ÇEVRE_SOSYOLOJİSİ_6 PDF
Document Details
Uploaded by SelfSatisfactionBlankVerse
Anadolu Üniversitesi
Tags
Summary
This document covers the theoretical concepts of environmental movements. The text discusses the historical development of environmental movements in a broader context and the different forms they take. The document details the theoretical basis and key concepts of environmental movements.
Full Transcript
Bölüm 6 öğrenme çıktıları Çevre Hareketleri 1 3 Çevre Hareketinin Kavramsal Olarak İncelenmesi 1 Çevre hareketini tanımlayabilme ve taşıdığı özellikleri anlayabilme Modern Çevre Hareketinin Oluşumu ve Gelişimi 3 Modern çevre hareketini açıklayabilme ve uluslararası çevre örgütlerine ilişkin bil...
Bölüm 6 öğrenme çıktıları Çevre Hareketleri 1 3 Çevre Hareketinin Kavramsal Olarak İncelenmesi 1 Çevre hareketini tanımlayabilme ve taşıdığı özellikleri anlayabilme Modern Çevre Hareketinin Oluşumu ve Gelişimi 3 Modern çevre hareketini açıklayabilme ve uluslararası çevre örgütlerine ilişkin bilgi edinme 2 4 Çevre Hareketinin Tarihsel Süreçte İlk Gelişimi 2 Tarihsel süreçte çevre hareketinin nasıl açığa çıktığını ve ilk çevresel hareketleri açıklayabilme Çevre Hareketinin Dayandığı Farklı Düşünsel Temeller 4 Çevre hareketinin beslendiği farklı düşünsel yaklaşımları anlayabilme Anahtar Sözcükler: • Korumacı Hareket • Modern Çevre Hareketi • Çevresel Adalet Hareketi • Küçülme Hareketi • Toplumsal Ekoloji • Derin Ekoloji • Ekososyalizm • Ekofeminizm 128 Çevre Sosyolojisi GİRİŞ Tarihsel ve arkeolojik kanıtlar, ekolojik tahribatın ilk uygarlıkların gelişimine kadar geri götürülebileceğini göstermesine rağmen, kapitalist sanayileşmeyle birlikte tahribatın boyutu gün geçtikçe artmış ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hava kirliliğinden biyoçeşitliliğin tahribatına, ormanların yok olmasından çölleşmeye ekolojik sorunların, kümülatif biçimde dünya ölçeğine yayılmasıyla, ekolojik tahribat kriz boyutuyla dünya gündemine girmiştir (Sweezy, 2004; Foster, 2002; Burkett, 2006). Ekolojik tahribatın uluslararası ölçekte yoğunlaşması, beraberinde tepki ve mücadeleleri de doğurmuş ve özellikle 1960’lardan sonra çevre hareketinin oluşumu ve gelişiminde önemli bir faktör olmuştur. Çevre hareketlerinin gelişimiyle, kalkınma, sanayileşme, büyüme gibi iktisadi açıdan dokunulmaz kavramlar sorgulanır hâle gelmiş, ekolojik sorunlar uluslararası kuruluşlar ve devletlerin gündemine girmiş, çevre bakanlıklarının kurulmasından, yeşil partilerin ortaya çıkmasına, ekolojinin akademik bir disiplin hâline gelmesinden, ekolojik tahribatın okul müfredatlarına girmesine bir dizi önemli gelişme kaydedilmiştir. Çevre hareketleri, kurumsal düzey, mücadele biçimi, düşünsel köken açısından farklılıklar içermekle birlikte, insan ve doğa arasında kurulan ilişkiyi sorgulayarak dönüştürülmesi için çaba göstermekte hem ekolojik sorunların dünya gündemine taşınması hem de ekolojik tahribatın durdurulması için mücadele etmektedir. Bu mücadelelerin merkezinde yok olan doğal varlıkları ve türleri korumak, havayı, suyu, toprağı kirleten unsurlara karşı durmak vardır. Çabaları yalnız şimdiki nesiller için değil, aynı zamanda gelecek nesiller içindir. ÇEVRE HAREKETİNİN KAVRAMSAL OLARAK İNCELENMESİ Toplumsal hareketlerin bir parçası olan çevre hareketi, toplumsal gruplar tarafından gerçekleştirilen kolektif eylemin ortaya çıkışı, örgütlenmesi ve etkilerini inceleyen toplumsal hareket teorileriyle ilişkili olarak incelenmektedir (O’Neill, 2012:116; Rootes, 2009:819; Doyle, 2005:165). Toplumsal hareketler, kapitalizmin yükselişine bir tepki olarak doğmuş, ulus-devletlerin kurulmasıyla, bilinçli olarak toplumsal değişime yönelen ve değişimin iş birliğine dayalı eylem yoluyla gerçekleşeceğine inanan gruplar ortaya çıkmıştır. Sosyal bilimlerin önemli isimleri Karl Marx, Max Weber ve Emile Durkheim, toplumsal hareket teorilerini, çatışma teorisi ve kolektif kimlik paradigması üzerine inşa etmiştir (Neves, 2019:257). 20. yüzyılda toplumsal hareket teorilerine ilişkin çalışmalara öncülük etmiş ve önemli katkılar sağlamışlardır. Resim 6.1 Ağaçlar. Kolektif Eylem ve Çevre Hareketi Sosyoloji, siyaset bilimi ve antropoloji disiplinin kesişiminde incelenen toplumsal hareketler şöyle tanımlanmaktadır: Kolektif eylemde bulunan aktörlerin oluşturduğu, açıkça tanımlanmış bir karşıt tarafın olduğu ve dolayısıyla çatışmalı ilişkiler ve kolektif bir kimliğin var olduğu, yoğun enformel ağlar içeren bir toplumsal süreçtir (Della Porta ve Diani, 2006:20). Aktör, değerleri istila ya da yıkım tehdidi altında olan bir topluluk olarak tanımlanmaktadır. Rakip aktörlerin kaynakları kontrol etmek için çatıştığı, bir toplumsal çatışma türü olarak toplumsal hareketlerin kavranması gerektiği konusunda genel bir uzlaşı vardır (Touraine, 1985:750-752). Çatışmalı eylemle, politik, ekonomik veya kültürel gücü elinde tutanlara karşı bir toplumsal değişimi sağlamak veya durdurmak için geliştirilen karşıt ilişkiler; kolektif eylemle, politik ve toplumsal hedefler doğrultusunda gösterilen kolektif çaba kastedilmektedir. Toplumsal hareketler, ancak kolektif kimlikler kurulduğunda, yani aktörler arasında karşılıklı tanıma ve bağlılı- 129 Çevre Hareketleri ğın yaratılmasıyla gelişmektedir (Della Porta ve Diani, 2006:21; Diani ve Rambaldo, 2007:768). Dolayısıyla çeşitli gruplar tarafından gerçekleştirilen protestoların, bir toplumsal hareket oluşturup oluşturmadığı, kolektif bir kimlik etrafında kolektif bir eylemin gerçekleştirilmesine dayalı olup olmadığına bakılarak belirlenir hâle gelmektedir. Bu bağlamda çevre hareketi, çevresel fayda sağlamak için kolektif eylemde bulunan kişi ve örgütlerden oluşan geniş ağlar olarak tanımlanmaktadır (Rootes, 1999; Diani ve Rambaldo, 2007). Birçok çevre örgütü ve çevre protestosu olsa da bir çevre hareketi, herhangi bir çevre örgütüyle ya da çevresel protesto olaylarıyla aynı değildir. Çevre sorunlarıyla ilgilenen örgütlerin varlığı, bir çevresel mücadele etrafında bir araya gelen aktörlerin olduğu çevresel hareket süreçlerini işaret etmemektedir (Rootes, 2004:610; Diani ve Rambaldo, 2007:67). Bu örgütler ve aktörlerin birbirine ağlar ile bağlanmasıyla, çevresel sorunlara ilişkin duyulan ortak endişe ve kolektif kimlik etrafında harekete geçilmesiyle çevre hareketi oluşmaktadır. Bu noktada Rootes (2004:611), çevresel hareketleri tanımlamak açısından önemli bir sorunun da açığa çıktığına işaret etmiştir: Ağlar, kolektif eylem ve kolektif kimlik açısından bakıldığında, çevreciliğin bir hareket oluşturması ampirik bir soruna dönüştürülmekte, ancak bu unsurlar tüm ülkelerde aynı olmaya bilmekte, aktörler ve örgütler arasındaki bağlantılar her zaman kolayca görülmeye bilmektedir. Çevre hareketinin eylem biçimi, görünür bir protestodan kamuoyunda açıkça görülmeyen lobi faaliyetlerine kaymış olabilir. Ayrıca daha kurumsallaşmış çevre örgütleri ile daha enformel örgütlenmiş yerel gruplar arasında birçok görünmeyen, enformel bağlantı olabilir. Örneğin, ABD gibi coğrafi olarak geniş ve politik olarak ademi merkezi bir siyasi yapılanmanın olduğu bir yerde, ağlar ve kolektif kimlik oluşturmak zorluklar içerebilir. Ancak ABD’de olgun bir çevre hareketi oluşmuştur. Batı Avrupa’da da 1990’larda, kolektif eylemin daha az görünür olduğu durumlarda bile çevre örgütleri arasındaki iş birliği yükselmiştir. Doyle (2005:3), toplumsal hareketlerin, hızlı değişimler geçiren politik formlar olduğuna dikkat çekmiştir. Toplumsal hareketler, politik kolektif kimlikler olarak yaşadığından, resmi ve kurumsallaşmış bir siyasi tarihin hüküm ve koşulları kap- 130 samında ele alınamayacaklardır. Toplumsal hareketler içinde, sürekli yeni siyasi eylem biçimleri doğmakta ve icat edilmektedir. Bu açıdan çevre hareketleri de canlı, yeni düşüncelere açık, yapısal olmayan politik biçimlere sahiptir. Yeni Toplumsal Hareketler Bağlamında Çevre Hareketi Çevre hareketi, taşıdığı özellikler nedeniyle, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinde 1960’larda gelişen “yeni toplumsal hareketlerin” (barış hareketi, nükleer karşıtı hareket, feminist hareket, öğrenci hareketi, vd.) önemli bir parçası olarak görülmüş, dolayısıyla bu yeni toplumsal hareketlere ilişkin teoriler bağlamında da incelenmiştir (Buttel ve Taylor, 2003; Doyle, 2005; Mertig ve Dunlap, 2001; O’Neill, 2012). Yeni toplumsal hareketler, kapitalist toplumlardaki ana çelişkiyi yaratan emek-sermaye çatışması ve iktisadi sorunlar yerine kültürel ve etik sorunlarla uğraşan, dolayısıyla yalnızca üretim araçlarının kontrolü için mücadele eden değil, sembollerin, imgelerin ve kültürün yeniden üretimine de meydan okuyan ve bu nedenle önceki toplumsal hareketlerden ayrılarak yeni sıfatını alan hareketlerdir (Touraine, 1985:774). Yeni toplumsal hareketlerde, sınıfsal çelişki ve örgütlenmelerin yerini gençlik, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim gibi farklı toplumsal kimlikler etrafında örgütlenmeler almış, işçi sınıfını mobilize eden ekonomik sorunlardan ziyade simge, değer ve anlamlara odaklanılmış, sivil itaatsizlik ve şiddet içermeyen eylem biçimleri kullanılmış, bireysel ve kolektif olan arasındaki ilişki bulanıklaşarak bireysel ve kolektif kimlikler bir arada bulunmuştur (Neves, 2019:4). Yeni toplumsal hareketler, sınıfsal kompozisyon açısından da farklılıklar taşımakta, harekete katılanlar, yüksek eğitim düzeyine sahip kişilerden hizmet sektöründeki beyaz yakalılara, sosyal bilimcilerden, gazetecilere, öğretmenlerden sanatçılara çeşitlilik içermektedir (Mertig ve Dunlap, 2001:118). Bu bağlamda çevre hareketleri, siyasi hedefleri sınıfsal hedefleri aşan bir yapıya sahip olması, harekete katılımın daha çok eğitim düzeyi yüksek kesimlerden olması, mücadele biçimlerinin çeşitlilik içermesi açısından yeni toplumsal hareketlerin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Çevre Sosyolojisi Bununla birlikte, Rootes (2004:617) araştırmaların birçoğunda çevre aktivisti ve üyelerinin, yüksek eğitimli ve ayrıca bakım, eğitim ve yaratıcı sektörlerde çalışanlardan oluştuğunun belirtilmesine rağmen, taban örgütlenmesine dayalı çevresel hareketlerin (grassroots environmental movement), ulusal çevre örgütlerine göre toplumun daha geniş bir kesitini içerdiğine dikkat çekmiştir. Bunun nedeninin, yerel düzeyde varlıklı olanlara kıyasla yoksul kesimin, daha fazla sorunla karşı karşıya kalmasından ve sonuç olarak bu kesiminin direniş göstermesinden kaynaklandığını belirtmiştir. Diğer taraftan, çevre hareketlerinin, yeni toplumsal hareketlerin bir parçası olarak incelenmesinin, çevresel siyaseti yönlendirme açısından birtakım sınırlamalar yarattığı da öne sürülmüştür. Buttel ve Taylor’a (2003:232-233) göre; yeni toplumsal hareketler, ekolojik sorunları, bilimsel ve teknolojik değişimin (böcek ilaçlarının, endüstriyel zehirli atıkların yarattığı kirliliğin vb.) bir sonucu olarak ele almakta ve çevre hareketlerinin bilim ve teknoloji karşıtı yönlerine vurgu yaparak kültürel bir varyantta meseleyi incelemektedir. Ancak çevre hareketinin yükselmesi ve ikna ediciliğinin artmasında, son otuz yılda çevre bilimlerinin elde ettiği ekolojik ve çevresel data ve bilginin önemli bir katkısı vardır. Sınırlamalar açısından ikinci boyutu ise, çevre politikasının ulusal ve ulus altı siyasetten, uluslararası kalkınma, finans ve yardım kuruluşlarının bulunduğu jeopolitik alana kayması ve bunun ekolojik konuların çerçevesini ve politik kararların sonucunu etkilemesidir. Toplumsal hareketler arasında, çevre hareketinin önemli bir özelliği, çeşitli nedenlerden dolayı uluslararası bir nitelik taşımasıdır. Bunun ilk nedeni, çevresel sorunların ulusal sınırları aşarak farklı örneklerle görülebileceği üzere, kloroflorokarbon artışının ozon tabakasına zarar vermesi, küresel ısınma, deniz kirliliği, ülkelerin ortak paylaştığı nehir ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi uluslararası bir boyut taşımasıdır. İkinci nedeni ise, çevresel mücadelelerin “müşterekler” üzerine kurulmasıdır. Örneğin, okyanuslar, Antarktika, karasuları dışındaki denizler tüm gezegenin ortak mirası kabul edilmekte ve bu uluslararası bir dayanışma ve müzakere sürecini gerektirmektedir. Üçüncü neden ise, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi uluslararası organların çevre meselelerinde etkilerini arttırmak için, hareketin uluslararası hâle gelmesini desteklemesinden kaynaklanmaktadır (Yearley, 2003:158-160). Yearley, çevre hareketinin diğer önemli özelliğinin ise, kapitalist sistemi eleştirerek alternatif bir değer sistemi sunması ve dolayısıyla Touraine’nin belirttiği gibi kültürel eğilimlerimize meydan okuması olduğunu belirtmiştir. Ancak çevre hareketinin, ekonomiye ilişkin eleştirilerinde farklı görüşler sergilediğine dikkat çekmiştir: Örneğin, radikal bir çevre örgütü olarak bilinen Greenpeace’in hava, toprak ve suyu kirleten maddelere karşı mücadelesi, batılı yaşam standartlarına ilişkin ya da dünya genelinde gelir dağılımına ilişkin açık bir göndermeyi içermezken; diğer bir çevre örgütü “Friends of the Earth”ün 1984-1993 yılları arasında yöneticiliğini yapmış Jonathan Porritt ise yaşam standartlarının azaltılması gerektiğini öne sürmüştür (Yearley, 2003:160-161). Çevre hareketlerinin, ekolojik dengeleri bozacak ya da zarar verecek bir ekonomik anlayışı eleştirileri ortak özellikleri olsa da bunun kapitalist sistemin bütünsel işleyişine ilişkin eleştirel bir boyuta taşınması noktasında ve ayrıca uyguladıkları strateji ve eylem biçimlerinde farklılıklar vardır. Çevre hareketleri, örgütsel olarak son derece kurumsallaşmış bir formdan enformel biçime; mekânsal açıdan yerelden küresele, mücadele ettiği sorunlar açısından yerel düzeydeki çevre sorunlarından küresel çevre sorunlarına çeşitlilik içeren bir yapıya sahiptir. Çevre hareketinin, çeşitli toplumsal hareketler arasında aldığı toplumsal destek ve hızla küresel bir hareket hâline gelmesi açısından göreli olarak başarılı bir konuma sahip olduğu kabul edilmektedir. 131 Çevre Hareketleri Öğrenme Çıktısı 1 Çevre hareketini tanımlayabilme ve taşıdığı özellikleri anlayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş Çevre hareketlerinin bir ülkede gelişimini sağlayan politik koşullar nedir? Çevrenizde yerel düzeyde tanık olduğunuz çevre protestoları bir çevre hareketi niteliği taşımakta mıdır?H. Pehlevan ve B.K. Şakacı’nın (2018), Cerrahtepe Çevre Hareketi Zenginlerin, Fakirlerin ve Huzursuzların Çevreciliği Kapsamında. kitabını inceleyiniz. Tanık olduğunuz ya da katıldığınız bir çevre hareketinin ekolojik kazanımlarını tartışınız. ÇEVRE HAREKETİNİN TARİHSEL SÜREÇTE İLK GELİŞİMİ Çevre hareketleri, çoğunlukla, korumacılık (conservationism), çevrecilik (environmentalism) ve ekolojizm (ecologism) biçiminde bir gelişim seyri üzerinden incelenmektedir (Rootes, 2004:612; Albrecht, 1976; Szasz, 1999; Mertig ve Dunlap, 2001). Bu gelişim seyrinde, çevre hareketlerinin açığa çıkmasındaki itici güç, özellikle sanayi devriminden sonra sanayileşmenin getirdiği olumsuz çevresel sonuçların anlaşılması, bireylerin çevresel tahribatı kişisel olarak deneyimlemesi ve buna karşı oluşturdukları tepki olmuştur (O’Neill, 2012:119; Rootes, 2004:613). Tarihsel ve mekânsal açıdan çevre hareketinin nerede ve ne zaman ilk açığa çıktığına ilişkin farklı açıklamalar bulunmakla birlikte, sanayileşmenin ilk geliştiği Avrupa ülkeleri ile Amerika Birleşik Devletleri’nde, 18. ve 19. yüzyıllarda oluştuğu genel kabul görmektedir (Duru, 1995:19). Tarihsel süreçte, çevre hareketi hem ilgilendiği sorunların kapsamı açısından hem de kurumsallaşma açısından sürekli değişim göstermiştir. Resim 6.2 Biz Dünyayız. Korumacı Hareketin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi İlk çevresel hareketler, korumacı hareketler (conservation movement) olarak karşımıza çıkmaktadır. Korumacılık hareketinin açığa çıkışına avcılık faaliyetleri neden olmuştur. Avcılar, avladıkları hayvan popülasyonlarının tükenebileceğinin bilincine varmış ve türlerin korunabileceği alanların oluşturulması için mücadele etmiştir. Avcıların faydacı bir temele dayanan kaygıları, ormanların da korunması gereken alanlar olduğuna ilişkin düşünceyi açığa çıkarmış ve korumacı hareketin gelişmesine yol açmıştır (Rootes, 2004:612). Bu erken dönem korumacı hareketlerin amacı, insanların doğal kaynaklardan en iyi şekilde faydalanması ya da etkin biçimde kullanması için onları korumasıdır (Albrecht, 1976:150). Diğer amaçları yaban yaşamının ve doğanın sağladığı estetik ortamın korunmasıdır (Szasz, 1999:115). Korumacı hareke- 132 Çevre Sosyolojisi tin, yaban yaşamının korunmasındaki gayesi, insan müdahalesinden korumak değil ender bulunan av hayvanlarının soyunun tükenmemesini sağlamaktır (Duru, 1995:21). Korumacı hareket, ilk geliştiği erken dönemde kendi içinde bir ayrışma yaşamıştır. 1897 yılında hareketin kurucuları ve yakın arkadaş olan John Muir ve Gifford Pinchot arasında, federal ormanlarda koyunların otlamasına izin verilip verilmesi konusunda bir ayrılık doğmuş ve hareket ikiye bölünmüştür. Bu ayrışmanın bir tarafında, amaçları doğal çevrenin insan tarafından dönüştürülmesini engellemek isteyen korumacılar (preservationists); diğer tarafında doğal çevrenin akla uygun biçimde kullanımını, yönetimini ve yenilenmesini isteyen faydacılar (utilitarians) yer almıştır (Sills, 1975:23). İlk gruptakiler doğal çevrenin tahribatı, doğal kaynakların kötü kullanımı ve yaban yaşamının ihmal edilmesine vurgu yaparken ikinci grup korumacılar kaynakların insan faydası için etkin kullanımına odaklanmıştır (Albrecht, 1976:150). İlk gruptaki korumacılar “Sierra Club”, “Wilderness Society” ve “National Audubon Society” gibi gönüllü çevre örgütlerine; ikinci gruptakiler National Park Service, Forest Service, Soil Conservation Service gibi milli park, orman ve toprakları koruma amacı taşıyan kuruluşlar ile bunların devlet ve yerel düzeydeki temsilciliklerine, dolayısıyla daha kurumsal yapılara katılmıştır (Sills, 1975:3). Bu ayrışma günümüze kadar devam etmiştir. Yaşamla İlişkilendir John Muir, yaban hayatı (wilderness) kavramının popüler hale gelmesinde önemli rol oynamıştır. Yalnızca küçük bir entelektüel grup tarafından yaban hayatına verilen önem, Amerika’da giderek halk arasında yaygınlaşmıştır (Albrecht, 1976:151). Yaban yaşamının göz ardı edilmesine tepkiler sonucu Muir tarafından 1892 yılında Sierra Club kurulmuştur. Bu örgüt, etkinliklerini günümüze kadar devam ettiren en uzun varlığını sürdüren gönüllü çevre kuruluşlarından biridir. Günümüzde 3,8 milyon üye ve destekçisi bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde 439 park ve anıtın korunması, Temiz Hava ve Nesli Tükenmekte Olan Türler Yasalarının yürürlüğe girmesi, 281’den fazla kömür santralinin yerine temiz enerji kaynaklarının devreye sokulması gibi önemli çevresel kazanımlarda rol almıştır. Kaynak: https://www.sierraclub.org/about-sierra-club. Erişim Tarihi: 10/03/2020 Albrecht, S. (1976). Legacy of the environmental movement. Environment and Behavior, 8(2), 47-168. Bu dönemde, İngiltere’de kuşların soyunun tükenme tehlikesi, aşırı kereste kullanımı sonucu oluşan orman tahribatı gibi çevresel sorunlar, çevre hareketlerinin ilgilendiği ve mücadele ettiği konular olurken; Almanya’da da benzer biçimde kuşların ve ormanların korunması, akarsu kirliliğinin önlenmesi başlıca mücadele alanları olmuştur. (Duru, 1995). ABD’de ise bu dönemde halkın çevre konularına ilgisini artıran başlıca ihtilaf, San Francisco’da su arzını artırmak için Yosemite Parkı’nın bir parçası olan Hetchy Hetchy vadisinde kurulmak istenen baraj olmuştur (Albrecht, 1976:151). Sierra Club, baraj yapımını kabul etmeyerek, milli parkların korunması için kampanya yürütmüştür. Baraja karşı mücadele çevre hareketlerine desteği artırmıştır. Bu günümüzde de mücadelesi verilen önemli çevresel anlaşmazlıklardan biridir. Bu dönemin çevre hareketi açısından önemli mücadele alanlarından bir diğeri de doğal kaynaklara “bırakınız yapsınlar” ilkesi doğrultusundaki bir yaklaşımın değiştirilmesidir. Devletin kamusal kaynaklara müdahale ederek, bunları özel sektörün sömürüsünden çekmesi ve toplumsal fayda doğrultusunda yönetmesi istenmiştir. Bu doğrultuda, korumacılar, 1890 yılında federal hükümete katılarak doğal kaynakları korumak için hükümetinin gücünün nerede başladığını sorgulamıştır (Albrecht, 1976:152). Korumacı hareketin bu mücadeleleri sonucunda kazanımları; 1891 yılında Orman Yasası çıkarılarak başkana kamusal toprak- 133 Çevre Hareketleri ları orman alanı olarak bırakma hakkının verilmesi ve 1907 yılında “orman rezervleri” yerine “ulusal ormanlar” ifadesi getirilerek ormanların Amerikan halkının mirası olarak kabul edilmesi olmuştur. Korumacı hareket, yaban yaşam alanlarının korunmasına yönelik bir söylem ve mücadelenin geliştirilmesinde etkili olmakla birlikte, do- ğal alanların korunmasını sağlayacak daha geniş kapsamlı bir toplumsal değişim arayışında olmamıştır. Bunun sonucu ise, kendilerini kısa vadeli pragmatik politikalarla sınırlamak olmuştur (Rootes, 2004:612). Kısacası, söylem, politika ve stratejilerini dar bir kapsamda tutmaları üzerinden eleştiri almışlardır. Öğrenme Çıktısı 2 Tarihsel süreçte çevre hareketinin nasıl açığa çıktığını ve ilk çevresel hareketleri açıklayabilme Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş Korumacı hareketin günümüz çevreciliğinden farkı nedir? Korumacı hareket ve derin ekoloji arasında nasıl bir ilişki vardır? Daha geniş bilgi için Ö. Sezer’in (2006) Çevre Korumacılıktan Radikal Ekolojiye adlı makalesini inceleyebilirsiniz. Çevrenizde var olan yaban yaşamı koruma alanlarının işlevlerini tartışınız. MODERN ÇEVRE HAREKETİNİN OLUŞUMU VE GELİŞİMİ 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında korumacı hareketten farklı olarak yeni bir çevre hareketi dalgası başlamış ve modern çevre hareketi olarak adlandırılmıştır. Korumacı hareket, çevreyi korunması gereken bir “şey”e indirgemesi, doğanın kendi dinamikleri olduğunu göz ardı etmesi ve kirliliği ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamı dışında ele alması nedeniyle eleştirilmeye başlanmıştır (Gauna, 2008:465). Korumacı hareket, doğal alanların kirlenmesine ve yaban yaşamının korunmasına odaklanırken, yeni gelişen hareket endüstriyel faaliyetlerin her ortamı kirlettiğine vurgu yapmış, insanların yaşam kalitesi ve sağlığını tehdit ettiğine dikkat çekmiştir (Szasz, 1999:38). Korumacı hareketin, sanayileşme ve şehirleşmenin doğal çevre, tarımsal ve pastoral faaliyetler üzerindeki etkilerine ilişkin güttüğü kaygı, ancak 1960’ların sonunda insan sağlığı üzerinde yarattığı etkilere doğru kaymıştır (Rootes, 2009:817-818). Modern çevre hareketi, çevresel kaygıların yalnızca maddi ihtiyaçlarla (gıda, barınma, iş) ilişkili olarak ele alınmasına karşı çıkmış ve çevresel olguları sınıf, ırk ve etnik ayrım boyutunu kapsayacak şekilde ele almıştır (O’Neill, 2012:119). Çevreyi korumaya yönelik ilk hareketler, daha çok “doğa sevgisi ve/veya ekonomik çıkar” ekseninde eyleme geçmiş ve toplumun üst sınıflarından katılımcılardan oluşmuş, sistemli olmak veya süreklilik içermekten ziyade çoğunlukla kendiliğinden gelişen ve birbirinden kopuk eylemlilikler sergilemiştir (Duru, 1995, s.24). Ancak modern çevre hareketi, örgütsel gelişim ve bileşenleri arasındaki iş birliği nedeniyle daha olgun bir düzeye erişmiş ve çevresel krizler ya da kamuoyu ilgisi olmadığı durumlarda bile çevre sorunlarının görünürlüğünü sağlamıştır (Rootes, 2004:633). Dolayısıyla, odaklandıkları çevresel sorunların kapsamı, örgütsel düzey ve katılımcıları açısından ilk çevresel hareketler ile 1960’lardan sonra gelişen modern hareket birbirinden niceliksel ve niteliksel düzeyde farklılaşmıştır. 134 Çevre Sosyolojisi Resim 6.3 Eko kavramı. Araştırmalarla İlişkilendir 1960’larda gelişen yeni toplumsal hareketler arasında çevre hareketi, siyaset üzerinde en etkililerinden biri olmuş ve geniş bir toplumsal destek bulmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde 22 Nisan 1970’te ilk “Earth Day” etkinliklerine yirmi milyon kişi katılmıştır (Szasz, 1999:38). 1995 yılında, ABD’de 10.000’in üzerinde çevre örgütü, 41 milyon üyesi, 2,7 milyar dolar yıllık geliri ve 5,8 milyar dolarlık varlığıyla tescil edilmiştir (Rootes, 2004:609). Britanya’da 1990’ların sonunda ulusal çevre örgütlerinin üye sayısı 5 milyonu aşmış; 16 milyonluk nüfusu olan Hollanda’da 2001 yılında ulusal çevre örgütlerine üye sayısı 3.7 milyona, Greenpeace, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for Nature) gibi uluslararası çevre örgütlerine üye sayısı ise 1.5 milyona ulaşmış; Almanya’da ise 1990’ların sonunda 120 ulusal çevre örgütü ve 9000’den fazla yerel gruptan oluşan bir çevre hareketi gelişirken, Greenpeace Almanya’nın bağışçı sayısı 530.000 olmuştur (Rootes, 2004:626-628). Ana akım medyanın çevre sorunlarına ilgisi artarken, yalnızca 1972 yılında ABD’de çevre, ekoloji ve kirlilik üzerine 300 kitap yayınlanmıştır (Sills, 1975). Çevre örgütlerine destek ve güven artmış, kamuoyunda çevre hareketi örgütlerinin rapor ve söylemleri hükümet ve şirketlerden daha fazla güven yaratmıştır. Kaynak: Sills, D.L. (1975). The Environmental Movement and Its Critics. Human Ecology, 3(1), 1-41. Szasz, A. (1999). EcoPopulism: Toxic Waste and the Movement for Environmental Justice. University of Minessota Press. Rootes, C. (2004). Environmental Movements. D. A. Snow, S. A. Soule, H. Kriesi (ed.) The Blackwell Companion to Social Movements içinde, (ss.608-640). Blackwell Publishing. 135 Çevre Hareketleri Modern Çevre Hareketinin Düşünsel Gelişimi Çevre tarihçileri, 1960’lara kadar güçlü bir çevre hareketinin ortaya çıkmayışını ve çevre hareketinin aslında savaş sonrasına ait bir olgu olduğunu üç önemli değişim üzerinden açıklamıştır: İlki; 2. Dünya Savaşı sonrası açığa çıkan zenginliğin, ekonomik gelişmenin bedelinin kirlenme olduğu argümanını arka plana itmesidir. İkincisi; tarımda kimyasal devrim, atom enerjisi, sentetik madde kullanımı, doğal kaynakların çıkarılmasında kullanılan teknolojilerdeki gelişmenin yeni çevresel tahribatlara yol açmasıdır. Üçüncüsü; doğanın dönüşümünün yarattığı risklere karşı oluşan ekolojik anlayıştır (Rome, 2003:526). Çevresel tahribatın bilimsel açıdan anlaşılır hale gelmesi ve yüksek öğretimin yaygınlaşması da çevre bilincinin gelişimine neden olmuş ve çevresel sorunlara farkındalığı attırmıştır. Modern çevre hareketinin 1960’ların sonunda hem ulusal hem de uluslararası düzeyde önemli bir başlık hâline gelişinde birçok etkenin rolü bulunmaktadır. Hareketin yükselişi, 1960’lı yıllardaki olaylarla etkileşimler içinde gerçekleşmiştir. 1969 yılında Michigan Üniversitesi’nde Çevresel Eylem Komitesi (Environmental Action for Survival Committee) Vietnam Savaşı’na karşı “Barışa Şans Ver (Give Peace a Chance)” sloganını protestolarda kullanmıştı. Amerikalılar tarafından bu slogan, “Dünyaya Şans Ver (Give Earth a Chance)”e dönüştürülmüş ve 1970 yılının ilkbaharında, binlerce insanın katıldığı ilk “Earth Day” yürüyüşlerinde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır (Rome, 2003:525). Dünyaya Şans Ver sloganın popüler hâle gelmesi ve bu yürüyüşler çevre hareketinin yükselişinde sembolik açıdan kilit olaylardan biri olarak kabul edilmektedir. 1960’lı yıllarda medyanın çevre sorunlarına artan ilgisi, çevre hareketlerinin yükselişe geçmesindeki bir başka faktördür. Medyanın ilgisi 1970 yılında zirve yapmış, anketler de bunun kamuoyu üzerindeki etkisini göstermiştir (Szasz, 1999:38). Örneğin, 1966 yılında Güney Galler’de kömür madenlerinden çıkan atık yığınlarının yağış sonucu kaymasıyla 116’sı çocuk 144 kişinin öldüğü Aberfan Faciası olayı, 1953-1961 yılları arasında Japonya’nın Minamata şehrinde kimyasal üretim sonucu oluşan cıva kirliliğinden 857 insanın yaşamını yitirmesi, 1967 yılında İngiltere’de bir tan- 136 kerden 875 bin varillik petrol sızıntısı oluşması ve petrolü dağıtmak amacıyla kullanılan deterjanların kirliliği daha da artırması gibi çevresel felaketler, kitle iletişim araçlarının yaptığı haberlerle duyuruldukça çevre bilincinin artmasına katkı sağlamıştır (Roussopoulos, 2017:33-34). 1969 yılındaki Santa Barbara Körfezi’ndeki petrol sızıntısının yarattığı kirlilik de medyada büyük yer almıştı. Haberlerde petrol kaplı plajların fotoğraf ve televizyon görüntüleri insanları çevre konusunda daha fazla düşünmeye teşvik etmiş ve öfkelendirmiştir. Bazı üniversite öğrencileri, kirliliği yaratan petrol şirketinin sahip olduğu benzin istasyonlarına saldırıda bulunmuştur (Rome, 2003:545). On gün süren ve yüz bin varil petrolün okyanusa sızdığı bu olay sonucunda on bin kuş yaşamını yitirmiştir. Medya, bu gibi haberlerin görüntü ve bilgilerinin ulusal çapta yayılmasına katkı sunmuştur. Bu gibi medyanın ilettiği çevre haberleri, çevre hareketinin, dizginsiz bir şekilde süren endüstriyel faaliyetlerin, korkunç çevresel sonuçlar doğurduğu yönündeki iddialarına güçlü kanıtlar sunmuş ve bu hareketlere olan ilgiyi artırmıştır. Çevre sorunları üzerine 1960’lı yıllarda gelişen literatürün de çevre hareketinin yükselişine önemli katkıları olmuştur. Bunlar içinde ses getiren önemli çalışmalardan biri Rachel Carson’un “Silent Spring” (Sessiz Bahar) kitabıdır. Kitap, etkili bir böcek ilacının (DDT) çevre üzerindeki etkilerini milyonlarca insana tanıtmıştır (Sills, 1975:5). Kitap 1962 yılında basıldıktan sonra çok satanlar listesinde yer almış, 1963 yılında 15 dilde yayımlanmıştır. Aslında tarımsal ilaçların çevresel etkilerine dair çalışmalar, 1945 yılına kadar geriye götürülmektedir. Hatta Murray Bookchin, bir takma isimle, Carson’un kitabının yayımlanmasından altı ay önce yazdığı “Our Synthetic Environment” (Sentetik Dünyamız) kitabında endüstriyel gelişim, teknoloji ve zirai ilaçların doğada yarattığı kirliliği detaylı biçimde incelemiştir. Ancak kamuoyunun bu konuya ilgisi Carson’un kitabıyla oluşmuştur (Roussopoulos, 2017:30-31). Amerikan başkanı Kennedy, kitabın yayımlanmasından sonra bilim danışmanlarından pestisit kullanımına ilişkin rapor istemiş ve Kennedy yönetiminden sonra gelen Demokratların da çevre meselelerine ilgisi artmıştır (Rome, 2003:532). Bu dönemin diğer bir simgesel çalışması Ralph Nader’in “Unsafe at Any Speed” kitabıdır. Hem Nader’in hem de Carson’un kitabı modern üretimin kimyasal etkilerinin çevre üze- Çevre Sosyolojisi rindeki ölümcül sonuçlarını ve büyük şirketlerin sosyal refah yerine kendi karlılığına odaklandığını ikna edici bir dille göstermiştir (Szasz, 1999:38). John Kenneth Galbraith’in “The Affluent Society” (Bolluk Toplumu) kitabı da bu alandaki önemli çalışmalardan biri olarak kabul edilmektedir. Kitapta Galbraith, çok sayıda ailenin kirlilikle yüz yüze gelmesinden bahsetmiştir. Kitabın yayınlandığı dönemde, Amerikalılar nükleer testlerden yayılan radyoaktif maddelerin meraları kirletmesi nedeniyle sağlıklı süte ulaşamama, Kaliforniya’daki hava kirliliği gibi önemli çevre sorunlarıyla karşı karşıyadır. Bu kitap da çok satanlar arasında yer almış ve kitapta uyarıcı bir dil kullanılmıştır (Rome, 2003:529). Bu dönemde, çevre literatürü açısından önem taşıyan bir başka çalışma, bilim insanları, iktisatçılar, siyasetçiler, sanayiciler, teknokratların oluşturduğu uluslararası bir kuruluş olan Roma Kulübünün, “Limits to Growth” (Büyümenin Sınırları) adıyla 1972 yılında yayımladığı raporudur. Raporda, ekonomik büyüme sonucunda doğal kaynakların tükenmesi, gıda sıkıntısı ve kirlilik tehlikesinin yol açacağı bir çevresel felaket tahmininde bulunulmuş, çözüm olarak ise sanayi yatırımlarının %40, tarımsal üretimin %20 oranında azaltılması ve zengin ülkelerden yoksul ülkelere servet aktarımı önerilmiştir (Roussopoulos, 2017:32). Ancak rapor birçok eleştiri almıştır. Özellikle raporun “sıfır büyüme” önerisine azgelişmiş ülkelerden, kalkınma süreçlerine zarar vereceği endişesiyle tepki gelmiş, raporun büyük sermaye çevrelerinin çıkarına olduğu savunulmuştur (Duru, 1995:32). İngiltere’de Sussex Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, raporun içerdiği ideolojik değeri eleştirmiştir. Raporun sunduğu sonuca göre, büyümeyi durdurmak yerine kalkınma anlayışının nasıl bir niteliğe sahip olduğuna dikkat çekmek gerektiğini ve asıl çözümün zenginliğin ve kaynakların eşit dağıtımını güvenceye almaktan geçtiğini belirtmişlerdir (Roussopoulos, 2017:32). Diğer eleştiriler ise, kurulan modelin az sayıda değişkene dayalı olması, çevre sorunlarının çözümü için teknolojik gelişmelere yeterince yer vermemiş olması gibi hususlar üzerinden yapılmıştır (Keleş ve Hamamcı, 1993:177). Ancak raporun ekonomik büyümenin doğal sınırlarına yönelik uyarısı, çevreciliğin ayırt edici özelliği olarak varlığını korumuş ve hem çevreye ilişkin eserlerde hem de yeşil parti programlarında doğal çevre açısından temel vurgu toplam üretimin azaltılması noktasında yapılmıştır (Çoban, 2017:463). Bu açıdan rapor aldığı tüm eleştirilere rağmen büyümenin önündeki biyofiziksel sınırları ortaya koyması açısından büyük ilgi görmüş ve 1970’lerin sonunda 30 ülkede yaklaşık üç milyon alıcı bulmuştur. Bu dönemde çevreciliğin gelişmesinde önemli kabul edilen diğer bir yapıt ise 1973 yılında Ernst Friedrich Schumacher tarafından yazılan “Small is Beautiful” (Küçük Güzeldir) kitabıdır. Çalışmada, denetime açık, merkeziyetçi olmayan, ekosistem döngülerine zarar vermeyen “insan yüzlü teknoloji”nin kullanıldığı, küçük ölçekli işletmelerin olduğu bir ekonomik yapının benimsenmesi ve yeni bir yaşam biçimi ile tüketim alışkanlığının geliştirilmesi önerilmiştir (Çoban, 2017:464; Keleş ve Hamamcı, 1993:179). Çevre bilinci ve çevreci düşünce açısından Birleşmiş Milletler sponsorluğunda Brundtland Komisyonu tarafından 1987 yılında yayımlanan “Our Common Future” (Ortak Geleceğimiz) raporu da çevre literatüründe önem teşkil eden çalışmalar arasındadır. Raporda, çevre ve kalkınma arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi için “sürdürülebilir kalkınma” fikri öne sürülmüştür. Sürdürülebilir kalkınmanın amacı olarak, bugünün ihtiyaçları karşılanırken geleceğin ihtiyaç ve beklentilerinin de gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir (67). Doğal kaynakların kuşaklar arası adalet ilkesi temelinde kullanımı vurgulanmıştır. Sürdürülebilir kalkınma fikri, büyümeye dayalı bir yaklaşımı halen içinde barındırdığı için önemli eleştiriler almış, ancak politik bir slogan haline gelerek ekolojik sorunların ulusal ve uluslararası platformlarda tartışılmasına katkı sağlamıştır. Modern çevre hareketinin gelişiminde, dönemin diğer toplumsal hareketleriyle etkileşimin de önemli bir payı vardır. Bu bağlamda, çevre hareketinin gelişiminde 1960’lardaki öğrenci hareketlerinin rolü yadsınamaz düzeydedir. Sosyal bilimler alanındaki öğrenciler kapitalizmi sorgularken, doğa bilimlerindeki öğrencilerse çevre hareketinin gelişimine katkı sunmuştur (Rootes, 2004:614). Genç aktivistler yüzlerce şehirde ekolojik örgütler kurmuş ve “Earth Day” faaliyetlerinin aktif örgütleyicisi olmuştur. Çevre hareketi geniş bir ideolojik yelpazeden gençleri çekse de yeni protestolar, kültürel ve siyasi kurumların eleştirisi, tüketici kültürün ruh sağlığı üzerine etkileri etrafında şekillenmiştir. Çevre hareketi ve öğrenci hareketi arasındaki ilişkiye dair bir örnek, 1969 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne ait boş bir alana bir grup öğrenci 137 Çevre Hareketleri tarafından çiçek ve ağaç dikilmeye başlamasıyla gelişen mücadele verilebilir. Öğrenciler bu alanı, var olan özel mülkiyet ilişkilerine alternatif bir alan olarak inşa etmeye çalışmış, insan dışı doğayla (nonhuman world) yeni ilişkiler kurmak umut edilmiştir. Ancak Amerikan devleti çevresel değerleri geliştirmeye çalışan bu insanlara saldırmıştır. Bu nedenle bir arazinin mülkiyetini, insan yaşamının üzerine koyan bir sistemin anlamsızlığı ve mülkiyet ilişkileri sorgulanmıştır (Rome, 2003:542546). 1960’lı yıllarda öğrenci hareketi yanında kadın örgütleri de çevrenin korunması için baskı oluşturmuş, kirliliğin durdurulması, ortak alanlar ve yaban yaşamının korunması için faaliyete geçmiş, 1960’ların başında başlıca kadın dergileri su kirliliğine ilişkin makaleler yayımlamıştır (Rome, 2003:534). Çevre hareketi hem düşünsel açıdan hem de kampanyalar itibariyle 1960’larda gelişen yeni sol (New Left) hareketten de önemli ölçüde etkilenmiştir. Yeni sol hareketlerin, kapitalist sistemde tüketime yönelik eleştirileri, doğal çevrenin tahribatına yönelik eleştirileri de kapsıyordu. Yeni sol hareketin üyeleri, çevreyi kapitalist sömürünün bir sembolü olarak görüyorlardı. Çevre sorunlarının kaynağını bireysel bir sorumlulukta görmek yerine sistemsel boyutunu vurguluyorlardı. Bu görüş, reformcu bir çevreciliğin eleştirisini ve doğanın toplumsal sorunlardan ayrı ele alınamayacağı bir çevre politikasına geçişi sağladı. Böylece modern çevre hareketi, yeni sol hareketlerden doğmasa da onun fikir ve kampanyalarından etkilendi (Rootes, 2004:613-614). Çevre hareketi mülkiyet ilişkilerine, şirketlerin imtiyazlarına, kapitalist sanayileşmenin getirdiği kirliliğe dikkat çektiği ölçüde yeni sol hareketlerle kesişen bir noktada duruyordu. Bu dönemde Vietnam Savaşı da savaş ve doğa tahribatı arasındaki ilişkinin sorgulanmasına yol açmış ve Vietnam Savaşına karşı gelişen protestolar dolaylı olarak çevre protestolarının yükselmesine katkı sağlamıştır. Amerikan askerlerinin kullandığı kimyasallar ormanları ve pirinç tarlalarını hedef almıştı. Dolayısıyla 1960’ların sonuna doğru medya, ABD kuvvetlerinin insanlar yanında doğaya karşı da bir savaş yürüttüğünü yayınlamaya başladı. Bu beraberinde birçok eleştiriyi getirdi. Vietnam’da kullanılan kimyasalları üreten şirketlerin, aynı zamanda ABD’de de zehirli kimyasalların kullanımından kar sağladığına dikkat çekilerek, şirketlerin hem yurtiçi hem yurt dışındaki çevresel yıkımdaki suç ortaklığı vurgulandı (Rome, 2003:546-47). 138 Dolayısıyla savaşı sonlandırmaya karşı mücadele eden hareketlerle çevreyi korumaya çalışan hareketlerin mücadelesi ortak bir yöne doğru kaydı. Modern çevre hareketi, 1970’lerin sonunda gelişen barış hareketiyle de (peace movement) etkileşim içinde olmuştur. Barış hareketi, nükleer silahların kullanımına karşı mücadele eden ve kampanyalar yürüten bir örgütlenmeydi. ABD’de nükleer karşıtı kampanyalar zamanla tehlikeli endüstriyel atıklara karşı kampanyalarla birleşmiştir. Barış hareketi, Almanya ve Avustralya’da ise politik yapılanma sürecinde etkin olarak Yeşil partilerin oluşumuna katkı sağlamıştır. Aynı zamanda bu hareket daha sonra çevre adaleti hareketine (environmental justice movement) doğru evrilmiştir (Rootes, 2004:614). Avrupa’da bu dönemde çevreciliğin yükselişi, pür bir çevre hareketi içindeki örgütlenmeye dayalı olmaktan ziyade öğrenci hareketi, nükleer karşıtı hareket (anti-nuclear movement) gibi farklı bileşenlerin olduğu daha geniş sosyal platformların bir parçası olarak gelişmiştir (O’Neill, 2012:119). Modern çevre hareketi, diğer toplumsal hareketlerden etkilenmekle birlikte, kendisi de yeni gelişen hareketleri etkilemiştir. 1999 yılı sonunda Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı eylemlerle başlayan küreselleşme karşıtı hareketin (anti-globalization movement) kökeni çevre hareketi ve insan hakları hareketine dayanmaktadır. Seattle’daki eylemler, feministler, anarşistler, sendikacılar gibi farklı bileşenlerin yanında çevrecileri de içeren bir buluşmaydı. Çevreci hareket, küreselleşme karşıtı hareketin bir parçasını oluşturmuş, iletişim ağlarını paylaşmış ve piyasaya dayalı bir küresel ideolojiye karşı birlikte mücadeleyi öngörmüştür (Doyle, 2005:163-64). Toplumsal hareketlerle karşılıklı etkileşim içinde gelişen çevre hareketi, kendine özgü örgütlenme biçimleri ve örgüt yapıları oluşturarak günümüze kadar gelmiştir. Uluslararası Çevre Örgütleri Çevreciler, belirledikleri hedeflere ulaşmak ve birlikte çalışabilmek amacıyla çeşitli çevre örgütleri kurmuştur. Çevre hareketi güçlendikçe kurdukları örgütlerin üye sayısı ve destekçileri hızla artmıştır. Bu çevre örgütleri, ulusal ve uluslararası düzeyde çevre sorunlarına ilişkin kamuoyu yaratılmasında önemli bir baskı grubu oluşturmuş, zamanla siyasal karar alma süreçlerinde de etkin bir güç haline Çevre Sosyolojisi gelmişlerdir. Bazen ise kurdukları partiler yoluyla doğrudan siyasal sürece katılmışlardır. Bu çevre örgütlerinden başlıca olanları şöyledir: World Wild Fund for Nature (WWF, Dünya Doğayı Koruma Vakfı): Daha önce “World Wildlife Fund” adını taşıyan bu küresel örgüt, dünyaca ünlü panda bayrağı altında kendisine bağlı ancak önemli ölçüde özerkliğe sahip ulusal örgütlerden oluşmaktadır (Luke, 1997:33). 1961 yılında dünyada sınırlı sayıda kuruluş, doğal yaşamı korumaya yönelik mücadele etmekteydi ve ellerindeki finansal kaynaklar da yetersiz düzeydeydi. Bu nedenle dünyanın önde gelen 16 doğal yaşamı koruma uzmanı, doğal dünyayı koruyacak uzmanların varlığına rağmen, koruma için gerekli finansal desteğin olmadığını belirten Morges Manifestosu’nu imzaladı. Bunun sonucunda, uluslararası bağış toplayan ve koruma hareketine finansal destek sağlayan bir kuruluş olarak Dünya Doğayı Koruma Vakfı kuruldu. Resmi olarak 1961 yılının Eylül ayında İsviçre’de oluşan bu kuruluşa, Londra’da yayımlanan Daily Mirror gazetesinden sağlanan 45.000 Pound ile uluslararası ofis açıldı. Nesli tükenmekte olan panda türleri ve onların egzotik yaşam ortamları, grubun hedeflerinin bir temsili olarak kabul edildi. Edinburgh Dükü Prens Philip Britanya grubunun ilk başkanı olurken, Hollanda Prensi Bernhard uluslararası WWF’nin başkanı oldu. (Luke, 1997:34). internet WWF, Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na http://www.worldwildlife.org adresinden ulaşabilirsiniz. Dünya Doğayı Koruma Vakfı, ticari faaliyetlerle ilgilenen bir kuruluştur. Panda logosunun ticaretini yapmakta ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) desteklemektedir. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu ile dünyadaki en zengin maden, nükleer, ormancılık ve kimya şirketleriyle çalışmaktadır. 1991 yılında Chevron ve Exxon petrol şirketlerinin her birinden 50.000 dolar alan, Du Pont, Monsanto gibi dev kimya şirketleri için 10.000 dolar üyelik ücreti karşılığında çevre seminerleri düzenleyen bir örgüttür (Doyle, 2005:31). Bu nedenle insan hakları, yerli hakları ve çevre hareketleri arasında muğlak bir yeri vardır. Bu bağlamda, Dünya Doğayı Koruma Vakfı ABD örgütünün (WWF-US) ticari amaçlı faaliyetleri göze çarpmakta ve eko-kolonyalist faaliyetler olarak değerlendirilmektedir. Yeşil yönetişim söylemiyle, dünyanın bazı bölgelerindeki biyoçeşitliliği koruyarak şimdiki ve gelecek nesiller için doğal kaynaklardan sürdürülebilir gelir akışı sağlayacağını belirtmektedir. Bu doğrultuda meta üretimi amacıyla kullanılan çeşitli bitki türlerinin ve eko-turizm amacıyla kullanılan yaban yaşam alanlarının korunması için kâr amaçlı projeler yapmaktadır. Bunun sonucunda WWF-US, yaban yaşam alanlarını kendi içkin değerleri için korumak yerine onları pazarlanabilir bir varlığa dönüştürmektedir (Luke, 1997:32). Nesli tükenmekte olan hayvanların gezindiği WWF parklarının etrafında yaşayan Afrikalı ve Asyalılar bu tip ekolojik korumadan rahatsızlık duymakta ve WWF’yi şöyle görmektedir: “Beyaz insanlar, beyaz insanların ziyaret ettiği parklarda beyaz insanların görmek istediği hayvanları korumak için kurallar koyuyorlar”. Yaban yaşamı koruma programlarının beyaz, batılı uzmanlardan oluşan küçük komiteler tarafından gerçekleştirilmesini eleştirmişlerdir (Luke, 1997:38). Bu nedenle WWF-US, 1960’lardan 1990’lara av hayvanlarının korunmasından, fildişi yasağı kampanyalarına kadar uyguladığı farklı projelerle dünyanın en sistemli eko-sömürgecisi olarak görülmektedir. Friends of the Earth (FoE; Dünyanın Dostları): David Brower tarafından 1969 yılında San Francisco’da kurulmuştur. Brower, Sierra Club’ın yöneticisi iken bu örgütün bir nükleer santral inşasını onaylaması üzerine istifa etmiş ve çevresel sorunların çözümü için uluslararası bir örgüte ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Ardından Amerika’da kurduğu FoE ile nükleer enerjiye karşı mücadeleye etmeye başlamış ve örgütü uluslararası hale getirmek için Avrupa turuna çıkmıştır. 1971 yılının Haziran ayında İsveç’te bir toplantıda FoE International (FoEI) kurulmuştur (Rootes, 2015:418). FoEI, ilk olarak ABD, Fransa, İngiltere ve İsveç’de bulunan ulusal FoE gruplarının birleşimiyle kurulmuştur. Kuruluşundan sonra Asya, Avrupa, Afrika ve Latin Amerika’dan 74 ulusal FoE örgütü ve bunların istihdam ettiği 2000’den fazla personeli çatısı altında toplayarak en büyük çevre örgütü hâline gelmiştir (Doherty ve Doyle, 2013:4). 70’in üzerinde ülkeden üyesi bulunmasına rağmen finansal kaynaklar açısından karşılaştırıldı- 139 Çevre Hareketleri ğında Greenpeace, WWF gibi uluslararası çevre örgütlerine göre göreli olarak küçüktür (Doherty ve Doyle, 2006:698). FoEI, şirketlerden finansal kaynak almayı reddetmektedir. Bu nedenle finansal açıdan zayıftır ve yardım kuruluşlarının parasal desteğine bağlı durumdadır. FoE kampanyalarının odak noktası, enerji üretimi, tarım ve ulaşım üzerine politikalar geliştirmek olmuştur. Yaşam standardını koruyarak, kirlilik ve kaynak tüketimini azaltmayı hedeflemişlerdir (Yearley, 2003:161). “Küresel Düşün, Yerel Hareket Et” FoEI’nın kullandığı en tanınmış slogan olmuştur. Bu bağlamda FoEI’nın, Greenpeace, Worldwide Fund for Nature gibi diğer uluslararası çevre örgütlerinden temel farklılığını oluşturan, merkezi olmayan bir örgütlenme yapısına sahip olması dolayısıyla ulusal örgütlerinin önemli bir otonomiye sahip olmasıdır (Doherty ve Doyle, 2013:8). Dolayısıyla uluslararası bir örgütlenmeye sahip olmasına rağmen yerel düzeyde, ulus devlet sınırları içinde politikalarını şekillendirmiştir. Ancak ironik bir biçimde, FoEI merkezi olmayan, saha temsilcileri ve gönüllülere önem veren bir örgüt yapısını savunan bir anlayışa sahip olsa da ABD’deki FoE, Brower’in örgüt üzerindeki kontrolü nedeniyle içsel bir ayrışma yaşamış ve sonrasında yaşanan süreç örgütün gücüne zarar vermiştir. 1980 yılında Brower’in, başkanlıktan istifaya zorlanması ve ardından 1986 yılında istifa etmesiyle Amerika’daki örgütün üye sayısı hızla azalmıştır. 1986 yılında yaklaşık 30.000 olan üye sayısı 1986 yılında 17.000’e düşmüştür (Rootes, 2015:418). Uluslararası ölçekte FoE’ler ortak bir düşünsel temele sahip olsa da ulusal ölçekte farklılıklara sahip olmuşlar, bazıları diğerlerine göre daha merkezi bir yapılanma içine girmiş (örneğin İngiltere FoE), bazıları ise özerk taban örgütlenmeleri ve bunlar arasında kurulan ağlara dayalı bir yapılanma (örneğin Avustralya FoE) sergilemiştir. Neticede, FoEI, çevre örgütlenmelerini yalnızca kuzey ülkeleriyle sınırlamayıp, güney ülkelerini de sürece katması ve daha çok kuzey ülkelerinin egemenliğinde olan çevre politikalarına meydan okuması açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Greenpeace: 1969 yılında Kanada’da Sierra Club’dan ayrılan nükleer karşıtı bir grubun, ABD’nin nükleer testlerine tepkilerinden doğmuş ve bu grup 1971 yılında Vancouver’dan Alaska’ya iki tekneyle ilk eylemlerini gerçekleştirmek için 140 giderken kendilerini Greenpeace olarak adlandırmışlardır (Eden, 2004:595). Kuzey Pasifik’teki Aleutian Adası’na ABD donanmasının nükleer denemelerini durdurmak amacıyla gitmişlerdir (Zelko, 2004:129). Kuzey kutbunda denizde gerçekleştirdikleri ilk protestoları hedefine ulaşamamıştır. 1972-1974 yılları arasında bu defa Güney Pasifik’de Fransa’nın nükleer denemelerine karşı harekete geçmiş ve tekneleriyle iki kez başarılı bir şekilde hedeflerine ulaşmışlardır. Bunun sonucunda Kanada dışında ilk defa Yeni Zelanda’da Greenpeace kurulmuş ve böylece örgütün uluslararasılaşmasına doğru adım atılmıştır (Zelko, 2004:130). Bugün Greenpeace International, Avrupa, Amerika, Afrika, Asya ve Pasifiklerde 55’ten fazla ülkede bağımsız 27 ulusal ve bölgesel örgüte sahiptir. internet Greenpeace, https://www.greenpeace.org/international/ adresinden ulaşabilirsiniz. Greenpeace, nükleer karşıtı kampanyalarına devam etmekle birlikte, 1973 yılından sonra kampanyalarını balina avcılığı karşıtlığına doğru genişletmiştir. Bu protestolarda da şişme botlar kullanarak balina avlayan teknelerle karşı karşıya gelmişlerdir (Eden, 2004:596). 1976’da ise fok yavrularının avlanmasına karşı kampanya yapmışlardır. Zehirli madde ve kirliliğe karşı kampanyaları 1970’lerin ortasında başlamış ve bu kampanyaların kapsamına 1990’da asit yağmurları, hava kirliliği, ozon tabakasının incelmesi ve küresel ısınma gibi ekolojik sorunlar dâhil edilmiştir (Eden, 2004:597). 1980’lerin sonuna doğru ekolojik sorunlara ilişkin farkındalığın artmasıyla, Greenpeace’in bu kampanyalarına destek dünya ölçeğinde üç milyona ulaşmıştır. Greenpeace misyonunu, biyoçeşitliliği korumak; toprak, hava, tatlı su ve okyanusların kirlenmesi ve kötü kullanımını engellemek; nükleer tehdidi durdurmak, barış ve küresel silahsızlanmayı sağlamak olarak açıklamaktadır. Temel değerlerini ise şiddet içermeyen eylemlilik, hükümet, şirket ve siyasi partilerden paranın kabul edilmediği ve bireysel katkı ve vakıflardan bağışa dayalı bir finansal bağımsızlık, yeşil ve barışçıl bir geleceğin inşası olarak sıralamaktadır (Greenpeace.org). Çevre Sosyolojisi Hızlı bir bilimsel ve teknolojik gelişimden (en çarpıcı örneği olarak atom bombası), tüketimcilik ve bunun yarattığı materyalist kültürden, ABD’nin emperyalist ve militarist dış politikasından kaygı ve korku duymuşlardır. Greenpeace kurucuları, ABD’deki barış hareketiyle kökensel olarak ilişkilidir. Savaş sonrası dönemde ABD’de gelişen radikal pasifizm ve karşı kültürden etkilenmişlerdir (Zelko, 2004:129). Kendi kameraları ya da eylemlere eşlik eden gazetecilerin ilk elden haberlerini kullanarak filmler yapan, medyayı etkin ve başarılı biçimde kullanan bir örgüttür. Ayrıca protestolarında tekneleri kullanmanın yanında bedensel protestolar da kullanmaktadırlar (Eden, 2004:603). Hem Greenpeace hem de Friends of the Earth çevre sorunlarına karşı harekete geçmek ve tanıklık etmek için kurulmuş, korumacı hareketin yetersizliklerine bir cevap olarak doğmuştur. Ancak aralarındaki fark, Greenpeace’in, yeni sol hareketin mirasından beslenmek yerine (ABD hariç), kitle iletişim araçlarını kullanarak profesyonel kampanyalar düzenleyen bir örgüt oluşudur. Her iki örgüt de daha eski çevre örgütleriyle kıyaslandığında daha radikal bir imaj sergilese de genellikle taktikleri, stratejileri ve gündemleri açısından ılımlı bir yapıya sahip olmuşlardır. Toplumsal sistemde temel değişimler istemek yerine var olan sosyal ve politik düzenlemeleri eleştirmekle yetinmişlerdir (Rootes, 2004:615). Yukarıda incelenen üç örgütün (WWF, FoE ve Greenpeace) stratejik seçimlerinde farklı yollar izlediği görülmektedir. Ancak onların bu seçimlerini belirleyen ise kurumsal yapı, toplumsal yapı, ulus ötesi kültürel yapı ve kendi geleneksel örgüt yapılarıdır (Doherty ve Doyle 2013:8). Bu çerçevede Greenpeace oldukça merkezi bir yapıya sahip, kampanyalarını ideolojik değil ahlaki temeller üzerine kuran kuzey merkezli bir örgüt iken, Dünya Doğayı Koruma Vakfı politik yapıyla mücadele ve protestolarında radikal olmayan, sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen, doğayı korumayı yoksullukla mücadelenin bir aracı olarak gören bir kuruluş olarak, FoE ise neoliberalizmi eleştiren ve küresel adalet hareketiyle ilişkilenen bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır (Doherty ve Doyle, 2006:698). Bu üç çevre örgütü, ekolojik sorunlara karşı çevre bilincinin oluşturulması açısından farklı düzey ve biçimlerde katkı koymuşlardır. Yeşil Partiler (Green Parties): Çevreci hareketin kurumsallaşmasının önemli parçalarından birini Batılı ülkelerde gelişen yeşil partiler oluştur- muştur. Bunlarla çevreci hareketin siyasi alandaki konumu ve görünürlüğü pekişmiştir. 1972 yılında ilk yeşil parti Yeni Zelanda’da kurulmuş ve 1979 yılında ise parlamentoya ilk yeşil üye İsviçre’de seçilmiştir. 1980’lerde ise Batı Avrupa’daki yeşil partilerin çoğu kurulmuştur. Yeşiller günümüzde Avrupa çapında hem ulusal hem de yerel düzeydeki meclislerde yer almaktadır (Richardson, 1995:3). Ancak yeşil partiler çevre hareketinin parlamentodaki basit bir uzantısı olarak görülmemelidir. Yeşil partilerin kuruluşu, yerleşik çevre örgütlerinin liderleri tarafından şüpheyle karşılanmış ve partileşme sürecinin kendi etkilerini azaltacağından korkmuşlardır. Ancak çevre örgütlerinin üye sayısı, her yerde yeşil partilere oy kullanan seçmen sayısını aşmıştır. Aralarındaki bu mesafeli duruşa rağmen, yeşil partiler parlamentoda siyasi temsiller elde ettiğinde, çevrecilerin, politikaları etkilemekte kullandığı bir araç işlevi görmüşlerdir. Örneğin, Almanya’da yeşiller, çevre hareketi içinde öne çıkan aktörler olmamasına rağmen önde gelen çevre örgütleriyle iletişim kurmuş; İngiltere’de ise yeşiller siyasal sistem içinde marjinal olarak kaldığından kendilerini çevre hareketinin bir parçası olarak görmeyi tercih etmiştir (Rootes, 2004:623-24). Aralarındaki etkileşim her zaman var olmuş, hatta çevre hareketindeki bazı önemli isimler daha sonra bu partilerin üyesi olmuştur. Yeşil partileri diğer sağ, sol veya merkez partilerden ayıran, ekonomik büyümeye dayalı bir toplumsal yapıyı benimsememeleridir. Sınırlı doğal kaynakların sürekli bir büyümeyi imkânsız kıldığını savunmaktadırlar. Tüketim toplumuna karşı gezegenin sürdürülebilirlik kapasitesini baz alan koruma toplumunu önermektedirler (Richardson, 1995:8). Yeşiller, çevre politikaları yanında sağlık, gıda, denizaşırı ülkelere yardım ve kalkınma konularıyla da ilgilenmiştir. Çevre hareketinin bu örgüt ve partiler içinde giderek kurumsallaşan bir yapıya bürünmesi, beraberinde bürokratik merkezi bir yapının oluşumu ve taban hareketleriyle etkileşimin azalması gibi birtakım kaygıları doğurmuş ve birçok çevreci ve ekolojist tarafından bu durum eleştirilmiştir. Bunun sonucunda farklı amaç ve örgütsel yapıda yeni çevresel hareketler ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında “Earth First!”, “Çevresel Adalet Hareketi (Environmental Justice Movement)” ve “Küçülme Hareketi (Degrowth Movement) sıralanabilir. Şimdi sırasıyla bunlar incelenecektir. 141 Çevre Hareketleri Earth First!: 1980 yılında, Greenpeace, FoE gibi daha yerleşik çevre örgütlerinin ılımlı politikaları ve kurumsallaşmalarına karşı oluşan hoşnutsuzluklar sonucunda ABD’de kurulmuş daha radikal bir çevre örgütüdür. Formel bir örgütlenme yerine ağ biçiminde örgütlenmeye dayalı olarak kurulmuştur. 1977 yılında ABD’de yaban yaşamının ticari sömürüsüne karşı küçük bir grup erkeğin harekete geçmesiyle filizlenmiş ve adı, sloganı ve logosu 1980 yılında grubun Meksika’dan bir dönüş yolculuğu sırasında açığa çıkmıştır (Rootes, 2015:422). 1980 Temmuz’unda “Nature More. The Newsletter of Earth First” adıyla kendi dergilerini yayınlamışlardır. 1981 yılının Mart ayında yayınları aracılığıyla, bu grubun dünyanın savunusu için, militan eylemlere ve cesur davranışlara inanan, radikallerden oluşan, anayasası, tüzüğü ve ofis memurları olmayan bir grup olduğu deklare edilmiştir. Ardından 1982 yılında dergilerine abone olanların sayısı 1500’ün üzerine çıkmıştır (Rootes, 2015:423). Bu grup strateji, taktik ve hedefleri açısından bakıldığında, Greenpeace gibi profesyonelleşmiş bir örgüt yapısıyla medyanın ilgisini çekecek kampanyalar düzenleyen, reformist bir çevreciliği benimsemek yerine karşı oldukları faaliyetler için doğrudan bozucu eylemleri tercih etmiştir (Rootes, 2004:619). İlk Earth First! üyeleri yaban yaşamını korumak için sabotaj yapmanın da dahil olduğu radikal eylem biçimlerini benimsemiştir. Ancak sonrasında grubun üyeleri arasında, daha etkin protestolar yapabilmek amacıyla eylemlerin şiddet/şiddetsizlik içerip içermediği üzerine tartışmalar yaşanmış, sivil itaatsizliğin bir eylem biçimi olarak etkinliği tartışılmıştır (Rootes, 2015:423). Bu tartışma grubun ilk kurucularından David Foreman ve bazı grup üyelerinin sivil itaatsizlik eylemlerini etkisiz bulması nedeniyle gruptan ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Çevresel Adalet Hareketi (Environmental Justice Movement): Çe