösterdi¤i tepkilerin tümüne kollektif olarak im- mun yan›t (ba¤›fl›kl›k yan›t›) denir. ‹mmun yan›tta görev alan tüm hücre, organ ve moleküllerin oluflturdu¤u kompleks yap› immun sistem olarak nitelenir. Patojen- Patojen: Hastal›k oluflturabilen lerin herbirinin kendisine has özellikleri ve farkl› hastal›k oluflturma yollar› var- mikroorganizmalar› d›r. Buna karfl›, hayvanlarda da savunmaya yönelik çeflitli mekanizmalar bulun- belirtmek için kullan›lan bir maktad›r. Bunlar genelden özele do¤ru s›raland›¤›nda afla¤›daki kavramlar karfl›- terim. m›za ç›kmaktad›r. Do¤al Direnç Genetik temele ba¤l› özellikler, baz› hayvan türlerinde veya cinslerinde baz› in- feksiyöz hastal›klar›n hiç oluflmamas›n› sa¤lar. Buna do¤al direnç denir. Bu duru- mun vücudun savunma faktörleri veya ba¤›fl›kl›k ile ilgisi yoktur. Do¤al direnç kesindir; yani belirli bir infeksiyona do¤al dirençli bir tür, hiçbir flekilde o hasta- l›¤a yakalanmaz. Örne¤in, tür düzeyinde atlarda veya cins düzeyinde tek t›rnak- l›larda s›¤›r vebas› hastal›¤› hiç görülmez. Bu nedenle, do¤al dirence absolut di- renç veya kesin direnç de denir. Bir türün baz› ›rklar›, hatta baz› bireyleri belirli infeksiyonlara, di¤er ›rk ve bireylere göre daha dirençli olabilirler. Ancak, ›rk ve- ya birey düzeyindeki direnç kesin de¤il, görecelidir. Bu duruma relatif direnç de- nir. Örne¤in, Kuzey Afrika koyunlar› Brucella infeksiyonuna, di¤er koyun ›rklar›- na göre daha dirençlidir. Do¤al Savunma Engelleri Vücudun baz› yap›sal unsurlar› veya fizyolojik olaylar›, mikroorganizmalar›n mu- kozal yüzeylerde yerleflmesine, vücuda girmesine veya vücutta yay›lmas›na engel olabilir. Asl›nda immun sisteme dahil olmayan fakat do¤al bir engel ifllevi gören bu unsurlar do¤al savunma engelleri olarak nitelenir. Bunlar›n, as›l görevleri savunma de¤ildir. Ancak, normal fizyolojik ifllevlerini yürütürken, dolayl› olarak vücudun savunmas›na da katk›da bulunurlar. Bu do¤al savunma engellerinin ço¤u, deri ve 122 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji mukoz membranlar gibi vücut yüzeylerinde çal›fl›rlar. Örne¤in, deri mikroorganiz- malar için fiziksel bir engel oluflturur. As›l ifllevleri sindirim olan mide asidi, safra tuzlar› veya barsak peristalti¤i, bir çok patojenin sindirim mukozas›na yerleflmesi- ni ve vücuda girmesini engeller. Nonspesifik Ba¤›fl›kl›k Do¤al savunma engellerini aflabilen patojenler vücuda girdiklerinde, çeflitli savun- ma hücreleri ve moleküllerle karfl›lafl›rlar. ‹mmun sistemin birer parças› olarak ka- bul edilen bu unsurlar, mikroorganizmalar aras›nda ayr›m yapmaz, yani patojenin tipine özel bir yan›t oluflturmazlar. Vücut savunmas›ndaki bu aflamaya do¤al ba¤›- Nonspesifik: Birfleye özel fl›kl›k (innate immunite) veya nonspesifik ba¤›fl›kl›k denir. Bu ifllevi yürüten hüc- veya özgü olmayan. re ve moleküller genellikle vücut içinde, kanda ve dokularda bulunur. Örne¤in, fa- gositik hücrelerden makrofajlar, dokulara giren patojenleri yutarak uzaklaflt›r›r; komplement sistemi bakterileri parçalar. Spesifik Ba¤›fl›kl›k ‹mmun yan›t ile ortaya ç›kan ve ba¤›fl›kl›k teriminin anlam›n› tam olarak karfl›la- yan savunma flekli spesifik ba¤›fl›kl›kt›r. Bu ba¤›fl›kl›k flekli, do¤al veya nonspesi- fik savunman›n aksine, vücutta haz›r olarak bulunmay›p, belirli uyar›m ve reaksi- yonlardan sonra kazan›ld›¤› için kazan›lm›fl ba¤›fl›kl›k veya edinsel ba¤›fl›kl›k ola- rak da tan›mlan›r. Kazan›lm›fl ba¤›fl›kl›¤›n en önemli unsuru lenfositlerdir ve lenfo- sitleri spesifik olarak uyaran maddelere antijen denir. Spesifik immun yan›t, bir antijenin kendine spesifik lenfositleri uyarmas› ile bafllar. Bu lenfositlerin çal›flma- s› sonucunda da o antijene karfl› ba¤›fl›kl›k kazan›l›r. Kazan›lm›fl ba¤›fl›kl›k, antijen tipine, çal›flan immun sistem ö¤elerine ve sonuçlar›na göre iki flekilde ortaya ç›kar. Humoral ba¤›fl›kl›k, antijenlerin B lenfositlerini uyarmas› ve antikor üretimi ile so- nuçlanan humoral immun yan›t sonras›nda kazan›l›r. Bu ba¤›fl›kl›k fleklindeki sa- vunma arac› antikorlard›r. Hücresel ba¤›fl›kl›k, antijenlerin T lenfositlerini uyarma- s› ile ortaya ç›kan hücresel immun yan›t sonras›nda kazan›l›r. Bu ba¤›fl›kl›k fleklin- de savunma arac› sitotoksik T lenfositleridir. SIRA S‹ZDE Ba¤›fl›kl›¤›n yaflam için önemini göstermek için hangi olaylar› incelemek gerekir ve nas›l 1 bir sonuca var›l›r? Spesifik ‹mmun Yan›t›n Temel Özellikleri Antijenlere karfl› oluflan humoral ve hücresel immun yan›t›n tipik özellikleri vard›r. Bu özellikler, lenfositler ile iliflkilidir, spesifik immun yan›t› nonspesifik savunma- dan ay›r›r ve vücudun di¤er tüm sistemleri aras›nda eflsiz k›lar. Spesifite: ‹mmun yan›t antijene spesifiktir. Di¤er bir deyiflle, birçok farkl› anti- jenik yap›n›n her birine karfl› vücutta özel bir lenfosit soyu vard›r ve ba¤›fl›kl›k bu lenfosit soylar›n›n çal›flmas› ile kazan›l›r. Bellek: Bir antijenle bir kez karfl›laflan immun sistem, daha sonraki girifllerinde ayn› antijeni tan›ma yetene¤i sahiptir. Böylece, bir antijenin vücuda ikinci kez veya daha sonraki girifllerinde, genellikle daha h›zl›, daha spesifik ve daha güçlü bir im- mun yan›t oluflur. Spesifik ba¤›fl›kl›¤›n bu özelli¤ine immunolojik bellek denir. Self: Kendine ait olan, Self tolerans: ‹mmun sistem yabanc› antijenlerin tümüne karfl› immun yan›t yabanc› olmayan. oluflturabilirken, vücudun kendine has yap›lar›na (self antijen) karfl› immun yan›t oluflturmaz. Di¤er bir deyiflle immun sistem yabanc› antijenler ile self antijenleri ay›rt edebilir. Bu duruma self tolerans denir. 7. Ünite - Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› 123 Ba¤›fl›kl›k Kazanma Yollar› Afla¤›daki tan›mlarda geçen aktif sözcü¤ü, immun sistemin bizzat çal›flmas› ile ba- ¤›fl›kl›¤›n kazan›ld›¤›n›, pasif sözcü¤ü immun sistemin aktif olarak çal›flmadan ba- ¤›fl›kl›¤›n kazan›ld›¤›n›, do¤al sözcü¤ü bu olay›n do¤al koflullarda gerçekleflti¤ini, yapay sözcü¤ü ise antijenin insan eliyle verildi¤ini göstermektedir. Buna göre ba- ¤›fl›kl›k 4 yolla kazan›labilir. Do¤al aktif ba¤›fl›kl›k, patojen veya antijenle do¤al olarak karfl›laflan immun sistemin verdi¤i yan›t ile, di¤er bir deyiflle infeksiyonlar s›ras›nda kazan›lan ba¤›fl›kl›kt›r. Yapay aktif ba¤›fl›kl›k, afl›lama (immunizasyon) yoluyla kazan›lan ba¤›fl›kl›kt›r. Do¤al pasif ba¤›fl›kl›k, fetusa veya yavruya anneden geçen ba¤›fl›kl›kt›r. Yapay pasif ba¤›fl›kl›k, antiserum (hiperimmun serum) uygula- mas› yoluyla kazan›lan ba¤›fl›kl›kt›r. ANT‹JEN ‹mmun yan›t› uyaran ve oluflan ba¤›fl›kl›k ö¤eleri ile spesifik reaksiyon veren mad- delere antijen veya immunojen denir. Bunlar, spesifik bir yan›t oluflturmak üzere lenfositleri uyarabilen maddelerdir. Bir maddenin antijen olarak nitelenebilmesi için baz› özellikleri tafl›mas› gerekir. Bu özellikler ayn› zamanda o maddenin anti- Antijenite: Bir maddenin ba¤›fl›kl›¤› uyarma jenitesini belirler. Antijenite göreceli bir kavramd›r ve baz› maddeler daha çok, kapasitesi veya gücünün baz›lar› daha az antijenik olabilir. niteliksel ifadesidir. Antijenitenin Koflullar› Bir maddenin antijen olarak nitelenebilmesi için en önemli koflul “vücuda yaban- c›l›k” t›r. Normal koflullarda, immun sistem kendi vücuduna ait olan (self) ile, ken- dinden olmayan› (nonself) ay›rt edebilir ve kendi hücre veya moleküllerine karfl› bir immun yan›t oluflturmaz (self tolerans). Bir maddenin antijenik olabilmesi, di- ¤er bir deyiflle immun yan›t oluflturabilmesi için, o hayvan›n yap›s›nda bulunma- mas› ve immun sistemi taraf›ndan yabanc› olarak alg›lanmas› gerekir. Bu aç›dan bak›ld›¤›nda viruslardan memelilere, bakterilerden bitkilere kadar tüm canl›lara ait hücrelerin ve bunlara ait moleküllerin di¤er hayvanlar için antijenik oldu¤u söylenebilir. Bir maddenin vücuda yabanc› olmas›, onun antijen olarak tan›nmas› için yeter- li de¤ildir. Örne¤in; petrol ürünleri vücuda yabanc›d›r, ama immun yan›t› uyara- mazlar. Bunun nedeni moleküler yap›n›n uygun olmamas›d›r. Bir molekülün yap›- s›, çözünebilirli¤i ve dayan›kl›l›¤› gibi özellikleri, o molekülün immun sistem ile karfl›laflt›¤›nda nas›l alg›lanaca¤›n› belirler. Antijenite ile ilgili yap›sal özelliklerden biri “molekül a¤›rl›¤›”d›r. Genel olarak, 10.000 Daltondan (10 kDa) büyük mole- küllerin antijenik özellik tafl›d›¤› ve molekül a¤›rl›k ile antijenik güç aras›nda do¤- ru orant› oldu¤u kabul edilmektedir. Ancak, molekül a¤›rl›¤› da tek bafl›na antije- nite için yeterli bir koflul de¤ildir; büyük olmas›na ra¤men antijenik olmayan mad- deler vard›r. Bu bak›mdan, molekül a¤›rl›¤› yan›nda molekülün “kompleks yap›”da olmas› da gereklidir. Kompleks yap› ile kastedilen, kimyasal içeri¤inin (primer ya- p›) çeflitlilik göstermesi ve fiziksel yap›s›n›n (sekonder ve tersiyer yap›) uygun ol- mas›d›r. Ço¤u do¤al proteinlerin iyi antijen olmalar›n›n as›l nedeni, kompleks bir yap›ya sahip olmalar›d›r. Proteinlerin kimyasal yap›lar›nda 18-20 amino asit bulu- nur ve bunlar›n ço¤u molekül içinde çok farkl› s›ralarda dizilebilirler (primer ya- p›). Farkl› aminoasit dizileri, ikinci boyutta farkl› aç›larda birleflebilirler (sekonder yap›). Farkl› aç›larda birleflen diziler zincir içi ba¤lar kurarak, üçüncü boyutta çok farkl› fiziki flekillere sahip moleküller oluflturabilirler (tersiyer yap›). 124 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji Vücuda giren bir maddenin immun sistem ile iliflki kurabilmesi için, genellikle belirli bir düzeye indirgenmesi gerekir. Buna karfl›n, vücuda giren bir maddenin immun sistemin iliflki kurabilece¤i bir düzeyin alt›na da indirgenmemesi gereklidir. E¤er madde en küçük yap› tafllar›na kadar parçalan›rsa antijenik özelli¤ini kaybe- der. Görüldü¤ü gibi, bir maddenin iyi bir antijen olabilmesi için, çözünürlü¤ü ile dayan›kl›l›¤›n›n dengede olmas› gereklidir. Bir maddenin antijenitesini belirleyen zorunlu koflullar d›fl›nda, antijen veya ko- nak ile ilgili baz› faktörler de immun yan›t üzerinde etkili olabilmektedir. Örne¤in; baz› antijenler vücuda parenteral yolla verildiklerinde immun yan›t olufltururken, a¤›z yoluyla girdiklerinde antijenik etki göstermezler. Çok düflük dozdaki antijen- ler etkili bir immun yan›t oluflturamazlar. Çok yüksek dozdaki antijenler de immun sistemi bask›layarak immunolojik yan›ts›zl›¤a yol açabilirler. Ayr›ca, baz› hayvan türleri aras›nda bir maddenin antijenik olarak alg›lanmas› bak›m›ndan farkl›l›klar olabilir. Örne¤in, köpekte ba¤›fl›kl›¤› uyaran güçlü bir antijen s›¤›r için antijenik ol- mayabilir veya zay›f antijenik olabilir. Antijenik Determinant Kimyasal yap›lar›na göre bafll›ca temel antijen gruplar›, proteinler, karbonhidratlar, lipidler ve nükleik asitlerdir. Bu kimyasal gruplar tek bafllar›na bulunabildikleri gi- bi, di¤er gruplarla bir araya gelerek glikoprotein, lipoprotein, nükleoprotein ve gli- kolipid moleküllerini oluflturabilirler. ‹nfeksiyon oluflturan mikroorganizmalar, bu kimyasal gruplar›n tümünü bar›nd›ran kompleks yap›lard›r. Bu yüzden, böyle bir yabanc› yap›ya karfl› oluflacak immun yan›tta, kompleksdeki antijenlerden her bi- rine karfl› ayr› ayr› immun yan›t oluflmas› söz konusu olacakt›r. Bir bakterideki bü- yük bir protein molekülünü örnek olarak incelersek; immun sistemin molekülün tamam› ile de¤il, çok daha küçük bölgeleri ile iliflki kurdu¤unu görebiliriz. Di¤er bir deyiflle, immun yan›t molekülün tümüne karfl› de¤il, bu özel bölgelere karfl› oluflmaktad›r. ‹flte, antijenik bir molekülde, immun sistem taraf›ndan tan›n›p spesi- fik immun yan›t oluflturulan özel bölgelere, antijenik determinant veya epitop de- nir. Antijenik determinantlar yaklafl›k 4-8 amino asitten ibaret bölgelerdir ve mole- külün yaklafl›k her 5.000 Da a¤›rl›¤› için bir adet bulunurlar. Kompleks bir mole- külde birbirinden farkl› birçok epitop bulunabilir. ‹mmun sistem farkl› epitoplar›n her birini ayr› ayr› alg›lar ve her birine spesifik yan›t oluflturur. O halde, bir bakte- rinin immun sistem ile temas› halinde, bakteri tek bir antijen olarak de¤il, çok sa- y›da antijenik determinant olarak alg›lanacakt›r. SIRA S‹ZDE Büyük ve kompleks moleküllerin iyi antijen olmas› ile antijenik determinant aras›nda na- 2 s›l bir iliflki vard›r? Bazen farkl› moleküller ortak epitoplara sahip olabilirler veya farkl› iki orga- nizmada ayn› antijen molekülü bulunabilir. Bu durumda, bir antijene karfl› olu- flan antikor, zay›f da olsa di¤er antijene ba¤lanabilir. Bu olaya antijenik çapraz reaksiyon (kros reaksiyon) denir. Örne¤in; birçok barsak bakterisinde bulunan glikoprotein, baz› memeli eritrositleri üzerinde de bulunabilir. Bunun sonucun- da, bakteri glikoproteinine karfl› oluflan antikor, eritrosit glikoproteini ile de re- aksiyona girer. Böyle antijenlere, heterofil antijen de denir. Antijenik çapraz re- aksiyon, infeksiyonlar›n tan›s›nda kullan›lan serolojik testlerin yorumlanmas›n› güçlefltirebilir. 7. Ünite - Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› 125 ANT‹KOR Humoral ba¤›fl›kl›kta B lenfositlerinin antijene yan›t› sonucu oluflan ve bu antijen ile spesifik olarak birleflebilen ba¤›fl›kl›k elemanlar›na “antikor” denir. Antikor ya- p›s›ndaki moleküller, B lenfositleri üzerinde “B hücre reseptörü” (BCR) olarak, kanda ve di¤er vücut s›v›lar›nda “serbest antikorlar” olarak bulunurlar. Her iki form da sadece belli bir antijen ile spesifik olarak reaksiyona girme özelli¤indedir. B hücre reseptörleri antijenlerin B hücreleri taraf›ndan tan›nmas›n› ve hücrelerin aktive olmas›n› sa¤larken, aktive olan hücrelerden sal›nan antikorlar antijenleri ba¤lar ve di¤er efektör mekanizmalarla bunlar›n tahribini sa¤lar. Ba¤›fl›kl›¤›n yap›sal unusurlar› ile ilgili çok say›da resim ve animasyona, arama motorla- ‹NTERNET r›nda “antigen”, “antibody” ve “immune system” sözcükleri ile yapaca¤›n›z tarama ile ulaflabilirsiniz. ‹mmunglobulin Molekülü Antikorlar temel kimyasal yap› olarak globulinler içinde yer ald›klar›ndan ve ifllev- sel aç›dan immunite ile iliflkili olduklar›ndan, moleküler yap›lar› immunglobulin fleklinde ifade edilir. ‹mmunglobulin molekülünün temel birimi 4 polipeptid zinci- rinden oluflmufltur. Bu temel birim içinde, ayn› yap›ya sahip simetrik iki a¤›r zin- cir (H) ve ayn› yap›ya sahip simetrik iki hafif zincir (L) bulunur. A¤›r zincirlerin her- biri 450-500, hafif zincirlerin herbiri yaklafl›k 220 amino asitten oluflmufltur. Bu zin- cirler disülfid ba¤lar› ile birbirine ba¤lanarak, moleküle “Y” harfi fleklinde bir görü- nüm kazand›r›rlar. Herbir zincirin bir ucu karboksil grubu ile sonlan›rken (C-ucu), di¤er ucu amino grubu ile sonlan›r (N-ucu). Herbir immunglobulin zinciri, ilmek- ler fleklinde organize olmufltur, ayr›ca sabit ve de¤iflken bölgeler içerir (fiekil 7.1). fiekil 7.1 Bir immunglobulin molekülünün flematik yap›s› ve bölümleri. Polipeptid zincirindeki amino asitler, üç boyutlu uzayda bir çubuk gibi düz bir flekilde de¤il, belli bölgelerde katlanarak bir yumak fleklinde dizilmifltir. Moleküle tersiyer yap› kazand›ran bu bölgelere ilmek bölgeleri denir. Hafif zincirdeki ilmek bölgeleri iki tanedir; N-uçtaki de¤iflken hafif bölge (VL bölgesi) ve C-uçtaki sabit 126 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji hafif bölge (CL bölgesi). A¤›r zincirde ise, N-uçtan bafllayan bir de¤iflken a¤›r böl- ge (VH bölgesi) ve bunu C-uca do¤ru izleyen sabit a¤›r bölge ilmekleri (CH1, CH2, CH3 bölgeleri) vard›r. A¤›r zincirde CH1 ve CH2 ilmekleri aras›nda bulunan bölüme katlanma bölge- si denir. Katlanma bölgesi molekülün N-uçlar›n›n (Y harfinin kollar›) kanat gibi ha- reketli olmas›n› sa¤lar. ‹mmunglobulin molekülü papain enzimi ile muamele edil- di¤inde üç parçaya ayr›l›r; Y harfinin birer kolu gibi düflünebilece¤imiz iki Fab k›s- m› (antijen ba¤layan fragman) ve Y harfinin sap› gibi düflünebilece¤imiz bir Fc k›s- m› (kristalize olan fragman). Bu k›s›mlar immunglobulinin fonksiyonlar› ile yak›n- dan iliflkilidir. Ad›ndan da anlafl›laca¤› gibi Fab k›sm› antijenle ba¤lanmay› sa¤la- yan bölgeleri içerir, yani molekülün immunolojik fonksiyonu ile ilgilidir. Fc k›sm› ise immunglobulinin hücrelere veya Fc reseptörlerine ba¤lanmas›n› sa¤lar, yani molekülün biyolojik fonksiyonu ile ilgilidir. ‹mmunglobulin molekülündeki hafif zincirin C-ucundaki ilmek bölgesinin (CL) ve C-ucundan bafllayan CH3, CH2 ve CH1 ilmek bölgelerinin yap›s› herbir im- munglobulin s›n›f› için sabittir veya çok az farkl›l›k gösterir. Bu nedenle bunlara sabit bölge denir. A¤›r zincir sabit bölgesinin amino asit yap›s› o immunglobulin molekülünün hangi s›n›fa ait oldu¤unu gösterir. Bu bölge ayn› zamanda Fc k›sm›- n› da içine al›r ve molekülün hücre veya reseptörlere ba¤lanmas›n› sa¤lar. ‹mmunglobulin molekülündeki tüm zincirlerin N-ucundaki ilmek bölgelerine de¤iflken bölge denir. Bu ilmeklere de¤iflken bölge denmesinin nedeni, buradaki amino asit dizilifllerinin ve tersiyer yap›n›n, farkl› antijenlere spesifik antikorlarda çok farkl›l›k göstermesidir. Çünkü de¤iflken bölgeler, immunglobulin molekülü- nün antijenle temas kurdu¤u k›s›mlard›r. Bu yüzden herbir farkl› antijene karfl›, farkl› bir de¤iflken bölge ve dolay›s›yla farkl› bir antikor olacakt›r. Bu bölgenin de- ¤iflken yap›s›, sabit bölgenin sabit yap›s›n› etkilemez. Daha bir deyiflle, tek bir an- tijene spesifik de¤iflken bölge, farkl› immunglobulin s›n›flar›nda ortak olarak bulu- nur. Örne¤in; belli bir bakteri antijenine karfl› oluflan IgG, IgM, IgA ve IgE s›n›f› im- munglobulinlerin tümünde de¤iflken bölge ayn› yap›dad›r. De¤iflken bölgenin belirli k›s›mlar›nda, antijen ba¤lanma bölgesinin fleklini ve- ren ve antijenle as›l temas› kuran çok de¤iflken bölgeler vard›r. De¤iflken bölge, an- tijene bir bütün olarak de¤il, sadece bu çok de¤iflken bölgelerden ba¤lan›r. De¤ifl- ken bölge içindeki bu çok de¤iflken bölgelere paratop veya CDR (karfl›tl›¤› belir- leyen bölgeler) ad› verilir. Bu çok de¤iflken k›s›mlar antijene ba¤lanacak bölgenin fleklini, dolay›s›yla bir immunglobulin molekülünün hangi epitopa dolays›yla anti- jene ba¤lanaca¤›n› belirler. Bir anahtar-kilit iliflkisi gibi, bir antijen molekülündeki epitoplar›n oluflturdu¤u girintili-ç›k›nt›l› eflsiz bir yap›ya karfl›, de¤iflken bölgede de CDR’lerin oluflturdu¤u girintili ç›k›nt›l› spesifik bir kal›p olacakt›r. Bu yüzden de, ne kadar çok antijen varsa o kadar çok de¤iflken bölge var demektir. SIRA S‹ZDE Antijenin epitopu ile antikorun paratopu aras›nda çok spesifik bir reaksiyon oldu¤una gö- 3 re, bunun ne tip ba¤larla gerçekleflti¤ini düflünürsünüz? ‹mmunglobulin S›n›flar› A¤›r zincir sabit bölgesindeki (CH) amino asit yap›s›na göre 5 temel a¤›r zincir ti- pi vard›r: gama, mü, alfa, delta ve epsilon. A¤›r zincirin tipi, immunglobulinin s›n›- f›n› belirler. Böylece, gama, mü, alfa, delta ve epsilon tipi zincir tafl›yan immung- lobulinlere s›ras›yla IgG, IgM, IgA, IgD ve IgE ad› verilir. Herbir s›n›f›n alts›n›flar› ise rakamla gösterilir (IgG4, IgA2, IgE1 gibi) (fiekil 7.2). 7. Ünite - Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› 127 fiekil 7.2 Temel immunglobulin s›n›flar›n›n flematik yap›lar›. IgG, IgE ve IgD monomer, IgA dimer, IgM pentamer formunda gösterilmifltir. ‹mmunglobulin G (IgG): IgG kanda en yüksek konsantrasyonda (%70-80) bulunan immunglobulin s›n›f›d›r. ‹ki a¤›r ve iki hafif zincirden oluflmufl tipik monomer yap›s›ndad›r. IgG sekonder lenfoid organlardaki B lenfositleri ve Monomer: Tek birimden oluflmufl temel yap›. plazma hücreleri taraf›ndan üretilir ve salg›lan›r. En küçük immunglobulin s›n›f› oldu¤u için di¤er Ig s›n›flar›na göre damar çeperinden ve plasentadan daha ko- lay geçer. Bu nedenle doku s›v›lar›ndaki ve baz› mukozal yüzeylerdeki ba¤›fl›k- l›k olaylar›na da kat›l›r. IgG en yo¤un olarak sekonder immun yan›t s›ras›nda üretilir. IgG’nin en önemli ifllevi, nötralizasyon yoluyla patojenleri ve toksinleri etkisiz hale getirmesidir. Bu ifllevini, baflta kan olmak üzere, doku s›v›lar›nda, vücut salg›lar›nda ve baz› mukozal yüzeylerde gerçeklefltirebilir. IgG’nin tüm hayvan türlerinde bulunur ve 3-6 alt s›n›f› vard›r. Bir immun yan›t s›ras›nda, tüm IgG alts›n›flar›n›n üretilme potansiyeli olmas›na ra¤men, genellikle belli bir anti- jene karfl› belli bir IgG alts›n›f› daha çok oluflur. At IgG3’ü IgG[T], tavuk IgG’si IgY olarak da gösterilebilmektedir. ‹mmunglobulin M (IgM): IgM kanda ikinci yüksek konsantrasyonda (%5-15) bulunan immunglobulin s›n›f›d›r. ‹ki a¤›r ve iki hafif zincirden oluflmufl monomer yap›daki IgM, sadece B hücreleri üzerinde “B hücre reseptörü” (BCR) olarak bulu- nur ve ortama sal›nmaz. IgM kanda, 5 IgM monomerinin dairesel tarzda birleflme- sinden oluflan pentamer fleklinde bulunur. IgM sekonder lenfoid organlardaki B Pentamer: Befl birimden lenfositleri ve plazma hücreleri taraf›ndan üretilir ve salg›lan›r. En büyük immung- (5 monomerden) oluflmufl yap›. lobulin s›n›f› oldu¤u için damar çeperinden ve plasentadan geçemez. Bu nedenle bafll›ca çal›flma alan› kand›r. IgM’nin fonksiyonlar› IgG’ye benzer. IgM nispeten az miktarda üretilmesine ra¤men, 5 antijen ba¤lama ucuna sahip oldu¤u için nörali- zasyonu IgG’ye göre daha etkili flekilde gerçeklefltirir. IgM primer immun yan›t s›- ras›nda ilk oluflturulan immunglobulin s›n›f›d›r ve en yüksek konsantrasyonuna primer immun yan›t s›ras›nda ulafl›r. Sekonder immun yan›tta IgM’nin yerini IgG al›r. Ancak, proteinler d›fl›ndaki baz› antijenlere (T-ba¤›ms›z antijen) karfl› sadece IgM s›n›f› antikorlar üretilir. IgM tüm hayvan türlerinde bulunur ancak hiçbirinde alts›n›flara ayr›lmaz. 128 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji ‹mmunglobulin A (IgA): IgA kanda düflük konsantrasyonda bulunan ve ço- ¤unlu¤u mukozal yüzeylere sal›nan bir immunglobulin s›n›f›d›r. ‹ki a¤›r ve iki ha- fif zincirden oluflmufl monomer yap›s› sadece kanda çok düflük düzeyde, iki IgA monomerinden oluflan dimerik formu mukozal yüzeylerde yüksek düzeyde bulu- nur. IgA, mukozadaki bölgesel lenfoid dokularda ve derideki plazma hücreleri ta- raf›ndan üretilir; dimer fleklini bu hücrelerde al›r. Dimerik IgA mukozadaki epitel hücrelerine geçer, moleküle burada salg›sal parça ba¤lan›r ve mukozal bofllukla- ra b›rak›l›rlar. Salg›sal parça içeren ve mukozal yüzeylerde bulunan bu forma sal- g›sal IgA (sIgA) denir. Salg›sal parça, molekülün mukozalardaki enzimler taraf›n- dan parçalanmas›n› önler. sIgA mukozal yüzeylerdeki mikroorganizmalar› ve tok- sinleri nötralize ederek bunlar›n hücrelere tutunmalar›n› engeller. Böylece, birçok patojen mukoz membranlardan vücuda giremez. sIgA, sindirim kanal›, solunum yollar›, genital kanallar, meme ve göz mukozalar›n›n tümünde fonksiyon görür. Hayvanlar türlerinin tümünde IgA bulunur, ama sadece koyunlarda iki alts›n›f› vard›r. ‹mmunglobulin E (IgE): IgE kanda en düflük konsantrasyonda (%0.005-2) bulunan immunglobulin s›n›f›d›r. ‹ki a¤›r ve iki hafif zincirden oluflmufl tipik mo- nomer yap›s›ndad›r. IgE yüzeysel lenfoid dokudaki plazma hücreleri taraf›ndan üretilir ve sal›n›r. Di¤er immunglobulin s›n›flar›n›n yürüttü¤ü antimikrobiyal görev- leri etkili bir flekilde gerçeklefltiremez. Ancak, parazitlere karfl› ve allerjik reaksi- yonlarda görev alan en önemli immunglobulin s›n›f›d›r. Paraziter veya allerjik has- tal›klarda konsantrasyonu belirgin flekilde artar. IgE’nin önemli bir özelli¤i, özel re- septörler bulunduran mast hücrelerine ve bazofillere ba¤lanabilmesidir. Kanatl›lar d›fl›nda tüm evcil hayvanlarda IgE bulunur, ancak sadece köpek IgE’sinin iki alt s›- n›f› vard›r. ‹mmunglobulin D (IgD): IgD, sadece B lenfositleri üzerinde bulunan bir im- munglobulin s›n›f›d›r ve vücutta serbest olarak bulunmaz. IgD’nin bafll›ca fonksi- yonu, B hücreleri üzerinde antijen reseptörü (BCR) olarak çal›flmakt›r. IgD kanatl› ve kedi d›fl›ndaki tüm evcil hayvanlarda bulunmufltur ve alts›n›flar› yoktur. ‹MMUN S‹STEM HÜCRELER‹ Vücut savunmas› ile direk veya dolayl› iliflkili hücrelerin tümü, immunolojik aç›dan “immun sistem hücreleri” olarak nitelenebilir. Tüm immun sistem hücreleri multi- potent köken (stem) hücrelerinden geliflir. Bu hücreler iki farkl› yol izleyerek de- ¤iflime u¤rar ve mevcut tüm immun sistem hücrelerini olufltururlar. Myeloid seri- den geliflen hücreler fagositik hücreleri ve di¤er hücre tiplerini, lenfoid seriden ge- liflen hücreler lenfositleri oluflturur. fiekil 7.3 Kemik ili¤i köken hücrelerinin immun sistem hücrelerine da¤›l›m›. 7. Ünite - Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› 129 Myeloid Seri Hücreleri Bu seriye polimorfnükleer hücre grubundan nötrofiller, eozinofiller ve bazofil- ler, mononükleer hücre grubundan makrofajlar ve mast hücreleri girer. Poli- morfnükleer hücrelerin ortak özellikleri, segmentli ve düzensiz bir çekirde¤e sa- hip olmalar› ve sitoplazmalar›nda granül tafl›malar›d›r. Bu yüzden granülosit ola- rakta adland›r›l›rlar. Nötrofiller: Polimorfnükleer nötrofil lökositler veya k›saca nötrofiller, myelo- id serinin en yo¤un hücre tipidir. Kanda bulunduklar›nda 10-12 µm çap›nda küre- sel hücrelerdir, ancak doku aralar›nda ve özellikle damardan d›flar› ç›karken amip- si bir flekil alabilirler. Genellikle 3 lobtan oluflmufl, segmentli bir çekirde¤e sahip- tirler. Nötrofillerin sitoplazmas› asidik veya bazik boyalarla boyanmayan ince gra- nüllerle doludur. Bu granüller mikroorganizmalar› parçalamaya yarayan enzimler yönünden zengindir. Nötrofiller kemik ili¤inde oluflturulduktan sonra kana geçer ve kanda 12 saat dolaflarak dokulara göç ederler. Toplam yaflam süreleri birkaç gündür. Çeflitli hayvan türlerinde de¤iflik oranlarda bulunurlar; karnivorlarda kan lökositlerinin %60-75’i, atlarda %50’si, ruminantlarda %20-30’u nötrofildir. Nötrofil- lerin en önemli görevi yabanc› maddeleri, fagositoz denen olay vas›tas›yla yutmak ve parçalamakt›r. Nötrofiller fagositoz olay›n› h›zl› ve etkili bir flekilde gerçekleflti- rirler. Vücuda giren yabanc› maddelere, özellikle mikroorganizmalara ilk ve en ça- buk müdahale eden hücreler nötrofillerdir. Bu yüzden, vücudun ilk savunma hat- t› olarak kabul edilirler. Nötrofiller ayr›ca, salg›lad›klar› çeflitli maddeler vas›tas›yla yang› olay›n›n gelifliminde de rol oynarlar. Eozinofiller: Sitoplazmik granülleri, asidik bir boya olan eosin ile boyand›¤›n- dan bu ad› alm›fllard›r. Nötrofillerden biraz daha büyük olan eozinofiller 12-14 µm çap›ndad›r ve 2 loblu bir çekirde¤e sahiptir. Eozinofiller kemik ili¤inde oluflturul- duktan sonra, tam olgunlaflmam›fl halde direkt olarak dala¤a tafl›n›r ve burada ol- gunlafl›rlar. Dalaktan ayr›ld›ktan sonra kanda çok k›sa süre dolafl›r ve özellikle de- ri ve mukozal bölgelere yerleflirler. Kandaki yar› ömürleri 30 dakika, dokulardaki yar› ömürleri 12 gündür. Kan lökositleri içindeki oranlar› hayvan türüne ve baz› hastal›k durumlar›na göre de¤iflir. Normal köpeklerde %2 olan bu oran, s›¤›rlarda %10’a kadar ç›kabilir. Eozinofillerin sahip olduklar› enzimler parazitlere karfl› daha etkilidir. Bu yüzden eozinofiller parazitlere karfl› savunmada özel rol oynarlar. Eo- zinofiller ayr›ca, salg›lad›klar› çeflitli maddeler vas›tas›yla yang› olay›n›n geliflimin- de de rol oynarlar. Bazofiller: Polimorfnükleer granülositler içinde en az bulunan hücre tipi bazo- fillerdir. Sitoplazmik granülleri, hemotoksilen adl› bazofilik boya ile boyand›¤›n- dan bu ad› alm›fllard›r. Kan lökositleri içindeki oranlar› yaklafl›k %0.5’tir. Nötrofil- lerden biraz daha büyük olan bazofiller 10-14 µm çap›ndad›r. Normalde damar d›- fl›nda bulunmazlar, ancak damarlardan dokulara s›zabilir ve yang› olay›na kat›labi- lirler. Bazofillerin fagositik yetenekleri yoktur. Mononükleer Fagositik Sistem Hücreleri Mononükleer fagositik sistem, ortak olarak makrofaj ad› verilen hücreleri kapsar. Bu sistemin tüm hücreleri, myeloid seriden köken al›r. Kemik ili¤inden ayr›larak kana geçen hücreler monosit ad›n› al›r ve dolafl›mda yaklafl›k 3 gün kal›rlar (kan- daki lökositlerin %5’i monosittir). Bu sürenin sonunda kandan dokulara göç eden hücreler olgun makrofaj halini al›rlar. S›v› içindeki makrofajlar 15 µm çapl› bir kü- re fleklindedirler. Tek parçal› fasulye fleklinde bir çekirde¤e sahiptirler. Makrofajlar benzer hücre organellerine, ortak fonksiyonlara ve tek bir kökene sahip olmalar›- 130 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji na karfl›n, vücutta de¤iflik dokulara da¤›ld›klar›nda farkl› flekiller ve isimler al›rlar. Makrofajlar bulunduklar› ortama veya fonksiyonlar›na göre grupland›r›labilirler. Doku yerleflik makrofajlar, ba¤ dokuda “histiosit”, beyinde “mikroglia” ve böb- rekte “mezangial hücre” olarak bulunurlar. Bu hücreler bulunduklar› organ›n as›l hücrelerinin fleklni alm›fllard›r. Sinus yerleflik makrofajlar, süngerimsi yap›ya sahip dalak, lenf nodülü, kemik ili¤i ve karaci¤er gibi organlar›n sinuslar› boyunca yer- leflmifllerdir. Dalak ve lenf nodülü makrofajlar› özel bir isim almazken, karaci¤er- de bulunanlara “Kupffer hücreleri”, kemik ili¤inde bulunanlara “osteoklast” ad› ve- rilir. Serbest makrofajlar herhangi bir doku içine yerleflmemifl, vücut boflluklar›nda veya serozal yüzeylerde ba¤›ms›z olarak bulunan hücrelerdir. Akci¤er alveollerin- de bulunanlara “alveolar makrofaj”, periton bofllu¤unda bulunanlara “peritoneal makrofaj” ad› verilir. Serozal boflluklarda bulunan hücrelerin tümü için “serozal makrofaj” genellemesi de yap›labilir. Antijen sunan hücreler, makrofajlar›n antijen sunma iflinde uzmanlaflm›fl formlar›d›r. Antijen sunma ifli için özelleflmifl mononük- leer seri hücrelerine “dendritik hücre” denir. Bu hücrelerin deride bulunanlar›na “Langerhans hücreleri”, lenfoid dokuda bulunanlar›na “foliküler dendritik hücre” ve “interdijital dendritik hücre” gibi özel adlar verilir. “Epiteloid hücre” ve “dev hücreleri” dokularda bulunan makrofajlar özel koflullarda yanyana dizilerek olufl- turduklar› formlard›r. Makrofajlar nispeten uzun ömürlü (ortalama 100 gün) hücrelerdir. Normal ko- flullarda bir günde, vücuttaki makrofajlar›n %1’i yenilenir. Makrofajlar, herbiri im- mun sistemin çal›flabilmesi için çok gerekli olan çeflitli fonksiyonlara sahiptirler. Vücuda giren mikroorganizmalar› fagosite ederek parçalarlar. Her türlü yabanc› partikül yan›nda, vücudun ölü, hasarl› hücrelerini ve hücresel art›klar›n› yutarak vücuttan uzaklaflt›rmaya çal›fl›rlar. Makrofajlar, nötrofillerden daha geç fagositoza bafllamalar›na karfl›n, ömürleri boyunca sürekli fagositoz yapabilirler. Fagositoz olay›n›n bir devam› olarak, vücuda ilk kez giren yabanc› maddeleri hücre içinde iflleyerek (antijen iflleme), immun sisteme sunarlar (antijen sunma). Makrofajlar, immun yan›t›n çeflitli aflamalar›nda görev alan 100’den fazla protein sentezlerler. Makrofajlar, yara iyileflmesi için de gerekli hücrelerdir. SIRA S‹ZDE Tüm immun sistem hücreleri ayn› kökenden gelmelerine ra¤men çok çeflitli ve farkl› fonk- 4 siyonlar› yürütebilirler. Bunu nas›l aç›klars›n›z? Lenfoid Seri Hücreleri Lenfoid stem hücrelerinin geçirdi¤i çeflitli aflamalardan sonra lenfoid seriye ait len- fositler ve do¤al öldürücü (NK) hücreler oluflturulur. Lenfositler antijenleri tan›yan ve ba¤›fl›kl›¤› sa¤layan gerçek immun sistem hücreleridir. Ba¤›fl›kl›k kavram›na an- lam kazand›ran ve eflsiz yapan üç temel özelli¤i (spesifite, bellek ve tolerans) len- fositler sa¤lar. Baflta lenfoid organlar olmak üzere vücudun çeflitli organlar›nda yerleflmifllerdir. Lenfositlerin temel morfolojik özellikleri birbirine benzer. Tüm lenfositler 7-15 µm çap›nda küresel hücrelerdir. Her türlü boya ile boyanabilen yu- varlak flekilli ve hücrenin ço¤unu kaplayan bir çekirde¤e sahiptirler. ‹mmun yan›- t›n birçok de¤iflik formunu gerçeklefltiren lenfositlerin çeflitli tipleri ve alt tipleri vard›r. Bu lenfosit tipleri, yüzey moleküllerine göre detayl› olarak ay›rt edilebilir. Bir lenfositin yüzeyindeki moleküllerin formülü, o hücrenin hangi lenfosit tipi ol- du¤unu dolay›s›yla hangi ifli yapt›¤›n› gösterir. ‹ki temel lenfosit tipi, B hücreleri ve T hücreleridir. 7. Ünite - Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› 131 B Lenfositleri B lenfositleri humoral immun yan›ttan, di¤er bir deyiflle antikor oluflumundan so- rumlu hücrelerdir. Kemik ili¤i lenfoid seriden köken al›p kanatl›larda bursa Fabri- cius, ruminantlarda iliosekal Peyer plaklar› ve di¤er memelilerde kemik ili¤inde ol- gun B lenfositlerine dönüflürler. Antijenik bir uyar›m sonucunda aktive olan spesi- fik B lenfosit soyunun bir k›sm› plazma hücresi haline dönüflür. Plazma hücreleri 8-9 µm çap›nda yumurtaya benzer flekillidir. Plazma hücreleri olgunlaflt›ktan son- ra baflta lenf nodülleri, dalak ve kemik ili¤i olmak üzere tüm vücuda da¤›l›rak 3- 30 gün boyunca antikor üretebilirler. Antijenik uyar›mdan sonra baz› B lenfositle- ri plazma hücresine dönüflmez, ama uzun süre yaflama yetene¤i kazan›rlar. Bu hücrelere bellek B hücresi denir. T Lenfositleri T lenfositleri hücresel immun yan›ttan sorumlu olan ve baz› tipleri humoral immun yan›t›na da kat›lan hücrelerdir. Kemik ili¤i lenfoid seriden köken al›p tüm meme- lilerde ve kanatl›larda timusta olgun T lenfositlerine dönüflürler. Timusu terkeden T lenfositlerinin büyük ço¤unlu¤u lenf nodülleri, Peyer plaklar› ve dalakta bulu- nurlar. Kandaki lenfositlerin ço¤u (%80’e kadar varabilir) T hücresidir. T hücreleri tüm yaflamlar› boyunca lenfoid organlar aras›nda dolafl›rlar. T lenfositleri timusta- ki geliflimleri s›ras›nda kazand›klar› farkl› yüzey moleküllerine göre farkl› görevler üstlenen çeflitli tiplere ayr›l›rlar. Ayr›ca her T lenfosit tipinin baz› hücreleri, antije- nik uyar›m sonunda bellek T hücrelerine dönüflür. Yard›mc› T lenfositleri: Yabanc› bir antijene karfl› immun yan›t› gerçekten bafllatan ilk hücrelerdir. Çünkü, antijen sunan hücreler taraf›ndan iletilen tüm an- tijenik bilgiler bu hücreler taraf›ndan al›n›p, di¤er efektör hücrelere iletilir. B len- fositleri ve di¤er T lenfositleri, yard›mc› T lenfositleri taraf›ndan uyar›lmad›kça pro- tein antijenlere karfl› etkili bir yan›t veremezler. Bu hücreler CD4 yüzey molekülü tafl›r ve CD4 hücreler olarak da adland›r›l›r. Yard›mc› T lenfositleri, salg›lad›klar› si- tokinlere göre üç alt tipe (Th1, Th2, Th0) ayr›l›rlar. Sitotoksik T lenfositleri: Hücresel immun yan›t olarak nitelenen olaylar› yü- rüten as›l hücreler sitotoksik T lenfositleridir. Hücre içinde yaflayabilen ve endojen antijen olarak nitelenen patojenlere karfl› ba¤›fl›kl›¤› sa¤larlar. Sahip olduklar› gra- nüller içindeki enzimler, infekte hücreleri etkisiz hale getirilirler. Sitotoksik T hüc- releri ayr›ca, nakledilen yabanc› hücrelere ve kanser hücrelerine karfl› da ayn› et- kiyi gösterir. Bu hücreler CD8 yüzey molekülü tafl›r ve CD8 hücreler olarak da ad- land›r›l›r. Sitotoksik T hücrelerinin bir grubu bask›lay›c› T lenfositleri olarak ayr›l›r ve vücudun kendi antijenlerine karfl› yan›t vermesini engellerler. Do¤al Öldürücü Hücreler (NK Hücreler) B ve T hücreleri d›fl›nda lenfoid seriden gelen üçüncü hücre tipi, sitotoksik özel- likteki do¤al öldürücü hücrelerdir (NK hücreler). Kanda bulunan lenfoid seri hüc- relerinin %15’ini kapsarlar. NK hücreleri, T lenfositler ile ayn› kökenden gelmele- rine ra¤men timusa u¤ramazlar ve burada de¤iflim geçirmezler. Bu nedenle, anti- jen reseptörü tafl›mazlar; dolay›s›yla antijene spesifite, bellek ve tolerans gibi temel lenfosit özelliklerine sahip de¤ildirler. Baflta tümör hücreleri olmak üzere, virusla infekte hücreleri ve yabanc› doku hücrelerini öldürürler. NK hücreleri kanda ve se- konder lenfoid organlarda bulunurlar. 132 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji ‹MMUN S‹STEM ORGANLARI ‹mmun sistem faaliyetlerinin büyük ço¤unlu¤u vücudun belirli organlar›nda yürü- tülür. Ba¤›fl›kl›k ile ilgili olaylar›n yo¤unlaflt›¤› lenfoid organlar›n tümü immun sis- tem organlar› olarak nitelenebilir. ‹mmun sistem organlar›, yap›lar›na ve bununla ilgili fonksiyonlar›na göre iki ana grupta incelenir. K ‹ T A P ‹mmunolojin temel kavramlar› ve yap›sal unsurlar› ile ilgili daha genifl bilgiyi resimli ansiklopedi format›nda haz›rlanm›fl olan Atlas of Immunology (1998) kitab›nda bulabi- lirsiniz. Primer Lenfoid Organlar Lenfositlerin gelifliminden, de¤ifliminden ve immunite ile ilgili temel özelliklerin yüklenmesinden sorumlu organlara, primer lenfoid organlar veya merkezi lenfoid organlar denir. Primer lenfoid organlar›n ortak özellikleri flunlard›r. Yenido¤anlar- da en büyük relatif hacime sahiptirler, puberteden sonra h›zla küçülürler. Vücuda antijenik uyar›m olmasa dahi normal geliflmelerini ve doku organizasyonlar›n› ta- mamlarlar. Yenido¤an dönemde vücuttan ç›kart›lmalar› halinde, yürüttükleri fonk- siyonlarda önemli kay›plar olur. Timus: Timus, tüm memelilerde ve kanatl›larda T lenfositlerinin geliflimini ve de¤iflimini sa¤layan lober yap›da bir organd›r. Timusun büyüklü¤ü, hayvan›n ya- fl›na göre önemli de¤ifliklikler gösteri; relatif hacmi yeni do¤anlarda, absolut hac- mi pubertede en yüksek düzeydedir. Puberteden sonra organ küçülmeye bafllar. Timusun en önemli görevi, organa niteliksiz olarak giren öncü T lenfositlerine ya- banc› antijenleri ay›rt edebilme yetene¤ini kazand›rmak ve vücudun kendi yap›la- r›na karfl› reaksiyon verebilecek lenfositleri ortadan kald›rmakt›r. Bursa Fabricius (Fabricius kesesi): Bursa Fabricius, sadece kanatl› hayvan- larda bulunan ve B lenfositlerinin gelifliminden sorumlu olan lober yap›da bir or- gand›r. Tütün kesesi fleklindeki organ kloakan›n dorsalinde yerleflmifltir ve bir ka- nalla kloakaya aç›l›r. Bursa Fabricius yumurtadan ç›kan civcivde en büyük relatif hacme sahiptir. Bir-iki haftal›k civcivlerde en yüksek absolut hacmine ulafl›r ve bundan sonra h›zla küçülür. Eriflkin kanatl›lar›n ço¤unda gözle görülemez. Bursa Fabricius’daki hücrelerin %90’dan fazlas› B lenfositidir. Timustaki T lenfosit olgun- laflmas›na benzer flekilde, kemik ili¤inden köken alan öncü B hücreleri bursa Fab- riciusda ço¤al›r, de¤iflime u¤rar ve olgun B lenfositleri haline geçer. Yabanc› anti- jenlere yan›t verecek B lenfositlerinin ço¤almas› desteklenirken, vücudun kendi antijenlerine karfl› yan›t oluflturacak B lenfositleri öldürülür. Kemik ili¤i: Kemik ili¤i bütün memelilerde multipotent köken hücrelerinin kayna¤›d›r. Kemik ili¤i, ayn› zamanda B lenfositlerinin de¤iflimini sa¤lamas› nede- niyle ruminantlar d›fl›ndaki ço¤u memelide primer lenfoid organ olarak da nitele- nir. Di¤er bir deyiflle, kemik ili¤i kanatl›lardaki bursa Fabricius’un ruminant d›fl›n- daki memelilerdeki karfl›l›¤›d›r ve çal›flma prensibi ayn›d›r. ‹leo-Sekal Peyer Plaklar›: Ruminantlarda, B lenfositlerinin de¤iflimini ve ol- gunlaflmas›n› sa¤layan primer lenfoid organd›r. Di¤er bir deyiflle, kanatl›lardaki bursa Fabricius’un karfl›l›¤›d›r ve çal›flma prensibi ayn›d›r. ‹leo-sekal Peyer plakla- r›, maksimum boyutlar›na do¤umdan önceki fetal dönemde ulafl›r, do¤umdan son- ra küçülerek 15. ayda görünmez hale gelirler. ‹leo-sekal Peyer plaklar›, sadece B lenfositleri içeren lenfoid foliküllerden ibarettir. Alt› haftal›k bir kuzuda ilio-sekal Peyer plaklar› vücuttaki en büyük lenfoid dokudur. 7. Ünite - Ba¤›fl›kl›¤›n Yap›sal Unsurlar› 133 Sekonder Lenfoid Organlar Antijene karfl› immun yan›t›n gelifltirilmesinden sorumlu olan ve bunun için uygun ortam sa¤layan organlara sekonder lenfoid organlar veya periferal lenfoid organ- lar denir. Sekonder lenfoid organlar›n ortak özellikleri flunlard›r. Organlar›n gelifli- mi, normal vücut geliflimi ile paralel yürür, en büyük hacimlerine eriflkin dönem- de ulafl›rlar. Vücuda antijenik uyar›m olmad›¤›nda normal geliflmelerini ve doku organizasyonlar›n› tamamlayamazlar. Neonatal dönemde vücuttan ç›kart›lmalar› halinde, yürüttükleri fonksiyonlarda önemli kay›plar olmaz. Lenf nodülleri: Lenf nodülleri, yuvarlak veya fasulye fleklinde yap›lard›r. Lenf kanallar›n›n, lenf ile tafl›nan antijenleri yakalayacak stratejik noktalar›na yerleflmifl- lerdir (örne¤in; barsak çevresinde mezenteriyal lenf dü¤ümleri, trahea çevresinde mediastinal lenf dü¤ümleri). En önemli görevleri, lenf dolafl›m› ile tafl›nan antijen- lere karfl› ve vücudun di¤er yerlerinde antijenle karfl›laflm›fl immun sistem hücrele- rinin getirdi¤i antijenik bilgilere göre immun yan›t oluflturmakt›r. Retiküler bir a¤ yap›s› içinde, B ve T lenfositlerini, makrofajlar› ve dendritik hücreleri bar›nd›r›r. B lenfositleri normalde primer folikül, antijen ile uyar›ld›klar›nda sekonder folikül fleklinde kümelenmifl olarak bulunurlar. Tavuk ve hindiler d›fl›ndaki evcil hayvan- lar›n tümünde lenf nodülleri vard›r. Dalak: Dalak çok fonksiyonlu bir organd›r ve bu fonksiyonlar organ›n farkl› histolojik yap›lar›nda gerçeklefltirilir. K›rm›z› pulpa kan hücrelerinin depolanmas› ve düzenlenmesi ile ilgili bölümleri kapsar. Organ›n immun yan›t ile ilgili iflleri ise beyaz pulpada yürütülür. K›rm›z› pulpa ve beyaz pulpa iç içe geçmifl durumda- d›rlar, dala¤›n farkl› bölgelerinde bulunmazlar. Beyaz pulpan›n immunolojik or- ganizasyonu lenf nodülünde oldu¤u gibidir. Sekonder lenfoid organ olarak dala- ¤›n bafll›ca görevi, kandaki antijenleri yakalamak ve bunlara karfl› immun yan›t oluflturmakt›r. Kemik ili¤i primer lenfoid organ olmas› yan›nda, vücutta en büyük hacime sa- hip sekonder lenfoid organd›r. Damar içine verilen antijenlerin önemli bir k›sm›, karaci¤er ve dalaktan baflka kemik ili¤inde yakalan›r. Kemik ili¤inde immun yan›- t› oluflturacak her türlü immun sistem hücresi mevcuttur. Mukozal lenfoid dokular, özellikle sindirim, solunum ve ürogenital kanalla- r›n›n mukoz membranlar› boyunca yerleflmifl yap›lard›r. Sindirim kanal›ndaki se- konder lenfoid dokular; tonsilleri, ince barsak (jejunal) Peyer plaklar›n›, lenfoid fo- likülleri ve baz› türlerde apendiks foliküllerini kapsar. Peyer plaklar›, ince barsak mukozas›n›n tüm kal›nl›¤›n› iflgal eden folikül y›¤›nlar›ndan oluflmufltur. Bu yap›- n›n üzerindeki epitelde, barsaktan antijen al›m›n› yapan M hücreleri bulunur. Fo- liküller, di¤er lenfoid organlardaki gibi organize olmufllard›r. Epitel alt›nda ve foli- küller aras›nda ise B ve T lenfositleri, makrofajlar ve dendritik hücreler bulunur. Peyer plaklar›ndan baflka barsakta ve di¤er mukoz membranlarda da¤›n›k durum- da gözle görülemeyen foliküler yap›lar bulunur. Di¤er lenfoid organlarda bulunan primer ve sekonder lenfoid foliküllerden ibaret bu yap›lar›n tümüne ortak olarak mukoza-iliflkili lenfoid doku (MALT) denir. Bunlar dalak ve lenf nodüllerin yapt›k- lar› tüm iflleri yapabilirler. Hemolenf nodülleri ruminantlar›n ve di¤er memelilerin kan damarlar› ile iliflkili ve lenf nodüllerine benzer yap›lard›r. Hemolenf nodülle- rindeki lenfosit da¤›l›m›, lenf nodüllerindekine çok benzemektedir. 134 Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve ‹mmunoloji Özet N Ba¤›fl›kl›k kavram›n› ve temel unsurlar›n› tan›m- N ‹mmun sistem hücrelerinin temel özelliklerini ve A M A Ç A M A Ç 1 lamak. 4 ifllevlerini aç›klamak. Hayvanlar vücutlar›na giren patojenlere karfl› im- ‹mmun sistem hücreleri kemik ili¤inden köken mun yan›t olufltururlar ve ba¤›fl›kl›k kazan›rlar. al›r ve farkl› hücre tiplerine dönüflürler. Myeloid Bu ifllevi yürüten kompleks organizasyona im- seri hücreleri içinde nötrofiller, eosinofiller, ba- mun sistem denir. Vücudun patojenlere karfl› sa- zofiller ve makrofajlar yer al›r. Nötrofiller ve mak- vunulmas›nda nonspesifik ve spesifik savunma rofajlar fagositoz yaparlar ve nonspesifik ba¤›fl›k- mekanizmalar› görev al›r. Spesifik ba¤›fl›kl›k an- l›kta önemli rol oynarlar. Makrofajlar dokulara tijenle temas sonucunda kazan›lan as›l ba¤›fl›kl›k göç ederek, farkl› flekiller ve isimler al›rlar. Len- fleklidir. Kazan›lm›fl ba¤›fl›kl›¤›n önemli unsurlar› foid seri içinde lenfositler ve NK hücreleri bulu- spesifite, bellek ve toleranst›r. Spesifik ba¤›fl›kl›k nur. Lenfositler antijeni spesifik olarak tan›r ve humoral ve hücresel olmak üzere iki flekilde ger- spesifik immun yan›t olufltururlar. B lenfositleri çekleflir. Ba¤›fl›kl›k do¤al yollarla veya yapay ola- antikor üretiminden ve humoral ba¤›fl›kl›ktan so- rak ve aktif veya pasif olarak kazan›labilir. rumludur. Yard›mc› T lenfositleri humoral ve hüc- resel ba¤›fl›kl›¤a katk›da bulunur. Sitotoksik T NA M A Ç Hangi maddelerin antijen oldu¤unu aç›klamak. lenfositleri NK hücreleri ile birlikte hücresel ba- 2 Antijenler, immun yan›t› uyaran maddelerdir. Bir ¤›fl›kl›ktan sorumludurlar. maddenin antijen olarak nitelenebilmesi için ön- celikle vücuda yabanc› olmas› gerekir. Ayn› za- N ‹mmun sistem organlar›n›n temel özelliklerini A M A Ç manda belirli bir molekül a¤›rl›kta ve kompleks 5 ve ifllevlerini aç›klamak. yap›da olmas› gereklidir. Bu özellikteki madde- Ba¤›fl›kl›kla ilgili olaylar›n geçti¤i tüm organlar lerin çözünürlü¤ü ve dayan›kl›l›¤› da dengeli ol- immun sistem organlar› olarak nitelenir. Primer mal›d›r. Bu özellikleri tafl›yan maddeler immun lenfoid organlar, lenfositlerin de¤iflime u¤rad›¤› yan›t› uyarabilirler. Antijenite göreceli bir kav- antijen tan›ma yetene¤i kazand›¤› yerlerdir. Ti- ramd›r; baz› antijenler immun yan›t› di¤erlerine mus T lenfositlerinin, farkl› hayvan türlerinde göre daha etkili flekilde uyarabilirler. Bu özellik bursa Fabricius, kemik ili¤i ve Peyer plaklar› B daha çok antijenin sahip oldu¤u antijenik deter- lenfositlerinin geliflti¤i organlard›r. Sekonder len- minant say›s› ve çeflirlili¤i ile iliflkilidir. foid organlar, antijene karfl› immun yan›t olayla- r›n›n geçti¤i yerlerdir. Bu organlar dalak, lenf no- Antikorun yap›s›n›, s›n›flar›n› ve ifllevlerini ta- dülleri, kemik ili¤i ve mukozal lenfoid dokudur. NA M A Ç n›mlamak. Bu organlar›n tümünde bir immun yan›t olufltu- 3 Antikorlar antijenlere karfl› oluflturulan ve anti- rabilecek tüm unsurlar bulunur. jenle spesifik reaksiyona girebilen immunglo- bulin yap›s›nda moleküllerdir. ‹lmek bölgeleri- ne sahip polipeptid zincirlerinden oluflmufllar- d›r. A¤›r ve hafif zincirlere, herbir zincirde sabit ve de¤iflken bölgelere sahiptirler. Antikor antije- ni çok de¤iflken bölgesi ile tan›r ve ba¤lan›r. A¤›r zincir yap›lar›na göre 5 immunglobulin s›- n›f vard›r; IgG, IgM, IgA, IgE ve IgD. Hayvanlar- da bu s›n›flar›n baz›lar›n›n alt s›n›flar› da bulu- nur. Bu s›n›flar immun yan›t s›ras›nda farkl› ifl- levler üstlenebilirler. 1.3. İlaçların Uygulanma Yolları İlaçların uygulanma yolları (yerleri) ilaç vermekle hedef alınan amaca ve ilacın etkilemesi istenilen yerin durumuna göre esas itibariyle iki grupta toplanırlar. 1.3.1. Lokal Uygulama Yolları Eğer ilacın etkilemesi istenilen yer, vücudun yüzeyinde ise ya da enjektör iğnesi ile erişilmesi mümkün bir derinlikte ise ilaç lokal olarak uygulanır. Bu durumda ilacın uygulama yerinde yüksek konsantrasyonda ve uzun süre kalması için sistemik dolaşıma geçmesi, yani uygulama yerinden emilimi (absorpsiyonu) engellenmelidir. Bu amaçla damar daraltıcı (vazokonstriktör) ilaçlar düşük bir oranda katılabilir. 1.3.2. Sistemik Etki İçin Tercih Edilen Uygulama Yolları Vücutta yaygın bir etki elde etmek isteniyorsa veya çoğu kez olduğu gibi lokal bir etki arzu edilmekle beraber etki yerine lokal ilaç uygulaması mümkün değilse, ilaç uygun bir yerde dokunun içine (örneğin kas veya cilt altı) enjekte edilir yada mukozal boşluklara uygulanır ve buralardan absorpsiyona bırakılır. Böylece ilaç kan dolaşımı aracılığıyla etki yerine ulaşmış olur. O halde bu ikinci kategoriye giren uygulama yollarında ilacın absorbsiyonunun hızlı ve tam olması genellikle arzu edilen bir durumdur. Bu yoldan ilaç uygulamanın istenmeyen sonuçları ise, ilacın öngörülen etki yerine ilave olarak vücudun her tarafına ulaşarak asıl etki yeri dışındaki doku ve organları da etkilemesi ile bazı istenmeyen etkilere yol açmasıdır. İlaçların, çeşitli yollardan lokal veya sistemik etki elde etmek amacıyla verilebilmeleri için o yola özgü farmasötik şekle sokulmuş olmaları gerekir. Bu nedenle ilacın farmasötik şekli, uygulama yoluna özgü olmalıdır. Sistemik etki elde etmek amacıyla oral yoldan uygulandığında gastrointestinal kanaldan yeterince emilemeyen ya da orada parçalanan ilaçları steril solüsyon (enjeksiyonluk solüsyon) şeklinde damar veya doku içine, sterilize edilmiş bir enjektör ve iğne ile vermek gerekir. İlacın çabuk tesir etmesi istenen acil durumlarda da parenteral yol tercih edilir. Parenteral yol; tedavi edici ajanların sindirim sistemi dışındaki yollarla (deri altı, kas içi, damar içi, vs.) hayvana verilmesidir. Hayvanın ilaç yutamaması, bulantı, kusma ve ishal mevcut olması gibi hallerde de bu yolla ilaç vermek gerekebilir. Parenteral tedavinin hangi yoldan uygulanması gerektiğini belirleyen hususlar: İstenen etkinin lokal ve sistemik olması, Verilecek sıvının miktarı ve yapısı, Beklenen etkinin hızı, Uygulama yolunun uygunluğu, Hekimin tercihi belirler. Örneğin irritan ilaçların kas içine verilmesine karşın, kolayca emilebilen insülin gibi ilaçlar deri altına verilir. Parenteral Uygulamanın Sakıncaları Asepsi ve antisepsi gerektirmesi, ağrılı bir yöntem olması, psikolojik strese neden olabilmesi, enjeksiyonu yapacak sağlık elemanının getirilip götürülmesi, diğer farmasötik şekillere göre daha pahalı olması, bazen damar ya da doku zedelenmesine neden olması ve uygulama hatalarına bağlı istenmeyen sonuçların ortaya çıkması gibi sakıncaları vardır. Enjeksiyon yöntemiyle ilaç vermenin sakıncaları: Enfeksiyon riski Ağrı Doku hasarı (üst üste aynı bölgeye enjeksiyon yapılması nedeniyle) Allerjik reaksiyonlar, anaflaktik şok Anafilaktik reaksiyonların görülme sıklığı, parenteral uygulamalarda diğer yollara oranla daha fazladır. Parenteral verilecek ilaçlar genellikler solüsyon şeklinde hazırlanmıştır. Bazı ilaçlar ise süspansiyon veya emülsiyon halinde hazırlanırlar. Solüsyon ve süspansiyonların sıvağı (taşıyıcısı) genellikle sudur. Sayılan fiziksel şekillerde hazırlanan ilaçlar camdan yapılmış özel kaplarda bulunurlar. Bunlardan en sık kullanılanı ampul olup tek dozluk ilaç içerir. Enjeksiyon Çeşitleri: Damar içi >> İntravenöz >> İV Kas içi >> İntramuskuler >> İM Derialtı >> Subcutan >> SC Deri içi >> İntradermal >> İD Eklem içi >> İntraartiküler Arter içi >> İntraarteryel >> İA Kalp içi >> İntrakardiyak >> İC Peritoniçi >> İntraperitoneal >>İP Duramater dışına (extra dural) Meme içine (intra mammer) Özellikle Tüberkülin testi ile tüberküloz hastalığı, Mallein testi ile ruam hastalığı teşhisi için kullanılır. 2.2. DERİ İÇİ ENJEKSİYON TEKNİĞİ Deri içi enjeksiyon için en iyi uygulama yeri, genellikle boynun iki tarafındaki orta (kılsız / az kıllı, yağsız alan) kısımdır. Başa yakın kısmın çok duyarlı, omuza yakın kısmın az duyarlı olması nedeniyle reaksiyonlar yanıltıcı olabilir. Şekil 2.3: Atlarda deri içi enjeksiyon bölgesi Bu nedenle boynun orta kısmında (boynun alt ve üst kenarlarından bir el genişliği uzaklığında), ortalama 12 x 6 cm. boyutlarındaki bölgenin, derisi zedelenmeyecek şekilde kılları kırpılır. El ile deride bir kıvrım yapılarak normal kalınlığı kumpasla ölçülür. Antisepsi, malzeme hazırlanması her enjeksiyon şeklinde aynıdır. Bu nedenle boynun orta kısmında (boynun alt ve üst kenarlarından bir el genişliği uzaklığında), ortalama 12 x 6 cm. boyutlarındaki bölgenin, derisi zedelenmeyecek şekilde kılları kırpılır. El ile deride bir kıvrım yapılarak normal kalınlığı kumpasla ölçülür. Antisepsi, malzeme hazırlanması her enjeksiyon şeklinde aynıdır. Enjeksiyon alanı olarak sağlıklı (kızarık, kabarık ve hassas olmayan) bir alan seçilir. Deri içi enjeksiyon yapmak için, 1ml’lik ve üzerinde birer diziyemlik ölçek çizgileri bulunan enjektör ile 1–1,5 cm uzunluğunda ve 0,7 mm çapında özel bir iğneye gereksinim vardır. Enjeksiyon alanı, genellikle %70'lik alkol ile içten dışa doğru yuvarlak hareketlerle 5-7 cm çapında temizlenerek kuruması beklenir. Enjektör sağ ele alınarak sol elle hayvanın derisi işaret ve başparmakla gerilir. İğne, keskin ucu yukarı bakacak şekilde deriye 10 - 15° lik bir açıyla yaklaşık 4-5 mm kadar sokulur. İlaç deride birkaç mm 'lik kabarcık oluşturuncaya kadar yavaşça verilir. Verilebilecek sıvı miktarı uygulama talimatına uygun olmalıdır. Enjeksiyon yeri üzerine bastırmadan, iğne aynı açıyla çıkarılır. Uygulama bölgesi silinmemeli ve masaj uygulanmamalıdır. 2.3. Deri İçi Enjeksiyon Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar İntradermal enjeksiyon, tam epidermisin altına uygulanır. İntradermal enjeksiyonda 0,2-0,3 ml ilaç 15º derecelik açı ile doku hasarı olmayan, tüysüz bölgelere uygulanır. Enjeksiyon yerinde mercimek büyüklüğünde bir şişliğin olması gerekir. Şayet şişlik görülmez veya ilacın tamamının deri içine enjekte edildiğine dair bir şüphe olursa, test boynun diğer tarafındaki bölgeye yeniden uygulanır. Enjeksiyon sonrası bölge silinmez ve masaj uygulanmaz. Enjeksiyon, küçük bir cerrahi müdahale olarak ele alındığında deri temizliğinin önemli olduğu görülmektedir. 2.4. Deri İçi Enjeksiyon Yapılmasını Gerektiren Durumlar Deri içi (intradermal) enjeksiyon genellikle: Bakteri, bakteri toksinleri, ilaç ve allerjenler gibi yabancı proteinlere karşı dokunun lokal reaksiyonlarını belirlemek için uygulanır. Penisilin testinde olduğu gibi ağır vücut reaksiyonlarına neden olabilecek maddeler önceden belirlenmiş olur. Bazı enfeksiyöz hastalıkların hastalık teşhisinde mikrop emülsiyonlarını içeren test sıvıları deri içine enjekte edilir. Böylece deride meydana gelen değişiklikler incelenerek hastalık varlığı tespit edilir. Örneğin tüberkülin testi ile tüberküloz hastalığı, mallein testi ile ruam hastalığı teşhis edilir. Çabuk bir deri anestezisi elde etmek içinde deri içi enjeksiyon yapılması gerekir. 3. DERİ ALTI ENJEKSİYON Deri altı veya diğer bir deyişle subcutan (s.c.) enjeksiyon dermisin altındaki gevşek bağ dokusu içine yağ tabakasının hemen altına bazı ilaçlar ile serumların verilmesidir. Subcutan enjekte edilen solüsyonlar buradaki gevşek bağ dokusu içine yayılıp emilirler. Deri altı bölgesinde çok az kan damarı ya da sinir ucu bulunduğundan bu enjeksiyonlar çok ağrılı değildir. Kas içi enjeksiyonlarda olduğu gibi enjeksiyon yerinin masajı emilime yardımcı olur. Yerel enjeksiyon reaksiyonları oluşabilir, ancak bunlarla enjeksiyon yerlerini değiştirerek başa çıkılabilir. 3.1. Deri Altı Enjeksiyon Uygulanan Bölgeler Büyük damarların, sinir gövdelerinin olduğu, derinin sert ve kalın bulunduğu bölgelere deri altı enjeksiyon yapmaktan kaçınılmalıdır. Atlarda ve sığırlarda boynun yan tarafından, sığırlarda ayrıca boyun kaidesindeki deri kıvrımından (gerdan), ve göğsün ön bölümünden deri altı enjeksiyon yapılır Resim 3.1: Sığırda deri altı enjeksiyon bölgeleri Koyunlarda büyükbaşlardaki bu bölgelere ilaveten arka bacak iç kısmına, keçilerde kuyruk altına ve domuzlarda kulağın arka yüzüne deri altına yapılır. Kıvırcık koyunlarda kuyruk altına da enjekte edilebilir. Resim 3.2: Koyunda deri altı (s.c.) enjeksiyon bölgeleri Kedi ve köpeklerde boynun gerisinde omuz veya göğüs kafesinin yan taraflarından, başın arkasındaki ense bölgesi boyun derisi altına yapılır. 3.2. Deri Altı Enjeksiyon Tekniği Enjeksiyon yapılacak yerin kılları kesilir ve derinin antisepsisi yapılır. Sol elin baş ve işaret parmakları ile deride yukarıdan aşağı doğru yönde bir kıvrım oluşturulur. Piramit tarzında kaldırılarak oluşturulmuş bu deri kıvrımının tabanına yukarıdan aşağı yönde enjektör iğnesi batırılarak deri altı bağ dokusunda ilerletilir. İğneye lateral hareketler yaptırılarak iğnenin deri altında bulunduğundan ve damara girmediğinden emin olunur. Bazen iğne fascia içerisine girebilir ve deri içerisinde rahatça hareket ettirilemez. Bu durumda iğneyi geri çekip yeniden batırmak gerekir. İğnenin konusundan kan gelmesi halinde, iğne ucunun bir damara rastladığı anlaşılır. Bu durumda da iğne geri çekilerek değişik bir yönde yeniden batırılır. Enjektörün pistonu itilerek içerik deri altına şırınga edilir. Deri altına enjekte edilecek sıvı miktarı fazla ise, iğneyi deri altı bağ dokusu içinde muhtelif yönlere ilerleterek sıvının daha geniş bir alana dağıtılması sağlanmalıdır. Enjeksiyon bittikten sonra giriş yönünde iğne çekilir. Pamukla hafifçe ovularak işleme son verilir. Şekil 3.1: 45°’lik açı ile s.c. enjeksiyon Şekil 3.2: 90º’lik açı ile deri altı enjeksiyon Enjeksiyon, kısa iğne ile yapılacaksa 90° açı ile giriş yapılmalıdır. Deri parmaklar arasında sıkıştırılır. Antiseptikle içten dışa doğru temizlenir. Eğer verilecek ilaç aşı ise deri temizliği yapılmaz. Uygun açıyla girilip ilaç verilir. 3.3. Deri Altı Enjeksiyon Yaparken Dikkat Edilecek Noktalar İrritan ilaçların solüsyonları deri altına uygulandıklarında ağrıya neden olabileceğinden bu tür ilaçlar mümkünse intramüsküler veya intravenöz yolla uygulanmalıdır. Enjeksiyon yeri mümkün olduğu kadar eklemlerden uzak olmalıdır. Doku tahriş edici veya büyük hacimli ilaçların deri altı yolla verilmesi o bölgede nekroz, ağrı ve apselere neden olabileceğinden bu hususlara dikkat edilmeli ve her enjeksiyonda bölgeler sırayla değiştirilmelidir. 3.4. Deri Altı Enjeksiyon Yapılmasını Gerektiren durumlar Genellikle aşıların uygulanmasında deri altı enjeksiyon kullanılır. Akut enfeksiyöz hastalıklarda (başlıca pnömolilerde) şiddetli bir derivasyon elde etmek ve lökositleri harekete geçirmek için deri altına hayvanın kendi kanı (otohemoterapi), kostik, irritan maddeler enjekte edilir. Yine bazı topallıklar ve adale atrofileri içinde deri altı kostik madde enjeksiyonu yapılır. Bu amaçla kullanılan başlıca irritan maddeler essence de terebenthine ve yoğun tuzlu sudur. Bazen serumlar damar içi yolla verilemeyen durumlarda ve çok küçük hayvanlarda deri altı yolla verilirler. Resim 3.4: Kediye kontrollü olarak deri altı serum verilişi Subcutan enjeksiyonda ilaç genellikle kas içi enjeksiyona göre daha yavaş emildiğinden depo ilaçların kullanımında tercih edilir. 4. KAS İÇİ (İNTRA MUSCULER) ENJEKSİYON Kas içi enjeksiyonda ilaç, kas dokusu içine verilir. Daha büyük damar yapısına sahip olduğu için emilim deri altı yola göre daha hızlıdır. Ayrıca, kas dokusunda az sayıda sinir ucu bulunduğundan, derin kas dokusuna tahriş edici ve yoğun ilaçlar verilebilir. Resim 4.1: Kas dokusu içerisine enjeksiyon 4.1. Kas İçi (İntra-Muskuler) Enjeksiyon Uygulanacak Kaslar Önemli damar ve sinir kollarının bulunmadığı boynun her iki tarafındaki Musculus trapezius cervicalis, Musculus serratus cervicis ile arka bacaklarda, Musculus semimembranosus, Musculus semitendinosus ve gluteal kaslar kas içi enjeksiyon için en uygun yerlerdir. Ayrıca ön bacaklarda Musculus triceps brachii’ye kas içi enjeksiyon yapılır. Kas içi enjeksiyonda sinir, kemik ve kan damarlarından uzak bir bölgenin seçimi son derece önemlidir. Aksi halde ilacın yanlışlıkla damara verilmesinin oluşturacağı komplikasyonların yanı sıra, apse, nekroz ve derinin dökülmesi, sinir yaralanmaları, uzun süreli ağrı ve periyostit gibi istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir. Resim 4.2: Atlarda kas içi enjeksiyon yerleri Resim 4.3: Sığırda kas içi enjeksiyon yerleri Sığırlarda kesim kayıp değerini azaltmamak için et kalitesinin iyi ve pahalı olduğu kısımlardan ziyade omuz bölgesi tercih edilmelidir. Sağrı ve gluteal kaslara yapılacak enjeksiyon et kalitesini bozacağı için bu yerler tercih edilmemelidir 4.2. Kas İçine Enjeksiyon Yapma Tekniği Uygulanacak ilaç öğrenme faaliyeti-1’de belirtildiği gibi enjektöre çekilerek hazır hale getirilir. Hayvanın zapturaptı sağlanır. İğnenin batırılacağı yerin kılları kesilerek derinin antisepsisi yapılır. Sol elin baş ve işaret parmakları ile deri iğnenin giriş yerine dokunmadan gerdirilir. Sağ eldeki iğne (kanül) tek darbede dikey olarak batırılır. DİKKAT: Hızınızı kas yapısına ve deri kalınlığına göre ayarlamayı unutmayınız ! Aksi halde ince derili ve kas yapısının zayıf olduğu hayvanlarda kemiğe temas etme olasılığınız vardır. Enjektörün pistonu geri çekilerek kan gelip gelmediği kontrol edilir. Kan gelmiyorsa yavaş yavaş ilaç enjekte edilir. Kan geliyorsa iğne geri çekilerek iğne yeri bir miktar değiştirilerek enjeksiyon tekrarlanır. Resim 4.4: Sığırda kas içi enjeksiyon Enjektörden kanülü çıkarıp sadece iğneyle de kasa girebilirsiniz. Bu durumda kanülün konusu baş ve işaret parmakları arasında sıkıştırılarak tespit edilir. Daha sonra iğne tek darbede kas içine dikey olarak batırılır. Kan gelip gelmediği gözlenir. Kan gelmiyorsa enjektör kanüle takılarak ilaç kas içerisine enjekte edilir. Resim 4.5: Kanülle kas içine girilmesi Enjektör geri çekildikten sonra antiseptikli pamukla bastırılabilir. DİKKAT: İğneyi çıkarmadan bastırırsanız dokuyu zedelersiniz ! Enjeksiyon işleminden sonra bölgeye masaj yapılması ilacın emilimini kolaylaştırır. 4.3. Kas İçi Enjeksiyon Uygulanırken Dikkat Edilecek Noktalar Gluteal kasa ve arka bacaklara enjeksiyon yapılırken çifte darbelerine karşı mutlaka hayvanın zapturabtı sağlanmalıdır. Hayvanın cüssesine göre kas içine enjekte edilecek ilaç solüsyonunun hacmi değişebilir. Miktarın 10 ml’yi geçmemesi tavsiye edilir; ancak 20 ml’lik bir solüsyon ikiye bölünerek sağ ve sol taraftaki kaslar içine enjekte edilebilir. Yağlı hayvanlarda gluteal bölgede derialtı yağ dokusu çok kalın olduğundan uzun kanül kullanılmalıdır. Yeterince uzun iğne kullanılmazsa enjeksiyon kas yerine derialtına yapılmış olabilir. İrritan etkisi nedeniyle fazlaca ağrı yapan ilaçlar kas içine lokal anestezik ilaç ile birlikte verilebilirler. Tahriş edici ilaçlar kas içinde steril apse, doku nekrozu yapabilirler. İlaç süspansiyonları (örneğin prokain penisilin), sıvı yağlar içinde çözülmüş ilaçlar (örneğin A, D, E ve K vitaminleri ve bazı steroid hormon esterleri) kas içine verilince burada bir depo oluştururlar ve oradan yavaş olarak emilirler. Böylece uzun süreli etki elde edilerek daha az sayıda enjeksiyonla tedavi sağlanır. Enjeksiyon 90º derecelik açıyla uygulanmalıdır. Genellikle, yağlı eriyikler ve fazla miktarlar en iyi derin kas gruplarından emilirler (absorbe olurlar). 5. DAMAR İÇİ ENJEKSİYON İlaçların çabuk etki etmesi amacıyla ilacın direkt olarak kana verilmesi işlemidir. Bu yolla ilaçların dışında serumlar, kan ve kan ürünleri de verilebilir. Damar içi uygulama ilacın doğrudan kan dolaşımına verilmesi nedeniyle hijyen kurallarına uyularak dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. 5.1. Kullanılan Araç Gereç Damar içi enjeksiyonda kullanılacak araçların seçimini ilacın cinsi, hayvanın durumu etkiler. Kullanılan iğneler seçilirken iğnenin kalınlığı, lümeni göz önüne alınmalıdır. Çünkü hayvan türleri ve yaşları arasında damar kalınlıkları farklılıklar gösterir. Kuş ve kedilerde damar içine girmek sığır ve atlara göre oldukça güçtür. Çok ince damarlı hayvanlarda insülin iğnesi ve bebeklere kullanılan iğneler tercih edilebilir Resim 5.1: Kedide insülin iğnesiyle damar içi enjeksiyon Yedek iğne, pamuk tamponlar, turnike, deri antiseptiği, % 70 'lik alkol ve eldiven damar içi enjeksiyon işlemi için gerekli temel malzemelerdir. Damar içine ilaç uygulama yönteminde en çok toplardamar içine (intravenöz) uygulama yapılır. İntravenöz enjeksiyon için, genellikle içinden fazla kan geçen büyük ve yüzeysel toplardamarlar tercih edilir. İntravenöz infüzyon yapmak için damarların uygunluğuna, verilecek solüsyona göre; iğne (anjiokat kelebek iğne / yedek iğneler), eldiven, pamuk tampon, kullanılacak serum ve seti, ilaç kartı, deri antiseptiği, flaster, makas, turnike bulunmalıdır. 5.2. İlaçların İntravenöz Yolla Verilmesi En hızlı ve etkili ilaç veriliş yolu damar yoludur. İlaç doğrudan kan dolaşımına katılarak, en kısa zamanda hedef organa ulaşmaktadır. Emilim sırasında görülen ilaç kaybı bu yöntemde söz konusu değildir. Bu yöntemle istenilen miktar belirlenen zamanda hastaya uygulanabilmekte ve ilacın dozu da kontrol altında tutulabilmektedir. Bu aynı zamanda en tehlikeli yöntemdir. Kalbin bir atımında tüm ilaç istenilen organa ulaşmakta bu da toksik reaksiyona neden olabilmektedir. Damar içi enjeksiyonda amaç: Hastaların sıvı ve elektrolit kaybını yerine koymak, Kan veya kan elemanlarını vermek, Fazla irritan ilaçları vermek, Asit-baz dengesini düzeltmek, Doğrudan dolaşıma vererek bazı ilaçların etkisini arttırmaktır. Genel prensip olarak, ilaçlar damar içine yavaş verilmelidir. İntravenöz yolun diğer parenteral yollara göre önemli bir avantajı, büyük hacimdeki solüsyonların bu yolla verilebilmesidir. Ayrıca doku içine enjeksiyonu ağrı yapan veya nekroza neden olabilen bazı irritan ilaçları, intravenöz olarak ağrı oluşturmaksızın vermek mümkündür (örneğin noradrenalin gibi). Çünkü damar çeperi ağrılı uyaranlara duyarsızdır ve ayrıca ilaç iğne ucundan çıkar çıkmaz kan ile seyreltilmiş (dilüe) olur. Ancak, bu nitelikteki ilaçları verirken solüsyonun damar dışındaki doku içine kaçırılmamasına dikkat edilmelidir. Ayrıca tahriş edici veya damar daraltıcı (vazokonstriktör) ilaçlar, ufak venler içine verilirlerse bunlarda kan akışı az olduğu için verilen sıvı, kanla yeterince dilüe olamaz. Damar büzülmesinden dolayı akışın durması ve ayrıca damar tıkanıklılığı oluşması olasılığı artar. İntravenöz yoldan uygulanacak ilaçlar genellikle suda solüsyonlar halinde hazırlanırlar. Su ile karışabilir sistemler halinde hazırlanmış suda–yağ tipi besleyici emülsiyonlar da bu yoldan kullanılabilir. Bazı ilaçların hızlı enjeksiyonu, dolaşımı ve solunumu baskılayarak tehlikeli durumlara yol açabilir. 5.3. İntravenöz Uygulamalarda Kullanılan Venler At ve sığırlarda damar içi enjeksiyona en uygun toplardamar Vena jugalaris’tir. Sığırlarda ayrıca Vena subcutanea abdominis’ten de damar içi enjeksiyon yapılabilir. Şekil 5.1: Sığırda vena jugularis Şekil 5.2: Atta vena jugularis’te enjeksiyon yeri Köpek ve kedilerde damar içi enjeksiyon için tercih edilen toplardamarlar ön bacakta Vena cephalica antebrachii ve arka bacakta Vena saphena parva’dır. Köpek yavrularında Vena jugularis’ten de damar içi enjeksiyon yapmak mümkündür. Zorunlu durumlarda Vena sublingualis