Para Politikası (PDF)
Document Details
Uploaded by Deleted User
Tags
Related
- Oficina de Flashcards - Arranjos Institucionais para Políticas Públicas - 10-04-2024 PDF
- Avrupa Para Birliği - 13.05.2024 (PDF)
- Avrupa Para Birliği II PDF
- Políticas de Asignación de Cuotas Docentes 2024 PDF
- COMPLIANCE-ESG EN LAS POLÍTICAS CORPORATIVAS: UN ENFOQUE ESTRATÉGICO PARA LA SOSTENIBILIDAD EMPRESARIAL PDF
- Para Politikası PDF
Summary
Bu belge, para politikasının amaçları, araçları ve kuralları hakkında bilgi sunmaktadır. Para politikasının ekonomik istikrar, tam istihdam, fiyat istikrarı, faiz oranı istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler bilançosu dengesi gibi çeşitli amaçları olduğunu açıklamaktadır. Ayrıca, açık piyasa işlemleri, reeskont oranları, zorunlu karşılık oranları ve kredi tavanı gibi farklı para politikası araçları da ele alınmıştır.
Full Transcript
14. Para Politikası Birlikte Düşünelim 1) Hükümetlerin ekonominin likiditesini değiştirmek ile ilgili düzenlemelerine ne denilmektedir? 2) Para politikalarının düzenlenmesinde yetkili birim hangi kurumdur? 3) Para miktarını kontrol edebilmek için kullanılan araçlar nelerdir? Başlamadan Ön...
14. Para Politikası Birlikte Düşünelim 1) Hükümetlerin ekonominin likiditesini değiştirmek ile ilgili düzenlemelerine ne denilmektedir? 2) Para politikalarının düzenlenmesinde yetkili birim hangi kurumdur? 3) Para miktarını kontrol edebilmek için kullanılan araçlar nelerdir? Başlamadan Önce Bir ekonominin likiditesini düzenlemeye yönelik uygulanan para politikası, bunun amaçları olarak tam istihdam, fiyat istikrarı, faiz oranı istikrarı, ekonomik büyüme, ödemeler bilançosu dengesi açıklanacaktır. Daha sonra para politikası araçları ile para politikası kuralları kavramları ele alınacaktır. 14.1. Para Politikasının Amaçları Para politikası bir ülkede hükümetlerin belirli ekonomik amaçları gerçekleştirmek için ekonominin likiditesini değiştirmek üzere kredi, para arzı ve faiz oranları ile ilgili olarak yaptığı düzenlemelerdir. Para politikalarının düzenlenmesinde Merkez Bankaları önemli rol oynamaktadır. Para politikası bir ülkede hükümetlerin belirli ekonomik amaçları gerçekleştirmek için ekonominin likiditesini değiştirmek üzere kredi, para arzı ve faiz oranları ile ilgili olarak yaptığı düzenlemelerdir. (Ülgen, 2017). Para politikalarının düzenlenmesinde Merkez Bankaları önemli rol oynamaktadır. Para politikasının amacı, para arzını belirleyerek; fiyat istikrarını, toplam talebi, faiz oranını, milli geliri, istihdam düzeyi ile ödemeler bilançosu dengesini etkilemektir. Para politikasının amaçları beş başlık altında toplanabilir. Bunlar tam istihdam, fiyat istikrarı, faiz oranı istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler bilançosu dengesidir. 14.1.1. Tam İstihdam Para politikası uygulamasında tam istihdam hedefi; emek piyasasında işgücü arzının işgücü talebine eşit olması durumudur. Bu nedenle para politikasının amacı ekonomideki işsizlik sorununu ortadan kaldırmaya yönelik programları uygulamaya koymaktır. Örneğin ülkemizde Çıraklık Eğitim Merkezleri gibi yeni kurulan merkezler bu amaca yönelik olarak faaliyette bulunmaktadırlar. (Ülgen, 2019). 14.1.2. Fiyat İstikrarı Bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin sürekli değişim göstermesi, ülke ekonomisinde istikrarsızlıklara neden olmaktadır. Fiyat istikrarının olmadığı durumlarda bir yandan ekonomik faaliyetlerdeki düzensizlik ülkenin kalkınmasını güçleştirirken; diğer yandan sosyal sınıflar arasında gelir dağılımının bozulmasına neden olmaktadır. Bu nedenle fiyat istikrarı istenilen bir durumdur. Çünkü enflasyonist dönemde firmalar istikrarsızlık nedeniyle ileriye yönelik karar alamamaktadır. İşte fiyat değişmelerini ve bunun etkilerini azaltabilmek amacıyla para politikasından yararlanılmaktadır. 14.1.3. Faiz Oranı İstikrarı Para politikasının amaçlarından biri de faiz oranında sağlanacak olan istikrardır. Zira faiz oranındaki dalgalanmalar, fiyat istikrarsızlığında olduğu gibi ekonomide belirsizliklere neden olmaktadır. Belirsizliğin yaşanması konut, otomobil ve dayanıklı tüketim mallarına yönelik talebi etkilemektedir. Talepteki azalma ise ekonomide daraltıcı bir etki yaratmaktadır. 14.1.4. Ekonomik Büyüme Ekonomik büyüme için; verimlilik artışı, yeni yatırım girişimi ve işsizlik oranının düşük olması gibi faktörlerin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir ülkenin ekonomik gelişim sürecinde bazen üretim, gelir ve harcamalarda bir azalma yaşanırken; bazen de bu unsurlarda canlılık görülebilmektedir. Başka bir ifade ile bir ülkenin GSMH’da bazı dönemler artış, bazı dönemler ise azalmalar yaşanabilmektedir. (Ülgen, 2019). Bu nedenle tam istihdam sağlanarak, üretim düzeyini en üst seviyeye çıkarmak ve bundaki düşüşlerin meydana gelmesini önlemek para politikası uygulamasının amaçları arasında yer almaktadır. 14.1.5. Ödemeler Bilançosu Dengesi Bir ülkenin diğer ülkeler ile olan ticaretinde; ülke parasının yabancı paralar karşısındaki değeri dış ticaretini etkilemektedir. Ülkenin ödemeler bilançosu açık verdiğinde bunun kapatılması için ya ihracat arttırılacak veya ithalat azaltılacaktır. Her iki durumda da para politikası tedbirlerinin kullanılması mümkün olmaktadır. Ayrıca döviz piyasasında ortaya çıkan dalgalanmalar da ödemeler dengesini etkilemektedir. Bir ülke parasının yabancı paralar karşısında aşırı değerlenmesi, o ülke mal fiyatlarının uluslararası piyasalarda yabancı para cinsinden değerlenmesine ve diğer ülke malları ile rekabeti azaltıcı bir etkiye neden olmaktadır. Bu nedenle para politikasının amaçlarından birisi de her ülke için önemli olan dış ticaretin geliştirilmesi ve bu doğrultuda döviz kurlarında istikrarı sağlayacak uygulamaların gerçekleştirilmesidir. 14.2. Para Politikasının Araçları Para politikasını yürüten organ Merkez Bankası'dır. Bir ülkede para arzını ekonominin gereklerine göre düzenlemektedir. Amacı parasal istikrarı ve düzenli ekonomik büyümeyi gerçekleştirmektir. Bunu sağlamak için para politikasını uygularken kullandıkları araçlar dört tanedir. Bunlar; açık piyasa işlemleri, reeskont oranları, kanuni karşılıklar ve kredi tavanıdır. 14.2.1. Açık Piyasa İşlemleri Açık piyasa işlemleri, Merkez Bankası tarafından hazine bonosu, devlet tahvili ve döviz alım satımı yaparak para arzını belirlediği önemli araçlardan birisidir. Merkez Bankası yatırımların yeterli bir düzeye ulaşmadığı, piyasada para darlığının olduğu ve işsizliğin yüksek düzeyde bulunduğu dönemlerde piyasayı canlandırmak amacıyla piyasadan hazine bonosu veya tahvil satın almaktadır. Bu durumda piyasada para arzı artarken faiz oranı düşmektedir. Faiz oranlarının düşmesi yatırımlar üzerinde olumlu etki yaratırken; toplam talebi arttırmakta bu da ekonomide canlanmayı sağlamaktadır. Merkez Bankası enflasyonist ortamda piyasadaki para miktarını azaltmaya çalışır. Böylece piyasadaki satın alma gücü azalmış olmaktadır. Merkez Bankası'nın hazine bonosu veya devlet tahvili satarak dolaşımdaki para miktarını azaltması ve buna paralel olarak kredi hacminin daralması toplam talebin de azalmasına ve faiz oranlarının yükselmesine yol açmaktadır. (Ülgen, 2017). Böylece Merkez Bankası'nın açık piyasa işlemleri deflasyon dönemlerinde ekonominin canlanması, enflasyon dönemlerinde ise fiyatların artış hızının azaltılması amacıyla kullanılan para politikası araçlarından birisidir. 14.2.2. Reeskont Oranları Ekonomideki para arzını belirlemede kullanılan para politikası araçlarından birisi de reeskont oranlarıdır. Bankalar nakit ihtiyacı içinde oldukları zaman merkez bankasından borçlanabilmektedir. Buna göre merkez bankasının bankalara verdiği kredilere uyguladığı faiz oranına reeskont oranı adı verilmektedir. Merkez bankası ekonominin ve bankacılık sisteminin içinde bulunduğu koşullara göre istediği zaman bu oranı arttırabilmekte veya azaltabilmektedir. Reeskont oranındaki artışlar bankaların merkez bankasından borçlanmasını caydırırken, reeskont oranındaki düşüşler bankaların merkez bankasından borçlanmasını teşvik etmektedir. Merkez bankası tarafından reeskont oranın arttırılması veya azaltılması kredi hacmini etkilemektedir. Piyasada para darlığı veya deflasyonist bir durum var ise Merkez bankası reeskont oranını düşürmektedir. Reeskont oranın düşmesi para arzını arttırırken durgunluk döneminin aşılmasını sağlamaktadır. Piyasada enflasyonist bir durum var ise para arzını azaltmak için merkez bankası reeskont oranını yükseltmekte ve enflasyonist baskının azaltılmasını sağlamaktadır. Bu politikanın uygulanmasında merkez bankası reeskont oranını belirlemekte, ancak borçlanıp borçlanmama konusunda bankaların tercihleri belirleyici olmaktadır. (Ülgen, 2017). Buna göre reeskont oranları politikasının para arzı üzerindeki etkisi bankaların davranışlarına bağlı olmaktadır. 14.2.3. Zorunlu Karşılık Oranları Ekonomideki para arzı miktarını kontrol etmek amacıyla, merkez bankası tarafından belirlenen ve bankaların mevduat şeklindeki yükümlülükleri karşılığında hangi miktarda zorunlu rezerv kullanacaklarını gösteren orandır. Merkez bankası zorunlu karşılık oranını yükselttiğinde bankalar daha büyük miktarı rezerv olarak tutmak zorunda kalmakta, yaratacakları kaydi para azalmaktadır. Tersi durumunda ise zorunlu karşılık oranı düşürülmekte, daha az rezerv tutma nedeniyle bankaların yaratacağı kaydi para miktarı artmaktadır. (Ülgen, 2019). Böylece zorunlu karşılık oranının yükseltilmesi ekonomideki para arzının daralmasına neden olurken; zorunlu karşılık oranının düşürülmesi de ekonomideki para arzı miktarını arttırmaktadır. Etkili bir para politikası aracı olarak; bir yandan para arzında büyük değişiklikler yaratmakta bir yandan da bankaları likitide sıkışıklığına sokabilme riski nedeniyle keskin sonuçlar yaratabilmektedir. 14.2.4. Kredi Tavanı Para ve kredi hacmini kontrol amacıyla yukarıda açıklanan politika tedbirlerini tamamlayıcı nitelikte başka tedbirlere de başvurulabilir Merkez Bankası ticari bankaların çeşitli ekonomik faaliyetleri ile ilgili olarak açacakları kredilere bir tavan getirebilir. Böylece Merkez Bankası kredi hacmini ekonomik gelişmeler doğrultusunda ayarlama imkânına sahip olmaktadır. Bu tür bir uygulamaya genellikle dolaşımdaki para miktarının azaltılması istenildiği dönemlerde gidilmektedir. Bu uygulamanın en önemli özelliği istenilen sonucun kesin olarak sağlanmasıdır. 14.2.5. Selektif Kredi Kontrolleri Merkez bankaları, ülkedeki gelişmeler ve kalkınma politikaları doğrultusunda ekonomideki rezerv miktarı ile faiz oranlarını selektif kredi kontrolleri uygulaması ile etkileyebilmektedir. Bu uygulama özellikle gelişmekte olan ülkelerde geliştirilmesi arzu edilen teşvik amacıyla yapıldığında etkileri sadece belirli sektörlerde görülmektedir. Merkez bankaları selektif kredi kontrolleri ile deprem, savaş gibi olağanüstü durumlarda uzun vadeli düşük faizli tüketici kredisi sağlayabilmektedir. Ayrıca bazı sektörlerin gelişimini sağlamak amacıyla kendisine getirilen senetlere farklı reeskont oranları uygulayabilmektedir. 14.3. Para Politikası Kuralları Merkez bankalarının uyguladığı para politikasının değişen koşullar ile ekonomik aktörleri etkileme gücüne uyumlu olması açısından belli kurallara göre uygulanması söz konusudur. Para politikası otoritelerinin uygulayacakları üç temel kural bulunmaktadır. Bunlar; Para arzı hedeflemesi, nominal GSYH hedeflemesi ve enflasyon hedeflemesidir. Monetaristler tarafından savunulan para arzı hedeflemesine göre merkez bankası ekonomide istikrarı sağlamak için para arzı sabit ve düşük bir hızla arttırılmalıdır. Örneğin her dönem %2 gibi belli bir oranda artışın hedeflenmesi anlamına gelmektedir. İkinci para politikası kuralı nominal GSYH hedeflemesinde, merkez bankası nominal GSYH’nın hedef değerini açıklar ve toplam talep ve toplam arzdaki değişmenin nominal GSYH hedef değeri üzerindeki etkilerini para arzını değiştirerek telafi etmeye çalışır. Örneğin, nominal GSYH’da hedeflenen düzeyden daha fazla bir artış olduğunda merkez bankası para arzını azaltarak toplam talebi daraltabilir. (Ülgen, 2017). Nominal GSYH hedeflenen düzeyden daha az olduğunda ise merkez bankası para arzını arttırarak toplam talebi canlandırabilir. Bu hedefleme de merkez bankası para piyasasındaki istikrarsızlığın etkilerini telafi eden bir para politikası izleme imkanına sahiptir. Para politikası kurallarından üçüncüsü enflasyon hedeflemesidir. Temel amacı fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Fiyat istikrarı ise ekonomik aktörlerin tüketim, tasarruf ve yatırım kararını alırken dikkate almayacakları kadar düşük bir enflasyon oranının sürdürülmesidir. Bu uygulamada merkez bankası belli bir enflasyon hedefi açıklar ve para politikası araçlarını kullanarak bu hedefe ulaşmaya çalışır. Bu süre içinde hedeften sapmalara göre para arzında gerekli ayarlamaları yapar. Örneğin, enflasyon oranı yükseldiğinde para arzını daraltmaya başlar. İlk defa 1990 yılında Yeni Zelanda da uygulanan enflasyon hedeflemesinin, merkez bankasının para talebindeki istikrarsızlığı giderme ile halkın ve mali piyasaların bu uygulamayı kolay anlaması gibi avantajları bulunmaktadır. Ancak milli gelir ve istihdamdaki dalgalanmaları hafifletme imkanını ortadan kaldırma gibi sakıncaları da bulunmaktadır. Örneğin, petrol fiyatlarında meydana gelen artış fiyatlar genel düzeyini yükseltirken; milli geliri azaltıp, işsizliği arttırarak ekonomiyi durgunluğa sürükleyebilir. Merkez bankası enflasyondaki bu artışı frenlemek amacıyla para arzını ve toplam talebi azaltabilir. Bu uygulama milli gelirin azalmasını ve işsizlik artışını şiddetlendirebilmektedir. Enflasyon hedeflemesi Türkiye’ de 2005’ ten beri uygulanmaktadır. Bölüm Özeti · Para politikası bir ülkede hükümetlerin belirli ekonomik amaçları gerçekleştirmek için ekonominin likiditesini değiştirmek üzere kredi, para arzı ve faiz oranları ile ilgili olarak yaptığı düzenlemelerdir. Para politikalarının düzenlenmesinde Merkez Bankaları önemli rol oynamaktadır. · Para politikasının amacı, para arzını belirleyerek; fiyat istikrarını, toplam talebi, faiz oranını, milli geliri, istihdam düzeyi ile ödemeler bilançosu dengesini etkilemektir. Para politikasının amaçları beş başlık altında toplanabilir. Bunlar tam istihdam, fiyat istikrarı, faiz oranı istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler bilançosu dengesidir. · Para politikasını uygularken kullandıkları araçlar dört tanedir. Bunlar; açık piyasa işlemleri, reeskont oranları, kanuni karşılıklar ve kredi tavanıdır. · Açık piyasa işlemleri, Merkez Bankası tarafından hazine bonosu, devlet tahvili ve döviz alım satımı yaparak para arzını belirlediği önemli araçlardan birisidir. o Bankalar nakit ihtiyacı içinde oldukları zaman merkez bankasından borçlanabilmektedir. Buna göre merkez bankasının bankalara verdiği kredilere uyguladığı faiz oranına reeskont oranı adı verilmektedir. · Merkez bankası zorunlu karşılık oranını yükselttiğinde bankalar daha büyük miktarı rezerv olarak tutmak zorunda kalmakta, yaratacakları kaydi para azalmaktadır. Tersi durumunda ise zorunlu karşılık oranı düşürülmekte, daha az rezerv tutma nedeniyle bankaların yaratacağı kaydi para miktarı artmaktadır. · Merkez Bankası ticari bankaların çeşitli ekonomik faaliyetleri ile ilgili olarak açacakları kredilere bir tavan getirebilir. Böylece Merkez Bankası kredi hacmini ekonomik gelişmeler doğrultusunda ayarlama imkânına sahip olmaktadır. · Merkez bankalarının uyguladığı para politikasının değişen koşullar ile ekonomik aktörleri etkileme gücüne uyumlu olması açısından belli kurallara göre uygulanması söz konusudur. Para politikası otoritelerinin uygulayacakları üç temel kural bulunmaktadır. Bunlar; Para arzı hedeflemesi, nominal GSYH hedeflemesi ve enflasyon hedeflemesidir. · Para arzı hedeflemesine göre göre merkez bankası ekonomide istikrarı sağlamak için para arzı sabit ve düşük bir hızla arttırılmalıdır. Nominal GSYH hedeflemesinde, merkez bankası nominal GSYH’nın hedef değerini açıklar ve toplam talep ve toplam arzdaki değişmenin nominal GSYH hedef değeri üzerindeki etkilerini para arzını değiştirerek telafi etmeye çalışır. Enflasyon hedeflemesinin amacı fiyat istikrarının sağlanmasıdır. Kaynakça Bocutoğlu, E. (2016). Makro İktisat - Teoriler ve Politikalar. Bursa: Ekin Yayınevi. Eğilmez, M. (2009). Makroekonomi, Türkiye’den Örneklerle. İstanbul: Remzi Kitabevi. Froyen, R. (2013). Macroeconomics Theory and Policy. New Jersey: Prentice Hall. Gartner, M. (2013). Macroeconomics. London: Pearson Education. Jones, C. I. (2012). Macroeconomics. New York: W. W. Norton & Company. Mishkin, F. S. (2000). Para Teorisi ve Politikası (İ. Şıklar, A. Çakmak, S. Yavuz, Çev.). İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Mucuk, M. (2017). Makro İktisat Teori ve Türkiye Uygulaması. Konya: Billur Yayınları. Paya, M. (2013). Para Teorisi ve Para Politikası. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Paya, M. (2014). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Pekin, T. (2012). Makro Ekonomi. İzmir: Zeus Kitabevi. Sloman, J. (2014). İktisat Makro. İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Snowdon, B. ve Vane, H. (2005). Modern Macroeconomics. Cheltenham: Edward Elgar Publishing. Ülgen, G. (2017). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Ülgen, G. (2019). İktisat Bilimine Giriş. İstanbul: Türkmen Kitabevi. 7.Baskı Yıldırım, K., Karaman, D. ve Taşdemir, M. (2012). Makro Ekonomi. Ankara: Seçkin Yayınevi. 13. Para Birlikte Düşünelim 1) Paranın kaç özelliği bulunmaktadır? 2) Günümüzde kullanılan temsili paralar hangileridir? 3) Aksak metal sistemi hangi sebepten ortaya çıkmıştır? Başlamadan Önce Öncelikle paranın tanımı, temel özellikleri ile paranın değer ölçüsü, mübadele ve değer olarak saklanması fonksiyonları konuları ele alınacak, daha sonra mal para, temsili para ve kaydi para olarak para çeşitleri konularına yer verilecektir. 13.1. Paranın Tanımı İş bölümü ve uzmanlaşmanın geçerli olduğu toplumlarda iktisadi faaliyetlerin genel bir değer ölçüsü ve değişim aracı olmadan yürütülmesi imkânsızdır. Çünkü iş bölümü ve uzmanlaşmanın bulunduğu her toplumda değişim zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Değişimi kolaylaştırmak için bir araca ihtiyaç duyulur. Tarihi incelemeler değişim zorunluluğu ile herkesin ihtiyaç duyduğu bazı malların değişim aracı olarak kullanıldığını ortaya çıkarmıştır. Trampa olarak adlandırılan bu dönemden sonra madenlerin eritilmesi öğrenilmiş ve bunların yerini madenler almıştır (Ertürk, 2013). Ancak satın alınan mal ve hizmetlerin külçe ile ödenmesi, değişim aracı olan madenin her işlemde tartılması işi değişimi güçleştirmekteydi. Bu durum insanları para basmaya zorladı. Devlet tarafından belli ayar ve ağırlıkta, belli değer taşıyan madeni paralar basıldı. Tarihi incelemeler ilk madeni paraların M.Ö. 6.-7. yüzyılda Lidyalılar ve Eski Yunanlılar tarafından basıldığını göstermektedir. Tarihsel süreç içinde madeni para basımından sonra gelişme devam etmiştir. İş bölümünün ve ticaretin gelişmesi kredi ile ödeme koşullarını doğurmuştur. Banknot, kâğıt paralar gibi değeri yapıldığı maddenin değeri ile ilgili olmayan itibari paralar, banka parası gibi maddi olmayan değişim araçları meydana gelmiştir. (Ülgen, 2019). Bu açıklamalar doğrultusunda parayı tanımlayacak olursak; malların alım ve satımında kullanılan değişim aracı olarak ifade etmek mümkündür. Fiyatlarla değerleri ifade eden bir araç olan para; insanlar ve ülkeler arasında el değiştirerek ticari faaliyetlerin yürütülmesini sağlamaktadır. 13.2. Paranın Temel Özellikleri Paranın temel özelliklerini beş başlık altında sıralamak mümkündür (Paya, 2013). 1- Homojen olması: Ödemelerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için parayı temsil eden objelerin hepsinin aynı maddi değeri taşıması gerekmektedir. 2- Taşınabilir olması: Bu özellik kullanım kolaylığı sağlamakta hem taşınmasının kolay hem de farklı ödeme alanlarına transferi mümkün olmaktadır. 3- Dayanıklı olması: Parayı temsil eden ödeme araçlarının kolay bozulmayıp dayanıklı olması çok sayıda alışveriş işleminde kullanılmasına imkân tanımaktadır. 4- Bölünebilir olması: Bu özelliği ile ticarete konu olan her türlü işlemi yürütecek şekilde bölünebilme özelliğine sahip olmasıdır. 5- Taklit edilememesi: Parayı temsil eden ödeme araçlarının toplum tarafından tanınabilir nitelikte olması gerekmektedir. Aksi takdirde sahte ödeme araçlarının ortaya çıkarılması riski bulunmaktadır. 13.3. Paranın Fonksiyonları Paranın geleneksel olarak kabul edilen üç fonksiyonu vardır. Bunlar; 1- Değer ölçüsü ve hesap birimi olma 2- Mübadele aracı olma 3- Değer saklama aracı olma Bu fonksiyonlarının yanı sıra günümüzde ekonominin boyutlarının genişlemesine paralel olarak, paranın birkaç fonksiyonu daha olduğu kabul edilmektedir (Bilgili, 2014). Paranın geleneksel fonksiyonlarının yanı sıra çağdaş olarak kabul edilen diğer fonksiyonları ise; ekonomik faaliyetleri teşvik edici veya engelleyici bir faktör olması, gelirleri yeniden dağıtma aracı olması ve kişilerin toplumda güç sahibi olmasını sağlaması olarak ifade etmek mümkündür. 13.3.1. Değer Ölçüsü ve Hesap Birimi Olma Fonksiyonu Para; üretim ve değişim konusu olan çeşitli mal ve hizmetlerin hesaplanmasında ortak bir ölçü, bir hesap birimidir. Ortak değer ölçüsü olarak para; mal ve hizmetin ne kadar para birimi karşılığında el değiştireceğini gösterir ki bu da o mal ve hizmetin fiyatını belirler. Böylece para, fiyatın belirlenmesini sağlarken; mal ve hizmetlerin birbirleri ile kıyaslanmasını kolaylaştırır, çeşitli şekillerde ölçülen mal ve hizmetleri ortak bir ölçü ile değerlendirir. Para olmasaydı, ihtiyacımız olan mal ve hizmetleri alabilmek için her aşamada bir değer eşitliği sorunu ortaya çıkacaktı. Çünkü malların çeşitliliği karşısında bir yandan malların birbirleri ile oranlanması çok güç olmakta, diğer yandan ihtiyaçları giderme süresi uzamaktadır (Paya, 2014). Para birimi karşılığında satın alınan mal ve hizmet miktarı aynı kalmayacağından paranın değeri değişebilir. Bu değişim fiyatlar genel düzeyindeki değişikliklerle ölçülmektedir. Ancak paranın değer ölçüsü olarak istikrarlı olması da önemlidir. Zira çok sık değer yitiren paralar bu fonksiyonlarını yerine getirmede zorlanabilmektedir. 13.3.2. Mübadele Aracı Olma Fonksiyonu Paranın mübadele aracı olma fonksiyonu, mal ve hizmetlerin el değiştirmesi sürecini kolaylaştıran ve hızlandıran bir işlev kazandırmaktadır. Para herkes tarafından kabul edilen bir alış-veriş aracıdır. Paranın kullanılmadığı dönemlerde insanlar trampa adı verilen bir değiş tokuş işlemi ile ihtiyaçlarını gidermekteydiler. Yani ihtiyaç duydukları malları ellerindeki mallarla değiştirerek elde etmekteydiler. Ancak bunu yapabilmek için insanların karşılıklı olarak değişecek mallara ihtiyaç duymaları, malların değer bakımından eşit olması ve bu konuda anlaşmaları gerekmektedir (Abel ve diğerleri, 2011). Örneğin; köylünün elinde ihtiyacından fazla buğdayı vardır. Bunu verip ayakkabı satın almak istemektedir. Elinde ihtiyacından fazla ayakkabı bulunan ve buğday arzu eden kişiyi bulup, bu değişimi gerçekleştirmesi kolay değildir. Çünkü ayakkabıcının buğdaya ihtiyacı olmayabilir. Oysaki köylünün buğdayını para karşılığı satarak paraya çevirmesi istediği ayakkabıyı almasını kolaylaştırmaktır. Görülmektedir ki para mübadele aracı olmak suretiyle trampanın güçlüklerini ortadan kaldırmaktadır (Ülgen, 2017). Ayrıca paranın mübadelelerde aracı olma fonksiyonu toplumda iş bölümü ve uzmanlaşmayı da hızlandırmıştır. Paranın iyi bir mübadele aracı olması için; toplumda herkes tarafından kabul edilen, taşınabilen, dayanıklı, bölünebilen, taklit edilemeyen özelliklerinin de bulunması gerekmektedir. 13.3.3. Değer Olarak Saklanması Fonksiyonu İnsanlar, gelirlerinin bir bölümünü tüketime ayırırken bir bölümünü de tasarruf ederler. Para herkes tarafında ödemelerde kabul edilen ortak bir değişim aracı olduğuna göre insanlar tasarruflarını para olarak saklamakta yarar görürler (Mucuk, 2017). Çünkü tasarrufun para olarak saklanması bununla istediği anda istenilen mal ve hizmetin satın alınmasını mümkün kılmaktadır. Paranın saklanması birçok mala göre daha kolaydır. Tasarrufun para halinde saklanması, tasarruf sahibine bunu istediği gibi kullanma imkânını vermektedir. Bankaya yatırabilmekte, hisse senedi ve tahvil satın alabilmekte, taşınabilir veya taşınmaz mallar edinebilmektedir. Çünkü para sonsuz likittir. Paranın değer olarak saklanması fonksiyonu; paranın değer ölçüsü ve mübadele aracı olması fonksiyonlarına bağlıdır. Örneğin; enflasyonlu dönemlerde tasarrufların para olarak saklanması eğilimi zayıflamaktadır. Fiyatların gelecekte daha fazla artacağı düşüncesi insanlarda parayı tutmaktan çok elden çıkarma eğilimini kuvvetlendirmektedir. Deflasyon dönemlerinde ise tersi bir eğilim görülmektedir. İnsanlar ellerindeki parayı kolay kolay elden çıkarmak istememekte ve elde tutma eğilimleri artmaktadır. 13.4. Para Çeşitleri Para çeşitleri tarihsel süreç içinde ele alındığında toplumların gelişimi ile birlikte paranın da çeşitli aşamalardan geçtiği ve zaman içinde nitelik değiştirdiği görülmektedir. Bu doğrultuda paralar üç grupta toplanmaktadır. Bunlardan birincisi madeni paralar olarak da tanımlanan mal paralar, ikincisi senetler, sertifikalar ve banknotları kapsayan temsili paralar, üçüncüsü ise banka parası olarak da tanımlanan kaydi paradır (Bilgili, 2014). 13.4.1. Mal Para Paranın icadından önceki çağlarda, mübadelelerde aracı olarak kullanılan değerler mal para şeklindedir. Başlangıçta bazı gıda maddeleri para yerine kullanılmıştır. Başka ifade ile malın malla değişimini yansıtan mal paradır. Daha sonra ilk para çeşidi olarak gümüş ve altın paraların kullanıldığı görülmektedir. Paralardaki altın ve gümüş miktarı paranın satın alma değerine eşit olmaktadır. Böylece altın ve gümüş paralar nominal ve reel değerleri aynı olan tedavül araçları olup; mal para olarak tanımlanmaktadırlar. Ayrıca hem mal hem de para olarak aynı değere sahip olan altın ve gümüş paralar para fonksiyonlarını tam olarak yerine getirebilme özelliğine sahiptirler (Mishkin, 2013). 13.4.2. Temsili Para Tarihsel süreç içinde ekonominin gelişmesi ile altın ve gümüş paraların taşınmasının ve korunmasının güçleşmesi temsili paraların ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Bocutoğlu, 2016). Önceleri altın ve gümüşe çevrilebilen temsili paralar, zamanla yerini taşınması ve korunması daha kolay olan kâğıt paraya bırakmıştır. Temsili paralar dört çeşittir. 13.4.2.1. Altın ve Gümüş Sertifikalar Yukarıda da ifade edildiği üzere altın ve gümüşten yapılan paraların taşınma ve korunma güçlüğü nedeniyle sertifikalar ortaya çıkarılmıştır. Sertifikalar üzerinde yazılı bedel karşılığının altın ve gümüşle ödeneceğini belirtir. Ayrıca altın ve gümüş sertifikası veren kurumun kasasında %100 altın ve gümüş karşılığı bulunmaktadır. 13.4.2.2. Banknot Para ihracına yetkili bir banka tarafından çıkarılan ve bu bankaya götürüldüğü zaman altına çevrilebilen bir paradır (Colander, 2004). 19. yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinde halkın bankalara olan güveninin artması ve madeni paraya karşılık daha kolay taşınması, ödemelerin altın para yerine banknotla yapılmasını teşvik etmiş ve banknot genel bir ödeme aracı haline gelmiştir. Banknotlar altın ve gümüş sertifikaları gibi %100 karşılığı olmayan resmi ve özel kredi kuruluşları tarafından çıkarılan paralardır. Genellikle kasalardaki metal miktarı banknot miktarından daha azdır. Banknot bankaya götürüldüğünde hemen ödenen, ticari senetler gibi vade ile sınırlı olmayan ve faiz getirmeyen bir borç senedidir. Önceleri her banka banknot çıkarabilmekte iken, daha sonra suiistimalleri önlemek amacıyla banknot çıkarma yetkisi merkez bankalarına verilmiştir. 13.4.2.3. Kâğıt Para Günümüz ekonomilerinde iktisadi hayatın değişmesi ve milli gelirlerin artması, mübadeleye konu teşkil eden malların hacmini çoğaltırken; bu fonksiyonu gerçekleştirecek paraya olan ihtiyacı da arttırmaktadır (Eğilmez, 2009). Böylece banknotun yerini, devletin zorunlu mübadele aracı olarak piyasaya sürdüğü kâğıt para almıştır. Kâğıt para; maddi değeri, kâğıt, mürekkep ve basım değerinden oluşan maliyetine eşit, ancak satın alma gücü yüksek bir ödeme aracıdır. Kâğıt para altın ve gümüşle değiştirilmeyi garanti etmeksizin, devletin çıkardığı ve tedavülü devlet tarafından zorunlu tutulan paralardır. Bir ülkede kâğıt para miktarını fiyat istikrarını bozmayacak şekilde ayarlamak gerekmektedir. Zira tedavüle sunulan para miktarı ekonominin gereksinim duyduğu miktarın üzerine çıktığında enflasyonist etki yaratmaktadır. Bu da o ülkede mal ve hizmet fiyatlarını artırırken, paranın satın alma gücünün düşmesine neden olmaktadır. Bundan başka; yabancı paraların değer kazanması ve ulusal paradan kaçış gibi sakıncaları da bulunmaktadır. 13.4.2.4. Bozuk Para Küçük ödemeleri ve toplamdaki küsuratları karşılamak üzere çıkarılan az miktardaki madeni paralardır. Genellikle gümüş, bakır, nikelden yapılan bu paraların maden değeri, üzerinde yazılan değerin altında olduğundan bozuk para denilmektedir (Eğilmez, 2016). Ülkemizde kâğıt para basma yetkisi Merkez Bankası’na, madeni (bozuk) para basma yetkisi ise Hazine’ye verilmiştir. Kâğıt para ile bozuk para toplamına asli para adı verilmektedir. 13.4.3. Kaydi Para (Banka Parası) Ekonomide bankacılık sektörünün gelişmesine paralel olarak insanlar paralarını vadesiz hesaplara yatırmakta ve ödemelerini çek veya kredi kartı gibi araçlarla yapmaktadırlar. Satın alma gücünü yansıtan bankalardaki vadesiz hesaba kaydi veya banka parası denilmektedir. Hesap sahiplerinin mevduat hesaplarına dayanarak kâğıt veya bozuk para kullanmadan ödemelerde bulunmasını mümkün kılmaktadır. Bu tür paralar, birçok ödemelerde el değiştirmesine gerek olmadan hesaptan hesaba aktarılmak suretiyle, satın alma gücü yaratabilmektedir. Kaydi para kâğıt para ve banknottan farklıdır. Kâğıt para ve banknot maddi bir varlığa sahip olup, elden ele tedavül ettiği halde, kaydi para maddi olmayıp, hesaptan hesaba tedavül etmektedir (Mishkin, 2013). Kaydi paranın tedavülüne çekler aracı olmakta ve ödemeler çekle yapılmaktadır. Bu şekilde ödemenin çekle yapılması durumunda hiç nakit para kullanmadan ödemeler bankalardaki vadesiz hesaplardan nakiller şeklinde yapılmaktadır. Burada ifade edilmesi gereken önemli bir nokta da kaydi paranın yaratılmasında para fonksiyonunu gören çek değil vadesiz mevduat hesabıdır. Bölüm Özeti · Para, insanlar ve ülkeler arasında el değiştirerek ticari faaliyetlerin yürütülmesini sağlamaktadır. Paranın temel özelliklerini beş başlık altında sıralamak mümkündür. Homojen, Taşınabilir, Dayanıklı, Bölünebilir olması ve Taklit edilememesidir. · Paranın üç fonksiyonu vardır. Değer ölçüsü ve hesap birimi olma fonksiyonu, ortak değer ölçüsü olarak para; mal ve hizmetin ne kadar para birimi karşılığında el değiştireceğini gösterir ki bu da o mal ve hizmetin fiyatını belirler. · Paranın mübadele aracı olma fonksiyonu, mal ve hizmetlerin el değiştirmesi sürecini kolaylaştıran ve hızlandıran bir işlev kazandırmaktadır. · Paranın değer olarak saklanması fonksiyonu, paranın saklanması birçok mala göre daha kolaydır. Tasarrufun para halinde saklanması, tasarruf sahibine bunu istediği gibi kullanma imkânını vermektedir. · Para çeşitleri üç grupta toplanmaktadır. Birincisi madeni paralar olarak da tanımlanan mal paralar, ikincisi senetler, sertifikalar ve banknotları kapsayan temsili paralar, üçüncüsü ise banka parası olarak da tanımlanan kaydi paradır. · Paranın icadından önceki çağlarda, mübadelelerde aracı olarak kullanılan değerler mal para şeklindedir. Başlangıçta bazı gıda maddeleri para yerine kullanılmıştır. Daha sonra ilk para çeşidi olarak gümüş ve altın paraların kullanıldığı görülmektedir. · Ekonominin gelişmesi ile altın ve gümüş paraların taşınmasının ve korunmasının güçleşmesi temsili paraların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Temsili paralar dört çeşittir. · Altın ve gümüş sertifikalar üzerinde yazılı bedel karşılığının altın ve gümüşle ödeneceğini belirtir. Banknotlar altın ve gümüş sertifikaları gibi %100 karşılığı olmayan resmi ve özel kredi kuruluşları tarafından çıkarılan paralardır. · Kâğıt para; maddi değeri, kâğıt, mürekkep ve basım değerinden oluşan maliyetine eşit, ancak satın alma gücü yüksek bir ödeme aracıdır. Bozuk para, küçük ödemeleri ve toplamdaki küsuratları karşılamak üzere çıkarılan az miktardaki madeni paralardır. · Kaydi para, birçok ödemelerde el değiştirmesine gerek olmadan hesaptan hesaba aktarılmak suretiyle, satın alma gücü yaratabilmektedir. Kaydi para kâğıt para ve banknottan farklıdır. Kâğıt para ve banknot maddi bir varlığa sahip olup, elden ele tedavül ettiği hâlde, kaydi para maddi olmayıp, hesaptan hesaba tedavül etmektedir. Kaynakça Abel, A. B., Bernanke, B. S. ve Croushore, D. (2011). Macroeconomics. Bilgili, Y. (2014). Makro İktisat. İstanbul: İkinci Sayfa Yayınevi. Bocutoğlu, E. (2016). Makro İktisat - Teoriler ve Politikalar. Bursa: Ekin Yayınevi. Colander, D. C. (2004). Macroeconomics. New York: McGraw Hill Irwin. Eğilmez, M. (2009). Makroekonomi, Türkiye’den Örneklerle. İstanbul: Remzi Kitabevi. Eğilmez, M. (2016). Makro Ekonomi. İstanbul: Remzi Yayınevi. Ertürk, E. (2013). Makro İktisat Teori ve Politikası. İstanbul: Alfa Yayınları. Mishkin, F. (2013). Economics: Money, Banking and Financial Markets. London: Pearson Education. Mishkin, F. S. (2000). Para Teorisi ve Politikası (İ. Şıklar, A: Çakmak, S. Yavuz, Çev.). İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Mucuk, M. (2017). Makro İktisat Teori ve Türkiye Uygulaması. Konya: Billur Yayınları. Paya, M. (2013). Para Teorisi ve Para Politikası. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Paya, M. (2014). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Ülgen, G. (2017). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Ülgen, G. (2019). İktisat Bilimine Giriş. İstanbul: Türkmen Kitabevi. 7.Baskı 12. İstihdam-işgücü-işsizlik Birlikte Düşünelim 1) Çalışma gücü ve arzusunda olan kişilerin belirli bir ücret karşılığında hizmetlerinden yararlanılmasına ne ad verilmektedir? 2) Bir ülkede emek arzını insan sayısı yönünden ifade eden kavram hangisidir? 3) Bir ekonomide çalışma gücü ve arzusunda olup piyasadaki cari ücret düzeyine razı olmasına karşın iş bulamama durumu neyi ifade etmektedir? Başlamadan Önce İstihdam, işgücü, işsizlik kavramları ile yapısal, iradi, gayrı iradi, friksiyonel, konjoktürel ve gizli işsizlik olarak işsizlik çeşitleri incelenecek konular arasındadır. Daha sonra işsizlik süresini belirleyen faktörler ele alınacaktır. 12.1. İstihdam ve İşgücü Bir ülke halkının yaşam standardı o ülke tarafından üretilen mal ve hizmet miktarına; diğer bir ifade ile milli gelir büyüklüğüne ve kişi başına milli gelir düzeyine bağlıdır. Ekonomide üretimde kullanılan çeşitli faktörler vardır ve bunlar; emek, sermaye, doğal kaynak ve girişimci olarak ifade edilmektedir. Bir ülkede üretim faktörlerinin kullanılabilmesi, yani üretim imkânlarının arttırılması; o ülkenin iktisadi büyüme derecesine bağlıdır. Bazen çeşitli nedenlerle mevcut üretim imkânlarından faydalanılamamakta; çeşitli üretim araçları devamlı veya geçici olarak atıl kalmaktadır. (Ülgen, 2019). Buna göre; bir ekonominin karşı karşıya kalacağı en önemli sorun; kaynakların tam kullanılamaması durumudur. Üretim faktörlerinin hepsinin kullanılıp; atıl kalmamasına tam istihdam denilmektedir (Bocutoğlu, 2015). Üretim faktörleri içinde emek faktörü farklı özelliklere sahiptir. Çünkü emek faktörü insana bağlı olmakta; emeğin hizmeti stok edilemediğinden kullanılamayan hizmet akıp gitmektedir. Başka bir ifade ile çalışılmayan dönemlere ait hizmetlerin biriktirilerek daha sonra üretime dahil edilmeleri mümkün olamamaktadır. İnsanlar emeklerini değerlendiremediklerinde işsiz durumuna düşmekte ve herhangi bir gelir elde edememektedir. Bu durum toplumda sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bir ekonomide en önemli sorunlardan birisi de cari ücret düzeyinde çalışma gücü ve isteğinde bulunan herkese iş imkânının olmamasıdır. Bir ülkede istihdam düzeyi denilen herkese iş sağlama imkânının düşük olmasının çeşitli sebepleri bulunmaktadır (Dornbusch ve Fisher, 2014). Öncelikle istihdam ve işgücü ile ilgili bazı tanımlamaları inceleyip; daha sonra işsizlik ve çeşitleri hakkında açıklamalara geçilecektir. İstihdam: Çalışma gücü ve arzusunda olan kişilerin belirli bir ücret karşılığında hizmetlerinden yararlanılmasıdır. Bir ülkenin nüfus miktarı ile istihdam arasında yakın bir ilişki vardır. Nüfus miktarının yaş, cinsiyet, göç gibi demografik özellikleri istihdam üzerinde etkilidir. Nüfus içinde 15-64 yaş arasındaki gruba çalışma çağındaki nüfus denilmektedir. Çalışma çağındaki nüfusun belirli bir kısmı emeğini arz etmekte olup; bu kısmına aktif nüfus denilmektedir. Yani çalışma çağındaki nüfus miktarından çalışmak istemeyenlerin sayısı düşüldükten sonra kalan kısmıdır. (Ülgen, 2017). İşgücü: Bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani iktisadi faaliyete katılan kısmına işgücü denilmektedir. Başka bir tanımla; bir ülkede emek arzını insan sayısı yönünden ifade eden bir kavramdır. İşgücüne, 15-64 yaş arasındaki maaş ve ücretliler, bağımsız olarak çalışanlar, işverenler ve işsizler girmektedir. Çalışmak istemeyenler ile çalışma yeteneği olmayanlar işgücüne dahil değildiler. Çoğu zaman aktif nüfus ile işgücü eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ancak aktif nüfusun belirtilebilmesi için işgücü miktarından geçici çalışanlar ile çalışmak isteyip de iş bulamayan işsizlerin toplam sayısının düşülmesi gerekmektedir. 12.2. İşsizlik Bir ekonomide her zaman çalışma gücü ve arzusunda olanların tümü iş bulamamaktadır. Mal ve hizmet talebinin belirlediği istihdam hacmi, çalışmak isteyenlerin belli bir bölümü için iş imkânı sağlayabilmektedir. İşsizlik emek arzının emek talebinden fazla olduğu durumu yansıtmaktadır (Eğilmez, 2009). Bu durumda işgücünün bir bölümü emek piyasasında geçerli olan iş koşulları ile ücreti kabul ederek çalışmaya razı olduğu halde iş bulamamaktadır. Bu bağlamda işsizlik; bir kişinin çalışma gücü ve arzusunda olup da piyasadaki cari ücret düzeyine razı olmasına karşın iş bulamama durumudur. Dolayısıyla, ücret düzeyini beğenmediği için çalışmayanlar işsiz sayılmamaktadırlar. Bir ekonomide işsizlik oranı ise; belli bir dönemde çalışacak durumda olan ve iş aramalarına rağmen iş bulamayanların işgücüne oranıdır. Günümüzde özellikle gelişmekte olan ekonomilerinin en önemli sorunlarından biri çalışmak isteğindeki herkese iş imkânı yaratılması yani tam istihdamdır. Ancak bu tür ülkelerde sosyal güvenlik kurumlarının gelişmemesi, iş bulamayanlara işsizlik tazminatı ödenmesini mümkün kılmamaktadır. Böylece işsizlik büyük bir sosyal sorun olarak ortaya çıkmaktadır (Froyen, 2013). Gelişmiş ülkelerde ise bu tür sorunlar daha az yaşanmakta olup; kısa dönemli işsizlikler kolay atlatılırken, uzun dönemli işsizliklerde sorunlar yaşanmaktadır. 12.3. İşsizlik Çeşitleri İşsizlik çeşitleri işsizliğin hangi sebeplerden kaynaklandığı konusunda fikir vermektedir. İşsizliğin sebepleri göz önüne alınarak yapılan sınıflamaya göre işsizlik çeşitlerini; yapısal, iradî, gayri idarî, friksiyonel, konjonktürel ve gizli işsizlik olarak sınıflandırmak mümkündür. 12.3.1. Yapısal İşsizlik Bir ülkenin ekonomik yapısında meydana gelen değişmeler hem tüketicilerin talep kalıplarını değiştirmekte hem de üretim teknolojisini değiştirmektedir. Böylece ekonominin talep ve üretim yapısında meydana gelen değişikliklere uyum sürecinin sebep olduğu işsizliğe yapısal işsizlik denilmektedir. Ekonomide üretim teknolojisi değişim geçirirken; işgücü talebinin yapısı da değişmektedir. İşgücü arzının niteliksel yapısı ise bu değişime hemen uyum gösterememektedir. Dolayısıyla mevcut iş sayısı ile işsiz sayısı birbirine eşit olsa bile geçici olarak işsizlik görülmektedir. Bu tür işsizlik teknolojik gelişme hızının yüksek olduğu dönemlerde artmaktadır. Yapısal işsizlik teknolojik işsizlik olarak da tanımlanmaktadır. Yapısal işsizliğin giderilmesi işgücünün yeni işgücü talep yapısının gereklerine göre yeniden eğitilmesine bağlı olmaktadır. Bu nedenle teknolojik işsizlik olarak tanımlanması nedeniyle; makinelerin insanların yerini almasından kaynaklanan işsizlikle karıştırılmaması gerekmektedir. (Ülgen, 2019). 12.3.2. İradi İşsizlik İnsanların cari ücret veya kanunla belirlenen ücret seviyesinde çalışma imkânına sahip olmalarına karşın; çeşitli nedenlerle çalışmak istemeyip, işsiz kalmak istemeleri durumunda ortaya çıkan işsizliğe iradi işsizlik denilmektedir (Gartner, 2013). Bu işsizlikte daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma şartları arandığı için; kişiler kendi iradeleri ile bilerek ve isteyerek işsiz kalmaktadır. İradi işsizliğin nedeni insanların hayatlarını sürdürmeleri konusunda kendilerini güvende hissetmeleridir. Bunlar ya yüklü bir maddi servete sahip ya da ailede kendinden başka bir ya da iki kişinin çalışması neticesinde mevcut iş imkânlarını beğenmeyerek çalışmak istememektedirler. 12.3.3. Gayrı-iradî İşsizlik Çalışma gücünde ve arzusunda olup; cari ücret düzeyinde ve mevcut şartlarda çalışmaya razı kişilerin iş bulamamaları halinde oluşan işsizliğe gayri iradi işsizlik denilmektedir (Mishkin, 2013). Bu işsizliğin iradi işsizlikten farkı kişilerin mevcut koşullara razı olduğu halde iş bulamamasıdır. Bundaki en önemli etken ise ekonominin içinde bulunduğu talep ve sermaye (yatırım) yetersizliğidir. Bu nedenle acil olarak çözüm bekleyen işsizlik türü gayri iradi işsizliktir. O nedenle gerekli çalışmaların yapılarak öncelikle önlenmesi gerekmektedir. 12.3.4. Friksiyonel İşsizlik Friksiyonel işsizlik insanların mevcut işlerini bırakıp, başka bir iş aramasına bağlı bir işsizliktir. Amaç daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek ücret elde etmektir (Mucuk, 2017). Ekonomide friksiyonel işsizlere yetecek kadar iş imkânı vardır. Ancak bu işsizler kendilerine teklif edilen yeni işleri eski çalıştıkları işleri ile veya elde edecekleri yeni ücretle eski ücretlerini karşılaştırarak kendilerine uygun iş aramaktadır. Belli bir anda işsiz gibi gözüken insanların çoğu belirli bir süre sonra iş bulacaklardır. Çünkü o anda henüz aradıkları türde iş bulamadıkları için işsizdirler. Friksiyonel işsizler kısa zamanda durumlarına uygun iş bulma şansına sahip oldukları için bu işsizlik türü geçici işsizliktir. İş değiştiren kişilerin iş aramaları süresince işsiz olmaları durumunu yansıtan friksiyonel işsizlik; ekonominin en elverişli şartlarında bile görülebilen bir işsizlik türüdür. Bu nedenle her ekonomide farklı düzeyde görülmekle beraber; gelişmekte olan ülkelerde friksiyonel işsizlik türüne daha çok rastlanılmaktadır. 12.3.5. Konjonktürel İşsizlik Bir ekonomide üretim ve milli gelir devamlı bir yükselme göstermeyerek zaman içinde dalgalanmaktadır. Bu nedenle istihdam hacminin konjonktür dalgalanmalarına bağlı olarak daralması sonucunda ortaya çıkan geçici veya yaygın işsizlik türüne konjonktürel işsizlik denilmektedir (Ülgen, 2017). Konjonktürün özellikle depresyon ve durgunluk aşamalarında talep yetersizliği nedeniyle üretim ve yatırımların daralma ve durgunlaşması insanları işsiz bırakabilmektedir. Konjonktürel işsizlik kapitalist sistemin doğal bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Ancak bu işsizlik türü dalgalanma önlemleri ile kısmen ortadan kaldırılabilmektedir. Ayrıca hükümetlerin uyguladıkları anti depresyonist politikaların yanında işsizlik sigortası gibi önlemler de konjonktürel işsizliği ve bunun olumsuz etkilerini gidermede etkili olmaktadır. 12.3.6. Gizli İşsizlik Çalışır göründüğü halde toplam üretime hiçbir katkısı olmayanların oluşturduğu işsizlik türüne gizli işsizlik denilmektedir. Verimliliğin ve ücretlerin düşük olduğu ekonomilerde gizli işsizlik varsa bir yerine iki ya da daha fazla kişiye iş verilmiş demektir. Az gelişmiş ülkelerde özellikle tarım kesiminde küçük aile işletmeleri egemendir. Bu işletmelerde aile fertlerinin hepsi iş sahibi görünmektedir. Oysa bunların bir kısmı işletmeyi terk etse bile üretim düzeyinde bir değişme olmamaktadır. Bu durum aslında bu kişilerin üretime katkıda bulunmadıklarını göstermektedir. Dolayısıyla gizli işsizdirler. Yani görünürde bir işleri olmakla birlikte aslında üretime bir katkıda bulunmamaktadırlar. Gizli işsizlik halinde işgücünün marjinal verimliliği sıfırdır. Bu nedenle gizli işsiz işten çıkarılsa bile üretim düşmemektedir. Diğer yandan az gelişmiş veya gelişme halindeki ülkelerde gizli işsizlik yapısal ve sürekli iken; gelişmiş ülkelerde geçici olarak görülmektedir. 12.4. İşsizlik Süresini Belirleyen Faktörler İşsizlik süresi, iktisadi dalgalanmalarda ortaya çıkan konjonktür hareketlerine ve işgücü piyasasının yapısını belirleyen performansa bağlı olmaktadır. Genellikle ekonominin daralma veya durgunluk dönemlerinde ortaya çıkan GSYİH açığı, üretim ve istihdamı azaltmakta ve iş bulmak zorlaşmaktadır. Tersi durumda genişleme dönemlerinde ise üretim ve istihdamdaki artışa bağlı olarak emek sahipleri daha kolay iş bulabilmektedir. İşsizlik süresini; işgücünün demografik yapısı, boş işler ile iş arayanları buluşturan iş ve işçi bulma kurumlarının varlığı ve işsizlik sigortası uygulaması, işgücü mobilitesinin akışkanlığı gibi faktörler etkilemektedir (Pekin, 2012). Bir ekonomide işgücü yapısında genç nüfus ve kadın oranının artması işsizlik süresini uzatabilmektedir. Buna karşın iş ve işçi bulma kurumları işgücü talepleri ile iş arayanları buluşturacak şekilde faaliyette bulunuyorsa işsizlik süresi kısalmaktadır. Ayrıca işsiz kalan kişilerin işsizlik sigortasından işsizlik ödeneği almaları durumunda daha iyi iş bulmak arayışı içinde olmaları işsizlik süresini uzatmaktadır. Benzer şekilde işgücü mobilitesi yüksek olduğunda iş imkânlarına ulaşmak daha kolay olacağından işsizlik süresi kısalırken; işgücü mobilitesinin düşük olması işsizlik süresinin uzamasına neden olmaktadır (Yıldırım ve diğerleri, 2012). İşsizlik süresinin uzunluğunun nedenlerine bakıldığında bunun nedenlerinden biri emek sahibinin belirli bir ücret düzeyini hedefleyerek iş aramasıdır. Belirli bir ücret düzeyinden iş teklifi alsa bile daha yüksek ücret düzeyindeki işi araştırmak için yukarıda da ifade edildiği üzere işsizlik süresini uzatabilmekte, işsizlik ödeneği almıyor ise daha düşük ücret düzeyine razı olmakta ve işsizlik süresi kısalmaktadır. İşsizlik ödenekleri işsizlik oranlarını arttırıcı bir etki yaratmaktadır. Ancak hem emek sahibinin asgari ölçülerde insanca yaşama şartlarını koruması, hem de işgücü verimliliği bakımından işsizlik ödeneği uygulamasının kaldırılması söz konusu olmamaktadır. Bunun yerine işsizliği cazip hale getirmeyecek bir düzeyde belirlenmesi gerekmektedir (Wessels, 2000). İşsizlik süresinin uzunluğunun bir diğer nedeni de ücret katılığıdır. Ücret katılığı istihdam seviyesini azaltıcı bir etki yaratmaktadır. Bir kişi cari ücret düzeyinde çalışmaya razı olduğu halde iş bulamıyor ise bunun nedeni ücret katılığıdır. Çünkü işgücü arzı, işgücü talebini aştığı halde ücretler düşmemekte ve işveren yeni işçi çalıştırmamaktadır. İşgücü piyasasında ücretlerin katı olma nedenleri olarak asgari ücret uygulaması, sendikaların pazarlık gücü ile özel sektörün etkin ücret uygulamalarını saymak mümkündür. Asgari ücret uygulamaları, firmaların ücretleri düşürerek daha fazla işçi çalıştırmalarına engel olmaktadır. Sendikaların toplu pazarlık ile ücretleri denge düzeyinin üzerinde belirlemeleri karşısında firmalar işçi sayısının azaltmakta bu da işsizliği arttırmaktadır. Etkin ücret uygulamasında ise firmalar düşük ücretin işgücü verimliliğini azalttığı görüşünden hareketle verimli işçiye yüksek ücret vermektedir. Bu durumda işgücü arzı işgücü talebini aştığında ücretler düşse bile işsizlik azalmamaktadır. Çünkü işveren düşük ücretli verimsiz işçi yerine, verimi yüksek işçiye etkin ücret vererek çalıştırmayı tercih etmektedir. Bölüm Özeti · İstihdam: Çalışma gücü ve arzusunda olan kişilerin belirli bir ücret karşılığında hizmetlerinden yararlanılmasıdır. Bir ülkenin nüfus miktarı ile istihdam arasında yakın bir ilişki vardır. Nüfus miktarının yaş, cinsiyet, göç gibi demografik özellikleri istihdam üzerinde etkilidir. · Bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani iktisadi faaliyete katılan kısmına işgücü denilmektedir. Başka bir tanımla; bir ülkede emek arzını insan sayısı yönünden ifade eden bir kavramdır. · İşsizlik; bir kişinin çalışma gücü ve arzusunda olup ta piyasadaki cari ücret düzeyine razı olmasına karşın iş bulamama durumudur. Dolayısıyla, ücret düzeyini beğenmediği için çalışmayanlar işsiz sayılmamaktadırlar. İşsizlik çeşitlerini; yapısal, iradî, gayri idarî, friksiyonel, konjoktürel ve gizli işsizlik olarak sınıflandırmak mümkündür. · İşsizlik çeşitleri işsizliğin hangi sebeplerden kaynaklandığı konusunda fikir vermektedir. Ekonominin talep ve üretim yapısında meydana gelen değişikliklere uyum sürecinin sebep olduğu işsizliğe yapısal işsizlik denilmektedir. · İnsanların cari ücret veya kanunla belirlenen ücret seviyesinde çalışma imkânına sahip olmalarına karşın; çeşitli nedenlerle çalışmak istemeyip, işsiz kalmak istemeleri durumunda ortaya çıkan işsizlik iradi işsizliktir. · Çalışma gücünde ve arzusunda olup; cari ücret düzeyinde ve mevcut şartlarda çalışmaya razı kişilerin iş bulamamaları halinde oluşan işsizliğe gayri iradi işsizlik denilmektedir. · Friksiyonel işsizlik insanların mevcut işlerini bırakıp, başka bir iş aramasına bağlı bir işsizliktir. Amaç daha iyi çalışma koşulları ve daha yüksek ücret elde etmektir. · İstihdam hacminin konjoktür dalgalanmalarına bağlı olarak daralması sonucunda ortaya çıkan geçici veya yaygın işsizlik türüne konjoktürel işsizlik denilmektedir. · Çalışır göründüğü halde toplam üretime hiçbir katkısı olmayanların oluşturduğu işsizlik türüne gizli işsizlik denilmektedir. · İşsizlik süresi, iktisadi dalgalanmalarda ortaya çıkan konjonktür hareketlerine ve işgücü piyasasının yapısını belirleyen performansına bağlıdır. İşsizlik süresini; işgücünün demografik yapısı, iş ve işçi bulma kurumlarının varlığı, işsizlik sigortası uygulaması, işgücü mobilitesinin akışkanlığı gibi faktörler etkilemektedir. · Bir ekonomide işgücü yapısında genç nüfus ve kadın oranının artması işsizlik süresini uzatabilmektedir. Buna karşın iş ve işçi bulma kurumları işgücü talepleri ile iş arayanları buluşturacak şekilde faaliyette bulunuyorsa işsizlik süresi kısalmaktadır. Kaynakça Bocutoğlu, E. (2015). Karşılaştırmalı Makro İktisat. Bursa: Ekin Yayınevi. Bocutoğlu, E. (2016). Makro İktisat - Teoriler ve Politikalar. Bursa: Ekin Yayınevi. Dornbusch, R. ve Fisher, S. (2014). Macroeconomics. New York: Mc Graw Hill Irwin. Eğilmez, M. (2009). Makroekonomi, Türkiye’den Örneklerle. İstanbul: Remzi Kitabevi. Froyen, R. (2013). Macroeconomics Theory and Policy. New Jersey: Prentice Hall. Gartner, M. (2013). Macroeconomics. London: Pearson Education. Mishkin, F. (2013). Economics: Money, Banking and Financial Markets. London: Pearson Education. Mucuk, M. (2017). Makro İktisat Teori ve Türkiye Uygulaması. Konya: Billur Yayınları. Pekin, T. (2012). Makro Ekonomi. İzmir: Zeus Kitabevi. Ülgen, G. (2017). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Ülgen, G. (2019). İktisat Bilimine Giriş. İstanbul: Türkmen Kitabevi. 7.Baskı Wessels, W. J. (2000). İktisat (Ü. Çağlar, Çev.). İstanbul: Alfa yayınları Yıldırım, K., Karaman, D. ve Taşdemir, M. (2012). Makro Ekonomi. Ankara: Seçkin Yayınevi. 11. Enflasyon Birlikte Düşünelim 1) Bir ekonomide toplam talebin toplam arzdan fazla olması sonucu, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak yükselmesini ifade eden kavrama ne denir? 2) Enflasyona neden olan etkenler hangileridir? 3) Deflasyon; kira, maaş, ücret gibi sabit gelirlerin lehine mi aleyhine midir? Başlamadan Önce Ekonomilerin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri olan enflasyonun tanımı, enflasyonun nedenleri olarak talep ve arz enflasyonu ile enflasyon çeşitleri incelenecek konu başlıkları olarak yer almaktadır.Ayrıca enflasyonun tersi olan deflasyon ile devalüasyon ve revalüasyon diğer konu başlıkları olarak ele alınacaktır. 11.1. Enflasyonun Tanımı Bir ekonomide toplam talebin toplam arzdan fazla olması sonucu, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak yükselmesine enflasyon denilmektedir (Ünsal, 2017). Ancak bazı malların fiyatlarının yükselmesi veya fiyatlarda sürekli olmayan artışlar enflasyon değildir. Enflasyon sayılabilecek bir fiyat artışının genel ve sürekli olması gerekmektedir. Enflasyon özellikle son yıllarda dünya ekonomilerinin karşılaştığı en önemli sorunlardan birisidir. Enflasyon ile ekonomideki para miktarının durumu arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Ekonomideki para miktarı ne kadar artarsa enflasyon oranının artma ihtimali o ölçüde yüksek olmaktadır. Diğer yandan para miktarının değişmemesi durumunda enflasyonun oluşma ihtimali de oldukça zayıflamaktadır. 11.2. Enflasyonun Nedenleri Enflasyonun hüküm sürdüğü ekonomilerde belirli bir fiyat düzeyinde toplam talep ile toplam arz arasında kurulmuş bulunan denge çeşitli nedenlerle bozulmaktadır. Enflasyon ile mücadelede başarı sağlamak için öncelikle enflasyonun hangi nedenlerden kaynaklandığını saptamak gerekmektedir. Genel olarak enflasyona neden olan etkenler göz önüne alındığında talep kaynaklı ve arz kaynaklı oldukları görülmektedir (Paya, 2014). 11.2.1. Talep Enflasyonu Talep enflasyonu bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin toplam talebi karşılayamaması nedeniyle ortaya çıkan enflasyondur. Bir ekonomide devletin açık finansman politikası izlemesi (karşılıksız para basması), kredi hacminin genişlemesi, kişilerin ve kurumların kendi bünyelerinde saklı tuttukları paralarını dolaşıma dâhil etmeleri ve ödemeler dengesi fazlalığından doğan gelir artışları gibi sebeplerle toplam talebin toplam arzı aşması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Diğer bir ifade ile talepte meydana gelen artışı karşılamak üzere arzın yeterli derecede arttırılamaması sonucu fiyatların yükselmesine yol açan bir süreçtir. Talep enflasyonu iktisadi kaynakların tam olarak istihdam edilmediği, yani arzın arttırılmasının mümkün olmadığı ya da çeşitli darboğazlar nedeniyle (enerji, döviz, işgücü yetersizliği gibi) üretimin arttırılamadığı dönemlerde ortaya çıkmaktadır (Bilgili, 2014). Ekonomide mal ve hizmet fiyatlarında meydana gelen artış, üretim faktörleri fiyatlarına yansıyarak; mal ve hizmet fiyatlarının daha da yükselmesine neden olabilmektedir (Şekil 91). Şekil -91 Toplam talebin toplam arzdan daha fazla olması durumunu yansıtan Şekil 91’e göre; toplam talep ile toplam arz eğrisinin kesiştiği E1 noktasında dengede olan bir ekonomide Y1 millî geliri tam istihdam millî geliri varsayılmakta ve buna göre fiyatlar genel düzeyi ise P1 olmaktadır. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı toplam talep artarak D2 düzeyine geldiğinde, fiyatlar genel düzeyi P2’ye millî gelir düzeyi de Y2’ye yükselmektedir (E2 Denge noktasında). Ancak millî geliri Y1 tam istihdam düzeyinden sonra arttırma imkânı olmadığından; millî gelirdeki Y1-Y2 kadarlık artış reel değil nominal bir artış olup; enflasyonist açığı ifade etmektedir. (Ülgen, 2019) Fiyatlar genel düzeyinin P1’den P2’ye çıkması üretim faktörlerinin ve ücretlerin artmasına neden olacaktır. Sonuçta; üretim maliyetlerinin artışı arz miktarlarını sınırlı tutmakta ve artan talep ihtiyacına cevap veremez duruma gelmektedir. 11.2.2. Arz (Maliyet) Enflasyonu Bir ekonomide enflasyon sürecinin başlangıcının, toplam talep harcamalarından bağımsız olarak üretim maliyetlerindeki artışlara bağlanmasıdır. Mal ve hizmet fiyatlarının oluşumunda maliyet koşulları esas alınıyorsa ve buna bağlı olarak fiyatlar genel düzeyi yükseliyorsa arz (maliyet) enflasyonu ortaya çıkmaktadır. Bu tür enflasyonda; sendikaların, firmaların veya ham madde üreticilerinin piyasayı kontrolleri altına alma istekleri ile hükûmetlerin getirdiği yeni düzenlemeler ve yeni vergi uygulamalarının da etkileri bulunmaktadır. Piyasayı kontrol gücüne sahip bir firma eğer kârını düşük buluyorsa mal ve hizmet fiyatını arttırabilir. Diğer yandan üretim faktörleri piyasasında rekabetin bozulması sonucu sendikalar pazarlık gücüne sahipse; işgücünün verimliliğinin üzerinde ücret talep edebilmekte, diğer faktör sahipleri de girdi fiyatlarını yükseltebilmektedirler (Chamberlin ve Yueh, 2006). Ayrıca dışa bağımlı ekonomilerde bazı girdilerin ithal edilmesi gerekmektedir. Ülke parasının sürekli değer kaybetmesi sonucu ithal girdi fiyatlarının yükselmesi maliyet artışına neden olan diğer bir etkendir. (Şekil 92) Şekil -92 Şekilde talep enflasyonunda olduğu gibi ekonomi S1 toplam arz eğrisi ile D1 toplam talep eğrisinin kesiştiği E1 noktasında dengeye gelmektedir. Bu denge noktasında fiyatlar genel düzeyi P1, millî gelir denge düzeyi ise Y1’dir. Yukarıda ifade edilen nedenlerden herhangi birinden ötürü S1 arz eğrisi azalarak sol yukarıya S2’ye kaymaktadır. Bu durumda denge durumu E1’den E2’ye gelmekte ve fiyatlar genel düzeyi P1’den P2’ye yükselmektedir. Toplam talebin aynı kalması durumunda millî gelir düzeyi Y1’den Y2’ye düşmektedir. Hem fiyatların yükseldiği hem de eksik istihdam ve işsizliğin bulunduğu bu duruma durgunluk içinde enflasyon yani stagflasyon denilmektedir. Hükûmetler bu durgunluğa ve artan eksik istihdama çözüm olarak para arzını arttırarak toplam talebi yükseltmeyi isteyebilmektedirler. Böylece toplam talep eğrisi D1’den D2’ye yükselirken; fiyatlar genel düzeyi de P2’den P3’e çıkmaktadır. (Ülgen, 2017). Buna göre; arz şoku etkisiyle fiyatlar genel düzeyi P1’den P2’ye çıkarken, daha sonraları talep şoku etkisiyle fiyatlar genel düzeyi bir kez daha P2’den P3’e yükselmektedir. Bu durumda fiyat yükselmeleri sonucu tüketicilere yansıyan yüksek bir maliyet ortaya çıkmaktadır. Artan fiyatlar karşısında tüketicilerin de gelir arttırma talepleri tekrar ücret ve kârların yükselmesine bu da maliyetlerin bir kez daha artmasına neden olarak enflasyonu sürekli hâle getirmektedir. 11.3. Enflasyon Çeşitleri Günümüzde enflasyon uluslararası niteliğe sahip bir olay olup; az gelişmiş ülkelerden, kalkınma sürecini tamamlayan ülkelere kadar hemen hemen her ülkede mevcuttur. Bir ekonomide enflasyonun nedenlerinin talep kaynaklı ve arz kaynaklı olduğu yukarıdaki açıklamalarda ifade edilmiştir. Ancak her ülkenin ekonomik yapısının farklı özellikler taşıması enflasyonun farklı şekillerde görülmesine sebep olmaktadır. Enflasyon çeşitleri olarak; yapısal enflasyon, kronik enflasyon, sinsi enflasyon ve hiperenflasyon incelenecektir. 11.3.1. Yapısal Enflasyon Bir ekonomide enflasyon süreci toplam talep veya toplam arzda meydana gelen değişimler sonucunda yaşanmaktadır. Ancak ekonominin birçok yapısal özellikleri enflasyonun yayılmasını hızlandırabilmekte ve enflasyonla mücadeleyi güçleştirebilmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde enflasyon yapısal aksaklıklar nedeniyle oldukça etkin olmaktadır. Bu tür enflasyon belirli piyasalarda ve ekonominin bazı kesimlerinde fiyatların birkaç firma tarafından belirlenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifade ile gelişmekte olan ülkelerde eksik rekabet piyasaları yaygındır ve bu firmaların kâr marjları yüksektir. Fiyatlar genel düzeyinde herhangi bir nedenden dolayı görülecek olan yükselme durumunda reel kârlarının düşmesine razı olmayan firmalar kendi fiyatlarını yükseltmekte tereddüt etmeyeceklerdir. Böylece serbest rekabet şartlarının aksaması ve piyasaların birkaç firmanın elinde bulunması yapısal enflasyonun meydana gelmesine neden olmaktadır (Colander, 2004). Bununla birlikte gelişmekte olan ülkelerde işgücü verimliliğinin düşük maliyetlerin yüksek olması fiyatları yükseltirken; ekonomideki yapısal enflasyonu beslemektedir Ayrıca ekonomideki darboğazlardan kaynaklanan üretim aksamaları, arzın talebe cevap vermesindeki gecikmeler, tarım sektörünün ağırlıklı olması, mevsimlik fiyat dalgalanmalarına yol açmaktadır. Böylece bazı ürünlerin fiyatları mevsimlik olarak yükselirken; diğer ürünlerin fiyatları da onları takip ederek yükselmektedir. Ayrıca yatırımlar içinde altyapı yatırımlarının geniş yer tutması ve bu tür yatırımların talebi arttırıcı etkisi yanında arz yaratıcı yönünün gecikmesi; yatırımların arz etkisinin gecikmesine sebep olmaktadır. Yine gelişmekte olan ülkelerde kişi başına gelir düzeyinin düşük olması tasarrufların yetersiz kalması sonucunu doğurmaktadır. Bu ülkeler gelişme süreçlerini hızlandırmak amacıyla iddialı yatırım projelerini uygulayarak hızlı büyümek istemektedirler. İmkânlarını zorlayan büyüme çabaları da enflasyonist baskı yaratmaktadır (Eğilmez, 2016). Nihayet kamu kesiminde mali disiplinin olmaması ve kamu açıklarının parasal genişleme ile karşılanması yapısal enflasyona neden olmaktadır. 11.3.2. Kronik Enflasyon Kronik enflasyon; kamu harcamalarının sürekli artması, gelirlerin üretimdeki artışla orantısız olması, sürekli bütçe açıkları, yatırım finansmanlarının emisyonla karşılanması gibi nedenlere bağlı olarak fiyatlar genel düzeyinin sürekli artış göstermesi sonucu görülen bir enflasyon türüdür. Bu tür enflasyon yaşanan ekonomide bazı ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Para değerini hızla kaybetmekte, satın alma gücü azalmaktadır. Kronik enflasyonda para değişim aracı fonksiyonunu görmekle birlikte değer kaybı sebebiyle dış ödemelerde, bir başka ülke parasının standart ölçü olarak kullanılması gerekmektedir. Kronik enflasyon sürecinde para genellikle tasarruf aracı olma niteliğini önemli ölçüde kaybetmektedir (Eğilmez, 2016). Zira mevduat veya yastık altında tutulan paralar zaman içinde değer kaybına uğramaktadırlar. Bu yüzden tasarruflar; döviz, altın ve gayrimenkul alanlarında değerlendirilmektedir. Genel olarak kronik enflasyon uzun süreli olduğundan bu tür enflasyonla mücadele etmek oldukça güçtür. Ekonomide ciddi istikrarsızlıklara yol açan kronik enflasyon; sosyal yapıda da önemli çöküntülere neden olmaktadır. 11.3.3. Sinsi Enflasyon Fiyatlar genel düzeyinin yavaş ve çok küçük oranlarda yükselme eğilimi gösterdiği dönemlerde görülen bir enflasyon çeşididir. Bu tür enflasyon genellikle iktisadi faaliyetlerin ve piyasaların canlandığı dönemlerde görülmektedir. Sinsi enflasyon sürecinde para her üç fonksiyonunu (hesap birimi, mübadele ve değer saklama) yerine getirebilmektedir. Ayrıca reel faiz oranı çok düşük olmadığından insanlar tasarruflarını para olarak değerlendirmekte; bankada mevduat olarak tutmakta sakınca görmemektedirler. Bu tür enflasyonda genellikle talep ve arz enflasyonu çok düşük düzeyde görüldüğünden, bekleyişler nispeten istikrarlı olmaktadır (Eren, 2001). Çünkü fiyatlar tüketicilerin hissetmeyecekleri şekilde çok yavaş yükselmektedir. Buna bağlı olarak ücret artışları da makul düzeylerde gerçekleşmektedir. Günümüzde hemen hemen her ülkede sinsi enflasyon süreci yaşanmaktadır. Sürünen enflasyon olarak da tanımlanan bu enflasyon kalkınma sürecini tamamlayan ülkelerde %4’ten, gelişmekte olan ülkelerde ise %6’dan daha düşük düzeydeki fiyat artışlarını ifade etmektedir. Hükûmetlerin sinsi enflasyonu önlemek konusunda oldukça dikkatli davrandıkları görülmektedir. Çünkü herhangi bir müdahale söz konusu olduğunda hızlandıran ilkesi tersine işleyebilmekte ve sinsi enflasyon normal veya hiperenflasyona dönüşme riski taşımaktadır. 11.3.4. Hiperenflasyon Fiyatlar genel düzeyinin çok hızlı yükselmesi ve paranın iç değerinin aşırı ve hızlı bir şekilde düşmesi sonucu enflasyon hızının çok yükselmesi durumuna hiperenflasyon denilmektedir (Paya, 2014). Paranın değeri neredeyse her gün, hatta her saat düşmeye başlamakta, insanların satın aldıkları mal ve hizmetleri aynı fiyata satın almaları mümkün olamamaktadır. Hangi fiyat artış oranının hiperenflasyon sayılacağı belirlenemediğinden enflasyon oranı yıllık değil aylık olarak belirlenmektedir. Hiperenflasyonun en önemli sebebi para arzının kontrolsüz bir şekilde arttırılmasıdır. Bu durumda para tasarruf olarak elde tutulmadığı gibi, değer ölçüsü olma fonksiyonunu da kaybetmektedir. İnsanlar para yerine döviz ve altın talep ederler. Zorunlu ihtiyaçların karşılanması için yapılan alışverişlerde de malın mal ile değişimi yani trampaya doğru bir yönelme görülmektedir. Bu enflasyon sürecini yaşayan ekonomilerde bazı olumsuz etkileşimler görülmektedir. Bunlardan bir tanesi paradan kaçışın başlamasıdır. Çünkü hiperenflasyon ortamında para değer ölçüsü olma özelliğini kaybetmektedir. Bir diğeri iç fiyatların, yabancı döviz fiyatlarından daha hızlı artmasıdır. Bu durumda ülke ekonomisi önemli ölçüde sarsılmaktadır. Nihayet millî paranın hızla değer kaybetmesi mala olan talebi arttırırken; ülkenin ihracat imkânlarını da tamamen ortadan kaldırmaktadır. 11.4. Deflasyon Deflasyon; ekonomide üretim artışlarının yavaşladığı veya durduğu, fiyatlar genel düzeyinin ise düşme eğilimi gösterdiği bir durumdur. İktisadi birimler tarafından yapılması tahmin edilen toplam harcamaların reel gelirden az olması, toplam talebin toplam arzdan daha düşük düzeyde kalmasına neden olmaktadır. Talep yetersizliği satışların yavaşlamasına, fiyatlar genel düzeyinin düşmesine, üretimin daralmasına yol açmaktadır. Deflasyonun para miktarındaki azalmadan meydana geldiğini savunanlar olmuş ancak bu görüşün her zaman için geçerli olmadığı görülmüştür. Çünkü fiyatlar genel düzeyindeki bir düşme; para arzı ve kredi hacmindeki bir daralmadan meydana gelebileceği gibi, insanların daha çok tasarruf etmelerinden, üretim artışından, bol mahsul elde edilmesinden meydana gelebilmektedir. Deflasyon toplam gerçek talepteki azalmanın derecesine ve devamına göre; satışların yavaşlaması sebebiyle stokların artmasına da sebep olmaktadır. Deflasyonda halkın para talebi artmakta, mallara karşı olan talebi ise azalmaktadır. Bu durum deflasyonun etkisini yoğunlaştırmaktadır. Üreticilerin ürettikleri mal ve hizmetleri satmakta güçlük çekmeleri, kâr tahminlerini olumsuz etkilemektedir. Bu doğrultuda yatırımların azalması; üretim faktörleri talebinin de azalmasını hızlandırmaktadır. Üretim faktörleri arzı artarken; işsizlik de artmaktadır. Zira mal satamama ve zarar ihtimali üreticileri düşük kapasite ile çalışmaya yönlendirmektedir. Bu da millî gelir düzeyini azaltarak, iktisadi daralmayı başlatmaktadır. Deflasyon, enflasyonda olduğu gibi millî gelir dağılımında değişimlere neden olmaktadır. Fiyatlar genel düzeyinin düşmesi kira, maaş, ücret gibi gelirlerin lehine, üreticilerin aleyhine bir durum yaratmaktadır. Borçlular borçlarını ödemekte güçlük çekmekte, halkın refah düzeyi düşmektedir. Deflasyonun en olumsuz etkisi iktisadi daralma ve işsizliktir (Tunca, 2014). Bir ekonomi açısından deflasyonun yarattığı olumsuz etki enflasyondan daha büyük olmaktadır. 1929 Dünya Krizinde olduğu gibi. Deflasyon talep yetersizliğinden meydana geldiğine göre deflasyonu gidermek için talebi arttırıcı tedbirlere başvurulması gerekmektedir. Bu tedbirlerin başlıcaları şunlardır: - Ucuz faizle bol kredi imkânları sağlanmalı, -Harcamalar arttırılmalıdır. Özellikle otonom (devletin yaptığı) yatırımlar fazlalaştırılmalı, - Yüksek ücret politikası uygulanmalı, - Tüketici kredileri arttırılmalı, - Gelir ve kurumlar vergisinde yapılacak düzenlemeleri yatırımları arttıracak biçimde ayarlanmalıdır. 11.5. Devalüasyon Devalüasyon bir ülke parasının dış değerinin yabancı paralar karşısında düşürülmesidir. Millî paranın dış değerinin düşürülmesinin iki nedeni bulunmaktadır. 1- Ülkedeki fiyatlar ve maliyetler, dünya fiyatlarının ve maliyetlerinin üstünde ise; millî paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin yüksek olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumda millî paranın değeri yabancı paralar karşısında düşürülerek dünyadaki fiyat ve maliyetlere uyumlu hâle gelmesi sağlanmaktadır. 2- Millî paranın değeri düşürülerek ihraç mallarının dış pazarlarda tercih edilmesi istenmektedir. (Ülgen, 2019) Birinci durumda paranın iç değeri ile dış değeri arasındaki farkın uluslararası mal alışverişinde meydana getirdiği güçlükleri ortadan kaldırmak söz konusu olduğu hâlde; ikinci durumda millî malların dış piyasalardaki rekabet gücünü arttırmak söz konusu olmaktadır. Böylece millî paranın dış değerinin düşürülmesi ithalatın pahalılaşmasına, ihracatın ucuzlamasına yol açmaktadır. Bu nedenle devalüasyon ithalatın azalmasını, ihracatın artmasını sağlamaktadır. Ancak bu durum ihraç ve ithal mallarının arz ve talep esnekliklerine göre değişmektedir. Buna göre ihracatın artması bir yandan ihracata elverişli malların bulunup bulunmamasına, diğer yandan bu mallara karşı dış talebin esnekliğine bağlı olmaktadır. İthalatın azalması ise; bir yandan ithal mallarına karşı iç talebin esnekliğine, diğer yandan bu malların arz esnekliğine bağlı olmaktadır (Yıldırım ve diğerleri, 2012). Bu açıklamalar doğrultusunda parası devalüe edilen ülkede ihracata hazır mal stoku yoksa veya ihraç malları üretimle kısa zamanda arttırılamıyorsa ihracatta arzu edilen artış sağlanmayabilmekte hatta ihracattan sağlanan döviz geliri düşebilmektedir. Bunun yanı sıra ithal mallarına şiddetli ihtiyaç duyuluyorsa, diğer bir ifade ile ithal mallarının talebi esnek değilse ithalatta da arzu edilen daralma görülmeyebilmekte ve döviz giderleri artabilmektedir. Böylece devalüasyonun ihracatı arttırarak döviz geliri kazandırıcı etkisinin kesin olmadığı sonucuna varılmaktadır. 11.6. Revalüasyon Revalüasyon devalüasyonun tersi olup; bir ülke parasının değerini altına ve dövize göre yükselterek yeniden ayarlamaktır. Revalüasyon yapılan bir ülkede resmi kurlarla altın ve döviz fiyatları hükûmetlerce kararlaştırılmış bir oranda ucuzlamaktadır. Revalüasyon az rastlanılan bir para operasyonudur. Bu nedenle genellikle ihracatı artan ve ödemeler dengesi fazla veren ülkelerde görülmektedir. Merkez Bankasında ihtiyaçtan çok altın ve döviz biriktiğinde aşırı derecede genişleyen rezervlere karşılık yapılacak emisyon nedeniyle enflasyona yol açmamak için revalüasyon yapılır. Bölüm Özeti · Bir ekonomide toplam talebin toplam arzdan fazla olması sonucu, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak yükselmesine enflasyon denilmektedir. Enflasyona neden olan etkenler göz önüne alındığında talep ve arz kaynaklı oldukları görülmektedir. · Talep enflasyonu bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin toplam talebi karşılayamaması nedeniyle ortaya çıkan enflasyondur. Mal ve hizmet fiyatlarının oluşumunda maliyet koşulları esas alınıyorsa ve buna bağlı olarak fiyatlar genel düzeyi yükseliyorsa arz (maliyet) enflasyonu ortaya çıkmaktadır. · Her ülkenin ekonomik yapısının farklı özellikler taşıması enflasyonun farklı şekillerde görülmesine sebep olmaktadır. Enflasyon çeşitleri; yapısal enflasyon, kronik enflasyon, sinsi enflasyon ve hiperenflasyondur. Yapısal Enflasyon belirli piyasalarda ve ekonominin bazı kesimlerinde fiyatların birkaç firma tarafından belirlenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Kronik enflasyon; kamu harcamalarının sürekli artması, gelirlerin üretimdeki artışla orantısız olması, sürekli bütçe açıkları, yatırım finansmanlarının emisyonla karşılanması gibi nedenlere bağlı olarak fiyatlar genel düzeyinin sürekli artış göstermesi sonucu görülen bir enflasyon türüdür. Sinsi Enflasyon fiyatlar genel düzeyinin yavaş ve çok küçük oranlarda yükselme eğilimi gösterdiği dönemlerde görülen bir enflasyon çeşididir. Fiyatlar genel düzeyinin çok hızlı yükselmesi ve paranın iç değerinin aşırı ve hızlı bir şekilde düşmesi sonucu enflasyon hızının çok yükselmesi durumuna hiperenflasyon denilmektedir. · Deflasyon; ekonomide üretim artışlarının yavaşladığı veya durduğu, fiyatlar genel düzeyinin ise düşme eğilimi gösterdiği bir durumdur. Deflasyon toplam gerçek talepteki azalmanın derecesine ve devamına göre; satışların yavaşlaması sebebiyle stokların artmasına da sebep olmaktadır. · Devalüasyon bir ülke parasının dış değerinin yabancı paralar karşısında düşürülmesidir. Millî paranın dış değerinin düşürülmesinin iki nedeni bulunmaktadır. Birinci durumda paranın iç değeri ile dış değeri arasındaki farkın uluslararası mal alışverişinde meydana getirdiği güçlükleri ortadan kaldırmak söz konusu olduğu hâlde; ikinci durumda millî malların dış piyasalardaki rekabet gücünü arttırmak söz konusu olmaktadır. · Revalüasyon; bir ülke parasının değerini altına ve dövize göre yükselterek yeniden ayarlamaktır. Merkez Bankasında ihtiyaçtan çok altın ve döviz biriktiğinde aşırı derecede genişleyen rezervlere karşılık yapılacak emisyon nedeniyle enflasyona yol açmamak için revalüasyon yapılır. Kaynakça Bilgili, Y. (2014). Makro İktisat. İstanbul: İkinci Sayfa Yayınevi. Chamberlin, G. ve Yueh, L. (2006). Macroeconomics. London: Thomson Learning. Colander, D. C. (2004). Macroeconomics. New York: MC Graw Hill Irwin. Eğilmez, M. (2016). Makro Ekonomi. İstanbul: Remzi Yayınevi. Eğilmez, M. (2019). Ekonominin Temelleri. İstanbul: Remzi Kitabevi. Eren, E. (2001). Makro İktisat. İstanbul: Avcıol Basım Yayın. Paya, M. (2014). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Tunca, Z. (2014). Makro İktisat. Kayseri: Geçit Yayınları. Ülgen, G. (2017). Makro İktisat. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Ülgen, G. (201). İktisat Bilimine Giriş. İstanbul: Türkmen Kitabevi.7.Baskı Ünsal, E. M. (2017). Makro İktisat. Ankara: Murat Yayınları Yıldırım, K., Karaman, D. ve Taşdemir, M. (2012). Makro Ekonomi. Ankara: Seçkin Yayınevi. 10. Milli Gelir Birlikte Düşünelim 1) Milli gelir kaç şekilde hesaplanmaktadır? 2) Kişisel gelir ve harcanabilir gelirden hangisi gerçek satın alma gücünü yansıtmaktadır? 3) Bir ekonomide büyüme reel milli gelire mi nominal milli gelire göre mi gerçekleşmektedir? Başlamadan Önce Milli gelire ilişkin bazı tanımlar ile milli gelirin üretim, gelir, harcama yöntemleri ile hesaplanması açıklandıktan sonra; gayrısafi yurtiçi hasıla, kişisel gelir, harcanabilir gelir, kişi başına milli gelir ile nominal ve reel milli gelir kavramları incelenecektir. Daha sonra milli geliri belirleyen faktörlerden tüketim, tasarruf ve yatırım kavramları ele alınacaktır. 10.1. Tanımlar Bir ülkede belirli bir dönemde ekonominin genel durumunun belirlenmesi için mili gelir hesapları kullanılmaktadır. Milli gelir hesapları ekonomik faaliyetlerin genel bir özetini sunmanın yanında, ülkedeki üretim, gelirler ve harcamalar arasındaki karşılıklı ilişkileri de göstermektedir. Böylece milli gelir hesapları ülkedeki üretim, gelir ve istihdam düzeyinin nasıl belirlendiğini ortaya koymaktadır (Bilgili, 2014). Belli bir dönemde mal ve hizmet üretimine katılan faktörlerin bunun karşılığında aldıkları payların toplam değerini gösteren milli gelir hesapları, ekonominin genel durumu hakkında bilgi verirken; uluslararası kalkınma karşılaştırmalarında da bir gösterge niteliği taşımaktadır. Gelirin kaynağı üretimdir. Ulusal ekonomide; belli bir dönemde (bir yılda) mal ve hizmet üretimine katılan faktörlerin, bunun karşılığında aldıkları payların toplam değerine milli gelir denilmektedir. Milli gelir, ekonominin genel durumu hakkında bilgi verirken; uluslararası kalkınma karşılaştırmalarında da bir gösterge olarak kabul edilmektedir (Bocutoğlu, 2015). - Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH): Bir ülkede belirli bir dönemde (bir yıl içinde) üretilen nihai mal ve hizmetler toplamının piyasa fiyatlarına göre para ile ifadesidir. - Amortisman: Ekonomide her yıl mal ve hizmetler üretilirken geçen yıldan devralınan makine, bina, yol, köprü gibi sermaye teçhizatında belirli miktarda meydana gelen eskime, aşınma ve yıpranmanın para ile ifadesine amortisman denilmektedir. - Safi Milli Hasıla: Bir ülkede belirli bir dönemde (bir yıl) üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarına göre hesaplanan değerine eşit olan gayrı safi milli hasıla o ülkenin ele alınan dönemde iktisadi gücündeki gerçek artışı göstermemektedir. Çünkü GSMH üretim sırasında meydana gelen aşınma ve eskimeleri dikkate almamaktadır. Oysa bir ülkede belli bir dönemde mal ve hizmet üretimi yolu ile iktisadi gücünde meydana gelen gerçek artışı hesaplamak için; üretim sırasında sermaye teçhizatında aşınma ve eskime suretiyle meydana gelen değer kaybını üretimin piyasa değerinden düşmek gerekmektedir. İşte gayrı safi milli hasıladan amortisman payı düşüldüğü zaman safi milli hasıla elde edilmektedir. SMH= GSMH – A 10.2. Milli Gelirin Hesaplanması Milli gelir üç şekilde hesaplanmaktadır. 10.2.1. Üretim Yöntemi ile Milli Gelir Bir ekonomide bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değeri ile ifade edildiği bir hesaplama yöntemidir. Tarım, sanayi hizmetler gibi tüm sektörlerde üretim faktörlerinin yarattığı nihai mal ve hizmetler piyasa fiyatları ile değerlendirilmektedir (Bocutoğlu, 2016). Burada ifade edilmesi gereken, milli gelir hesaplamasında nihai mal ve hizmetlerin dikkate alınmasıdır. Çünkü ara malı dediğimiz mallar da hesaplamada göz önüne alındığında çift sayma olur ki milli gelir rakamı gerçek değerinden daha yüksek çıkar. Örneğin bir arabanın fiyatı milli gelire dahil edildikten sonra; arabanın yapımında kullanılan parçalar ara mal olarak adlandırılır ve bunların değeri milli gelire dahil edilmez.(Ülgen 2019). Uygulamada çift saymadan kaçınmak için katma değerlerle hesaplama yapılmaktadır. Bir malın üretimindeki her safhada, üretimin sadece o safhasında mala ilave edilen katma değer hesaplamaya dahil edilmektedir. Buna göre üretim yolu ile milli gelir hesaplanırken; üretilen nihai mal ve hizmet miktarları o dönemin fiyatları ile çarpılıp toplanmaktadır. Buna dış yatırım gelirleri ilave edilip; elde edilen GSMH’dan amortisman ve dolaylı vergiler çıkarılınca milli gelir bulunmaktadır. 10.2.2. Gelir Yöntemi ile Milli Gelir Gelir yöntemi ile milli gelirin hesaplanmasında dört temel faktör geliri dikkate alınmaktadır. Kişiler gelirlerini; emek geliri olarak ücret, sermaye geliri olarak faiz ve kira, girişim geliri olarak kâr, doğal kaynak geliri olarak rant şeklinde kazanmaktadır (Abel ve diğerleri, 2011). Her kişinin ifade edilen şekilde kazandığı gelirini saptayıp, bunları toplamak suretiyle milli geliri hesaplamak mümkündür. Şu hâlde bir yıl içinde elde edilen ücret, maaş, faiz, kira, kâr ve rantlar toplandığında bir ülkenin milli geliri bulunmaktadır. Vergi alışkanlığının zayıf, araştırma ve istatistiklerin yetersiz olduğu bir ülkede milli geliri gelir yöntemi ile hesaplamak oldukça güçtür. Bu nedenden dolayı Türkiye’de de milli geliri bu yöntemle hesaplamanın zorluğu sebebiyle milli gelir hesaplamaları üretim yöntemi ile yapılmaktadır (Eğilmez, 2016). Bununla birlikte Türkiye İstatistik Kurumu’nun milli geliri gelir yöntemi ile hesaplama girişimleri bulunmaktadır. 10.2.3. Harcama (Tüketim) Yöntemi ile Milli Gelir Harcama yöntemi ile milli gelirin hesaplanmasında bir ekonomide bir yılda nihai mal ve hizmetler için yapılan harcamaların toplamı göz önüne alınmaktadır. Bu yöntemde belirli dönemde (bir yıl) yapılan tasarrufların tamamının gayrı safi yatırım harcamaları ile tasarruf edilen değerleri ayrı ayrı belirleme esasına dayanmaktadır. Tüketim harcamaları aile bütçesi anketlerine göre, tasarruflar ise bankalardaki cari hesaplar, alacak ve pay senetleri alım- satımında tasarruf hareketlerini gösteren bilgilere göre hesaplanmaktadır. Bu bakımdan toplam harcamalar toplam gelire eşittir (Eğilmez, 2009). Çünkü yaratılan gelirler bir yandan tüketime diğer yandan yatırıma gittiğinden; yatırım ve tüketim toplamı bir bakıma gelir toplamına eşit olmaktadır. Harcama yönünden milli gelire dış alem gelirleri de katılmaktadır. Milli geliri hesaplama yöntemlerinden Türkiye için kullanılanı yukarıda da ifade edildiği üzere üretim yöntemi olup; diğer iki yöntem deneme ve kontrol amacıyla kullanılmaktadır. 10.3. Milli Gelir ile İlgili Diğer Kavramlar Milli gelir; üretim faktörlerinin (ülke halkının) gelir ve satın alma gücünü göstermektedir. Milli geliri hesaplamada amaç; ülkenin zaman akımı içinde üretim kapasitesi değişikliğini ve ülke halkının refah seviyesi değişmelerini ölçmek ve izlemektir. Bu nedenle ülke halkının gelirlerinin ve satın alma güçlerinin seviyesinin bilinmesi için gayrı safi yurtiçi hasıla, kişisel gelir, harcanabilir gelir, kişi başına gelir ile nominal ve reel gelir kavramlarının da bilinmesi gerekmektedir. 10.3.1. Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) Gayrı safi yurtiçi hasıla belirli bir dönemde (bir yıl) bir ülkenin ulusal sınırları dahilinde üretim faktörlerinin kullanılmasıyla oluşan nihai mal ve hizmetlerin toplam değerini yansıtmaktadır. Gelişen ekonomik ilişkiler ülkelerarası ticaretin gittikçe artmasına olanak sağlamaktadır. Böylece bir ülke vatandaşı başka bir ülkede çalışarak elde ettiği gelirleri kendi ülkesine transfer edebilmektedir. Ülkelerin milli gelir düzeyinin sağlıklı olarak belirlenmesi açısından GSMH ’dan dış alem gelirleri çıkarılarak GSYİH’ ya yani sadece ülke sınırları içinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerine ulaşılmaktadır. (Ülgen, 2019) GSYİH’ ya önceki dönemdeki mal ve hizmet değerleri değil; sadece cari dönemdeki üretim değerleri piyasa fiyatlarına göre dahil edilmektedir. 10.3.2. Kişisel Gelir Kişisel gelir, halkın belli bir dönemde fiilen elde ettiği gelirdir. Elde edilen gelirin bir kısmı emekli sandığı ve sosyal sigorta kurumlarına ödenen sigorta primleri, dağıtılmayan şirket kârları ve kurumlar vergisi olarak kesildiğinden milli gelirden düşülmekte, buna karşın devletin kişilere verdiği sübvansiyonlar ile transfer ödemeleri ise ilave edilerek, kişisel gelire ulaşılmaktadır (Düzgün, 2015). Buna göre kişilerin paylaşabileceği mili geliri ifade eden kişisel geliri aşağıdaki şekilde ifade etmek mümkündür. Kişisel Gelir: Milli Gelir - (Emekli Sandığı Kesintileri + Sosyal Sigorta Aidatları + Dağıtılmayan Şirket Kârları + Kurumlar Vergisi) + (Subvansiyonlar + Transfer Ödemeleri) 10.3.3. Harcanabilir Gelir Harcanabilir gelir, kişinin serbestçe kullanabileceği geliri olup, kişisel gelirden doğrudan vergiler çıkarıldıktan sonra elde edilen gelire denir. Doğrudan vergiler; gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi, banka ve sigorta muamele vergisi gibi vergilerdir. Bu tür vergiler gelire orantılı olarak ödenmektedir. Bu nedenle kişiler belli bir dönemde elde ettiği gelirin tamamını kullanamamakta, bir kısmını gelir vergisi, taşıt vergisi, veraset vergisi, banka ve sigorta muamele vergisi olarak devlete doğrudan vergi olarak vermektedir. (Ülgen, 2017). Buna göre kişinin harcanabilir geliri elde ettiği gelirden doğrudan vergiler ödendikten sonra kalan kısmıdır. Harcanabilir Gelir = Kişisel Gelir – Doğrudan Vergiler Kişiler harcanabilir gelirlerinin bir kısmını tüketim harcamaları, bir kısmını ise tasarruf olarak kendi tercihlerine göre serbestçe bölüştürebilmektedir. Bu durumda bir ekonomide tüketim harcaması ile tasarrufların hangi düzeyde olacağı harcanabilir gelir düzeyine bağlı olmaktadır. 10.3.4. Kişi Başına Milli Gelir Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılan analizlerde kullanılan ölçü milli gelir olmayıp; kişi başına milli gelirdir (Eğilmez, 2009). Herhangi bir ülkenin milli geliri o ülke nüfusuna bölündüğünde kişi başına milli geliri elde edilmektedir. Kişi başına milli gelir seviyesi bir ülke ekonomisinin zenginliği hakkında tam, sosyal refah düzeyi bakımından kısmi bir fikir vermektedir. Bir ülkede kişi başına gelir düzeyi yüksek ise o ekonomi zengindir. Böyle bir zenginlik sosyal refah düzeyinin zorunlu şartı olmakla birlikte yeterli şartı değildir. Zira sosyal refah düzeyinin yüksek olabilmesi için milli gelirin bireyler ve aileler arasında az çok eşit bir şekilde dağıtılması gerekmektedir. Aksi halde adaletsiz bir gelir dağılımında ise az sayıda bir grup refah içinde olurken; büyük çoğunluk sıkıntı içinde bulunabilir. Ayrıca ülkeler arası gelişmişlik düzeyinin belirlenmesi amacıyla yapılacak kişi başına milli gelir karşılaştırılmalarının sağlıklı yapılabilmesi için milli gelir rakamların uluslararası ödemelerde kabul edilen para cinsinden olması gerekmektedir ki; genellikle dolar cinsinden değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır. 10.3.5. Nominal Milli Gelir ve Reel Milli Gelir Milli gelirin zaman sürecindeki gelişmesi izlenmek istenildiğinde fiyatlar genel düzeyindeki değişmeleri saptamak gerekmektedir (Ülgen, 2017). Çünkü günlük hayatta hem üretim miktarı hem de fiyatlar sürekli arttığından ancak bu yolla gerçek değerlere ulaşılabilmektedir. Böyle bir durumda üretim miktarının artış oranı, fiyatlardaki artış oranından daha fazla ise milli gelir artışı reeldir. Örneğin üretim %7 artarken; fiyatlar %5 artmışsa bu reel bir artışı ifade etmektedir. Eğer fiyatlardaki artış oranı, üretimin artış oranından fazla ise milli gelirdeki artış nominal olacaktır. Örneğin fiyatlar %4 arttığında üretim artışı %2 oranında ise milli gelir nominal olarak artmıştır. (Ülgen, 2019) Nominal milli gelirdeki artış bir ülkede belli bir dönemde gerçekleştirilen üretimin sadece parasal değeri hakkında fikir vermekte olup; ekonomik büyüme ve refah seviyesi açısından sağlıklı bilgiyi yansıtmamaktadır (Jones, 2012). Çünkü milli gelirdeki artışın bir kısmı üretimdeki artıştan kaynaklanabileceği gibi önemli bir kısmı fiyatlardaki artıştan oluşabilir. Böylece fiyatların sürekli yükseldiği (enflasyonlu) ekonomilerde nominal milli gelirdeki artışlar gerçek artışları yansıtmamaktadır. Bu durumda fiyat artışları milli gelirde gerçek bir artış olmamasına rağmen milli geliri artmış gibi gösterebilmektedir. Reel milli gelire ise; üretilen mal ve hizmetlere o yılın cari fiyatları ile değil de temel yılın fiyatları baz alınarak ulaşılabilmektedir. Sabit fiyatlarla milli gelir olarak da tanımlanan reel milli gelirin bulunabilmesi için; nominal milli gelirin temel olarak alınan yılın fiyat endeksine bölünmesi gerekmektedir. Nominal Milli gelirdeki yüzde değişme ile fiyatlar genel düzeyindeki yüzde değişme aynı ise reel milli gelirde bir değişme olmamaktadır. Reel milli gelirdeki artış; nominal milli gelirdeki artışın fiyatlar genel düzeyindeki artıştan daha yüksek olmasına bağlı olmaktadır. 10.4. Milli Geliri Belirleyen Faktörler Milli geliri belirleyen faktörleri üretim, harcama ve gelir yönünden belirlemek mümkündür. Milli gelir harcama yönünden; tüketim ve yatırım harcamalarından oluşmaktadır. Milli geliri Y, tüketim harcamalarını C, yatırım harcamalarını da I ile gösterirsek; Y= C+ I olur. Milli geliri gelir yönünden ifade etmek istediğimizde ise milli gelir tüketim harcamaları ile tasarrufların toplamına eşit olmaktadır. Tasarrufları da S ile gösterirsek; Y= C+S olur. Birinci ve ikinci denklemde yer alan gelir düzeyleri ile tüketim harcamalarının özdeşliği; dengede yatırımlarla tasarrufların birbirine eşit olacağını göstermektedir. I=S Milli geliri belirleyen bu faktörlerin özellikleri ile milli gelir denge düzeyinin belirlenmesindeki rolünü ve bu faktörlerdeki değişmenin milli gelir üzerindeki etkileri incelenmeye çalışılacaktır. 10.4.1. Tüketim Her türlü ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılan harcamalara tüketim denilmektedir. İnsanlar elde ettikleri gelirlerinin önemli bir kısmını gereksinim duyduğu mal ve hizmetleri satın almak için harcamaktadır. İktisadi anlamda tüketim harcamaları ise; bir ekonomide belli bir dönemde tüketicilerin ihtiyaçlarını doğrudan karşılayacakları mal ve hizmetlere yaptıkları harcamaların toplamını ifade etmektedir. 10.4.2. Tüketimi Etkileyen Faktörler Bir ülke ekonomisinde kişiler harcanabilir gelirlerinin önemli bir kısmını ihtiyaçlarını giderecek mal ve hizmet satın almak için ayırmaktadırlar. Buna göre tüketim harcanabilir gelire bağlıdır. Ancak harcanabilir gelirin ne kadarının tüketim ne kadarının tasarrufa ayrılacağını belirleyen bazı faktörler bulunmaktadır. Tüketim harcamalarını etkileyen faktörler Keynes tarafından objektif ve sübjektif olmak üzere iki grupta ifade edilmiştir. Sübjektif nedenler insan doğasından kaynaklanan ve onu kişisel gelirlerinin tümünü harcamaktan alıkoyan nedenlerdir. Bunları; güven, ihtiyat, kazanç, yaşam standardını yükseltme, özgürlük, miras bırakma gibi etkenler olarak saymak mümkündür. Objektif nedenler ise; gelecekteki gelirleri ile ilgili tahminlerdeki değişmeler, faiz oranındaki değişmeler, vergi ve para politikalarındaki değişmeler olarak gösterilmektedir. Tüm bu nedenlerin yanı sıra gelir düzeyinin yüksekliği, fiyatlar genel düzeyi (artış veya azalış) ile ilgili tahminler, sosyal statü, gösteriş merakı ve eğitim seviyesi de tüketimi etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. (Ülgen, 2017). 10.4.3. Tasarruf Gelirin tüketime ayrılmayan kısmına tasarruf denir. İktisadi anlamda tasarruf; herhangi bir yatırımda kullanma arzusuyla gelirin harcanmayıp elde tutulmasını ifade etmektedir. İnsanlar gelirlerinin ne kadarını tüketip ne kadarını tasarruf edeceklerine kendileri karar verirler. Bu karar harcanabilir gelirlerinin tüketim ve tasarruf arasında nasıl bölüneceği konusunu belirlemektedir. Böylece tüketim harcamalarında olduğu gibi tasarruflar da; harcanabilir gelire bağlı olup, onun bir fonksiyonu olmaktadır. Başka ifade ile milli gelir kullanım yönünden tüketim ile tasarruf toplamından oluşmakta olup; Y= C + S şeklinde ifade edilmektedir. 10.4.4. Yatırım Bir ekonomide belli bir dönemde üretim araçları mevcuduna yapılan ilâveler ile bu ilâveleri mümkün kılan harcamalara yatırım denilmektedir. Yatırım ekonominin üretim kapasitesini büyüttüğü için, iktisadi büyüme ona bağlıdır (Paya, 2014). Büyümenin sağlıklı olabilmesi için hedeflenen tasarruflar ile hedeflenen yatırım miktarlarının uyum içinde olması gerekmektedir. Aksi takdirde hedeflenen tasarruflar hedeflenen yatırımları aşarsa işsizlik; yatırımların tasarrufları aşması halinde ise enflasyon gibi olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Yatırımları kişi ve işletmelerin yaptıkları özel yatırımlar ve devlet yatırımları olarak iki bölüme ayırmak mümkündür. Özel yatırımlar genellikle kâr amacına yönelik olarak yapılırken; devlet yatırımları toplum için gerekli ve faydalı görülen alanlara yöneliktir. 10.4.5. Yatırım Çeşitleri 1- Reel ve Mali Yatırımlar: Reel yatırımlar sermaye mallarını ifade etmekte olup; ekonominin makine, teçhizat, yol, bina gibi reel değerlerine bir dönem içinde yapılan ilavelerdir. Mali yatırımlar ise; bir alacak hakkının veya bir sermaye malı (hisse senedi alım-satımı) üzerindeki mülkiyet hakkının el değiştirmesi şeklinde ortaya çıkan işlemlerdir. Reel yatırımlar sonucu ekonomiye yeni gelir ve istihdam alanları yaratılırken (bir fabrika kurulması) mali yatırımlarda aynı durum söz konusu olmamakta ve sadece mülkiyet el değiştirmiş olmaktadır. (Fabrika sahibinin değişmesi). (Ülgen, 2019) 2- Brüt ve Net Yatırımlar: Brüt yatırımlar bir ekonomide belirli bir dönemde yapılmış olan tüm yatırım toplamını ifade etmektedir. Üretim sırasında kullanılan sermaye malları aşınıp, eskiyeceğinden yeni sermaye mallarının bir kısmı bunların yerine geçer ki ikame yatırımlar olarak adlandırılmaktadır. İşte brüt yatırımdan sermaye mallarının aşınan, eskiyen kısmı (ikame yatırımlar) çıkarıldıktan sonra elde edilen yatırım miktarına net yatırım denir. 3-Otonom ve Uyarılmış Yatırımlar: Otonom yatırımlar, gelir ve talep değişmelerinden etkilenmeyen yatırımlardır. Bu nedenle milli gelir düzeyi ile uyarılmayan veya kâra dayanmayan yatırımlar olup; devletin alt yapı yatırımları (hastane, yol, baraj) örnek olarak gösterilebilir (Pekin, 2012). Uyarılmış yatırımlar ise; milli gelir düzeyindeki (özellikle artışlardaki) değişmelere bağlı olarak tüketim harcamalarında bir dönemden diğer döneme meydana gelen değişmeleri karşılamak için; müteşebbislerin mal ve hizmet üretmek amacıyla mevcut sermaye mallarına yaptıkları ilavelerdir. Yeni açılan bir otoyol kenarına kurulan benzin istasyonları, satış merkezleri, otel ve moteller uyarılmış yatırıma örnek olarak sayılabilir. Bölüm Özeti · Bir ekonomide belli bir dönemde (bir yılda) mal ve hizmet üretimine katılan faktörlerin, bunun karşılığında aldıkları payların toplam değerine milli gelir denilmektedir. Milli gelir hesapları ekonomik faaliyetlerin genel bir özetini sunmanın yanında, ülkedeki üretim, gelirler ve harcamalar arasındaki karşılıklı ilişkileri de göstermektedir. · Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH): Bir ülkede belirli bir dönemde (bir yıl içinde) üretilen nihai mal ve hizmetler toplamının piyasa fiyatlarına göre para ile ifadesidir. Safi Milli Hasıla gayrı safi milli hasıladan amortisman payı düşüldüğü zaman safi milli hasıla elde edilmektedir. · Milli gelir çeşitli şekillerde hesaplanmaktadır. Üretim yöntemi ile milli gelir, bir ekonomide bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değeri ile ifade edildiği bir hesaplama yöntemidir. Gelir yöntemi ile milli gelir, dört temel faktör geliri dikkate alınmakta, bir yıl içinde elde edilen ücret, maaş, faiz, kira, kâr ve rantlar toplandığında bir ülkenin milli geliri bulunmaktadır. Harcama yöntemi ile milli gelir, bir ekonomide bir yılda nihai mal ve hizmetler için yapılan harcamaların toplamı göz önüne alınmaktadır. · Gayrı safi yurtiçi hasıla belirli bir dönemde (bir yıl) bir ülkenin ulusal sınırları dahilinde üretim faktörlerinin kullanılmasıyla oluşan nihai mal ve hizmetlerin toplam değerini yansıtmaktadır. Kişisel gelir, halkın belli bir dönemde fiilen elde ettiği gelirdir. Elde edilen gelirin bir kısmı emekli sandığı ve sosyal sigorta kurumlarına ödenen sigorta primleri, dağıtılmayan şirket kârları ve kurumlar vergisi olarak kesildiğinden milli gelirden düşülmekte, buna karşın devletin kişilere verdiği sübvansiyonlar ile transfer ödemeleri ise ilave edilerek, kişisel gelire ulaşılmaktadır. Harcanabilir gelir, kişinin serbestçe kullanabilece