🎧 New: AI-Generated Podcasts Turn your study notes into engaging audio conversations. Learn more

Beyaz Zambaklar Ülkesinde Copy Extract[45-66].pdf

Loading...
Loading...
Loading...
Loading...
Loading...
Loading...
Loading...

Full Transcript

Mark veremez. Jarv nen’ n yaptığı g b , doğduğu kasabada kurulacak olan büyük b r gazeten n yayınlanması ç n gereken yardımda bulunamaz. Ben bunları kend m övmek ç n söylem yorum. Burası, b r şahsın kend s n övüp göklere çıkaracağı b r yer değ ld r. S zler n huzurunuzda, ben m şahsımda, genç, güçlü...

Mark veremez. Jarv nen’ n yaptığı g b , doğduğu kasabada kurulacak olan büyük b r gazeten n yayınlanması ç n gereken yardımda bulunamaz. Ben bunları kend m övmek ç n söylem yorum. Burası, b r şahsın kend s n övüp göklere çıkaracağı b r yer değ ld r. S zler n huzurunuzda, ben m şahsımda, genç, güçlü ve sağlam olan F n m llet n n şahs yet bulunmaktadır. Ben burada, s z n karşınızda ağaç kabuklarıyla karışık çavdar ekmeğ yle beslenen, ormanlar ve bataklıklar arasında tahammül ederek çalışan F n m llet n tems l ed yorum. F n m llet arasında reçel kralı nad rd r ama bu m llet n arasında ben m g m Jarv nen’ler yok değ ld r. Jarv nen sm taşıyanlar b r taburdur. Ben m g b ler halk arasında b nlerce mevcuttur. Ben m g b Jarv nen’ler hâlâ ormanda ağaç kökler sökerler, dağlardan taşları yuvarlarlar. Bunların da b r çoğuna yoksul hayatları dar gelmekted r. B z zorluklardan ve çalışmaktan korkmayız, daha çok çalışıyorlar d ye başkalarını kıskanmayız. Yalnız Jarv nen c ns nden olanlara bu geç m yolu dar gelmekted r. Onların canını sıkmaktadır. Onlar daha güzel b r hayat arzu etmekted rler, daha parlak b r st kbal üm t etmekted rler. Güneş g b daha parlak, daha güzel, daha güçlü b r gelecek arzusundadırlar. Onların ruhunda kaynaşan, fışkırmak steyen b r şey vardır ama çıkış yolu bulamıyor. Geçen yıl İtalya’nın güney ne g tm ş ve reçel yapımında kullanılmak üzere b r gem dolusu portakal satın almıştım. B rkaç günlük gez y fırsat b lerek Napol c varındak Vezüv Yanardağı’nın doruğuna çıkmıştım. Dağın doruğundak volkanın ağzını seyrederken kend gençl ğ m hatırladım. O zamank f k rler m ve duygularımı düşündüm. Bütün F n m llet n n hal n düşündüm. Krater n ç nde kara ve koyu b r lav kütles kaynıyor ve köpürüyordu. Lavlar krater n dar ağzına doğru bazen yüksel yor, bazen alçalıyordu. Sank volkanın ç nde krater n darlığına rağmen nefes almak steyen müth ş cüssel b r b r dev vardı. Dağın ç nde b r ken ateşl lavlara volkanın ağzı dar gel ‐ yordu. İşte bu yüzden yeraltında varolan güçler ve çtek ateş lavlarını dışarıya fırlatıyordu. Ben de b r zamanlar bu durumdaydım. Ş md F n m llet de aynı durumdadır. Jarv nen demek, F n m llet demekt r. Haydut Karokep Jarv nen konuşmasının bu yer nde Haydut Karokep’ n hayatını hatırlattı: _ Efend ler! Bundan y rm beş yıl önce bütün F nland ya’yı heyecan ve dehşet ç nde bırakan Johan Karokep sm n hatırlıyor musunuz? Karokep, b r hırsız ve hayduttu. Büyük şeh rlerdek bankaları, şyerler n ve k l seler soyardı. Hırsızlık yaparken âdeta pol se meydan okurdu. Gereks z yere c nayetler şl yordu. Bu yüzden tutuklandığında akl denges n n yer nde olup olmadığının anlaşılması amacıyla önce akıl ve ruh hastanes ne gönder lm şt . Karokep, oradan büyük b r cesaretle kaçtı ve z n kaybett rd . F nland ya’da sm artık anılmaz oldu. Belk de zlend ğ sırada açılan ateşlerden ağır b r şek lde yaralandı, öldü ve arkadaşları da cesed n meçhul b r yere gömdüler. Herkes böyle düşünüyordu. Artık Karokep’ten bahsetmekten vazgeçt ler. Efend ler Karokep yaşıyor! Geçen yıl, İtalya’da bulunduğum sırada, Napol ’de kend s yle görüştüm. Ben onu tanıyamadım. F nland ya’da yaşayan herkes g b ben de onu ölü sanıyordum. B r lokantada yemek yerken o ben tanıdı ve masama geld . Yanında da çok yakışıklı üç oğlu vardı. F n m llet n n en gürbüz ve en güzel örnekler yd sank . Uzun boylu, gen ş omuzlu, y ğ t duruşlu, kumral saçlı ve mav gözlüydüler. Yüzler Güney Amer ka’nın yakıcı güneş n n etk s yle esmerleşm şt . İtalyanlar bunlara “Apollon Oğulları” d yorlardı. Üçü de Avrupa’nın üç ayrı ün vers tes nde eğ t m görüyorlarmış. En büyüğü İsv çre’de Ormancılık Fakültes ’nde okuyor ve Kal forn ya’da b r ormancılık şletmes n n yönet c l ğ n yapıyormuş. En küçüğü Fransa’da Z raat Fakülte‐ s ’nde, ortanca olanı da Almanya’da K mya Fakültes ’nde eğ t m görüyormuş. Der , odun ve yağların k myasal şlemler konusunda yaptığı ncelemeler, ünlü Alman ün vers teler nden b r n n d kkat n çekm ş. Bu genc n ünlü b r k mya mühend s olması beklen yormuş. Bu üç zek , güzel ve k bar çocuk, ülkem zde b r zamanlar haydutluk yapan Karokep’ n oğullarıdırlar. O zamanlar gazeteler, Karokep’ n b r a les olduğunu, eş n n kocasının şled ğ c nayetlerden habers z yaşadığını ve Karokep’ n gayet sevg dolu b r eş ve y b r baba olduğunu yazmışlardı. Sonra Karokep’ n eş ve çocukları da unutuldu. Fakat babaları onları unutmamış ve dostları aracılığıyla Amer ka’ya get rtm ş. Ancak eş Amer ka’ya g derken yolda sarı humma hastalığına yakalanmış ve ölmüş. Karokep üç çocuğunu b zzat kend s yet şt rm ş, onlara hem analık, hem babalık yapmış. Çocuklarıyla b rl kte eğ t m görmey sürdürmüş. Karokep -ş md sm n değ şt rm şse de burada yen sm n söylemeye gerek görmüyorum- k transatlant k gem s yle Cenova’ya buğday gönderm şt . Aynı zamanda kend s de çocuklarıyla b rl kte İtalya’yı görmek stem şt . Karokep, yen sm yle, yen yurt ed nd ğ Güney Amer ka ülkeler nden b r nde t caret yapmış, para kazanmış ve buğday kralı olmuştu. O kadar çok zeng n olmuş k , s z n Reçel Kralı Jarv nen b le onun yanında yoksul kalır. Çocukluğumuzda ve sonraları gençl ğ m zde b z Karokep’le dosttuk, k m z n de a les yoksul katrancılardı. Karokep’le b rl kte büyüdük, öyle tesadü er oldu k aynı zamanda babalarımız vefat ett ve yet m kaldık. Dul kalan anneler m z b z şehre götürdüler. Ben b r fırıncının yanına çırak ver‐ d ler; Karokep de zeng n b r tüccarın yanına yerleşt r ld . Bu tüccar, ülkede yün, yapağı, ve çamsakızı toplar ve hracat yapardı. T caret yaptığı yerlerde yet şen buğday ht yacı karşılamadığından, dışardan thal ett ğ buğdayı köylülere satardı. Karokep, yakışıklı, zek , namuslu ve çalışkan b r çocuktu. Yalnız son derece h ddetl ve taşkın b r çocuktu. Kend s n tahk r edenlere karşı herşey yapmayı göze alan b r gençt . Kızdığı zaman kend s n b r t treme alır, benz sararır, d şler gıcırdar ve yılan g b tıslayarak “ben sana Karokep’ n k m olduğunu ve onu tahk re nasıl cesaret ed ld ğ n öğret r m..” d yordu. Bu tüccar, Karokep’ sevd . Her yerde onun namuslu oluşundan bahsed yordu. B rkaç yıl sonra öneml satın almaları ona devretmeye ve kend s ne oldukça yüksek m ktarda paralar tesl m etmeye başladı. N hayet onu büyük depolarından b r n n müdürlüğüne tay n ett . Burada alışılmışın dışında ve anlaşılmaz b r olay meydana geld . Karokep h çb r dayanağı olmadan efend s n n kend s ne tesl m ett ğ yüksek m ktardak parayı köylülere dağıtmış ve tüccarı oldukça büyük zarara sokmuş. Bundan başka efend s ne de adamakıllı b r dayak atmış. Mahkemeye ver lm ş. Karokep mahkemede ağzını açmamış. Sadec s n rl s n rl gülmüş. Mahkeme sonunda, “Ben m yer me onu mahkûm etseyd n z daha y yapardınız.” demekle yet nm ş. Tüccar sonradan “Karokep gal ba del rd !” dem ş. Karokep b rkaç ay cezaev nde yattı. Bu süre ç nde k mseyle l şk kurmamış, sadece okumakla meşgul olmuş. Yalnız z nc re vurulmuş olan mahkûmların şled kler c nayetler d nlemekten zevk almış. Karokep cezaev nden çıktıktan sonra eş n ve çocuklarını alıp yabancı ülkelerden b r ne gönderm ş. Bundan sonra F nland ya’da korkusuzca yapılan hırsızlıklar, soygunlar ve c nayetler başlamış. İk yıl ç nde b rkaç banka ve on kadar k l se soyulmuş, üç papaz c nayete kurban g tm ş. Herkes n sevg s n kazanmış olan b r beled ye doktoru, hasta z yaret ne g derken yol üstünde öldürülmüş. Fakat üstünde bulunan h çb r şeye dokunulmamış, öldürülmes ç n mantıklı h çb r neden de bulunamamış. Son olarak da b r şehr n kıyısındak mezarlık k l ses ne hırsız g rm ş. K l sen n yanında oturan papaz, tesadüfen k l se pencereler nden b r nden ışık geld ğ n görmüş. H zmetl y çağırarak b rl kte k l seye doğru g tm şler. Yüksek b nanın kapısında hırsızla burun buruna gelm şler. Adam b r darbede h zmetl y yere serm ş. Arkada duran papazın başına da dem r b r çubukla vurmuş ve kafasını parçalamış. Papaz y ne de bağırarak yardım stemey başarmış. Ayışığının olduğu karlı b r kış geces ym ş. O sırada b rkaç köylü tesadüfen mezarlığın yanından geçmekteyken mdat ses n duymuşlar ve hemen oraya koşmuşlar. B r s n n kaçmakta olduğunu görmüşler. Peş ne düşüp yakalamışlar ve pol se tesl m etm şler. Sorguda sm sorulunca “Haydut ve Kat l Karokep” dem ş. S n rl b r gülüşle ve sükûnetle, banka, şyer ve k l seler nasıl soyduğunu, üç papazı ve b r doktoru nasıl öldürdüğünü anlatmış. “K mden yardım gördün?” sorusuna da “Heps n kend m yaptım. Yardımcılarım sadece bana b lg verd . H çb r n n sm n de söylemeyeceğ m. Bütün bunları kend hesabıma yaptım ve tüm sorumlulukları üzer me alıyorum. Oyunu kaybett m. Alınız kader m s z n el n zde. Her şeye razıyım, stersen z öldürün ama yardımcılarıma da r bana sou sormayın.” cevabını verm ş. Bundan sonra Karokep hastaneden kaçtı ve h çb r z bırakmadan ortadan kayboldu. Bu olayların üstünden yıllar geçt ve her şey unutuldu. Ş md Napol ’de, b zzat Karokep, yemek yed ğ m masanın yanına gel p, F nce bana: _ Afeders n z, s z Jarv nen değ l m s n z? d ye sordu. Ben, “Evet.” ded m ve şaşırdım. _ Jukko Jarv nen? d ye tekrar sordu. _ Evet... ded m. _ Tomerfors c varındak Kolmarv ’den değ l m s n z? _ Evet, evet ama s z bunları nereden b l yorsunuz? Ben s z görüyorum. lk kez _ Ben esk Karokep’ m... d yeb ld . _ Jukko, ben m esk arkadaşım Jııkko!.. Ah ben m sevg l çocukluğum... O zamank küçük dostun Johan’ı hatırlıyor musun? Esk Karokep’e el n uzatacak mısın? Karokep’le b rl kte odama g tt k. Gece geç vakte kadar F nce söyleşt k. Bana şunları söyled : _ Oğullarım Karokep’ n k m olduğunu b lmezler. Amer ka’da k kez vatan değ şt rd m ve k kez de sm m değ şt rd m. A lem Güney Amer ka’ya götürdüm, kend m Kıızey’de çalıştım. Ben doğuştan yarı Amer kalı, yarı İspanyol’um. Ama ruhum F n’d r. Ş md nasıl yaşadığımı görüyorsun. Günahlarımı t raf etmek stesem ben d nler m s n? Ben m z m k mseye söylemeyeceğ ne da r namusun üzer ne söz ver yor musun? Jarv nen, ben sen n hayatını b l yorum. B z m Suom ’n n gel şmes n de zl yorum. Sen daha çocukken, ben sen çok severd m. Ş md k Reçel Kralı’nı da çok sev yorum. Gençl k dostunun nasıl b r olduğunu anlamanı ster m. Johan Karokep’ten nefret etmen stemem. Johan Karokep can değ ld . _ Sen o zaman ruhen hastaydın değ l m ? _ Sen ne kadar hasta d ysen, ben de o kadar hastaydım. O zamanlar ben cah ld m. B r kere düşün. Kapkaranlık b r ev n ç nde dolaşıyorsun. Yüzlerce odanın ç nde çeş t çeş t şeyler var. Ama h çb r ışık zerres yok. El yordamıyla g d yorsun. Elbette çevredek eşyalar kırılır. Hem başkalarının eşyalarını kırar döker, hem kend n yaralanırsın. İnsan böyle b r yerde yalnız kalınca del m , can m , yoksa ışıktan yoksun bedbaht mı olur? İşte o zaman b raz sevd ğ n Johan bu hâldeyd . Böyle karanlıkta kalmış daha kaç m lyon Johan vardır. Karokep el m tutarak sözler ne devam ett : _ Ah Jukko’cuğum, hayatın bu zal m anlarında sen n de b r tarafa yalpalayıp devr lmed ğ ne sev n yorum. Ana ben efend m n depolarında çalışırken sıkılıyordum. B r şeyler bana dar gel yordu. Ben, “O sıralar ben de b r darlık sıkıntısı yaşıyordum.” d ye karşılık verd m. “İşte görüyorsun ya!” ded Karokep. “M lyonlarca Jarv nenler, Karokepler, hayatın b r dönem nde darlık h ssed yorlar. Daha gen ş daha güzel daha neşel b r şeyler st yorlar. Ben m geç m m y yd . B r eş m, üç küçük çocuğum vardı ve onları sev yordum. Kend başıma t caret yapma düşüncem de vardı. Fakat ben sıkılıyordum. B rgün, b r de baktım k , b z m efend n n deposundak kantar h lel . Köylülerden aldığı malları başka kantarla, köylülere sattığı buğdayı başka b r kantarla tartıyordu. Her k s yle de köylüler aldatıyordu. Yıllardır bu ş n böyle devam ett ğ n , ben m de b lmeyerek kend s ne hırsızlıkta yardımcı olduğumu anladım. Fena hâlde canım sıkıldı. El mdek paraların heps n köylülere dağıttım. Depo sah b ne de tem z b r dayak attım. El mden almasalardı, belk canını da alırdım. Mahkemede ben mahkûm ett ler. H lel kantarlardan sözetmey düşündüm ama köylüler kantardan ş kâyet etmeyecekler ne da r mzayla yükümlülük altına g rm şlerd ; vazgeçt m. Köleler!.. Aptallar!.. Ş kâyet edecek olurlarsa, tüccar artık k mseye veres ye vermez d ye korkuyorlardı. Ben de sustum. Kölelerden nefret ett m. Bunları hesap sormaya ve syana teşv k ç n, kend ler n dövmek geld ç mden. Cezaev nde sürekl düşünüyordum. Tutukluluğum b tt kten sonra ben salıverecekler. O zaman ne yapacağım? H lel kantarla tekrar başkalarını aldatmaya mı başlayacağım ya da ben aldatmalarına tahammül mü edecekt m? Böyle düşününce canım çok sıkıldı. Zavallı halk!.. Zavallı nsanlar... Hem soyulurlar hem de b rb rler n soyarlar. Tanrı sevg s ç n büyük mabetler nşa ed yorlar, sonra b r mabed n önündek meydanlıkta b nlerce nsanı d r d r yakıyorlar. B rtakım k ş ler de Tanrı aşkına ölüyor. Ben de artık nsanlara ve Tanrı’ya syan ett m. İspanya’da olup da oradak nsanlara ruhsal ve bedensel şkence edemed ğ me hayı anıyordum. Eğer orada olsaydım, onlara bağırarak, “Köles n z!.. Kurbansınız!.. Çekeceks n z!.. Mahvolunuz!..” derd m. Artık nsanlardan ve Tanrı’dan nt kam almaya karar verd m. Bankaları soydum. Buraları soymakla daha çok nsanın felâket ne sebep olacağıma nanıyordum. En hoşlandığım şey k l se eşyalarını çalmaktı. En y papazların k mler olduğunu araştırıyor, g d p onları öldürüyordum. Ey Tanrım, ben neden yakalatmıyorsun, d ye b r yandan da syan ed yordum. Yakalanmayınca daha çok kızıyordum. Yalanı, h ley yeryüzünden kaldırmak ç n, el mden gelse bütün nsanları yok etmey st yordum. Bu sırada tekrar yakalandım ama korkmadım. Yalnızca şaşırdım. Demek k her şey yalan değ lm ş. Ancak ben kurşuna d zecekler yerde ‘del d r’ d ye akıl hastanes ne gönderd ler. Kend kend me, ‘Aptallar, ahmaklar, yalancılar...’ ded m. Ben de aptallık yapıp, eller ne düştüm. Yerler karlarla kaplıyken, ayışığı ortalığı ş t rken, h ç hırsızlığa g d l r m yd ? B r müddet akıl hastanes nde kaldım. Sürekl ben sorguya çek yorlar ama derd m anlamıyorlardı. B r fırsatını bulup oradan da kaçtım. Aklıma s ns b r plan geld . Kafasını yardığım papaz y leşm ş ve tekrar öncek ev nde oturuyormuş. Hastaneden kaçtıktan sonra, b r dostumun ev nde kıyafet değ şt rd m ve o gece doğruca papazın ev ne g tt m. Pencereden baktığımda, oturmuş, b r k tap okuduğunu gördüm. Alnındak yaranın z hâlâ bell yd . Kapıyı çaldım. Ayak sesler n n yaklaştığını duydum. _ K m o? d ye seslend . _ Papaz Efend ’y arıyorum, ded m. _ Ne yapacaksın? d ye sordu. _ D n şler ç n... d ye cevapladım. Papaz kapıyı açtı. El nde b r mum vardı. Ben y ce göreb lmek ç n el ndek şamdanı y ce kaldırdı. B r şey hatırlıyormuş g b kaşları çatıldı, vücudunu b r t treme aldı. Ben kapıda durup; _ Ben tanıdınız mı? d ye sordum. _ S z b r yerde gördüm sanıyorum ama nerede olduğunu y ce hatırlamıyorum. Son zamanlarda hafızam çok zayı adı, ded . _ Ben s ze yardımcı olayım, ded m. K l se soygununu hatırlıyor musunuz? Papaz ger led ama bağırmadı. Kapıyı da kapamadı. Der n b r soluk aldıktan sonra usulca sordu: _ S z hap ste değ l m yd n z? _ Kaçtım. _ Buraya n ç n geld n z? _ Ben saklayasınız d ye. B r zamanlar can ler n k l selerde saklandıklarını b r yerde okumuştum. Ben s z öldürmek stem şt m. Ş md de b r papazın kend kat l ne karşı nasıl davranacağını görmek st yorum. _ Buyrun, çer g r n. Adımımı çer atar atmaz, kapıyı sertçe kapadım. Alaycı b r gülüşle: _ Ş md s z tekrar öldürmeye kalkışırım d ye korkmuyor musunuz? ded m. _ Hayır korkmuyorum, ded . _ N ç n? d ye sordum. _ Gözler böyle olan nsanlar öldürmez, d ye cevap verd . _ Ben m gözler m nasıl? d ye sordum merakla. _ Hüzünlü, der n b r kederle dolu. S z ruhen çok fazla hastasınız. Odaya g rel m. O an bana ne oldu anlayamadım. Önce dem r kadar sert Karokep, bu kez sıcak odaya get r len donmuş balık g b b rden b re yumuşadı. Masanın üzer nde papazın okuduğu İnc l açık duruyordu. _ Karnınız aç mı? B rşey yemek ster m s n z? d ye sordu. Ben sertçe; _ Şarap get r! ded m. Göğsüme b r şeyler battı, boğazım tıkandı. Ev sah b odadan çıkınca sandalyeye oturup ağlamaya başladım. Çocukluğumdan ber h ç böyle ağladığımı hatırlamıyorum. Papaz b r bardak şarapla, b r d l m tereyağ sürülmüş ekmek get rd . Ben huzurunda d z çöküp el n tuttum. _ Ben affed n z... Affed n z... ded m. _ Rahat olun, şarabınızı ç n. Ne st yorsanız söyley n z. _ Ne söylemek m st yorum? Ben syan etmek st yorum... Papazla alay etmek, belk de onu öldürmek ç n buraya geld m... Sonuç başka türlü oldu... Ben per şan b r hâlde, yıllardan ber neler h ssett ğ m , yeryüzünde ve gökyüzünde yalanı öldürmek sted ğ m anlatmaya başladım. Ev sah b ben sak nce d nl yor, yalnız arada b r eller m ve başımı okşuyordu. H kâyem b tt kten sonra papaz gülümseyerek sordu: _ Demek s z Tanrı’yla mücadele ed yorsunuz. Tanrı’yı kızdırmak ç n de k l seler soyuyor ve y nsanları öldürüyordunuz. S z çok budala ve sef l b r adamsınız. _ Ama Tanrı varsa, n ç n ben m cezamı verm yor? _ Yavrum sen Tanrı’yı kend n g b sanarak onunla uğraşmaya kalkmışsın. Tanrı sen n g b can lere benzemez k sana karşılık vers n. Eğer Tanrı sen n cezanı vermem şse, kend n düzeltmen beklem şt r. Önce o Küçük Johan nasıl y ve masum b r çocuktuysa, sen y ne öyle olmaya çalış! _ O hâlde g d p kend m tesl m olayım... _ Hayır buna gerek yok. Hz. İsa’ya günahkâr b r kadın gelm ş, günahlarını affett rmek ç n ne yapması gerekt ğ n sormuş. Hz. İsa da ona, “Kalk g t, b r daha günah şleme.” dem ş. Sen de bundan sonra namuslu b r adam ol. Namusunla çalış, kazan. Sanıyorum sen n çocukların da var. Onları terb ye et. Geç mler n dürüst b r şle kazanmayı öğrens nler. İşte az z m Jukko! Ben tekrar namuslu hayata döndüm. Çocukları yet şt rd m, okuttum, adam ett m... Ben m h kâyem şte böyle... Ş md de sen bana, nasıl Reçel Kralı olduğunu anlat. Çünkü Jarv nen le Karokep k çocukluk arkadaşıdır. Onlar b z m m llet m z n k yarısıdır. B r s soğuk b r karanlık ve cehalet ç nde ölmüştür. D ğer de güneş n ışıklarıyla “aydın” b r bahar hayatı yaşamaya çağrılıdır. Jarv nen konuşmasının burasında Halk Ün vers tes ’n n profesörler ne şunları söyled : _ İşte s zler çalışmalarınıza devam ederken, Reçel Kralı olan Jarv nen’e ve ben m g b daha b r çok Jarv nenlere yaptığınız h zmetler anmak ster m. Değerl Hocalar! Jarv nenlerle , Karokepler hep aynı m llet n evlatlarıdırlar. Her b r s çocukluğunda y etk lere olduğu kadar, kötü etk lere de açıktır. Eğer ben herkes n saygısını ve sevg s n kazanmış b r adam olmuşsam, bu ben m kend becer m değ ld r. Eğer sevg l çocukluk arkadaşım Johan Karokep, haydut ve kat l olmuşsa, bu onun kabahat değ ld r. Bu onun yalnızca tal hs zl ğ d r. Jarv nen le Karokep aynı madalyonun b rer yüzüdür. Aynı ağacın k dalıdır. Ağacın gövdes se m lyonlardan oluşan halk k tles d r. Jarv nen, Okunen ve Gulbe Nasıl Kral Oldular? Ben önceler yoksul b r sokak çocuğuydum. Ş md se yurdumuz ç n büyük ve y b r güç olduğumu söyleyeb l r m. Ben bu konumumu k me borçluyum? Tesadüfen d nled ğ m b r konferansa değ l m ? Daha önce de söylem şt m. Küçük dükkânımda kurab ye ve şekerlemeler satıyordum. Böyle sınırlı ve lg s z b r hayat yaşamaya mahkûm olduğumu düşündükçe canım sıkılıyordu. Az kazanıyordum. Ruhumdak acıyı d nd rmek ç n çk ye başladım. Bu sırada ünlü b l m adamlarımızdan b r kasabamıza geld ve duvarlara şöyle lanlar astırdı. “İht yar, genç, b lg l , cah l herkes davet ed yorum!.. Ben bütün hayatımı, güzel ülkem z Suom ’n n yükselmes ne adadım. Boş zamanlarınızda bana haftada b r saat ayırınız. Üm t ed yorum k , bu b r saat ç nde alacağınız b lg lerle, hayatınızın bundan sonrası s z n ç n ve yurdumuz ç n yararlı olacaktır!..” Ben o ana kadar b rkaç kez açık konferanslara g tm şt m. Orada tanıdıklarıma da rastlamıştım. Doğrusu ben konferanslardan h ç hoşlanmazdım. Çünkü bu konferanslar çoğunlukla o kürsüye çıkmaya layık olmayanlar tarafından ver lmekteyd . Bu konferansları verenler, ya d şler dökülmüş, d ndar b r takım k ş lerd k , genell kle b z m anlamadığımız şeyler mırıldanır dururlardı ya da genç, ama şarlatan t pl k mselerd k , c dd düşünceler serg leyecekler yerde saçma sapan şeyler söylerlerd . Üçüncü türden olanları da Eğ t m Bakanlığı’nın memurlarıdır. Bunlar da devletten harcırah ve fazla mesa ücret almak ç n dolaşırlardı. O güne kadar d nled ğ m konferansların hayat b r konusu yoktu. Bu kez kasabamıza gelen b l m adamlarının konferans lanı b rçok k msen n lg s n çekm şt . Tab ben de bu konferansa g tt m. Salon hınca hınç doluydu. Konferans ben heyecanlandırdı, der n uykudan uyandırdı. Hayatın anlamını öğrett . Amacıma nasıl ulaşab leceğ m gösterd bana. Konferansın konusu “Yağmalanmış K tap”tı. Konuşmacı se Rob nson Crusoe ’dan söz ed yordu. İfade b ç m Sokrates’ n d l g b yd . Hem der n felsef konuları anlatıyor, hem de çocukların b le anlayacağı kadar sade b r d l kullanıyordu. Şöyle d yordu konuşmacı: “İnsanlık her zaman koca b r çocuğa benzem şt r. İnsanlar kend aralarındak anlaşmazlıkları kavga ve gürültüyle çözmeye kalkışırlar. Allah nancı ve hayır şlemek g b stek ve düşünceler n b le ş ddet yoluyla savunmaya yelten rler. H kmet ve felsefe konularını oyun ve eğlence hâl ne ge‐ t r rler. B rçoğunuz Rob nson’un h kâyes n okumuş veya duymuşsunuzdur. Ne zaman okudunuz? Küçükken değ l m ? D yorlar k : Rob nson küçük çocuklara mahsustur. Kes nl kle hayır! Bu k tap büyük b r m llet olmak steyen her m llet ç n b r felsefe k tabıdır. Rob nson, dünyanın en büyük kahramanıdır. Bütün kahramanların üstünde b r kahramandır. Romulus’ten, Cesar’dan, Napoleon’dan daha büyüktür. O, uygarlık alanında b r kahramandır, sarsılmaz b r raden n canlı b r örneğ d r. Rob nson Crusoe, İng ltere’n n ve Kuzey Amer ka’nın büyüklük ve kudretler n n anlaşılmasına h zmet eden b r del l, b r anahtardır. Rob nson, yeryüzünde sev nc n müjdec s ve havar s d r. Leonard , Schopenhauer ve Hartmann’dan çok daha f lozoftur. O, daha y b r nsan hayatının sağlanması ç n yapılan savaşta zafer teşv k ve lan etm şt r. Rob nson’dan öğren yoruz k , nsan yeryüzünün ve dünya hayatının hükümdarıdır. Rob nson b ze bu ders kuru sözlerle değ l, canlı örneklerle, çalışmasıyla öğret yor. İnsanın zekası, dehası, kudretl rades , doğanın acımasız güçler nden daha üstündür. Rob nson d yor k : “B tk n ve hastalıklı bey nler n uydurduğu saçmalıkları b r tarafa atınız. B r defa bana bakınız! Ben m m sal m göz önünde! Fırtına gem y parçalıyor, çevrede değ l b r yurt parçası, üzer nde yaşanılacak küçük b r ada b le yok. Her taraf amansız dalgalarla den zlerle dolu... Bütün yolcular boğulmuş... B r genç çocuk, b r tahta parçası üzer nde yalnız başına kurtulmuş... Dalgalar onu sürükleyerek ıssız b r adaya atıyorlar... Kend s aç ve çıplak... Bu çocuk acaba ne oldu ders n z? Acaba per şan b r hâlde öldü mü, yoksa çares zl kten ve üzüntüsünden nt har mı ett ders n z?3 Rob nson, batan gem den kurtarab ld ğ şeyler güçlükle adaya sürüklüyor. Orada önce kend s ne b r barınak yapıyor. Sonra buğday ek yor, yaban keç ler n evc lleşt r yor. Daha sonra da adaya gelen yerl lerden b r n yakalayıp kend s ne yardımcı yapıyor. Kısacası o uzak adada yerleş k ve düzenl b r hayat kuruyor. Hem de yalnız başına!.. Genç b r çocuk!.. Issız b r adada!.. Konuşmacı şu sözlerle konuşmasını sürdürdü: _ Ey F n kardeşler!.. M llet m z oluşturan k m lyon F n, bu Rob nson denen çocuktan daha güçsüz, daha rades z, daha akılsız mıdır? Değerl öğretmenler.. Rah pler.. Hâk mler.. Mühend sler.. Memurlar.. Avukatlar.. Genç Suom ’n n evlatları.. Aydın f l zler ... S zler de kend m llet n z arasında b rer Rob nson olmak stemez m s n z? Rob nson, ıssız adanın orta yer nde kend kültürüne yabancı Müslüman b r yerl y kend s ne dost ed nm ş, kend kültürüyle eğ tm ş. S zlerse büyük kentlerde, ün vers teler n, gazete merkezler n n, t yatro ve müzeler n duvarları d b nde durduğunuz hâlde m llet m z n m lyonlarca mensubu hakkında “Bunlar cah ld r, kabadır, sarhoştur.” d ye ş kâyet ed yorsunuz. Bu durum karşısında b r kere Rob nson’u gözünüzün önüne get r n z. Hayata ve nsanlara karşı görev n z n neden baret olduğunu düşününüz. *** Jarv nen konuşmasını sürdürüyordu: _ Bu konferans ben m gözler m açtı. Sırtımda büyük ve güçlü kanatlar çıktı sandım. Ş md bende de büyük adam olma steğ oluştu. B z m şu küçük Suom ç n ben de büyük b r ş yapayım d ye düşünmeye başladım. Fakat ben ne yapab l rd m? Bütün sermayes b rkaç b n Mark’tan baret olan b r kurab yec ne yapab l rd ? O sırada ben m üç dostum vardı. Onları da konferansa götürmüştüm. Düşüncem onlara açtığım zaman, aynı t razlarla karşılaştım. Arkadaşlarımın b r kunduracı, b r dem rc , üçüncüsü de yumurtacıydı. Konferanstan dönerken bunlar: _ İşte herb r m z b rer kahraman değ l m y z? B r m z yumurtacıyız, b r m z kunduracı... Sen de çocuklara şekerleme, kurab ye satıyorsun. B z nasıl b rer Rob nson olab l r z? d yorlar ve gülüşüyorlardı. O an bana lham geld . B r şa r g b konuşmaya başladım: _ Ne demek baylar!.. Ben kurab ye satarım ama n ç n kend mesleğ mde, kend ş mde b r Rob nson olmayayım. Ben yalnız ballı s m tler satmakla kalmam, bu ülkede arıcılığı da lerleteb l r m. Bu ş o derece lerleteb l r m k , ballı ve şekerl kurab yeler bu ülkede yalnız zeng nlere mahsus b r lüksten baret kalmaz. Yoksullar b le bunları rahatlıkla alab l rler. Arkadaşlar, ben kararımı verd m! Ben bu ülkede tatlılar kralı olacağım! Bunun üzer ne arkadaşlarım: _ Pek b z ne olacağız? d ye sordular. _ B r n z ayakkabı kralı, d ğer n z de yumurta kralı olab l rs n z, cevabını verd m. Ve hep b rl kte plan yapmaya başladık. Eve g tt k, sabaha kadar gözümüze uyku g rmed . Hep aynı konu üzer nde konuştuk. Çok sürmeden az m ve radeyle sürekl çalışmayla gençl ğ m zde kurduğumuz hayaller n gerçekleşt ğ n gördük. Kunduracı olan arkadaşımız b raz para b r kt rerek eğ t m almak üzere Par s’e g tt ve orada en ünlü ayakkabı malathaneler n n b r nde üç yıl çalıştı. Tam anlamıyla usta b r kunduracı olarak yet şt . Ş md kend s yle b rl kte k oğlu da çalışıyor. İk s de yüksek öğren m görmüştür. B r k mya okudu, F nland ya’da en büyük der fabr kasına yönet c oldu. “Okunen ve Oğulları” f rması tüm Avrupa’da tanınmıştır. “Okunen Ayakkabı Mağazaları, F nland ya’nın tüm şeh r ve kasabasının yanısıra Avrupa’nın büyük şeh rler nde de vardır. Londra’nın P ccad lly Caddes ’nde, Par s’ n Opera Bulvarı’nda “Okunen Ayakkabı Mağazaları”na rastlarsınız. Bu malathaneler ve mağazalar, Okunen’ n küçük oğlu tarafından yönet l r. Almanya’nın Jena Ün vers tes ’nde eğ t m n tamamlamıştır. B r Par sl g b Fansızca konuşur. İng l z Vel ahtı Prens Edward -k modanın muc d d r- ayakkabılarını “Okunen Ayakkabı Mağazaları”na s par ş ederd . Prens, Okunen’ n oğluna meslektaşım d ye h tap eder ve şaka yollu: _ İk m z de b rer krallığın vel ahtıyız. Ben İng ltere Kral çes ’n n oğluyum. S z de Ayakkabılar Kralı’nın oğlusunuz, derd . Arada b r keyf yer ndeyse: _ Vel ahd unvanını taşımaya s z benden daha layıksınız, d ye eklerd . “Okunen ve Oğulları” f rması, her yıl F nland ya’nın en seçk n 8-10 genc n seçer ve yüksek öğren m görmeler ç n, Almanya’dak W rchov Laboratuvarı’na, Fransa’dak Pasteur Enst tüsü’ne ve Amer ka’da Ed son Enst tüsü’e gönder rler. İşte burada Rob nson hakkında d nlen len güzel b r konferansın verd ğ ver ml sonucu görüyorsunuz. Ama heps bundan baret değ l tab k . Pazar yer nde sepetle yumurta satan Thomas Gulbe de “Yumurta Kralı” oldu; sm İng ltere, Fransa ve Almanya’da duyuldu. Thomas Gulbe de o günden sonra köy köy dolaşıp, yumurta toplamaya başladı. Her köy ve kasabada kapı kapı dolaşıp her evden 2-3 veya 8-10 yumurta satınalırdı. Gulbe, aldığı yumurtalara karşılık para yer ne onların ş ne yarayab lecek ve hoşlarına g deb lecek ufak-tefek eşya ver r; toplanan b nlerce yumurtayı sandıklara doldurarak, dış ülkelere hraç ederd . Ancak Thomas Gulbe, en taze yumurtaları satın alırdı. Üç günlük yumurtaları b le bayat d ye satın almazdı. Her yumurtanın üstüne “T.G.” har er , yan “Thomas Gulbe” markası basılırdı. B r yıl sonra Londra, Par s ve Berl n’ n en büyük lokantaları “T.G” markalı yumurtalar stemeye başladılar. Yol masrafı fazla olduğundan Thomas Gulbe, F nland ya’nın her tarafına seyahat edem yordu. Bu nedenle Gulbe, ülken n her yanından yumurta toplamak ç n b r çözüm buldu. İlkokul öğretmenler yle yazışarak, ülkede mükemmel b r satın alma ağı kurdu. Bu aslında çok gen ş ama kend çapında çok bas t b r şt . Gulbe, ülkey çeş tl bölgelere ayırdı. Her bölgeye Lat nce rakamlarla şaret koydu. B r lçede kend s yle temas hâl nde olan öğretmenler n s mler n n baş har er n Arap rakamlarıyla, Lat nce rakamlarının yanına yazdı. Bundan sonra da yumurta get ren a len n baş har er n şaretley p yazdı. Her öğrenc sabah okula gel rken, b rgün önce kend ler n n veya komşularının taze yumurtalarını da yanlarında get r yorlar ve öğretmene tesl m ed yorlardı. Öğretmen, hergün topladığı b rkaç yüz yumurtanın üzer ne gereken şaret yazdıktan sonra, hemen Thomas Gulbe ’n n yumurta depolarının bulunduğu Abo şehr ne sevk ed yordu. Depoda da yumurtalar hızlı b r şek lde sandıklara yerleşt r lerek gem lerle g deceğ ülkeye hraç ed l rd . Bu teşk lat sayes nde Par s, Londra, Brüksel, Anvers ve Berl n lokantalarında müşter lere k -üç günlük taze yumurta sunulurdu. Eğer yumurtalardan b r s bozuk çıkarsa, Gulbe F rması’na şöyle b r mektup gönder l rd : “15 N san, VII, 15 M. şaretl yumurta bozuk çıkmıştır.” Gulbe F rması’nda kısa b r ncelemeden sonra VII numaralı Kuop o kasabasından, 15 numaralı öğretmen n, Madam M.’den aldığı yumurtanın bozuk çıktığı anlaşılırdı. Hemen öğretmene b r mektup yazılır ve “15 N san’da Madam Mak nen’den alınan yumurta bozuk çıkmıştır. Tekrarı hâl nde b r daha kend s nden yumurda satın alınmayacağını htar ed n z.” şekl nde b ld r l rd . On yıl sonra Thomas Gulbe, F nland ya’nın “Yumurta Kralı” oldu. Londra, Hamburg ve F ls ngen’de yumurtaları muhafaza etmek ç n, yaza mahsus soğuk hava depoları ve kışa mahsus kalor ferl mahzenler kurdu. F nland ya’nın bell başlı her merkez nde tavuk ç ftl kler kurdu. Burada damızlık ç n yet şt r len c ns tavuklar ucuz b r f yata köylülere satılıyordu. Yumurta t caret n n yanı sıra kümes ve av kuşları ve av hayvanları t caret ne de başladı. Gulbe artık çok zeng nd r. Ancak ş n en öneml yanı sıra yaptığı hracat sayes nde F nland ya ekonom s ne yaptğı katkıların ötes nde, ülkeye m lyonlarca döv z kazandırmış olmasıdır. Thomas Gulbe F rması, her yıl çeş tl kurum ve k ş lere şu yardımlarda bulunmaktadır: Köy kütüphaneler ç n 100.000 Mark, Zek köylüler n tarımda uzmanlaşmaları amacıyla, Norveç, Dan marka ve İsv çre’ye gönder lmeler ç n 100.000 Mark, Ünlü b l m adamı, öğretmen ve sanatçıların yabancı ülkelerde araştırma yapmaları ç n 100.000 Mark. İşte Thomas Gulbe, bu amaçlar uğruna sek z yıldan ber her yıl 300.000 Mark ülke kalkınmasına yardımda bulunuyor. Bugüne kadar verd ğ para 2.500.000 Mark eder k bu para Gulbe ’n n servet n n küçük b r kısmıdır. S z daha fazla sıkmamak ç n sözü kısa tutarak kend taç ve tahtımdan söz edeceğ m. Küçük b r s m tç çocuğunun nasıl Reçel Kralı olduğunu anlatacağım. Rob nson h kâyes nden aldığım lhamla kend ş mde b r Napoleon olmaya karar verd m. Önce F nland ya’yı şgal etmeye, sonra da Avrupa’yı kend sömürgem hâl ne get rmeye karar verd m. Görüyorsunuz ya, yoksul ve cah l b r F n çocuğunun kurduğu bu hayal, pek yüksekten uçan c nsten ve cüretl yd . Ama ben aklıma koyduğum şey kes nl kle yapmaya karar verm şt m. Ben bu amacıma ulaştım. İşe küçükten başladım. Küçük b r meyve suyu fabr kası açtım. Bu fabr ka hâlâ üret me devam etmekted r. Burası daha çok samanlığı veya pancar deposunu andıran ahşap b r b nadır. Yen fabr kam çok lkel ve bas t b r fabr kaydı ama bunu şletmek ç n b le param yoktu. Banka Müdürü’ne g derek, kuracağım şle lg l planlarımı anlattım. Banka Müdürü: _ B r kez g r ş mde bulununuz, ded . S z n gelecektek krallığınız ç n, b z de b r m ktar sermayey r ske atalım, d yerek destek verd . “Tatlı Krallığı” g b caz p b r kel mey duydum. lk kez Banka Müdürü’nden G r ş m m başarıyla sonuçlandı. Ürett ğ m meyve suyu tem z, koyu ve tatlıydı. Önce köyler dolaşıyor, meyve suyu karşılığında pancar satın alıyordum. İk nc yılın sonunda, F nland ya’da böyle beş fabr kam oldu. Ondan sonra yen b r şe g r şt m. F nland ya ormanlarında çok ç lek olur. Kışın köyler dolaşırken, köylülere b nlerce l tre veres ye meyve suyu dağıttım. Bunlar yazın meyve sularının karşılığını ç lekle ödemeye başladılar. Köylüler çoluk-çocuk topladıkları ç lekler bana taşıyıp tesl m ett ler. Bu ç lekler bana çok ucuza maloluyordu, öyle k pancardan daha ucuza maloluyordu. Köylüler ve şç ler Jarv nen’ n reçeller n yemeye alıştılar. Reçel ve ekmek, çoğu kez köylüler n öğle ve akşam yemeğ yd . Çünkü ürett ğ m reçel, tatlı, lezzetl , ucuz ve bol prote nl yd . Ertes yıl F nland ya’da toplanan ç lekler yetmez oldu. Rusya ve Almanya’ya s par şlerde bulundum. Rusya’dan ünlü Vlad m rovsky v şneler , İrlanda’dan da pancar get rtt m. Aynı zamanda köyler dolaşarak, köylülere meyve f danı ve tohumluk pancar dağıtıyor, bunların ek m ve yet şt r lmes konusunda b lg ler ver yordum. Bütün ülke âdeta ben m ç ftl ğ m hâl ne geld . Bu sank ben m vücudum g b b r şeyd . Sayısız kan hücreler , s n rler, kaslar h ç durmadan ben m ç n çalışıyorlardı. İşler n böyle güzel gel şt ğ n gördükçe key en yordum. Bütün düşünceler m meyve suyu, pancar, ç lek ve v şne üzer nde yoğunlaşmıştı. Sürekl bunların nasıl daha kal tel üreteb lecekler m düşünüyordum. Reçel ve tatlıyı seven sanatçılar, şa rler ben m gönüllü danışmanlarım olmuşlardı. Üret mde yaptığım her yen l k önce onları sev nd r yordu. Bense sürekl b r tek şey düşünüyordum: Jarv nen Reçeller ’n nasıl daha ucuza mâl edeb l rd m? Günlerce neh rlerde emek sarfeden kayıkçılar, aylarca dağlarda maden ocaklarında d d nen kömürcüler, ben m reçeller mle beslen yorlardı. B r keres nde F nland ya’ya t car temaslar ç n gelm ş olan İng ltere Orman İşletmes Müdürü, şç ler n yed kler reçel ve tatlı bes nler görünce şaşırdı: _ Bu reçeller şç lere özgü b r gıda değ ld r, kral sofrasına yaraşan b r tatlıdır. Bunların bu kadar ucuz satılmasını aklım almıyor, d yerek hayret n d le get rd . Sonra kend s de s par ş verd : _ Eğer s ze 50.000 kutuluk s par ş verecek olsam, bana aynı f yattan vereb l r m s n z? _ Bu takd rde s ze % 2 skonto yaparım, cevabını verd m. Jarv nen’ n reçeller böylece İng ltere’de de tanındı. Sonra Dan marka, Hollanda, Belç ka, Almanya, Fransa ve hatta Amer ka’da b le tüket lmeye başlandı. İş m n çeş tl b r mler vardır. Her b r m n başında k myagerler, uzmanlar bulunur. Bu uzmanlar zaman zaman ülkede seyahatlar yaparak köylülere meyve ağaçlarının yet şt r lmes ve bakımıyla lg l sade b r d lle konferanslar ver rler. Bugün reçel sevk yatını yazın soğuk hava, kışın sıcak hava tert batına sah p özel vagonlarla yapıyorum. Her yıl Mes na L manı’ndan b r gem yükü portakal ve S ngapur L manı’ndan y ne b r gem yükü p r nç satın alırım. F n gençler ben m sayemde d led kler kadar muz y yeb l rler. Ben m meyve sularım, reçeller m; rom, İsveç puncu, b ra, l kör ve konyakla mücadele ed yor; halk, “Fazla çmek yer ne, tatlı yemeye alışıyoruz.” d yerek memnun yet n fade ed yordu. Jarv nen, Halk Ün vers tes profesörler ne h taben yaptığı konuşmayı şöyle sürdürdü: _ S zler benden daha y b l rs n z k ; şeker gereks z b r gıda değ ld r. Şeker sağlıklı beslenmen n temel d r. İy beslenen b r nsan, y beslenen b r toplum, daha az çk tüket r. Tatlı, acının düşmanıdır; acının da tatlının düşmanı olduğu g b . Sarhoşlar tatlıyı sevmezler, tatlıyı sevenler de hoşlanmazlar. sp rtolu çeceklerden İşte bundan dolayı Jarv nen’ n reçel kutularına “ çk den alıkoyar” bares yazılmıştır. Bu reçeller n g rd ğ her köylü ve şç ev ne güneş doğuyordu. Reçel gören çocukların yüzler gülüyor, ev hanımları, a le re s n n kazandığı parayı çk ye değ l de, reçele verm ş olmasına sev n yorlardı. Jarv nen, konuşmasına şu sözlerle son verd : _ L manda Jarv nen markalı b nlerce sandığın gem lere yüklend ğ n gördüğüm zaman, kalb m mutluluk ve neşeyle doluyor. Bunları askerler m olarak görürüm. O askerler, m llet n refahı, a leler n mutluluğu ç n çalışırlar. Ben kend dünyamda her reçel ayrı ayrı kutsarım. Uzun yıllar alan emeğ m kutsarım. Bütün hayatımı kutsarım. Çünkü b l yorum k hayatım

Use Quizgecko on...
Browser
Browser