Carl Gustav Jung'un Analitik Psikolojisi PDF
Document Details
Uploaded by TransparentLion775
Tags
Summary
Bu belge Carl Gustav Jung'un analitik psikoloji teorisine genel bir bakış sunuyor. Temel kavramlar, hayatı, fikirleri ve analitik psikolojinin psikanalizle farkları gibi konuları içeriyor.
Full Transcript
CARL GUSTAV JUNG (1875-1961) Analitik Psikoloji Freud, Jung’tan benim kurduğum kraliyetin prensi olarak bahseder. Jung’un Freud ile arkadaşlığı 1914 yılında bozulduğunda, Jung analitik psikoloji adını verdiği çalışmasına başladı. Hayatı İsviçrede’de kü...
CARL GUSTAV JUNG (1875-1961) Analitik Psikoloji Freud, Jung’tan benim kurduğum kraliyetin prensi olarak bahseder. Jung’un Freud ile arkadaşlığı 1914 yılında bozulduğunda, Jung analitik psikoloji adını verdiği çalışmasına başladı. Hayatı İsviçrede’de küçük bir kasabada doğmuştur. Kendi ifadesine göre yalnız, izole edilmiş ve mutsuz bir hayat geçirmiştir. Babası, inancını kaybettiği açıkça belli olan, huysuz ve hüzünlü bir rahiptir. Annesi ise davranışları dengesiz , duygusal rahatsızlıkları olan bir kadındır. (şeytan ve mutlu ev kadını) Jung’un annesi Anne ve babasının evlilikleri oldukça mutsuzdur. Tüm bunlar Jung’u iç alemine yani bilinçaltı dünyasına yöneltmişti. Jung, hayatının çok önemli zamanlarında bilinçaltının, rüyaları aracılığıyla ona söylediklerinin temelinde kararlar almıştı ve problemlerini halletmişti. Rüyaları gelecekte çalışma yönünü tayin etti Yerin altını kazma rüyası=zihnin yüzeyinin altındaki bilinçaltını görmek Jung 1900 yılında Basel Üniversitesi’nden tıp derecesiyle mezun olmuştur. Psikiyatriye ilgi duymuştur. Jung hastalarıyla çalışma sürecinde Freud’u takip etmemiştir. (Jung hastaları birbirine yüz yüze bakacak şekilde, oldukça konforlu sandalyelerde otururlardı.) Terapilerini ara sıra yelkenlisinde bile yapardı. Bazen şarkı bile söylerdi. Bazense kasten nezaketsiz davranışlarda bulunurdu. 1900 yılında Freud’un bir şaheseri olarak nitelendirdiği Rüyaların Yorumu adlı kitabı okuduktan sonra psikanalizle ilgilenmeye başladı. 1906 yılında Freud ile mektuplaştılar ve bir yıl sonra Jung Freud ile tanışmak için Viyana’ya gitti. İlk görüşmeleri 13 saat sürdü. 1911 yılında Jung Uluslararası Psikanalitik Derneğinin ilk başkanı oldu. Onların yakınlığı, Freud’un psikanalitik teorisinde öne sürdüğü ve oğlun babayı yok etmeye yönelik kaçınılmaz arzusunu ifade eden Ödipal karmaşanın parçalarını taşıyor olabilirdi. İlişkilerini daha başlangıçta mahkum eden bir diğer karmaşık faktör ise; Jung’un 18 yaşında yaşadığı cinsel deneyimdi. Bir baba figürü olarak gördüğü aile dostu ona cinsel sarkıntılıkta bulunmuştu. Jung Freud’un ona yüklediği psikanalitik hareketi devam ettirme yüküne belki de bu yüzden isyan etti. Jung, Freud’un bir takipçisi olmasına rağmen, hiçbir zaman onu sorgusuz sualsiz kabul eden biri olmadı. Hatta Jung Bilinçdışı Psikolojisi isimli kitabını yazarken yazdıklarının Freud’un düşünceleri ile uyumlu olmadığını fark etti ve bu ilişkilerine zarar verdi. Jung’un seçilmesinden kısa bir süre sonra Freud ile olan arkadaşlıkları gerginleşmeye başladı. Jung sistem içerisinde cinselliğe daha az önem vermeye başlamıştı. 1913 yılında 38 yaşındayken şiddetli iç çatışmalar ve problemler yaşamıştı. İntiharı düşünmüş hiçbir makale okuyamaz olmuştu. Bu duygusal açmazları Freud’un yaptığı gibi bilinçaltıyla yüzleşerek açmıştı. Bu duygusal kriz onun yoğun bir yaratıcılık dönemi olmuştu ve bu durum onu kişiliğe yönelik alışılmadık bir yaklaşım geliştirmeye yöneltmiştir. Analitik Psikoloji Analitik psikoloji ile psikanaliz arasındaki temel fark libidonun niteliği ile ilgilidir. Freud, libidoyu cinsel ağırlıklı bir kavram olarak tanımlarken, Jung libidoyu genelleştirilmiş bir hayat enerjisi olarak ele almıştır. Cinsellik libidoyu oluşturan birkaç dürtüden biridir demiştir. Jung teorisinde Ödipal komplekse de yer vermemişti. Çünkü bu kavram onun çocukluğuyla tamamen ilgisizdi. Annesini şişman çekici olmayan bir kadın olarak tarif etmişti Çocuğun bu dönemde annesine olan düşkünlüğü ihtiyaç bağımlılığıdır. Jung ile Freud arasındaki ikinci temel farklılık kişiliği etkileyen güçlerin yönüyle ilgilidir. Freud insanları çocukluk yaşantılarının bir kurbanı olarak görür. Jung ise geçmişimiz kadar geleceğe yönelik hedeflerimizin de davranışlarımızı şekillendirdiğini söyler. Üçüncü farklılık ise Jung’un bilinçaltına neredeyse daha fazla vurgu yapmasıdır. Kollektif bilinçaltı kavramını ortaya koymuştur. Ruhsal Yapının Dinamikleri Ruhsal yapının işleyişi üç ilkeyle açıklanır: 1. Karşıtlar ilkesi: Yaşam, karşıtlıklardan (iyi-kötü, güzel-çirkin, güçlü-zayıf, siyah-beyaz, vb.) oluşur. Çatışma kaçınılmazdır; karşıtlık olmasaydı enerji de olmazdı çünkü gerilim enerjinin (libidonun) kaynağıdır. Yaşamın sürmesi bu enerjiye bağlıdır. 2. Eşdeğerlik ilkesi: Ruhsal yapı kapalı bir sistemdir. Bu sistem içinde enerji yok olmaz, bir yerde enerji azalırsa kişiliğin başka bir yönünde ortaya çıkar. Kişiliğin farklı bölümleri enerji için rekabet edince bazı bölümlere daha az enerji kalabilir. Bu durumda kişiliğin o yönü tam olarak gelişmeden kalır. Bu da kişiliğin bütünleşmesini engeller. 3. Entropi ilkesi: Karşıtlıkların orta noktada biraraya gelme eğilimi vardır. Entropi ilkesi, sistem içindeki enerji dağılımının, ruhsal yapının karşıt bölümleri arasında bir denge araması eğilimidir. Bu ilke gereğince, bilinç düzeyinde bulunan bir bileşenin bilinç dışındaki karşıtının zamanla ortaya çıkması eğilimine (enantiodromia) yol açabilir. (Sevginin nefrete dönüşmesi örnek olarak incelenebilir) Kollektif bilinçaltı Bilinç, algıları anıları kapsar ve bizim çevremize adapte olabilmemizi mümkün kılan gerçeklikle bağlantı kurmanın bir yoludur. Bir adanın görülebilen bir parçasıdır. Kişisel bilinçaltı, anılardan, dürtülerden, arzulardan, unutulmuş sayısız deneyimlerden oluşur. Çok derin değildir ve kolaylıkla geri getirilebilir. Kollektif bilinçaltı, birey tarafından bilinmeyen, hayvan atalarımız da dahil olmak üzere önceki tüm nesillerin birikimli deneyimlerini kapsar. Kişiliğin temelini şekillendirir. Onları hatırlayamayız yalnızca hayal edebiliriz.(Ada örneği; tüm adaların üstünde oturduğu okyanus zemini) Arketipler Jung kollektif bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler olarak adlandırmıştır. Arketipler bir kişiyi, benzer durumlarla karşılaşan ataları ile benzer şekilde davranmasına hazırlayan zihinsel deneyimlerin daha önceden var olan belirleyicileridir. Jung’un ayrı bir kişilik sistemi olarak gördüğü bu temel arketipler; Persona Anima Animus Gölge Ben Persona, kişiliğin en dıştaki tarafıdır. Başkaları ile iletişime girdiğimizde giydiğimiz bir maskedir. Bizi topluma görünmek istediğimiz şekilde sunar. Anima ve animus arketipleri, her bir cinsin hem erkeksi hem de kadınsı eğilimler gösterdiği görüşünü yansıtır. Anima erkeklerdeki dişilik, animus ise kadınlardaki erkeklik özelliklerini gösterir. Gölge, kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan ırksal mirastır. Tüm ahlaksızlıkları, nahoş arzularımızı içerir. Ben, sistemdeki en önemli arketiptir. Bilinçaltının tüm yönlerini dengeleyen ‘ben’ kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrar kazandırır. Ödipal Öncesi Gelişme Freud, kişilik gelişmesindeki ödipal safhayı vurgulamasının aksine, Jung ödipal safha öncesi deneyime yoğunlaşmıştı. Anne-bebek etkileşiminin önemini savunan ilk psikanalistlerden biridir. Bu iletişim kişilik gelişimini en temel seviyede etkiler. Bilincin Gelişimi Bebek genelde bilinç gelişimini öncelikle anneyi ilkel bir benimseme halinde, mutlak bir birleşme kurarak yaşar; sonra da onu bazen bütünüyle iyi veya kötü olarak algılayıp anneden kısmen ayrılarak gerçekleştirir. Psikopatoloji Psikopatoloji büyük ölçüde anne-bebek ilişkilerinden kaynaklanan problemlerden ve çatışmalardan ortaya çıkar. Ancak diğer stresli durumlarda daha da kötüleşir. Duyum ve Algı Bilgilerimiz algılarımıza, algılarımız duyularımıza bağlıdır. Çevremizdeki cisimleri ve renkleri nasıl ayırt ediyoruz? Davranışlarımızı belirleyen temel süreçlerden olan duyum ve algı kavramlarını ve aralarındaki ayrımı tanımlamayı, çevremizden gelen uyarıcıların farkında olmamızı ve dolayısıyla bu uyarıcılara uygun davranışlarda bulunmamızı duyum ve algı adı verilen iki süreç sağlamaktadır. İnsan nasıl bir çevre içinde olduğunun farkındadır. Çevresindeki nesneleri, nesnelerin niteliklerini duyuları yolu ile tanır. İnsan, duyuları yoluyla elde ettiği bu uyarıcılara bazı anlamlar verir. Duyumların yorumlanarak anlamlı hâle getirilmesi sonucu algılama gerçekleşir. Algının oluşumunda, duyu organlarımızın yapısının ve işleyişinin rolü vardır. Fakat bundan fazla olarak duyuma bir anlam yüklediğimiz zaman algı meydana gelir. Böylece insan ne tür bir tepkide bulunacağına karar verir ve çevresi ile uyumunu devam ettirir. Duyum Çevremizdeki cisimleri ve renkleri nasıl ayırt ediyoruz? Müziğin ritmini nasıl yorumluyor ya da dokunduğumuz şeylerin sıcaklığını, şeklini nasıl anlıyoruz? Çevremizi nasıl tanıyoruz? Algıyı anlamak için duyusal işleyişin yapısını, duyumların oluşumunu ve özellikleri bilinmelidir. Organizmanın iç ve dış çevreden gelen uyarıcıları duyu organı aracılığı ile alıp sinirsel enerji haline dönüştürmesi sürecine duyum denir. Duyum Çevremizdeki uyarıcıların sinir akımı haline dönüştürülerek beynimize ulaşmasına duyum denir. Uyarı: Uyarım, uyarıcıların duyu organları tarafından alınmasıyken, duyum dış dünyadan başlayıp beyinde sona eren bir süreçtir. Duyumun Koşulları Duyu organlarımız çevredeki tüm uyarıcıları alamaz. Bir uyarıcının duyum oluşturması için gerekli koşullar; Ortamda uyarıcı bir kaynak olmalıdır. Uyarıcıyı organizmaya iletebilecek uygun bir ortam olmalıdır. Duyu organı, sinir sistemi ve beyin uyarıcıyı alabilmek için sağlıklı olmalıdır. Uyarıcının şiddeti, duyum eşiği sınırları içerisinde olmalıdır. Duyumun Eşiği : Duyu organlarının bir uyarıcıyı almaya başladığı sınırdır. Duyusal Uyum : Duyu organlarının çevredeki uyarıcılara alışkanlık göstererek, onlara tepki vermemesidir.Duyusal uyumun gerçekleşmesi için; Uyarıcı sürekli olmalıdır. Uyarıcının enerji düzeyinde bir değişiklik olmamalıdır. Duyarsızlaşma : Duygusal yaşamda tekrar tekrar karşılaşılan uyarıcıyı organizmanın belli bir süre sonra kanıksamamasıdır. Örneğin: Annesi tarafından sık sık azarlanan bir çocuk, bir süre sonra annesinin azarlamasına karşı duyarsızlaşabilir. Algı Algı beyne ulaşan bu duyumlara anlam verilmesi, onların tanınması demektir. Örnek Dildeki uyarılma duyum, dildeki bu uyarılmanın naneli şeker olduğunu anlamamız ise algıdır. Algının Özellikleri 1. Algıda Seçicilik Organizma dış dünyadan bir çok uyarıcıyla karşılaşır. Algıda seçicilik organizmanın, dikkatini birçok uyarıcı içinden belli uyarıcılar üzerinde yoğunlaştırmasıdır. Örnek Ders dinlerken dışardan bir çok uyarıcı gelmesine rağmen sadece öğretmenin sesini algılamamız. Algıda seçiciliği etkileyen faktörler; Dış faktörler Uyarıcının şiddeti ve büyüklüğü: Büyük puntolu yazıların diğerlerine göre daha önce algılanması. Tekrar: Bir öğretmenin öğrencileri uyarmak için tahtaya 5-6 defa vurması. Tuhaflık : Bir sınıfta iki koyun ile bir çobanın görülmesi Değişkenlik : Sıra arkadaşımızın saçlarını boyattığının farkına varmamız. Hareketlilik : Lunaparktaki yanıp sönen ışıkların fark edilmesi. Zıtlık : Kar’ ın üzerinde siyah tavşanın daha rahat fark edilmesi. İç faktörler İlgi Meslek İhtiyaçlar Beklentiler Geçmiş yaşantı ve deneyimler 2. Algıda Değişmezlik Farklı durumlarda farklı şekillerde görülen nesnelerin , önceki öğrenme ve deneyimlerin etkisiyle gerçekte olduğu gibi algılanmasıdır. Algıda değişmezlik, olduğundan farklı görülen renklerde, büyüklüklerde ve biçimlerde renk değişmezliği, biçim değişmezliği veya büyüklük değişmezliği olarak ortaya çıkmaktadır. Örnek Karanlıkta siyah görünen Türk bayrağının kırmızı olarak algılanması, 70 ekran televizyonda yarım metre bile olmayan insanları daha önce bildiğimiz şekilde algılamamız 3. Algıda Organizasyon Uyarıcıların bir bütün içinde algılanmasıdır. Gerek varlıkların gruplar halinde algılanmasında, gerekse eksikliklerinin tamamlanarak algılanmasında, gerekse şekil - zemin ilişkisi içinde algılanmasında algıda organizasyon özelliği etkilidir. Örnek Özellikle çocukların boyama kitaplarındaki kesik çizgili şekillerin bir bütün olarak algılanması , farklı formalar giyen iki takımın ayrı ayrı gruplar olarak algılanması Algıda organizasyonu etkileyen etmenler; Uyarıcılar organizmaya tek tek gelmesine rağmen biz onları bütün halinde algılarız. Gelen uyarıcılar bizim algıladığımız gibi bir bütün halinde değil tek tek alınırlar. Ama algının organizasyon özelliği sayesinde biz bu uyarıcıları, anlamlı bütünler haline getiririz. Bunu sağlayan çeşitli etmenler vardır. Bunlar; Benzerlik Devamlılık Yakınlık Gruplama Zıtlık Simetri Tamamlama 4. Derinlik Algısı Gerçekte üç boyutlu olan varlıklar gözün ağ tabakasına iki boyutlu düşer. Ancak yine üç boyutlu algılanır. Paralel uzantıların kesişen noktalarının uzakta algılanması doğrusal perspektif dediğimiz derinlik ipucundan yararlanılarak gerçekleşmektedir. Örnek Tren raylarının giderek daralıyormuş gibi görülmesi 5. Uzay ve Zaman Algısı Varlıkların birbirine göre uzaklığı uzay algısını, değişen sürenin göreli algısı da zaman algısını ortaya koyar. Buna göre ‘önde’, ‘arkada’, ‘yanda’ ifadeleri uzay algısını; ‘önce’, ‘biraz’ ‘sonra’, ‘yakında’ gibi ifadeler de zaman algısını belirtir. Örnek Malatya, Türkiye’nin doğusundadır yargısı uzay algısını , 90 dakikalık bir futbol maçında son 5 dakikanın galip olan takım için hiç geçmeyecekmiş gibi algılanması , mağlup olan takım ise çok çabuk geçecekmiş gibi algılanması Algı Yanılmaları 1. İllüzyon Yanılgıda rol oynayan bir uyarıcı durum vardır. Bu durum gerçekte olduğundan farklı algılanır. Bu yanılgı herkeste aynı biçimde görülüyorsa fiziki illüzyondur. İllüzyon fiziki ve psikolojik olmak üzere 2’ye ayrılır. Psikolojik illüzyon bireylere göre değişebilir, fiziki illüzyon ise bütün bireylerde aynı şekilde görülür. Örnek Bir bardak su içindeki kaşığın kırık olarak algılanması fiziki illüzyon; yerdeki bir bez parçasının fare olarak algılanması ise psikolojik illüzyon Not: İllüzyonda mutlaka bir dış uyarıcı vardır. 2. Halüsinasyon Dışarıdan herhangi bir uyarıcı olmadığı halde uyarıcı varmış gibi algılanması olayına halüsinasyon denir. Örnek Zil çalmadığı halde zil çaldı demek Not: İllüzyon bütün bireylerde görülebilir. Halüsinasyon ise genellikle ateşli hastalık geçirenlerde, akıl hastalarında ve alkoliklerde görülür. Algıyı Etkileyen Faktörler Algı, çevredeki uyarıcı durum ve nesnelere anlam verilmesidir. Uyarıcı durumlara anlam verilmesini etkileyen faktörler algıyı etkileyen faktörleri anlatır. Dikkat, algıya hazır olma, güdü ve ihtiyaçlar, geçmiş yaşantılar, ortam, psikolojik durum vs. algılamayı etkiler. Buna göre beyaz önlüklü birinin hastanede doktor, okulda öğretmen, lokantada garson olarak algılanmasını etkileyen faktör ortamdır. Bireylerin iç veya dış çevreden gelen uyarıcıları farklı şekillerde algıladıklarını söylemiştik. Bu uyarıcıların algılanmasında bir çok faktör etkilidir. Bunlar; Dikkat Geçmiş yaşantı ve öğrenme Güdü ve ihtiyaçlar Algıya hazır olma Psikolojik durum Çevre Kişisel özellikler Duygular Duyum ile Algı arasındaki farklılıklar; Duyum basit fizyolojik bir olaydır. Algı ise karmaşık psikolojik bir olaydır. Duyumda uyarıcılar tek tek değerlendirilir. Algıda ise bir bütün olarak değerlendirilir. Duyum her bireyde aynı şekilde gerçekleşir. Algı ise bireyden bireye farklılık gösterir. BELLEK BELLEK Bellek; bir olayı ya da bir bilgiyi zihinde tutma ve hatırlama yetisidir. Öğrenilen bilgileri depolama ve istenildiğinde geri çağırma yeteneğidir Beyninde yaklaşık 100 milyar nöron (sinir hücresi) vardır. Nöron hücreleri, öğrenmeyi ve hayatın devamını sağlayan bir nevi haberleşme sistemidir. Beynin çalışma sistemi bu nöronların arasındaki iletişime dayanır. Nöronlar arasındaki iletişim ağı ne kadar güçlüyse bilgileri hafızaya alma ve öğrenme işlemi o kadar güçlü olur. Beynimizin kapasitesi yapılan etkinliklerle, yani nöronlar arası gerçekleşen işlemlerin sayısına göre gelişir. Örneğin dil öğrenmek, hafızayı güçlendirme alıştırmaları yapmak, çok kitap okumak, bulmaca çözmek, vs. gibi işlemler beynin işleyiş kapasitesini artırır.Kısaca, beynini sürekli çalıştıran, her gün yeni şeyler öğrenip zihinsel aktiviteleri artıran kişilerin zekası gelişir. Bellek Türleri Duyusal Bellek Kısa Süreli Bellek Uzun Süreli Bellek Duyusal Bellek Çok kısa sürelidir. Duyu organlarında duyumların tutulmasıdır. Örnek: Gözümüz bir nesneyi gördüğünde, görüntünün 1-2 sn. (gözümüzün yapısı gereği) gözümüzde saklanmasıdır. Duyu organları aracılığıyla çevreden pek çok bilgi alınmaktadır. Ancak bunun çok az bir kısmı bilinçli olarak kaydedilmektedir. Geri kalan kısmı ise ya bilinç altı işleme uğramakta, yada hiç kullanılmamaktadır. Diğer bir değişle bilinç için (serebral korteks) önemli olan bilgi seçilmektedir. Kısmi Bildirim Paradigması E F T L Y A G O H K D P Kısa Süreli Bellek Bu bellek türü, gerekli olan bilgiyi kısa bir süre için akılda tutmayı vehatırlamayı sağlar. Bilgileri birkaç dakika için depolar, kullandıktan sonra da artık işe yaramayacağı için saklamaz. Örneğin arayacağımız bir telefon numarasını rehberden bulur arar ve tekrar unuturuz. Bilgi tutma kapasitesi 2 sn ile 20 dak. arasındadır. Bilgilerimizin kısa süreli bellekte daha fazla kalmasını sağlamak için “tekrarlama” ve “gruplama”dan yararlanırız. Örneğin 325146878 gibi bir sayıyı 325 146 878 şeklinde gruplamak hatırlamamızı kolaylaştırır. Uzun Süreli Bellek Bilgiyi beceriyi saatler, günler, aylar ve yıllarca zihinde tutar vehatırlamayı sağlar. Uzun süreli belleğe bilgiler kısa süreli bellekten geçer. Bu bellekte bilgiler kullanıldıktan sonra atılmaz, saklanır. Kısa süreli bellek derin olmayan bir havuza, uzun süreli bellek ise okyanusa benzetilebilir. Örneğin, birinci sınıftaki öğretmenimizin adı uzun süre belleğimizde kalmıştır. Uzun süreli hafıza ise beyne yayılmış daha sabit ve uzun süreli nöral bağlantılarla ilişkilidir. Bilginin kısa süreliden uzun süreli hafızaya taşınmasında, (depolama işlemi bizzat burada meydana gelmese de) hipokampüs bölgesi rol oynar. Uykunun başlıca fonksiyonlarından biri de bilginin güçlenmesini sağlamaktır. Bu yüzden hafıza eğitim ve test arasında uyku ihtiyacının yeterli olarak karşılanması ile gelişim gösterir. Bilgilerin hatırlanması için öncelikle bilgilerin öğrenilmiş olması ve bellekte yerini almış olması gerekir. Bu süreçler: ÖĞRENME BELLEK HATIRLAMA (Kazanım) (Depolama) (Geri Çağırma) Hafıza: Daha önceden öğrenilmiş bilgiyi hatırlama yeteneğidir. Kodlama: Öğrenilen bilginin hafızaya kaydedilirken kullanılan sürece verilen addır. Saklama: Öğrenilen bilgilerin hafızada tutulması işlemidir. Geri Çağırma: Hafızadaki bilgiye ulaşıp onu hatırlamaktır. Duyusal Kayıt: Çevredeki uyarıcıların zihne geldiği ilk yerdir. Kapasitesi çok geniştir. Bilginin kalış süresi kısadır. Birey buraya gelen bilgileri dikkat ve seçici algı süreçleriyle harekete geçirip, kısa süreli belleğe gönderir. UNUTMA: Önceden öğrenilmiş olan herhangi bir şeyi hatırlama veya tanıma gücünün geçici ya da sürekli olarak yitirilmesine unutma denir. Unutma neden olur? Öğrenilenlerin kullanılmaması: Bilgi ve beceriler kullanılmazsa unutulur. Geriye ket vurma; Yeni öğrenilenlerin daha önce öğrenilmiş olanları unutturmasıdır. Örnek: Ard arda iki toplantıya katılan bir kişi ikinci toplantıda tanıştığı kişilerin ismini öğrenirken önceki toplantıda tanıştığı kişilerin bir kısmının isimlerini unutabilir. İleriye ket vurma; Önce öğrenilenlerin yeni öğrenilenleri unutturmasıdır. Organik nedenler: Beyinde hücre kaybının olması ve beyin hasarı. Baskı altında tutma (bilinçaltına itme) Ör: büyük üzüntüler bilinç altına atılır. Beynimizde bulunan duyusal bellek ve kısa süreli belleğe gelen bilgiler sol beyin tarafından algılanırken, kalıcı olmaz. Bilgileri alırken sağ beynimizin işlevlerini de kullanırsak, alınan bilgilerin uzun süreli belleğe geçişleri daha kolay ve kalıcı olur. Çünkü sağ beyin hayal gücü, müzik, resim, duyguları yönetir. Bu durumda öğrenilmek istenen bilgi sevgi, ilgi gibi duyguların, müziğin, resmin ya da görüntülerin yardımıyla alınırsa kalıcı olur. Bu nedenle beynimizin her iki yarım küresini (sağ beyin, sol beyin) de etkili kullanırsak öğrenme işlemi daha sağlıklı olur. Öğrenmeyi etkileyen belli başlı süreçler ise tanıma, algı ve dikkat, bilgiyi kodlama ve depolama, hatırlama ve örgütlemedir. Öğrencilerin hemen hemen çoğu sınavlara çalışır. Ama hepsi başarılı olamaz. Düzenli aralıklarla, konuları günlere yayarak çalışan ve düzenli aralıklarla tekrar edip, sınav öncesi de kısa bir tekrarla bilgileri gözden geçiren öğrenciler daha başarılı olur. Çünkü beyinlerine bilgileri özümsemeleri için fırsat vermişlerdir. Hiç çalışmayıp son gece bütün bilgileri zihinlerine yüklemeye çalışan öğrenciler, çok çalışsalar bile yeterince başarılı olamazlar. Bilgileri hafızaya kaydederken ne kadar çok duyu organımızı kullanırsak o kadar iyi öğrenmiş oluruz. Bu nedenle not tutma, yazma, alıştırma yapma gibi uygulamalar bilginin hafızaya geçişini güçlendirir. BAĞLANMA Bebeklik dönemi olarak tanımlanan 0-2 yaş arası, çocuğun, fiziksel, zihinsel ve duygusal yönden en hızlı geliştiği dönemdir. Bu nedenle bu dönemde çocuğun sadece fiziksel gereksinimlerinin giderilmesi yeterli değildir. Henüz becerilerinin yeterli derecede gelişmemiş olmasına bağlı olarak bebeğin, kendisine bakım veren kişiye bağımlı olduğu görülür, bu bağımlılık sürecinde bakım verenle kurduğu birebir ilişki ise, onun zihinsel ve duygusal gelişimi için son derece önemlidir. Bebeğin, biyolojik yetersizliği dikkate alındığında, bakım verenine karşı bir bağlanmanın oluşması kaçınılmazdır. Bağlanma ise, bebeklerle anne-babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığını ifade eder. Bebeğin, ana-babasıyla iletişiminde kullandığı ve hayatının ilk dokuz ayında geliştirdiği davranışları bağlanma davranışlarıdır. Emme, sokulma/uzanma, bakış, gülümseme, ağlama bebeğin başlıca bağlanma davranışlarıdır. Emme: Çocuklar yalnızca süt emmek için annelerini emmezler, aç olmadıklarında da stresten uzaklaşmak için sürekli annelerini emmek isterler. Modern toplumlarda bu isteği yerine getirmek mümkün olmadığından bebekler parmaklarını ya da emziklerini, emilebilecek her türlü nesneyi emmeye alışırlar. Sokulma/uzanma (Temas): Bütün memeli türlerinde yavruların anneyle yüz yüze gelmeye ve ona dokunmaya yönelik refleksleri vardır. İnsan yavruları doğduklarında kendi kendilerine ayakta duramaz ve yetişkinlerin ellerinde taşınmak zorundadırlar. Ancak onlar da kaskatı durmak yerine vücutlarını kendilerini taşımakta olan yetişkine kolaylık sağlayacak bir biçimde gevşek ve şekillendirebilir bir biçimde tutarlar. Bazı kalıtımsal beyin hasarları nedeniyle bu özelliği gösteremeyen bebekler, kendilerini ellerinde tutan yetişkinler tarafından pek sevecen olmayan bebekler olarak tanımlanmışlardır. Bakış: Çok küçük bebekler bile anne ile göz kontağı ararlar ve bu arayışa anneden bir karşılık gelmezse ağlayıp huysuzlanarak tepki gösterirler. Gülümseme: Bebek gülümsemesi, insanlar için genellikle mutluluk vericidir ve pek çok insan bebekleri güldürmeye çalışır. Doğumlarından itibaren ilk 1 ay içinde bebekler yüksek seslere gülümseyerek karşılı verirler. 3 aylıktan itibaren bebekler aralarında özel bir bağ kurdukları anne, baba gibi kişiler kendilerine yaklaşırken gülümsemeye başlarlar ve bunun bağlanma açısından önemi çok büyüktür. Bu gülümseyişler anne, baba ve çocukla ilgilenen diğer kişiler için büyük birer ödüldür ve çocukla daha çok zaman geçirme arzusu yaratır. Ağlama: Çocuklar acıktıklarında, üşüdüklerinde, acı duyduklarında ağlarlar ve bu ağlama sesi yetişkinleri çok rahatsız eder. Ağlama, bebeklerin yetişkin ilgisine ve yardımına ihtiyaç duyduklarında kullandıkları bir sinyaldir. Mary Ainsworth adlı gelişim psikoloğu, bir çocuk ile temel bakıcısı arasındaki bağlanma ilişkisini gözlemlemek üzereYabancı Durum Testi denilen gözlem prosedürünü geliştirmiştir. Bu prosedüre göre çocuk 11-17 aylık bir çocuk, yirmi dakika boyunca bir oyun odasında gözlemlenir. Bu arada çocuğun bakıcısı (genelde annesi) ile bir yabancı (araştırmacının bir yardımcısı) belirli aralıklarla odaya girip çıkarlar. Odada yaşanan durumlara (yabancının varlığı, annenin yokluğu) çocuğun verdiği tepkiler videoya kaydedilir. Oyun odasında çocuğa yaşatılan deneyim şu şekilde gelişir; ▪Anne ve çocuk gözlem odasına alınır. ▪Anne ve çocuk odada yalnız bırakılır. Çocuk odayı keşfederken anne ona katılmaz. ▪Yabancı girer, anneyle selamlaşır, çocuğa yaklaşır. ▪İlk ayrılık: Anne sessizce odadan çıkar, çocuk ve yabancı odada kalır. ▪İlk birleşme: Anne gelip çocuğu rahatlatır, sonra yine çıkar. ▪İkinci ayrılık: Çocuk odada tek başınadır. ▪İkinci ayrılığın devamı: Yabancı içeri girer, anne ise halen yoktur. ▪İkinci birleşme: Anne girer, çocukla ilgilenir, yabancı sessizce çıkar. Bu olaylar sırasında çocuğun iki davranışı gözlenir: a. Çocuğun keşif davranışı (yeni oyuncaklarla oynaması vb.) b.Çocuğun, annesinin gidiş ve dönüşlerine verdiği tepkileri Bağlanma Tarzları Yabancı Durum Testleri’ndeki davranışlarına göre çocuklar üç sınıfa ayrılırlar. Çocuğun yabancıya tepkileri, anneye bağlanma düzeyine göre değişir. 1. Anneye güvenli bağlanan 1 yaşındaki çocuklar, etrafta bağımsızca dolaşır, ara sıra annelerinin yanına dönerler. Anne odadan ayrılınca üzülürler, geri gelince sevinirler. 2. Kaygılı bağlanan 1 yaşındaki çocuklar anne içerdeyken bile huzursudurlar. Anne gidince ağlarlar, gelince anneni yanına koşarlar fakat anneye vurma ve tekmeleme gibi davranışlar gösterirler. 3. Kaçıngan bağlanan 1 yaşındaki çocuklar anne yokken ağlamaz, anne gelince kaçınır ve anneye öfkeli görünürler. Çocukların 1 yaşında iken ne tür bir bağlanma gösterdikleri, ilerdeki yaşamlarını önemli ölçüde etkiliyor olabilir. Örneğin bir çalışma, 1 yaşında iken güvenli bağlanma geliştirdiği saptanan erkek çocuklarının büyüdüklerinde kaygılı ve kaçıngan bağlananlara göre daha az sıklıkta psikolojik güçlüklerden şikayetçi olduklarını göstermiştir. Yetişkinlerde Bağlanma Bağlanma Kuramı'na göre, çocuk bebeklikten itibaren annesi ile yaşadığı deneyimleri ve onunla geliştirdiği ilişkisini ilerleyen yaşlarda her türle yakın ilişkisinde model olarak kullanır; kişinin benlik modeli ile başkaları modeli bu sayede gelişir. Benlik modeli, kişinin ne ölçüde kendini sevgiye layık, değerli bir birey olarak gördüğüdür. Başkaları modeli ise kişinin diğer insanları ne ölçüde güvenilir, ilgi ve sevgi sunmaya hazır bireyler olarak algıladığıdır. Bebekliklerinde annelerine her ihtiyaç duyduklarında gecikmeden annelerinden ilgi gören ve bu sayede güvenli bağlanan bireyler, olumlu birer benlik ve başkaları modeli geliştirirler. Duygu ve düşüncelerini başkalarına açmaktan, ihtiyaçlarını ifade etmekten çekinmezler, kolaylıkla yakın ilişkiler kurabilirler. Öte yandan, bireylerin benlik ve başkaları modellerinden birisinin ya da her ikisinin birden olumsuz olması mümkündür. Güvenli bağlanma: Bu bağlanma tarzına sahip bireyler, hem kendilerini hem de başkalarını olumlu görme eğilimindedirler. Yakın ilişkilere değer verirler, bu tür ilişkileri başlatmakta ve sürdürmekte başarılıdırlar. Ancak bu ilişkiler sırasında kişisel özerkliklerini yitirmemeyi de başarırlar. Kayıtsız bağlanma: Bu bağlanma tarzına sahip bireyler, kendilerini olumlu, başkalarını olumsuz görme eğilimindedirler. Bağımsızlıklarına düşkündürler, kimse ile kolay kolay yakın ilişki geliştirmezler. Başkalarına duydukları gereksinimi ve yakın ilişkilerin önemini reddederler. Saplantılı bağlanma: Bu bağlanma tarzına sahip bireyler kendileri hakkında olumsuz, başkaları hakkında olumlu düşünme ve hissetme eğilimindedirler. Başkalarının onayını kazanmak bu kişiler için çok önemlidir. Başkalarını zihinlerinde idealize ederler. Yakın ilişkilerinde karşı tarafa çok bağımlıdırlar ve duygularını abartılı bir biçimde ifade ederler. Korkulu/kaygılı bağlanma: Bu bağlanma tarzına sahip olanlar, hem benlik hem de başkaları modeli olumsuz olan bireylerdir. Kendilerine de başkalarına da güvenmezler. bireyin; çocukluk yıllarında annesine aşırı bağlılığından kaynaklanan psikolojik bir problemdir. Gelişim Psikolojisi Gelişim organizmanın doğum öncesinden başlayarak bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönden olgunlaşma ve öğrenme etkileşimiyle sürekli ilerlemesidir. Gelişime Farklı Bakış Açıları Tarihsel Bakış Evrimsel Bakış Ekolojik Bakış Normatif Bakış Açısı Kültürel Bakış Açısı Tarihsel Bakış 3 türlüdür. Hıristiyan bakış açısı Çocuklar dünyaya kötü gelirler. J. Jocke’un bakış açısı Birey vahşi olarak dünyaya gelir. J.J. Rousseau’ya ait bakış Birey vahşi olarak dünyaya gelir Olgunlaşma önemlidir. Evrimsel Bakış C. Darwin İnsan türü milyonlarca yıl boyunca doğal seleksiyon süreciyle evrimden geçerek bugünkü hâline gelmiştir. Canlılar ortak bir kökene sahiptir. Çevreye uyum ve varlığını sürdürme önemlidir Ekolojik Bakış Bronfenbrenner - Barker. Gelişim üzerinde çevresel faktörlerin ve ekolojik yapının etkisi vardır. İnsan çeşitli sistemlerin ortasında yer alır ve bunlardan etkilenir. Bu sistemler içten dışa doğru şöyledir: Mikrosistem: Bireyin bebekliği ve yakın çevresidir. (Anne, baba, kardeş) Mezosistem: Okul ve ev bağıntısıdır (Okul ve arkadaşları) Egzosistem: Bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürel değerleridir. (Doğu batı kültürleri) Kronosistem: Dış çevrede oluşan, uzun süreli değişimlerdir. Normatif Bakış Açısı Stanley Hall - Gesell Havighurst Herkes için geçerli standartlar belirlenerek insan gelişimini anlamaya çalışan bakış açısıdır. Çocukların farklı dönemlerdeki gelişimlerini inceleyerek bunlarla ilgili kayıtlar tutulmuş ve belli standartlar tespit edilmiştir. Gesell’in olgunlaşma kuramı (biyolojik kuramı) buna örnektir. Gelişim olgunlaşmaya bağlıdır. Her şey genetik plan tarafından belirlenir. Sosyokültürel çevrenin etkisi çok azdır ya da hiç yoktur. Kültürel Bakış Açısı Singelis - Markus Kültürün davranış ve gelişim üzerindeki etkisi Kültürler arası farklılıklar Gelişim ile İlgili Temel Kavramlar Gelişim: Döllenme ile başlayıp ölümle son bulan süreç içerisinde yaşa bağlı olarak ortaya çıkan bedensel, zihinsel, duygusal aklaksal ve sosyal alanlarda görülen sürekli düzenli ve ileriye doğru olan değişikliklerdir. Gelişme: Gelişim dönemlerinde ve sürecinde ortaya çıkan somut ürünler ve sonuçlardır. Değişim – Farklılaşma: Bir durumdan başka bir duruma geçmektir. Değişim olumlu olumsuz, ileri, geri, kalıcı, geçici olabilir. Değişimin ürünü ise değişmedir. Değişim, gelişme, gerileme şeklinde olabilir. Her gelişim bir değişimdir ama her değişim bir gelişim değildir. Çünkü gelişim sadece olumlu yöndedir. Bir kişinin yürümesi hem gelişim hem de değişimdir. Bir insanın yaşlanınca boyunun kısalması, cildinin kırışması bir değişmedir ama gelişim değildir. Büyüme: Organizmanın boy - kilo, hacim olarak artması, fiziksel yapıda meydana gelen niceliksel değişmelerdir. Olgunlaşma: Genetik olarak belirlenen bir plana göre yaşantılardan bağımsız olarak kendiliğinden ortaya çıkan biyolojik gelişmeler ya da organizmanın, organların kendilerinden beklenen görevi yapabilecek düzeye gelmesidir. Olgunlaşma yaş - zekâ - sinir - kas koordinasyonuyla gerçekleşir. Olgunlaşma seyri kalıtımla belirlenir. Olgunlaşma (genetik plan) çevre koşullarından, öğrenme yaşantılarından nispeten bağımsızdır. Çevre olgunlaşmanın hızını etkiler. Beslenme, spor, eğitim olanakları hızı azaltabilir ya da artırabilir. Olgunlaşma sonucu ortaya çıkan davranışlar öğrenme değildir ama olgunlaşma öğrenmenin ön koşullarından biridir. Hazırbulunuşluk: Organizmanın büyümesi, bir davranışı yapabilecek olgunlaşma düzeyine ulaşmasının yanı sıra o davranışa ilişkin ilgi, istek, tutum ve ön bilgilere de sahip olmasıdır. Hazırbulunuşluk hem niceliksel hem de nitelikseldir. Hazırbulunuşluk olgunlaşma gibi sadece biyolojik değildir; duyuşsal, bilişsel özellikler de önemlidir. Hazırbulunuşluk öğrenmenin hem öncesi hem de sonrasında etkilidir. Hazırbulunuşluk öğrenme değildir. Öğrenmeye hazır olmaktır. Birey hazır olduğu davranışı yaparsa öğrenme olur. Hazır olma bir davranışa ya da öğrenmeye fiziksel, bilişsel, duyuşsal yönden hazır olmaktır. Öğrenme: Bireyin yaşantıları sonucu davranışlarında meydana gelen nispeten kalıcı izli davranış değişiklikleridir. Büyüme + Olgunlaşma + Hazırbuluşluk + Çevre ile Etkileşim > Öğrenme Öğrenme yaşantılarla oluşan en kapsamlı süreçtir. Kalıcı değişiklik şarttır. Bu açıdan bakıldığında doğuştan getirilen davranışlar (içgüdü - refleks) geçici davranışlardır (hastalık, ilaç, alkol kullanımı, yorgunluk) ve büyüme ve olgunlaşma sonucu ortaya çıkan davranışlar bir öğrenme değildir. Gelişimi etkileyen faktörler; Kalıtım Çevre Tarihsel zaman Kritik dönem Kalıtım Bireylerin atalarından aldığı biyolojik özelliklerdir. Kalıtımla neler geçer? Cinsiyet Zeka Bazı hastalıklar Bedensel özellikler Mizaç Yetenekler Genotip: Organizmaya döllenme anında aktarılan tüm özellikler genotiptir. Genotipin içinde anne babanın ve önceki kuşakların tüm özellikleri vardır. Fenotip: Eğer genotiple aktarılan özelliklerden herhangi biri çocukta ortaya çıkarsa fenotip olur. Hemen açığa çıkan fenotipler göz rengi, saç rengi, ten rengi ve cinsiyettir. Bazı fenotip özellikler ise zamanla çevrenin etkisi ile açığa çıkar. Örneğin şizofreni, göğüs kanseri, 40’lı yaşlarda kalp krizi riski gibi özellikler genlerle aktarılır ve çevrenin etkisi ile açığa çıkar. Genotipte olan her şey fenotip olarak açığa çıkabilir. Örneğin kızıl saç İskandinav genidir. Bugün bir çocukta rahatlıkla çıkabilmektedir. İskandinavlar 1000’li yıllarda Bizans imparatoruna paralı askerlik yapıyorlardı. 1000 yıl önce Türkiye sınırları içinde İskandinavlarda görü- len bu gen, bugün rahatlıkla bizlerde de açığa çııkabilir. Anne tarafında 20 kuşak önce göğüs kanseri varsa ya da baba tarafında 15 kuşak önce şeker hastası varsa çocukta çıkıp onun fenotipi haline gelebilir, eğer açığa çıkmazsa genotip olarak kalır. Genotipte var olan özelliklerin açığa çıkmasını tetikleyen en önemli öge, genetik havuzun dar olması yani akraba evliliğidir. Çevre Spermin yumurtayı döllemesinden itibaren bireyin içinde yaşadığı ve etkilendiği tüm dış uyaranlar çevreyi oluşturur. Çevre; doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası bir zaman dilimini kapsar. Çevresel etkenler çok geniştir. a) Anne karnınındaki teratojenler (zararlı maddeler–virüs–mikrop) Annenin kullandığı ilaçlar, sigara , alkol vb. b) Doğum sırasında yapılan müdahaleler c) Doğum sonrasındaki çevresel uyarıcılar, beslenme , yorgunluk, hastalık, kazalar ve savaşlar, iklim ve mevsim, aile çocuk ilişkisi , anne babanın tutumları, çocukların doğum sırası (ilk çocuk olmak–ortanca olmak–son çocuk olmak), akran grupları, sosyo-ekonomik ve sosyo kültürel düzey, kitle iletişim araçları Gelişim hem kalıtımdan hem de çevreden etkilenir: Gelişimde kalıtımın ve çevrenin önemi eşittir. Biri diğerinden üstün değildir. Bazı alanlarda kalıtım daha baskın olurken (yetenek–zeka kapasitesi– cinsiyet–beden yapısı) bazı alanlarda da çevre daha etkilidir (ilgi–karakter–sosyal ilişkiler) Tarihsel zaman Bireyin yaşadığı toplumda ya da dünyada o zaman diliminde olan olay ve olgulardan etkilenmesini ifade eder. Savaşlar, gelişen teknoloji, doğal afetler, büyük ölçekli kazalar vb tarihsel ve sosyolojik olaylar insanların bedensel, bilişsel, sosyal gelişimlerinde etkilidir. 1960 ve 1975 yılları arasında uzay programı ve yarışı yoğun olduğu dönemlerde ABD’deki çocuk ve ergenlerin astronot olmak istedikleri saptanmıştır Kritik Dönem İlgili davranışın kazanılması gereken, kazanılmadığında telafisi çok zor olan gelişim dönemidir. Kritik dönem organizmanın çevrenin etkilerine en duyarlı olduğu zaman dönemlerini ifade eder. Kritik dönemde en can alıcı nokta zamanlamadır. Her davranışın bireylerce kazanılması gereken dönemleri bulunur. Eğer bu davranışlar ilgili oldukları dönemde kazanılmazlarsa sonraki dönemlerde kazanılmalarında güçlükler görülür. Gelişimin Alanları Beden Gelişimi Bilişsel Gelişim Ahlak Gelişimi Benlik Gelişimi Kişilik Gelişimi ÖĞRENME Öğrenme: Bireyin yaşantılar sonucu davranışlarda meydana gelen izli-sürekli olan değişikliklere öğrenme denilir. Organizmanın değişen çevresel koşullara uyum sağlama yetisi. Her öğrenmede olumlu ve olumsuz gözlenebilir bir davranış değişikliği olmalıdır. Öğrenmede söz konusu olan davranış değişikliği tekrar ya da yaşantı sonucu oluşmalıdır. Davranış değişikliği nispeten kalıcı olması gerekir. Davranış; Bir varlığın direkt ya da dolaylı olarak gözlemlenebilen her türlü etkinliğe davranış denir. Davranışlar zıplama, yürüme, gülme gibi izlenebilen eylemleri içerdiği gibi, korkma,öğrenme, düşünme gibi izlenemeyen eylemleri de içerebilmektedir. Gözlenebilen davranışlar açık, gözlenemeyen davranışlar da kapalı davranışlardır. Bir davranışın öğrenme olabilmesi için; Davranışta gözlenebilir bir değişme meydana gelmeli. Davranışta değişme nispeten kalıcı izli olmalı. Davranışta değişme yaşantı sonucu meydana gelmeli. Kazanılan davranış farklı durumlarda kullanılabilmeli. Önceki öğrenmelerden farklı olmalı. Davranış sakatlık, hastalık, yorgunluk, ilaç, alkol, uyuşturucu kullanımı sonucu ortaya çıkmamalı. Refleksif ve içgüdüsel davranışlar olmamalı. Büyüme ve olgunlaşma sonucu ortaya çıkmamalı.(yürüme, ayakta durabilme, değişik sesler çıkarma gibi) Öğrenme sonucu yeni farklı sonuçlara varılmalı-eskisinden farklı tepkilerde bulunma. Öğrenme sonucunda yaşantıya dayalı ilişkiler kurulabilmeli. Geçici davranış değişiklikleri öğrenme değildir.Kolu kırıldığı için yüzemeyen bir çocuğun durumu Davranış değişmesinde birey aktif ve etkileşim içindedir. Refleks Doğuştan getirilen, basit, belli bir uyarıcısı olan, otomatik ve ani tepkilere denir. Örneğin; Göz kırpmak, dize vurulduğu zaman ayağın kalkması. İçgüdü Doğuştan getirilen, türe özgü, kalıplaşmış, karmaşık davranışlardır. Evrimleşmezler. Örneğin; Arıların bal yapması, ipek böceğinin koza örmesi vs. İçgüdü Refleks Ertelenmez, zamanı geldiğinde Ertelenebilir ortaya çıkar Basittir Karmaşıktır Uyarıcı vardır Belli bir uyarıcı yoktur Türe özgü değildir Türe özgüdür Öğrenme Türleri ve Süreçleri Deneme-Yanılma Yoluyla Öğrenme Motor Öğrenme Bilişsel Öğrenme Koşullanma Yoluyla Öğrenme Deneme Yanılma Yoluyla Öğrenme Yapılan birçok tekrar ve denemeler sonucunda yeni davranışların kazanılması esasına dayanır. Bu denemeler esnasında olumlu nitelikteki davranışlar sürdürülür, olumsuz nitelikteki davranışlar terkedilir. Böylece tekrar sayısı arttıkça hata miktarı azalır, hata miktarı azaldıkça da öğrenme düzeyi artar. Örnek: Televizyonun uzaktan kumanda düğmelerinin nasıl bir fonksiyona sahip olduğunun deneme – yanılma yoluyla öğrenilmesi gibi. Motor Öğrenme Bedensel davranışların düzenli olarak gösterilmesi, kaslara dayalı beden hareketlerine beceri kazandırılması esasına dayanır. Örnek: Jimnastik, bale hareketlerinin kurallarına uygun olarak yapılması motor öğrenmeyi gösterir. Bilişsel Öğrenme Kavrayış yoluyla öğrenme: Olaylar ve durumlar arası ilişkinin bir anda görülmesiyle, problemin zihinde çözülmesi esasına dayanır. Örnek: Arşimed’in suyun kaldırma kuvvetini bulması buna örnektir. Model alarak öğrenme: Bazı davranışların kazanılması örnek alma, taklit yoluyla gerçekleşmektedir. Örnek: Modanın öğrenilmesi, göreneklerin öğrenilmesi bu yolla gerçekleşir. Sözel öğrenme: Bireyler tarafından nesnelerin yerini tutan sözcüklerin, kavramların kazanılmasından sonra, sözel anlatımlarla gerçekleşen öğrenmelerdir. Örnek: Organizmadaki kalp, böbrek gibi iç organların nasıl faaliyet gösterdiklerinin sözle anlatılması bu öğrenmeye girer. Koşullanma Yoluyla Öğrenme Organizmanın önceleri tepki göstermediği bir uyarıcıya belli koşullar altında (ödül veya ceza uygulamasının yapılmasıyla) tepki göstermeye başlaması bu öğrenmenin esasını oluşturur. Klasik Koşullanma Başlangıçta nötr olan bir uyarıcının ödül veya ceza ile birlikte verilmesiyle gerçekleşir. Bu durumda başlangıçta nötr olan uyarıcı ödül veya ceza uyarıcısının yerine geçerek organizmayı tepkiye yöneltir. Örnek: Kızgın saç üzerine çıkarılan bir ayı, aynı zamanda def çalınmasıyla, kızgın saç üzerindeki tepkisini bir zaman sonra sadece def çalındığında da göstermeye başlar. Amaç en başta tepki verilmeyen bir nötr uyarıcıya (zil) doğal tepki (salya) verilmesini sağlamaktır. Klasik koşullanma bir yapay uyarıcıdan (zil) sonra doğal uyarıcının (et) verilmesine ve bu olayın koşullanma gerçekleşinceye kadar tekrarlanmasına dayanır. köpeğe verilen et(koşulsuz uyarıcı) > salya tepkisi (koşulsuz tepki) zil sesi(nötr uyarıcı) > tepki yok Örnekler Köpek görünce korkma Para görünce sevinme Işık sarı olunca geçmeye hazırlanma İğne görünce ağlama Kırmızı ışıkta durma İstiklal marşında hazır ola geçme Zil çalınca tenefüse çıkma Ezan okunurken doğrulma Bayrak görünce saygı durma Okul → Sinirli (bağıran öğretmen) → Nefret (Okuldan soğuma Kırmızı ışık (Koşullu uyarıcı) → Durma (Koşullu tepki) (Birey kırmızı ışıkla durma eylemi arasında ilişki kuruyor) Edimsel Koşullanma Edimsel davranış bilinen bir uyarıcı tarafından oluşturulmaz, organizma tarafından ortaya konur. Edimsel davranış, kendiliğinden ortaya çıkar ve sonuçları tarafından kontrol edilir. Örnek: Çocuğun ayağa kalkma, yürüme, konuşma gibi davranışları edimsel davranıştır. Çocuğun ayağa kalktığını gören yetişkinler sevinç çığlıkları atar. Çevrenin bu ilgisi çocuğu mutlu eder ve çocuk aynı davranışı tekrarlar. Yani çocuğun ayağa kalkma davranışı sonuçları (yetişkinlerin ilgisi) tarafından kontrol edilir. Önce tepki sonra uyarıcı gelir ve tepkiler uyarıcılar tarafından kontrol edilir. Davranıştan sonra gelen uyarıcı haz verirse davranış tekrar eder, davranıştan sonra gelen uyarıcı acı, üzüntü verirse davranış tekrar edilmez. Fare Skinner kutusuna bırakılır. Fare için butona basma davranışı önceleri karmaşık gelmiştir. Bu yüzden öğrenemez. Skiner, fare butona yaklaşınca yiyecek verir. Bu şekilde aşama aşama butona basma davranışını aşama aşama öğretir. Edimsel koşullanmada davranış, pekiştireç almak için yapılan bilinçli tepkilerdir. Davranışın sonucu doyumla sonuçlanırsa, aynı davranış tekrar edilir. Örnek: Ders çalışıp yüksek not alan öğrenci ders çalışmaya devam eder. – Girdiği lokantada lezzetli yemek yiyen biri, aynı lokantada yemek yeme alışkanlığı kazanır. Edimsel koşullanma, organizmayı ödüle götüren ya da cezadan kurtaran davranışın (tepkinin) öğrenilmesidir. Pekiştirme tepkiyi kuvvetlendirir. Edimsel koşullanmada pekiştireç tepkiye bağlıdır. Doğru davranış gösterilirse pekiştireç verilir. Klasik şartlanmada pekiştireç davranıştan önce verilir ve davranışa bağlı değildir. Davranışlar pekiştirilmezse söner. İstenilen davranış pekiştirilerek devamı sağlanır. İstenmeyen davranış ise pekiştirilmeyerek söndürülür. (görmezden gelinerek) Öğrenmeyi Etkileyen Faktörleri Öğrenen Bireyden Kaynaklanan Faktörler Güdülenme Zeka Yaş ve olgunlaşma Bilgi birikimi Fizyolojik durum Psikolojik durum Öğrenme Yönteminden Kaynaklanan Faktörler Aralıklı ya da toplu öğrenme Öğrenmeye aktif olarak katılma Sonucun bilinmesi Bütün ya da parçalara bölerek öğrenme Programlı öğrenme Tekrarlara yer verme Öğrenilen Malzemeden Kaynaklanan Faktörler Uzun, soyut ve anlamsız olması İlgi ve ihtiyaca uygun olması Sistemli düzenlenmiş olması Birbirini destekleyici olması Beden ve zihin gelişimine uygun olması Öğrenmenin Yapıldığı Ortam Örneğin öğrenmenin yapıldığı ortamın sıcak olması, gürültülü olması, havasız veya pis kokulu olması öğrenme için uygun olmayan bir ortamı hatıra getirmektedir.