Donald Winnicott'ın Psikanaliz Hakkında Görüşleri Üzerine Analiz (PDF)
Document Details
Uploaded by HalcyonPrairieDog1042
Begüm, Beray, Ceren, Mehtap
Tags
Summary
Bu belge, Donald Winnicott'ın psikanaliz ve çocuk gelişimi hakkındaki düşüncelerini özetliyor. Winnicott'a göre anne-çocuk ilişkisi, çocuğun sağlıklı gelişiminde çok önemli bir rol oynar. 'Yeterince iyi anne' kavramı, bebeğin ihtiyaçlarını uygun şekilde karşılayan ve çocuğun kendi varlığının farkına varmasına yardımcı olan anne modelini ifade eder. Belge, sahte benlik, ayna rolü gibi önemli kavramları da ele almaktadır.
Full Transcript
Donald W. Winnicott "Psikanaliz insanlar hakkında bize başlıca ne anlatır? Bilinçdışını, kökleri en erken çocukluğun gerçek ve hayali yaşamında bulunan, her bireyin derin ve gizli yaşamını anlatır." BERAY YURTÇU 47362194770 Hayatı ve Teorisinin Çıkışı DONALD W. WIN...
Donald W. Winnicott "Psikanaliz insanlar hakkında bize başlıca ne anlatır? Bilinçdışını, kökleri en erken çocukluğun gerçek ve hayali yaşamında bulunan, her bireyin derin ve gizli yaşamını anlatır." BERAY YURTÇU 47362194770 Hayatı ve Teorisinin Çıkışı DONALD W. WINNICOTT (7 Nisan 1896 - 25 Ocak 1971) Donald Winnicott, 1896 yılında İngitere’nin Plymouth şehrinde doğmuştur. Ailesi, orta sınıf bir İngiliz ailesidir. Babası iş hayatı ile oldukça meşgul olan biri iken annesi ise genel olarak uzak ve otoriter bir figür olmuştur. Winicott’un annesi geleneksel, tutucu bir kadınken aynı zamanda ailenin temel bakım sorumluluğunu üstlenen kişidir. Winnicott, annesinin çocukluk yıllarında ona karşı birtakım mesafeli tutumlar sergilediğinden bahsetmiştir. Babası için ise iş yoğunluğundan kaynaklanan bir yokluk ve aile içinde duygusal bir aktifliğinin olmayışı ön plandadır ancak büyüdükçe babası ile olan ilişkisi gelişmeye başlamıştır. Winnicott’un erken çocukluktaki deneyimleri onun insan psikolojisine dair olan fikirlerini şekillendirmiştir. Annesinin soğukluğu ve babasının yokluğu yalnızlık ve terk edilme gibi duygularını tetiklemiştir. Sonuç olarak, Donald Winnicott’un anne ve babası ile olan ilişkileri, onun psikiyatri ve psikoterapi alanındaki fikirlerinin oluşumuna büyük katkı sağlamıştır. Donald Winnicott; ünlü bir psikiyatrist, psikanalist ve insan kişiliğine ilginç bir yaklaşım geliştiren bir İngiliz çocuk doktorudur. Bir çocuk doktoru olarak düşüncelerini, fikirlerini ve kuramlarını çocuklara odaklamıştır. Özellikle de anne ve bebek arasındaki ilişkiye ve bu ilişkinin doğurduğu sonuçlara odaklanmıştır. Uzmanlığını çocuk doktorluğu alanında yapmıştır. Daha sonra çocuk psikolojisi ve psikanalizle ilgilenmeye başlamıştır. Pediatri dalındaki kariyerini bitirdikten sonra Freudian psikanaliz ile ilgilenmeye başlamıştır İngiliz Nesne İlişkileri Okulu'nda Melanie Klein'dan sonra en önemli isimlerden biri olmuş, bebekler ve çocuklarla gerçekleştirdiği yoğun klinik çalışmalardan yola çıkarak psikanaliz alanına çok önemli katkılarda bulunmuştur. Britanya Psikanaliz Cemiyeti, Britanya Psikoloji Cemiyeti Tıbbi Bölümü gibi önemli kurumların başkanlığını yapmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Winnicott, çocuklarda ebeveynlerin ayrılmasının etkilerini incelemiştir. Donald Woods Winnicott ayrıca psikotik hastalarla da çalışmıştır. Bu süre içerisinde Winnicott’ın çalışmaları, Klein'ın teorisine dayanan farklı kavramlarla Anna Freud'un pediatri pratiğini içermiş ve psikanaliz gelişimine önemli katkıda bulunmuştur. Winnicott, özellikle çocuk gelişimi, nesne ilişkileri ve nesne ilişkileri teorisi konularında çalışmalar yapmıştır. Winnicott'ın teorileri, çocukların doğumdan ölüme kadar olan süreçte sağlıklı bir şekilde gelişebilmeleri için gerekli olan koşulları ve ilişkileri vurgulamaktadır. Donald Winnicott’ın Eserleri ·Oyun ve Gerçeklik ·Piggle ·Ebeveynlerle Sohbet ·Çocuk, Aile ve Dış Dünya ·Ev ·Bireyin Gelişimi ve Aile ·İnsan Doğası ·Bebekler Ve Anneleri Sahte BenlikTeorisi Winnicott, yaşamın ilk yılında anne ve çocuğun bir bütünlük oluşturduğunu belirtmektedir. Anne, çocuk için bir ayna görevi görmektedir. Bebek kendisini, annesinin ona baktığı şekliyle görür. Bebeğin yavaş yavaş annesinden ayrılması ve çevresindeki değişimlere uyum sağlaması süreci, çocuğun birey olarak gelişimi için gereklidir. Bu gelişim sırasındaki çocuğun doğal hareketlerinin anne tarafından içtenlikle karşılanması çocuğun “gerçek olma” hissini ortaya çıkarır. Ancak eğer anne çocuğu içtenlikle karşılamıyorsa o zaman gerçek dışı bir his yaratılır. Anne ve bebeği arasındaki bu etkileşim başarısız olduğu zaman Winnicott’ın “varoluşsal süreklilik deneyimleri” dediği bir durum ortaya çıkmaktadır. Yani bebeğin doğal gelişimi radikal bir şekilde kesintiye uğramaktadır. Sahte benliğe neden olan temel şey de bu kesintidir. Winnicott’un “yeterince iyi bir anne” kavramına göre anne, kendiliğinden ve içtenlikle bebek için gerekli bakımı sağlar. Yani anne bebeğini ne ihmal eder ne de onu aşırı korur. Esas olan mükemmel annelik değil, yeterli ve içten bir bakım sağlamaktır. Bu şekilde anne bebeğin gerçek benliğinin yaratılmasına da yardımcı olur. Buna karşılık olarak Winnicott’un bir diğer kavramı da ‘‘sıradan sadık bir anne’’ kavramıdır. Burada da anne çocuğa karşı aşırı korumacı yaklaşan veya aşırı bağlı olan kişi konumundadır. Bu şekilde anne, çocuğun kendiliğinden olan ihtiyaçlarına yeterli derecede karşılık veremez. Bu durum da sahte benliğin doğuşuna sebep olur. Sahte Benliğin Etkileri Winnicott’a göre herkes farklı düzeylerde sahteliğe sahiptir ve bu sahteliklerin seviyeleri vardır. En temel düzeyde olanlar, nazik bir tutum benimserler ve tüm kurallara ve yönetmeliklere uyum gösterirler. Diğer uçta ise kişinin kendisinden ayrıldığı zihinsel bir durum ve gerçek benliğinin neredeyse kaybolması noktasında olduğu ‘‘şizofreni’’ vardır. Winnicott için bütün ciddi zihinsel hastalıklarda, sahte bir benlik hakimdir! Bu tarz durumlarda kişi sahte benliği inşa edebilmek ve sürdürebilmek adına ona sunulan bütün kaynakları kullanır. Bunu yaparken kişinin amacı güvenilmez ve öngörülemeyen olarak gördüğü dünya ile yüzleşebilmesidir. Gerçek bir sahte benliğe sahip bireylerin çabalarının çoğu gerçekliği düşünselleştirmeye yöneliktir (Duygular, sevgi ya da yaratıcı eylemler olmadan). Bu düşünselleştirme başarılı olduğu zaman birey normal algılanır. Ancak birey yaşadığı şeyi kendisine ait olarak hissetmez, yabancıymış gibi hisseder. Başarıları bireye mutlu hissettirmez, başkalarının kendisinde bu değeri görebilmesine rağmen kendini değerli görmez. Çünkü ona göre bu başarılara ulaşan ve değerli olan kendisi değil, sahte benliğidir. AZRA BEGÜM ÇEVİK 31258259544 Yeterince İyi Anne Winnicott’un nesne ilişkileri kuramında, bebeğin gelişiminin bir olgunlaşma süreci olduğu ve bu gelişimin kalitesinin annenin bebeğine olan tutumuyla belirlendiği ifade edilmiştir. Duygusal olarak elverişli olan, destekleyici ve rahatlatan “yeterince iyi anne” figürünün, bebeğin sağlıklı gelişimi için kritik bir rol oynadığı belirtilmiştir. Winnicott’a göre bebek dünyaya geldiğinde anneden bağımsız bir mevcudiyeti yoktur. Bununla birlikte bebek “yeterince iyi anne”nin desteği ile aşamalı olarak dış gerçekliğe dair bir kavrayış geliştirir. Fakat anne “yeterince iyi” değilse bebek tüm güçlülük duygularını deneyimleyemez ve dış gerçeklik ile henüz hazır olmadan karşılaşmak durumunda kalır. Bu durum bebeğin gerçek benliğini saklayıp anneye uymasına ve bunun sonucu olarak sahte bir benlik oluşturmasına zemin hazırlayabilir. Winnicott’ın (2005) “yeterince iyi anne” kavramı; birincil annelik meşguliyetini deneyimleyen, bebeğine kucaklayıcı bir çevre sunan ve bebeğin varlığını tehlikeye sokacak dış etkilerden onu koruyan bir annedir. Bebek, hayatının başında anneye tam bir bağımlılık durumundadır ve anne, birincil annelik meşguliyeti yardımı ile bebeğinin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçları gibi algılayabildiği bir tür ilişkililik durumu yaşamaktadır. Örneğin bebek ne zaman beslenmeye ihtiyaç duysa, anne bu ihtiyacı karşılamaktadır. Bebek, annenin bütün ve ondan bağımsız bir insan olarak var olduğuna dair bir algı geliştirmemiş olduğundan, ihtiyaçlarına verilen bu eş duyumlu yanıtlar bebekte “tüm güçlülük” hislerinin gelişmesini sağlar. Winnicott (2005)’a göre dış dünyanın zorluklarına dayanabilen bir benlik geliştirebilmek için bu erken dönem “tüm güçlülük” hisleri büyük önem taşımaktadır. Bebeğin “gerçek kendiliği”, annenin sağlıklı ve kendini adamış pozisyonuyla gelişir (Winnicott, 1965) Kucaklayan Çevre Winnicott, tüm bakım verme faaliyetlerini “kucaklayıcı çevre (holding environment)”başlığı altında toplamaktadır. Winnicott (2005) bebeğin dünyaya geldiğinde ayrı ve bütün bir varlığı olmadığını, sadece bir ilişki içinde var olabileceğini ve annenin ona sunduğu çevreye bağlı olarak gelişeceğini belirtmiştir. Ek olarak bebeğin başlangıçta “ben” ve “ben olmayanı” ayıramadığını yani hayatının ilk zamanlarında tam bir bağımlılık durumunda olduğunu eklemiştir. Winnicott’a göre bu tam bağımlılık döneminden sonra bebek ilk önce göreli bağımlılık dönemine girer ve sonrasında da aşamalı olarak bağımsızlaşmaya başlar. Bebek savunmasız olduğundan ve annenin ya da bakım verenin ilgisi olmadan hayatta kalamayacak durumda olduğundan gelişmek ve potansiyelini gerçekleştirebilmek için “kolaylaştırıcı çevreye (facilitating environment)” ihtiyaç duyar (Winnicott, 2005). Anne bu kolaylaştırıcı çevreyi Winnicott’ın “birincil annelik meşguliyeti (primary maternal preoccupation”) ismini verdiği durum yardımı ile sağlayabilir. Bu özel durumda anne bebeğinin ihtiyaçlarına aşırı hassastır ve onun ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçları gibi anlayabilmektedir. Anne bebeği kollarında kucaklamasının yanında, duygusal olarak da kucaklamaktadır. Kucaklanma ve bebeğin duygularının ve spontan mimiklerinin anne tarafından aynalanması (bebeğe tekrar yansıtılması) yardımıyla bebek kendi duygularının, canlılığının ve zaman içerisinde de onu aynalayan başka bir insanın varlığının farkına varır. Böylelikle bebeğin gelişmemiş egosu anne tarafından desteklenmiş olur ve zaman içerisinde bebekte güven duygusu gelişmeye başlar. Yeterince İyi Olmayan Anne 1. Aşırı Müdahaleci Anne (Helikopter Anne) Çocuğun her hareketini kontrol eder ve ona çok az bağımsızlık tanır. Çocuğun sorunlarıyla başa çıkmasına izin vermez ve her sorunu çocuğun yerine çözer. Sonuç: Çocuk kendi kararlarını alamaz, özgüven ve bağımsızlık geliştiremez. 2. Duygusal Olarak Ulaşılmaz Anne Çocuğun duygusal ihtiyaçlarına yanıt vermez veya çocuğun hislerini anlamakta başarısız olur. Çocuğun mutluluğu, korkusu, üzüntüsü gibi duygulara kayıtsız kalır ya da bunları küçümser. Sonuç: Çocuk, duygusal anlamda yalnız hisseder ve başkalarına güvenmekte zorlanır. Bebeğin ihtiyaçları uygun bir şekilde karşılanmadığı için, bebeğin “var olmaya devam etmesi” durumu tehlikeye girer. Bunun sonucu olarak bebek “olmak” yerine, dış dünyaya “tepki vermeye” başlar. Bu durumda eş duyumlu olarak bebeğinin ihtiyaçlarını karşılamak yerine anne bebeği kendisine uymaya zorlamış olur ki bu da sahte benliğinin ortaya çıkışındaki ilk aşama olarak görülebilir. Yeterince İyi Anne ve Dış Gerçeklikle Yüzleşme Winnicott (2006) bebekte tüm güçlülük hislerinin yerleşmesinden sonra annenin gerçekle aşamalı olarak yüzleşmek konusunda bebeğine yardım etmesi gerektiğini belirtmiştir. Bebeğin, hayal kırıklıklarına katlanma ve annenin yetersizliklerini anlama kapasitesi geliştikçe, annenin bebeğinin ihtiyaçlarına adaptasyonunun aşamalı olarak azalması gerektiğini vurgulamaktadır. Bebeğin ihtiyaçları ile uyumsuz bir şekilde, erken ve sert bir şekilde tüm güçlülük duygularının yıkılması anneye uymaya ve bu da sahte benliğin ortaya çıkmasına neden olabilir (Winnicott, 2005). Sebebi, annenin kronik başarısızlığıdır. Yeterince iyi annenin üzerine düşen bebeğinin limitlerini göz önünde tutarak bebeğinin dış gerçekliğe aşamalı olarak adapte olmasına yardım etmektir. Bu adaptasyon aşamalı bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Öncelikle bebek geçiş nesneleri yardımıyla dış gerçeklikle arasında bir köprü kurar ve sonra kucaklayıcı çevrenin desteği ile daha bağımsız ve savunmasız olduğu dış dünyayla karşılaşır. Ayna Rolü Winnicott’un “ayna rolü” kavramında bebek, annesinin yüzünde kendine dair bir yansıma bulur ve bu yansıma onun kim olduğunu anlaması için bir rehber olur. Annesinin gösterdiği tepkiler sayesinde çocuk kendine dair bir farkındalık geliştirir. Annenin, bebeğin duygularını ve durumunu ona yansıtmasıdır. Bebek, annenin yüzünde kendi duygularını ve varlığını görerek bir kimlik duygusu geliştirmeye başlar. Eğer bu yansıtma sağlıklı bir şekilde gerçekleşmezse, bebek "ben kimim?" sorusunu yanıtlamakta zorlanabilir. Örneğin bebek ağladığında anne üzgün bir yüz ifadesi takınıp onu sakinleştirirse, bebek "üzgün olmak kabul edilebilir" mesajını alır. Bir bebek, bir oyun sırasında gülmeye başlar ve anne de ona gülerek karşılık verir. Bu, bebeğe varlığının önemli olduğunu hissettirir. Ancak, annenin depresif olduğu bir durumda, bebek ona gülümsese de karşılık bulamaz ve bu da bebeğin dünyayı güvensiz bir yer olarak algılamasına neden olabilir. MEHTAP USLUER 18745258662 Geçiş alanı ve geçiş nesnesi Geçiş Alanı 4-12 aylar arasında görülmeye başlar. Çocuk, iç dünya ve dış dünya arsındaki uyumsuzluğu fark eder. Bebek tümgüçlülük savunmasındadır. Dış dünyanın kendisinden bağımsız olduğunun farkında değildir. Geçiş alanı ile çocuk dış dünya ile ilk temaslarını kurmaya başlar. Geçiş alanı, düşünmenin ya da fantezi kurmanın işlevsel bir boyutudur. (Örn: mırıldanma, agucuk gibi sesler ile ilk konuşma alıştırmaları. Dışsal bir nesneyi parmakları ile ağzına sokması.) Bebeğin öznellikten çıkıp nesnel olana yönelmesidir. Öznel ve nesnel olan arasındaki ara bölgedir. Geçiş Nesnesi Geçiş nesneleri, meme ya da ilk ilişki nesnelerinin yerine geçer. Anne ile olan ilişkisi yeniden şekillenir. Dış dünyaya yönelmeyi sağlar. Güven duygusu verir. İlk bağımsızlık ve ayrılma deneyimleridir. (Örn: bir çocuğun uyurken belirli battaniye kullanması, oyuncak ayı gibi belirli nesneler olabilir.) Erkek çocuklarında sert bir nesneye yönelim varken kız çocuklarında bir aile edinmeye yönelirler. Bebekler organize sesler kullanmaya başladıklarında geçiş nesneleri için sözcükler oluşturabilirler. Bebeklerin bu ilk nesnelere verdikleri isimler önemlidir. Yetişkinlerin kullandığı sözcükleri içinde barındırabilir. (Örn: kullanılan sözcük baa ise yetişkinlerin kullandığı baba ve bebek sözcüklerinden geliyor olabilir.) Bunu sen mi tasarladın, yoksa dışarıdan mı sunuldu sana? İki Kardeş Geçiş Nesnesi Örneği Geçiş Nesnesinde Çarpıtma X, annenin ilk çocuğu. Annesi X yetiştirirken nasıl bir anne olunması gerektiğini öğrenmemiştir. Anne X yetiştirirken dışsal nedenlerden dolayı endişeye maruz kalmıştır. 7 ay boyunca emzirmiştir ona göre bu uzun bir süredir ve bebeği memeden kesmek zor olmuştur. X, hiçbir zaman parmak emmemiş ve memeden kesildikten sığınacağı bir alan bulamamıştır. Annesine çok bağlanmıştır. X, bir yaşında hep yanında taşıdığı bir oyuncak tavşan edinmiş ve onu beş yaşlarına kadar yanından ayırmamıştır. Bu tavşan bir avutucu olarak nitelendirilse de bir geçiş nesnesi yerini alamamıştır. Bebekte memeden kesilme astım semptomlarına neden olmuştur. Ailesine duyduğu bağımlılık uzak bir yerde iş bulması ile azalmıştır. X hiç evlenmemiştir. Geçiş Nesnesi Tipik Kullanımı Y, X’in küçük erkek kardeşidir. Gelişimi daha düz bir çizgide ilerlemiştir. Annesi 4 ay boyunca emzirmiş ve memeden kesilmesi kolay olmuştur. Y baş parmağını sık emmiş ve bu durum memeden kesilmesine yardımcı olmuştur. Memeden kesildikten kısa bir süre sonra battaniyenin ucunu benimsemiştir. Battaniyeden yün çıktığında sevinir hale gelmiştir. Ona baa ismini vermiştir. Bir yaşlarına geldiğinde battaniye yerine kırmızı bağcıkları bulunan yeşil bir kazağı nesne haline getirmişti. Bu nesne avutucu değil bir yatıştırıcı idi ve her zaman işe yarıyordu. Y küçükken biri ona baa’sını verdiğinde kolayca sakinleşiyor ve kısa sürede uykuya dalabiliyordu. Y sağlıklı bir yetişkinlik dönemi geçirmiştir. Geçiş alanı ve geçiş nesneleri, deneyimin başlangıç temeli olan yanılsamalara aittir. Yanılsamayı mümkün kılan annenin bebeğin ihtiyaçlarına uyum göstermesi ve bunun sonucunda bebeğin kendi yarattığı şeyin gerçekten var olduğu yanılsamasına kapılmasıdır. Hayat boyunca devam eden yaratıcı ve bilimsel alanlardaki deneyimler içinde varlıklarını sürdürürler. CEREN İZEL ULUSOY 14315889908 Oyun ‘’Oyunun kendisinin bir terapi olduğunu her zaman akılda tutmakta fayda var.’’ ‘’Psikoterapi iki oyun alanının, hastanın ve terapistin oyun alanlarının örtüştüğü yerde gerçekleşir. Psikoterapi, birlikte oynayan iki kişiyle ilgilidir. Bunun mantıksal sonucu da, oyun oynamanın mümkün olmadığı yerde terapistin yaptığı işin hastayı oyun oynayamayacak durumdan oyun oynayabilecek duruma getirmeye yönelik olmasıdır.’’ İnsanın dışarıda olanları denetleyebilmesi için düşünmek ya da istemekle kalmayıp bir şeyler yapması gerekir ve bir şeyler yapmak zaman alır. Oyun oynamak yapmaktır. Sağlığın göstergesi olan ve evrensel olan şey oyundur, oyun oynama büyümeye, dolayısıyla da sağlığa katkıda bulunur, grup ilişkilerine girmeyi sağlar, psikoterapide bir iletişim biçimi olabilir ve son olarak psikanaliz, oyun oynamanın insanın kendisiyle ve başkalarıyla iletişim kurmasına hizmet eden çok özel bir biçimi olarak gelişmiştir. Doğal olan oyun oynamadır. Bazen ipin ucunu annesinin bacaklarına sanki bir Edmund, kabloyu "prize sokuyormuş" gibi değdiriyordu. Öyle görünüyordu ki, "hiçbir ikameye (bir başka şeyin İki Buçuk Yaşında yerine koyma, yerine kullanma) tahammülü olmasa da ipi annesiyle arasındaki bağın bir simgesi olarak Annesi tam iki yaşını doldurduktan beş ay kullanıyordu, ipin aynı anda hem ayrılığın hem de sonra Edmund'un kekelemeye başladığını, kısa iletişim yoluyla kurulan bağın simgesi olduğu açıktı. bir süre sonra da "kekelemek onu korkuttuğu için" hiç konuşmamaya başladığını anlattı. Edmund küçük tren parçalarını masanın üzerine koyup düzenlemeye, birbirine eklemeye başladı. Annesiyle arasında elli altmış santimlik bir mesafe vardı. Biraz sonra annesinin kucağına çıkıp kısa bir süre için bir bebek gibi davrandı. Anne ona doğal olarak karşılık verdi ve yeterli ilgiyi gösterdi. Sonra çocuk kendiliğinden kucaktan inip yeniden masanın başında oynamaya başladı. Oyuncakların arasından birbirine dolanmış bir tomar ip aldı. İp onda bir Edmund'un yaptığı, ben annesiyle konuşurken, hayatını takıntı haline gelmişti. işgal etmiş olan düşünceleri sergilemekten ibaretti. Diana, Beş Yaşında Kızın, kalbinde doğuştan gelen bir rahatsızlığı olan zihinsel özürlü bir küçük erkek kardeşi vardı (o evde kalmıştı). Anne bu çocuğun kendisi ve kızı Diana üzerindeki etkisini konuşmaya gelmişti. Kapıyı açtığımda karşıma küçük oyuncak ayısını bana doğru uzatan istekli bir küçük kız çıkmıştı. Diana ile hiçbir terapi amacı içermeyen bu oyunu oynarken kendim de oyun havasına girmekte bir sakınca görmemiştim. Çocuklar karşılarındaki havaya girebiliyorsa oynarken kendilerini çok daha rahat hissederler. Anneyle ben ciddi bir biçimde iki buçuk yaşındaki zekâ özürlü çocuk hakkında konuşuyorduk. Diana hemen şu bilgiyi ekledi: "Onun kalbinde delik var." Diana oyunda bu iki yaratığın kendi çocukları olduğuna karar verdi. Onları elbisesinin altına sokup hamileymiş gibi yaptı. Bir süre öyle dolaştıktan sonra çocukların doğmak üzere olduklarını ilan etti, ama "ikiz olmayacaklardı". Önce kuzunun, sonra da ayının doğacağını açık bir biçimde belirtti. Anne çok üzülüp ağlamaya başlayınca Diana kafasını kaldırıp bize baktı; endişelenmek üzereydi. "Annen hasta olan kardeşini düşündüğü için ağlıyor," dedim. Doğrudan ve gerçek olduğu için bu Diana'yı yatıştırdı; "kalbinde delik var onun,” dedikten sonra oyununu sürdürdü. Diana'nın erken bir ben gelişimine itildiği, anneyle özdeşleştiği ve kardeşinin gerçekten hasta ve anormal olması yüzünden annenin yaşadığı sorunları paylaştığı görülebiliyor. Peluş ayılar: Evrensel olarak sıcaklık, ilgi ve bakım, güvenlik ve arkadaşlık duygularını uyandırmalarıyla bilinirler. Kişinin çok hassas içsel güvenlik duygularını temsil ederler. Aynı zamanda, çocuğun kendine dair inançlarını ve korunma ihtiyacını temsil eden bir alter ego olarak da kullanılabilirler. Peluş ayı, çoğunlukla taktil (dokunsal) çocuklar tarafından seçilir. Çocuk, peluş ayıyı alıp onunla oynar ve bir ilişki kurar. Sonra ayının başına hoş olmayan bir şey gelir, korkunç veya tehlikeli bir olay, çocuk, ayının başına nasıl bir olay gelmesine izin verdiyse kendi dünyasında deneyimlediği de odur. Bebek figürü: Bebek figürüyle oyun, çocuğun bakım alma veya regrese olma isteğini temsil edebilir. Ayrıca geçmiş sorunları veya rekabet ve kardeş kıskançlığını oynamak için kullanılabilir. Ayı: güç, sertlik, koruyucu, göz korkutucu, savaşçı, baba, bağımsız, korkusuz, yalnız, zalim, dayanıklılık, maskülen, göçebe, annelik etme, kahramanlık, heybetli, merak vb. Travma yanıtları: yerine bağlı, intikamcı, tahrik olan, suç işleyen, baskınlık, öfke ve meydan okuma. Kuzu: yavru, çocuk, masum, çaresiz, muhtaç, hassas, sevimli, cana yakın, av, kendilik nesnesi, hızlı, sempatik, kurban, kendilik, kimlik vb. Travma yanıtları: kırılgan, naif, güvenen, tehlikeden habersiz, çocuk, kendilik nesnesi, av, muhtaç ve hassasiyet. Kaşık: Mutfak eşyalarıyla veya bir mutfak setiyle oynamak, çocuğa ev ortamında verilen ilgi ve bakıma dair bilgi edinmeyi sağlar. Ayrıca çocuğun ihmal edilip edilmediğiyle ilgili de bilgi verir. OYUN KURAMI A. Bebek ve nesne birbirleriyle iç içe geçmişlerdir. Anne, bebeğin bulmaya hazır olduğu şeyi gerçek kılmaya çalışır. B. Nesne reddedilir, yeniden kabul edilir ve nesnel olarak algılanır. Anneye duyulan güven burada bir ara oyun alanı yaratır. Oyun alanı anneyle bebek arasında yer alan ya da anneyle bebeği birleştiren potansiyel bir mekândır. C. Sıra kişinin yanında biri varken yalnız kalmasındadır. Çocuk artık, kendisini seven ve dolayısıyla güvenilir olan kişiye ulaşabileceği, ara ara unutsa bile hatırladığı zamanlarda ona yine ulaşabileceği varsayımını temel alarak oynar (güvenli bağlanma). D. Çocuk, artık iki oyun alanının örtüşmesine izin verme ve bu örtüşmeden hoşlanma aşamasına geçmeye hazırlanmaktadır. Başta bebekle anne oynar, ama bunu yaparken bebeğin kurduğu oyuna girmeye özen gösterir. Bebeklerin oyuna kendilerine ait olmayan fikirlerin sokulmasından hoşlanma ya da hoşlanmama kapasitelerine göre değişik tepkiler verdiklerini görür. Böylece bir ilişkide birlikte oynamanın zemini hazırlanmış olur. ‘’Bebekle anne arasında gelişebilecek güven ilişkisi içinde oyunun işgal ettiği yere duyduğum ilginin görüşme tekniğimin her zaman önemli bir özelliği olduğunu görüyorum. ‘’ Örnek Vaka Küçük kız hastaneye ilk getirildiğinde altı aylıktı ve orta şiddette bir mide bağırsak enfeksiyonuna yakalanmıştı. Sık sık kabız olmuş, ama sonra bu geçmişti. Yedi aylıkken uyumuyor, sürekli ağlıyordu. Yedirilince kusuyor, meme emmekten de hoşlanmıyordu. Takviye mamalarla birkaç hafta içinde memeden kesilmişti. Dokuz aylıkken bir sara nöbeti geçirmişti; çoğunlukla sabah saat beşte uyandıktan on beş dakika sonra bu tür nöbetler geçiriyordu. On bir aylıkken nöbetler sıklaşmıştı. Anne çocuğun dikkatini da‐ ğıtarak bazı nöbetleri önleyebildiğini keşfetmişti. Bunu günde dört kere yapması gerekiyordu. Çocuk çok ürkekleşmişti. Bir kere uykusunda da nöbet geçirmişti. Bazı nö‐ betlerde dilini ısırıyor, bazen de idrarını kaçırıyordu. Bir yaşını doldurduğunda günde dört beş nöbet geçiriyordu. Bazen yemekten sonra iki büklüm oluyor ve kendini kaybediyordu. Bu sıralarda nöbetlerin ardından uyuma isteği görülmeye başlamıştı, ama hastalığın bu ağır evresinde bile anne çocuğun dikkatini dağıtarak başlamakta olan bir nöbeti çoğunlukla durdurabiliyordu. Bir görüşmede çocuğu dizime oturtmuş gözlüyordum. Gizli gizli parmağımı ısırmaya çalıştı. Sonra on beş dakika aralıksız kaşıklan yere fırlatma oyunu oynadı. Bütün bu süre boyunca gerçekten mutsuzmuş gibi ağlıyordu. İki gün sonra onu yarım saat dizime oturttum. Başta her zamanki gibi ağladı. Parmağımı yine çok şiddetle ısırdı, ama bu sefer suçluluk duygulan göstermiyordu, sonra da ısırma ve kaşık fırlatma oyununu oynadı; dizimin üzerindeyken oynamaktan zevk alabilecek hale gelmişti. Bir süre sonra ayak parmaklarını kurcalamaya başladı, bunun üzerine ben de ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarttırdım. Bunun sonucunda ilgisini tümüyle çeken bir deney dönemi ortaya çıktı. Kaşıklar ağza sokulabildiği, fırlatılıp kaybedilebildiği halde ayak parmaklarının çekip çıkartılamadığını keşfetmiş de büyük bir tatmin duygusuyla bunu tekrar tekrar kanıtlıyormuş gibiydi. Dört gün sonra anne geldiğinde son görüşmeden beri bebeğin adeta "başka bir çocuk" haline geldiğini söyledi. Hiç nöbet geçirmediği gibi geceleri de gayet iyi uyuyordu; gün boyunca mutluydu, bromit de almıyordu. On bir gün sonra hiçbir ilaç vermeden iyileşme sağlanmıştı; çocuğu on dört gündür hiç nöbet geçilmemişti ve anne tedaviyi bırakmamızı rica etti. Bu çocuğu bir yıl sonra ziyaret ettiğimde, son görüşmeden beri hiçbir belirti göstermediğini öğrendim. Karşımda tamamen sağlıklı, oyun oynamaktan hoşlanan, yaygın endişelerden uzak, mutlu, zeki ve sevecen bir çocuk duruyordu. Çocuklar oynarken yanlarında onlardan sorumlu kişiler bulunmalıdır; ama bu kişinin çocukların oyununa girmesi gerektiği anlamına gelmez. Oyunu biri yönetmeye kalktığında, çocuk ya da çocuklar bu iletişimde benim kastettiğim yaratıcı anlamda oyun oynayamazlar. Oyun oynama bir deneyimdir; her zaman yaratıcı ve mekân- zaman sürekliliği içinde yer alan bir deneyim, temel bir yaşama biçimidir. Her ne kadar psikoterapist oyunun malzemesi, yani içeriği üzerinde çalışırsa da, burada benim amacım çocukların oyun oynamasının içinde her şeyin olduğunu hatırlatmak. Doğal olarak, terapistin önceden hazırlanmış bir ortamda yapacağı bir saatlik bir gözlem, evde yaşanan sınırsız bir deneyime oranla çok daha net ve kesin veriler sunar; ama yaptığımız şeyin temelinin, hastanın oyun oynaması olduğunu, yani belli bir mekân ve zaman işgal eden ve onun için son derece gerçek olan yaratıcı bir deneyim olduğunu anlarsak, bunun yaptığımız işi anlamamıza büyük yardımı olacaktır. ‘’Önemli an; çocuğun kendi kendini şaşırttığı andır, benim zekice bir yorum yaptığım an değildir. Malzeme olgunlaşmadan yapılan yorum telkinden başka bir şey değildir ve boyun eğmeye yol açar. Bunun doğal bir sonucu da, hastanın gösterdiği dirençtir. Hasta oyun oynama kapasitesine sahip olmadığı zaman yapılan yorum işe yaramaz ya da kafa karıştırır. Ama karşılıklı oyun oynandığı zaman, kabul görmüş psikanalitik ilkelere göre yapılan yorum terapi çalışmasını ileriye taşıyabilir. Psikoterapi yapılacaksa bu oyun kendiliğinden gelişmelidir, boyun eğilerek ya da rıza gösterilerek değil.’’ Psikoterapi iki oyun alanının, hastanın ve terapistin oyun alanlarının örtüştüğü yerde yapılır. Eğer terapist oyun oynayamıyorsa bu işe uygun değil demektir. Eğer hasta oynayamıyorsa, o zaman hastayı oyun oynayabilecek hale getirebilecek bir şey yapılması gerekir; psikoterapi ancak ondan sonra başlayabilir. Oyun oynamanın bu kadar temel bir önem taşımasının nedeni, hastanın ancak oynarken yaratıcılaşmasıdır. KENDİLİK ARAYIŞI Bir çocuk ya da yetişkin ancak oynarken ve sadece oynarken yaratıcı olabilir ve bütün kişiliğini kullanabilir; birey de kendini ancak yaratıcı olduğunda keşfedebilecektir. Psikopatolojiden ya da aşın olgunlaşmamışlıktan kaynaklanan doğrudan iletişim dışında iletişimin ancak oynarken mümkün olabilmesi de bun unla bağlantılı başka bir olgudur. Ne kadar değerli olurlarsa olsunlar, kendilik aslında bedenin ya da zihnin ürünleriyle yapılan şeylerde bulunmaz. Hangi aracı kullanırsa kullansın sanatçı kendini arıyorsa, o zaman bu sanatçının genel yaratıcı yaşam alanında büyük olasılıkla çoktan başarısızlığa uğramış olduğu söylenebilir. Bitmiş yaratı temeldeki kendilik duygusu eksikliğini asla iyileştiremez. Yardım etmeye çalıştığımız kişi biz açıklama yaptığımızda kendini iyileşmiş hissetmeyi bekleyebilir. Oysa yardım etmeye çalıştığımız kişinin özel bir ortamda yeni bir deneyim yaşamaya ihtiyacı vardır. Amaçlanmamış bir deneyimdir bu. ‘’Arayış ancak dağınık, biçimsiz bir işleyişten ya da belki de tarafsız bir bölgedeymişçesine oynanan yarım yamalak bir oyundan kaynaklanabilir. Yaratıcı olarak tanımladığımız şey ancak burada, kişiliğin bu bütünleşmemiş durumunda ortaya çıkabilir. Bu, kişiye geri yansıtıldığı takdirde, ama ancak geri yansıtıldığı takdirde bireyin örgütlü kişiliğinin bir parçası haline gelir; nihayet bu da bireyin var olmasını, bulunmasını sağlar, kişinin kendisi olduğunu varsaymasına imkân, tanır. Bu bize terapi sürecini nasıl yürütmemiz gerektiğini gösterir. İnsanın deneyimsel varoluşunun tamamı oyun oynama temeli üzerinde inşa edilir. Alıntılar "Gizlenmek zevklidir, bulunmamak felaket." ‘’Rakibine bir ad verdiğinde kendinin nerede olduğunu bilirsin.’’ "Psikoterapide gerçekte yeni bir şey asla olmaz; olabilenin en iyisi, bireyin gelişiminde tamamlanmayan bir şeyin aslında daha geç bir tarihte, tedavi sırasında bir ölçüde tamamlanmasıdır." ‘’Çok şey bilen bir terapist hastanın yaratıcılığını çok kolay çalabilir.’’ ‘’Kızgınlık, çocuğun bir şeye yada birine kızacak kadar çok inandığı anlamına gelir.’’ "Toplumun sağlığı bireysel sağlığa bağlıdır, toplum kişilerin büyük çapta kopyasından ibarettir." ‘’Sağlıklı kişiler... Yani tanımı gereği dünyaya gelirken ne olmak için donatıldılarsa onu olmaya en yakın olanlar...’’ THANK YOU BEGÜM, BERAY, CEREN İZEL, MEHTAP KAYNAKÇA Tathan, E. (2014). Winnicott’ın nesne ilişkileri kuramı ile somatoform bozuklukların incelenmesi: Ağrı bozukluğu vakası. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 1(3), 17-28. Donald Winnicott Ve Sahte Benlik Hakkındaki Teorisi. (03.01.2019). Aklinizikesfedin. 08.12.2024. https://aklinizikesfedin.com/donald-winnicott-ve-sahte-benlik-hakkindaki-teorisi/ Sarısoy, G. (2016). Winnicott’ın gerçek benlik ve sahte benlik kavramlarının bir vaka ve terapi ilişkisi bağlamında incelenmesi. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 3(1), 1-15. Winnicott, D.W. (2013). Oyun ve Gerçeklik. Metis Yayınları. Norton, C.C. Norton, B.E. (2022). Deneyimsel Oyun Terapisi ile Çocuklara Ulaşmak. Görünmez Adam Yayıncılık. https://youtu.be/qPFqKvBmVoE?si=83V64hfeldBWeu1W