PSİKOPATOLOJİNİN TANIMI VE TARİHÇESİ PDF

Summary

Bu belge, psikolojik rahatsızlıkların tarihsel gelişimini ve farklı tanımlama yaklaşımlarını ele almaktadır. Belge, psikoloji, psikopatoloji ve tanı kriterlerine dair bilgiler içermektedir.

Full Transcript

# 1. Bölüm ## PSİKOPATOLOJİNİN TANIMI VE TARİHÇESİ ### Oznur Öncul-Demir ## TARİHÇE NEDEN ÖNEMLİ? Psikopatolojinin tarihçesi; felsefi ve bilimsel gelişmelerin paralelinde psikolojik rahatsızlıkların nedenlerinin anlaşılmasına, hastalara yaklaşımın, bakıın ve tedavi koşullarının iyileştirilmesine d...

# 1. Bölüm ## PSİKOPATOLOJİNİN TANIMI VE TARİHÇESİ ### Oznur Öncul-Demir ## TARİHÇE NEDEN ÖNEMLİ? Psikopatolojinin tarihçesi; felsefi ve bilimsel gelişmelerin paralelinde psikolojik rahatsızlıkların nedenlerinin anlaşılmasına, hastalara yaklaşımın, bakıın ve tedavi koşullarının iyileştirilmesine doğru giden sürecin tarihçesidir (King, Woody & Viney, 2013). Psikopatolojiye yönelik ilgi, ilk çağlardaki kayıtlarda bile bulunmaktadır (Matthews & Matthews, 2013). Buna rağmen psikolo-jik rahatsızlıkların nedenlerinin anlaşılması ve doğru tedavi yöntemlerinin keşfedilmesi ancak 20. yüzyılda mümkün olabilmiştir (King, Woody ve ark., 2013). Bu süre zarfında ruh sağlığı alanı birçok hatalı uygulamaya sahne olmuştur. Benzer hataların gelecekte de tekrarlanmaması, ancak geçmişte yaşananlara yönelik bir kavrayışa sahip olmakla mümkün olabilir (King, Woody ve ark.. 2013). Psikolojik rahatsızlıklara yaklaşımın tarihçesi, sadece felsefe ve bilimdeki gelişmeler ve bu gelişmelerin uygulamadaki karşılıklarından ibaret değildir. İnsanlık, tarih boyunca, çeşitli nedenlerle "çoğunluktan farklı davranan, normların dışına çıkan" kişilere yönelik birtakım tutum-lar geliştirmiştir. Anormal davranışla psikolojik rahatsızlıklar arasındaki çizgi çoğunlukla mu-lak kalmış (Dols, 1992), böyle olunca psikolojik rahatsızlıklar bir hastalık olarak tanımlanmanın ötesinde, doğa üstü güçler, ahlak ve erdem, din, suç davranışı ve hukuk, toplumdaki ön yargılar ve ayrımcı tutumlar, belli grupların toplumdan ayrıştırılması ve marjinalleştirilmesi gibi, sağlık alanının oldukça dışına çıkan toplumsal ve politik konularla ilişkilendirilmiştir (King, Woody ve ark., 2013). Tıpkı bilimsel gelişmeler için olduğu gibi, anormal davranışa yönelik tutumla-rın tarih boyunca ne tür toplumsal dönüşumlere sahne olduğunun anlaşılması, bu tutumlardan kaynaklı vahim hataların gelecekte tekrarlanmaması için son derece önemlidir (King, Woody ve ark., 2013). ## Anormal Davranışı Tanımlamak Anormal davranış nasıl tanımlanır? İnsanlar tarih boyunca bazı davranışların; sıra dışı, garip. rahatsız edici, hatta tehlikeli olduğunu düşündüler (Dols, 1992). Ancak bu davranışların çoğu bir psikolojik rahatsızlığa işaret etmiyordu. Peki anormal davranış ile psikolojik rahatsızlığı nasıl ayırt edebiliriz? Günümüzde, psikolojik rahatsızlığı tanımlamak için nesnel olarak belir-lenmiş ölçütlerden bahsetmek mümkün. Ancak bu ölçütlerin nasıl belirlendiğini anlamak için tarih boyunca öne sürülen bakış açılarını ele almak gerekir. Papiasvili ve Mayers (2013a), anormal davranışı tanımlamaya yönelik yaklaşımları "ta-rihsel-kulturel", "istatistiksel", "öznel" ve "nesnel, evrensel, yasal" olmak üzere dört başlık altında incelemiştir. Farklı kaynaklarda “anti-normatif" (Foley, 1935) bakış açısı olarak da isimlendirilen tarihsel-kültürel yaklaşım, anormal davranışın toplumsal olarak nasıl ta-nımlandığıyla ilgilidir (Dols, 1992). Buna göre belli yaşam tarzları, düşünce yapıları ve davranışlar, toplumun amaç ve ideallerinden belirgin derecede farklıdır ve kimi durumlarda toplumu ıçın rahatsız edicidır (Foley, 1935; Papiasvili & Mayers, 2013a). Bu yaklaşım, anor-mal davranışı mantık, ahlak, estetik gibi toplumun yüksek değerlerinin karşısında konumlandıran bir yaklaşımdır (Foley, 1935) ve toplumsal-kültürel olması nedeniyle zamana ve coğrafyaya bağlı olarak değişebilınektedir (Dols, 1992) Geçmişte anormal olarak tanım-lanan bazı durumlar günümüzde kabul görmekte (örneğin, belli bir yaşa kadar olan bütün çocuklar zorunlu eğitime tabi olması), geçmişte normal olarak karşılanın birçok şey ise günümüzde anormal kabul edilmektedir (örneğin kolelik) Bazı davranışlar ise bir kültürde normal kabul edilirken başka bir kültürde anormal olarak değerlendirilir (örneğin, bazı doğaüstü güçlerin kendisiyle konuştuğunu söyleyen bir kişi bir kültürde hasta olarak tanımlan-makta, başka bu kültürde ise bige ya da özel güçleri olan bir kişi olarak görülmektedir, Bennett, 2006). Daha önemlisi, psikolojik rahatsızlığı olan insanların önemli bir kısımı, ton. İstatistiksel yaklaşım, anormal davranışın belli bir popülasyonda görülme sıktığı (Papiasvili & Mayers, 2013a) ve yaygın olarak kabul goren normlardan ne ölçüde sapıldığı ile ilgilıdır (Bennett, 2006). Farklı kaynaklarda "sapma (deviation) modeli" olarak da isimlendirilen bu yaklaşıın, topluınun ölçütlerini (normlarını) kıstas alması bakımından anormal davranışı vine toplumsal olarak tanımlayan bir bakış açısıdır (Dols, 1992). Bennett (2006), istatiksel olarak normal dağılımın uçlarında bulunmanın tek başına psikolojik rahatsızlığı tanımlamak için yeterli olmadığını öne sürer. Orneğin, bazı kişiler (sanatçılar, bilim insanları vs.) potansiyellerini en ust düzeyde açığa çıkartarak toplumun genelinden ayrışabilmektedir. Benzer şekilde, maddi olanak-lar, çekicilik, kariyerinde yükselme, zeka vs. açısından toplumun genelinden farklılaşan birçok kişi vardır ancak bu kişilerin çoğu psikolojik rahatsızlıga sahip değildir (Bennett, 2006). Dikkat çekici bir nokta olarak, istatistiksel açıdan "anormal" ifadesinin aslında “olumsuz anlamda bir sapmaya" işaret etmesidir (Bennett, 2006). Yine de bu yaklaşım tek başına söz konusu davranı-şın patolojik olup olmadığına dair bir bilgi vermemektedir (Foley, 1935). Foley (1935), istatistiksel yaklaşıma atıfta bulunarak, insanların da bazen kendi normla-rının dışına çıkabildiklerine dikkat çeker. Bu durum, Papiasvili ve Mayers'in (2013a) “öznel yaklaşım olarak tanımladığı başlıkla ilgilidir. Kişi, her zamankinden farklı bir ruh hali deneyimlediginde bu du-rumdan kişisel olarak rahatsızlık hisse-debilmektedir (Foley, 1935; Papiasvili & Mayers, 2013a). Öznel yaklaşım, tıp-kı istatistiksel yaklaşım gibi, psikolojik rahatsızlık olasılığını düşündurmekle beraber tek başına yeterli bir açıkla-ma değildir. Örnegin, yakın zaınanda deprem yaşayan bir kişinin bir süreli-gine normalde olduğundan daha stresli olması, kişi için rahatsız edici olsa da psikolojik rahatsızlık olarak tanıınlan-mamaktadır. Bütun bu tartışmalar doğrultusunda anormal davranış “nesnel, evrensel ve yasal" olarak tanımlanmaya çalışılmış-tır (Papiasvili & Mayers, 2013a). Bu yaklaşım, psikolojik rahatsızlıkları, toplumun ve bireyle-rin öznel kanaatlerinin otesinde, somut veriler dogrultusunda tanımlamayı amaçlar. Psikolojik rahatsızlıklar için geliştirilen tanı kriterleri, bu amaç doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Bu yak-laşımın en önemli varsayımlarından biri, psikolojik rahatsızlıkların zaınandan ve mekandan bağımsız olduğu, yani evrensel olduğudur (Papiasvili & Mayers, 2013a). Tanı kriterlerinin geliştirilmesi ve evrenselligi ile ilgili tartışmalara bu bölümün ilerleyen kısımlarında detaylı olarak yer verilecektir. Son olarak, psikolojik rahatsızlıkların nesnel olarak tanımlanması, yasal konular açısından da önemlidir (Papiasvili & Mayers, 2013a). Kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmaması, ceza hukukundan nedeni kanuna kadar bağlayıcılığı olan önemli bir kriterdir (Dols, 1992). Dolayısıyla, "akıl sağlığı" ile tam olarak neyin kastedildiğinin nesnel olarak ta-nımlanması gerekir. Foley (1935), anormal davranışı nesnel olarak tanımlamanın zorluğunu vurgulayarak bazı önemli tartışmalara dikkat çeker: Örneğin, anormal davranış farklı şiddetlerde karşımıza çıkar. Ruh sağlığı alanı ise sadece nadir görülen aşırı uç örneklerle değil, anormal davranış skala-sının tamamıyla ilgilenmektedir (Foley, 1935). Örneğin, bir süredir kendisini depresif hisse-den kişiyle şiddetli depresyon nedeniyle hastane yatışı verilen kişiye kadar herkes ruh sağlığı uzmanlarının ilgi odağındadır. Bir diğer önemli konu, anormal davranışın sadece belli bir davranışa işaret etmesi ile ilgilidir. Buna göre, anormal davranışı olan bir kişinin diğer bütün davranışları normal dağılım içerisinde yer alabilmektedir (Foley, 1935). Günümüzde ruh sağlığı, insanların kendi iyi oluş hallerini (well-being) destekler biçimde başkaları ile ilişki kurabilmeleri, bilişsel ve duygu düzenleme becerilerinden etkin bir şekil-de yararlanabilmeleri, iş, okul ve ev yaşantısında işlevselliklerini sürdürebilmeleri ve kendi potansiyellerinin farkında olarak bunu geliştirmek için çaba sarf etmeleri olarak tanımlanır (Johnstone, 2001). Dolayısıyla ruh sağlığı, psikolojik rahatsızlığın olmamasından çok daha fazlasıdır; psikolojik rahatsızlık ise bir tanı almayı gerektirir (Johnstone, 2001). Anormal dav-ranışın tanımıyla ilgili tartışmalar doğrultusunda günümüzde şu ölçutlerin tanı kriterlerine temel teşkil ettiği düşünülmektedir: İşlevselliğin bozulması, oznel sıkıntı, sosyal normlara uymama, kişiler arası ilişkilerin bozulması ve süreklilik. Bu ölçütlerin her biri psikolojik ra-hatsızlık olasılığını düşündürmekle birlikte hiçbirinin tek başına psikolojik rahatsızlık tanısı koymak için yeterli olmadığını vurgulamak gerekir (Bennett, 2006). 1. **İşlevselliğin bozulması:** Psikolojik rahatsızlık, kişinin evinde, iş yerinde ve okulunda günlük işlevlerini ve sorumluluklarını yerine getirememesine neden olur ve üretkenliğine zarar verir (Bennett, 2006; Johnstone, 2001). Işlevselliğin ne derece bozuldugu, aynı zaman-da rahatsızlığın ne denli şiddetli olduğunu gosterir (Hardcastle & Hardcastle, 2003, aktaran: Johnstone, 2001). 2. **Öznel sıkıntı:** Psikolojik rahatsızlık kişiye sıkıntı verir ya da sıkıntılı bir süreç sonrasında ortaya çıkmıştır (Bennett, 2006). 3. **Sosyal normlara uymama:** Psikolojik rahatsızlık, kişinin içinde bulunduğu kültürde belli durumlara verilen sıradan tepkilerden belirgin ölçüde farklıdır (Bennett, 2006). 4. **Kişilerarası ilişkilerin bozulması:** Psikolojik rahatsızlık, kişinin yakın ilişkilerinde prob-lemler yaşaması ile sonuçlanabilmektedir (Johnstone, 2001). 5. **Süreklilik:** Psikolojik rahatsızlık süreklilik arz eder, çoğunlukla ısrarcı ve tekrarlayan ni-teliktedir. DSM-5'te (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, APA, 2013) yer alan patrolojik rahatsızlık başlıklarının çoğunda tanı konulabilmesi için şikayetlerin belli bir süre boyunca görulmesi gerektiği belirtmiştir. ## Yakın Bakış 1 Türkçede Psikolojik Rahatsızlıklara (Deliliğe) Yüklenen Anlamlara Örnekler Dols (1992), bir toplumda psikolojik rahatsızlıklara yönelik tutumları anlamak için dil çalışmalarını ve eski edebi kaynakları incelemenin öneminden bahseder. Nitekim dil, bir toplumun ve kültürün kolektif algısını yansıtır (Çelik, 2016). Dols'un Orta Çag Islam Dünyasında psikolojik rahatsızlıkları incelediği kitabının başlığı olan Majnun (Меспип), eski Arap metinlerinde. Farsçada ve Türkçede sık karşılaşılan bir ifade olup (Dols, 1992) (1) "sevdadan ötürü kendini kaybetmiş" ve (2) "çılgın, deli" anlamlarına gelir (TDK, 2020). Bu ifade, yoğun aşk duygusunun psikolojik rahatsızlığa yol açabildigine yönelik toplumsal ve kültürel bir inancı yansıtır (Dols, 1992). Koçak (2004). Turk halk anlatılarında deliliğin üç şekilde karşımıza çıktığından soz eder. İlk olarak alp-yigit deli tipi, gözünü budaktan sakınmayan anlamına gelmekle bir-likte 15. yüzyılda Dede Korkut Oguznamelerinde askeri bir ifade olarak kullanılmıştır. Ikinci olarak veli-deli tipi. Turk Islam toplumlarında 13. yüzyıldan itibaren, toplumsal yaşantıdan uzaklaşarak Tanrı'ya yaklaşma düşüncesine paralel olarak ortaya çıkmıştır (Koçak, 2004). Çelik (2016), veliligin "Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse" anlamına ge-len "meczup" ya da "ermiş" kelimeleriyle ilişkilendirildiğinden bahsederek, "Gerçekten Allah'a ulaşabilmek icin aklın sınırlarını aşmak gerekir." anlamına gelen "Deli olmayınca veli olunmaz." atasözünü örnek gosterir. Koçak'ın (2004) üçuncu olarak bahsettigi deli tipi ise psikolojik rahatsızlığı olan kişi anlamındadır. Çelik (2016), Türkiye Türkçesi atasözü ve deyimlerinde toplumun delilik algısını in-celeyen kapsamlı bir derleme çalışması yapımıştır. Bu çalışmada sunulan örnekler, her ne kadar bir kısmı günümüzde geçerliligini yitirmiş olsa da toplumsal şemalarımızı, dola-yısıyla da psikolojik rahatsızlıklara sahip kişilere yönelik tutumlarımızı şekillendirmesi bakımından son derece önemlidir. Çelik'in çalışmasına göre Türkçede psikolojik rahat-sızlığı olan kişilere yüklenen anlamların bir kısmı şöyledir: 1. **Cinlerle ilişkilendirilme, öfkeli olma ve saldırganlık:** Psikolojik rahatsızlıkların cinler gibi doğa üstü güçlerle ilişkilendirilmesi, erken dönem Tengricilik ve Şama-nizm inançlarının hakim olduğu dönemde ortaya çıkmış ve çeşitli dönüşümlere uğra-yarak günümüze kadar gelmiştir (Çelik, 2016). Nitekim "mecnun” kelimesi de kökü itibariyle "cinlerin musallat olmasına" işaret eder (Çelik, 2016). Cinlerle ilişkilendi-rilme ise kendi içinde başka anlamlar barındırır. Örneğin, "cinleri ayağa kalkmak", "cini tutmak" ya da "cin ifrit olmak" deyimlerinin karşılığı olan aşırı derecede öf-kelenme hali, bu anlamlardan biridir (Çelik, 2016). "Deli etmek" ve "deli olmak işten değil" deyimlerinde de delilik, doğrudan cinlere atıfta bulunmamakla beraber sinirli ve hiddetli olmayla ilişkilendirilmiştir. Çelik (2016), cinlerden insana zaraг gelebileceği inancına paralel olarak deliliğin "dengesiz" ve "zararlı" davranışlarla sonuçlandığı duşuncesinin hakim olduğunu vurgular. Örneğin, "Gördün deli, savul geri!" atasözü, deli olan kişilerin tehlikeli olabildiğine yönelik bir uyarı niteliğindedir (Çelik, 2016). 2. **Muhakeme yetisinin olmaması ve ilişkili anlamlar:** Birçok atasozunde delilik, akıllı olmanın karşıtı olarak karşımıza çıkar. Ancak muhakeme yetisinden yoksun olan delilerin bu nedenle ne tur davranışlar sergiledikleri ya da ne gibi ozelliklere sahip olduklarıyla ilgili başka anlamlar da eklenmiştir. Örneğin, "Delinin başı ucun-da yatmaktan, akıllının ayağı ucunda yatmak hayırlıdır.", "Deliyle bal yiyeceğime, akıllıyla taş çekerim.", "Deli dostun olacağına akıllı düşmanın olsun." gibi örnekler, akılsız kimselerden hayır gelmeyeceği, bu kişilerin guvenilmez oldukları ve bu kişi-lerden sorumluluk beklenemeyeceği gibi uyarılar içerir (Çelik, 2016). Muhakemeden yoksun olma, ölçüsuz davranıma ve toplum norımlarına uymama ile de ilişkilendi-rilmiştir. "Deliye bal tattırınışlar, çarşıda katran bırakımaınış." atasözu ya da "deli saraylı gibi deyimi buna örnek gösterilebilir. Günluk hayatta çok sık kullanılan bir atasözü olan "Deliye her gün bayram." ifadesi ise delilerin, muhakeme yetisinden yoksun olmaları nedeniyle olayların ciddiyetini kavrayaınaınaları ve sorumlu tutula-mayacakları nedeniyle inutlu oldukları varsayımına dayanır (Çelik, 2016). 3. **Psikolojik rahatsızlıkları olan kişilere yönelik duygular:** Çelik (2016), psikolojik rahatsızlıkları olan kişilerin Allah tarafından esirgendiğine dair inancın yaygın ol-duğundan, bu nedenle bu kişilerin dışlanımak yerine hoş görulduğünden, toplumda kabul edildiğinden bahseder. Ote yandan, delilerin davranışları nedeniyle ailelerini zor durumda bıraktıklarına, ailelerine bağımlı oldukları için acınası ve zavallı olarak gorülduklerine işaret eden örnekler de vardır: "Deli utanmaz, sahibi utanır., 'Olu-sü olan bir gun aglar, delisi olan her gün ağlar." atasozlerinde olduğu gibi (Çelik, 2016). Son olarak, "Demir ıslanmaz, deli uslanmaz." ve "Karaya sabun, deliye ogut neylesin." atasözleri, delilerin iyileşınelerinin mümkun olmadığına işaret etınektedir (Çelik, 2016). ## PSİKOLOJİK RAHATSIZLIKLARI OLAN KİŞİLERE YÖNELİK AYRIMCI TUTUMLAR VE DAMGALAMA Tarih boyunca anormal davranışa toplumsal olarak yüklenen olumsuz anlamlar, psikolojik rahat-sızlığı olan kişilerin ayrımcı tutumlara, hak ihlallerine ve damgalamaya (stigmatization) maruz kalmaları ile sonuçlanmıştır (Johnstone, 2001). Günümüzde her ne kadar psikolojik rahatsızlık-ların tanı kriterleri nesnel olarak tanımlanmaya çalışılmış olsa da geçmişten beri süregelen on yargılar toplumda halen varlığını sürdürür. Her yıl dünya genelinde milyonlarca kişinin psiko-lojık rahatsızlıklardan etkilendiği düşünülduğunde, damgalaına başta hastalar ve hasta yakınları olmak üzere toplumun önemli bir kesimini etkileyen ve ruh saglığı alanındaki gelişmeleri engel-eyen ciddi bir problem olarak karşımıza çıkar (Overton & Medina 2008) Damgalama (stigma), Yunancada "utanç lekesı" anlamına gelen stigmata kelimesinden gel-mektedir (Overton & Medina, 2008). Sadece bu tanımlama bile, psikolojik rahatsızlığı olan kı-lete sönelik olumsuz tutumları bu tutumların nasıl bir duygu içerdiğini, yönelttiği muhtemel davranışları ve bu durumun sürekliligini işaret eder niteliktedir. Psikolojik rahatsızlıkları nede-niyle stigmaya maruz kalan kişiler; tarih boyunca insandışılaştırılmı toplum için bir tehdit ola-rak görulmuş, psikolojik rahatsızlık “kalıcı" bir durum gibi algılanmış ve bu kişiler toplumdan izole edilerek, bazı durumlarda hapsedilmiş ya da oldurülmuşlerdir (Bennett, 2006. Johnstone. 2001). Damgalaına devam ettiği sürece, günumüz modern toplumlarında bile psikolojik rahat-sızlığı olan kişilerin toplum içinde son derece kırılgan ve dezavantajlı bir ko-numda olduklarını vurgulamak gerekir (Johnstone, 2001). Damgalamayla ilişkili yanlış inanç-lar arasında belki de en yaygın olanı, psikolojik rahatsızlıkları olan kişilerin "tembel, işleri aksatma olasılığı olan, sorumluluk verilemez", "davranışla-rı öngörülemez" ve "şiddete eğilimli" olarak algılanmalarıdır (Overton & Me-dina, 2008). Nitekim, psikolojik rahat-sızlıkların medyadaki temsilleri de bu tür yanlış inancları yeniden üretir nite-liktedir (Overton & Medina, 2008). Bu varsayımlar, psikolojik rahatsızlığı olan kişilerin bazı haklardan mahrum bıra-kılmalarını meşrulaştırması bakımından oldukça ciddidir (Johnstone、2001). Omeğin, psikolo-jik rahatsızlığa sahip birçok kişi, iş başvurusu esnasında bu tür tutumlarla karşılaşmakta ve işe alınmamaktadır (Green, Hayes, Dickinson, Whittaker & Gilheany, 2003). Yine birçok kişi, bu tutumlarla karşılaşma, iş yerinde yalnızlaştırılma ya da işten çıkartılma endişesiyle psikolojik sıkıntılarını iş arkadaşlarıyla paylaşımaktan kaçınır (Wolport, 2001, aktaran: Overton & Medina, 2008). Aynı varsayımlardan hareketle bazen ev sahipleri psikolojik rahatsızlığı olan kişilere ev-lerini kiraya vermek istemeyebilmektedir (Overton & Medina, 2008). Tedavinin saglık sigortası tarafından karşılanmasıyla ilgili yaşanan guçlukler ise psikolojik rahatsızlıklarla ilgili ayrımcılı-ğın bir diğer yüzüdür (Overton & Medina, 2008). Damgalama, en az psikolojik rahatsızlığın kendisi kadar zarar verici olabilmektedir (Overton & Medina, 2008). Hasta ve hasta yakınları, damgalamaya maruz kalma endişesiyle (ya da ken-dileri de bu tür yanlış inançlara sahip olup bu inançları kendi durumlarıyla ilişkilendiremedikleri için) hastalığı inkar edebilmekte ve yardım arayışına girmeyebilmektedir. Buna ek olarak dam-galanma, kişinin özgüvenini zedelemesi ve sosyal destek kaynaklarını sınırlaması nedeniyle de tedavinin gidişatını olumsuz etkiler (Overton & Medina, 2008). Corrigan ve arkadaşları, yaptıkları çeşitli çalışmalarla psikolojik rahatsızlığı olan kişilere yönelik damgalamayı şöyle açıklamaktadır: İlk olarak psikolojik rahatsızlığı olan kişinin bu du-rumuyla ilgili ipuçları fark edilir (örneğin, kişinin davranışlarında bir değişim olması). Ardından ilgili şemalar ve kalıp yargılar aktif hale gelir. Bunun sonucunda afektif (korku ve tiksinime), bilişsel (ön yargı) ve davranışsal tepkiler (ayrımcılık) açığa çıkar. Ön yargılar, afektif tepkiyi düzenleme işlevi görebilir. Örneğin, psikolojik rahatsızlığı olan kişiye karşı korkma ve tiksinme hisseden bir kişi, "Çok üzuluyorum boyle kişiler için, ama bazen tehlikeli olabiliyorlar, bize bulaşmasın." diyebilir. Davranışsal bir tepki olan ayrımcılık ise genelde kaçınmayı ya da psiko-lojik rahatsızlığı olan kişiyi uzaklaştırmayı içerir. Böylelikle kişi, kendi ideal kimliğini korumuş bulaşmayı önlemiş ve karşısındakiyle kendisiyle arasına sınır koymuş olur (Corrigan, Green, Lundin, Kubiak & Penn, 2001; Corrigan, River ve ark., 2001). Damgalamayla mücadelede, psikolojik rahatsızlıkları olan kişilerin hak ihlallerine maruz kalmalarına karşı çıkılması ve ön yargıları değiştirme amacıyla geniş kesimlere eğitim verilmesi oldukça önemlidir (Overton & Medina, 2008). Ancak, psikolojik rahatsızlığı olan kişilerle dog-rudan etkileşime geçme, diğer yöntemlere kıyasla çok daha etkilidir (Overton & Medina, 2008). Corrigan ve arkadaşları, temas, iletişim ve iş birliginin, daha önce korku ve tiksinme duygula-rıyla "onlar" olarak algılanan kişilere dair "biz" algısının gelişmesine katkı yaptığını öne sürer (Corrigan, Green ve ark., 2001; Corrigan, River ve ark., 2001). Damgalamayla mücadeleye ruh sağlığı alanından başlanmalıdır. Bu nedenle psikolojik rahatsızlıkları olan kişilerle etkileşime geçme ve kendi kalıp yargılarını sorgulama, özellikle ruh sağlığı alanında çalışan kişiler için son derece gereklidir (Overton & Medina, 2008). ## PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ ### İlk Çağ Anormal davranışı anlama çabası, insanlık tarihi kadar eskidir (Matthews & Matthews, 2013). Ilk Çag'da tüm dünyada, Doğu'da Çin'den Batı'da Yunan ve Roma uygarlıklarına kadar anormal davranışın nedenlerine yönelik açıklamalara ve tedavi girişimlerine rastlamak mümkündur (King. Woody ve ark., 2013). Bu açıklamalar zaman içerisinde büyük oranda değişime uğramakla birlik-te (Bennett, 2006) hem anormal davranışa yönelik toplumsal şemalarımızı şekillendirmiş (Çelik, 2016) hem de psikolojik rahatsızlıklara bilimsel yaklaşıımın ortaya çıkmasına temel teşkil etmiştir. İlk Çag uygarlıklarında anormal davranışla ilgili açıklamalara yakından bakıldığında, ozellikle üç konu başlığı karşımıza çıkar: (1) Anormal davranışın nedeninin şeytani güçlere atfedilmesi, (2) Denge kavramı ve zihin-beden ilişkisi ve (3) İlk biyolojik açıklamalar ve anormal davranışın tıbbın ilgi alanı içerisine girmesi. **Anormal davranış ve demonoloji:** Şeytani güçlerin etkilerini konu edinen demonoloji, Çin, Hin-distan, İran, Mısır, Babil gibi antik çağ uygarlıklarını ele alan kaynaklarda dönemin yaygın bir yak-laşımı olarak karşımıza çıkar (Bennett, 2006; King, Woody ve ark., 2013). Şeytani güçlerin sadece psikolojik rahatsızlıklara değil, diğer birçok hastalığa yol açan temel etken olduğu düşünülmüştür. Ancak anormal davranış ve demonoloji arasındaki ilişki, “ahlak" uzerinden de kurulmuştur. Örne-ĝin, Mısır ve Hindistan'da akıl hastalıkları ahlaka uygun olmayan davranışlarla ilişkilendirilmiş. bu nedenle de şeytani güçlerin bu hastalıklara yol açtığı varsayılmıştır. Babil'de erdemli davranışın şeytani güçleri uzak tuttuguna inanılmıştır (King, Woody ve ark., 2013). Antik Yunan'da ise insa-nın iyi oluş hali, guçlu ve zayıf yönleri ve herhangi bir rahatsızlığının olması, Tanrılara yakın ya da uzak olması ile açıklanmaya çalışılmıştır (King, Woody ve ark., 2013). Şeytanı gucun tanını ve şeytan çıkarma ya da kötü ruhların kovulması amacıyla başvurulan yöntemler kültüre göre farklılaşır. Örneğin, Alexander ve Selesnick (1966, aktaran: King, Woody ve ark, 2013), Babıl de her bir hastalığın başka bir şeytani güçle açıklandığını belirtmiştir. Buna göre akıl hastalığına yol açan şeytani güç "Idta" olarak isimlendirilmiştir. Şeytan çıkarma için Iran da dini ve büyüseł ayinler düzenlenmiş, Mezopotamya'da ise bazı bitkilerin şeytanları öldür-düğüne ve bazı sembollerin şeytanları uzak tuttuguna inanılmıştır (King, Woody ve ark., 2013). Ta-nımlar ve yöntemler degişse de temel mantık ayıdır: anormal davranışa ve hastalığa yol açan kotü ruhların bedenden kovulması gerekir. Demonoloji, Orta Çağ da dini açıklamalarla birleşmiş, Rö-nesans Avrupa'sında toplum üzerinde kontrol uygulanmasını sağlayan politik bir araca dönuşmüş ve böylelikle yüzyıllar boyunca varlığını surdurmuştur. 18. yüzyıl, demonolojinin resmî olarak uygulandığı son dönemlerdir. Ancak gunumüz modern toplumlarında bile anormal davranışın doğa üstü güçlerle açıklandığı batıl inanç ve pratiklerle karşılaşmak mümkündür (Abi-Hashem, 2013). **Denge kavramı ve zihin-beden ilişkisi:** Günümuzde birçok rahatsızlık, fizyolojik ya da psi-kolojik "dengenin" bozulması ile açıklanır. Hastalıkların önleninesine ya da tedavisine yönelik yaklaşımlar da bu dengenin korunınasına ya da yeniden sağlanmasına yöneliktir. Bu bakış açısı. Ilk Çag'dan gunümüze miras kalan bir yaklaşımdır. Örneğin, Çin'de hem fiziksel hem de psiko-lojik sağlık yin ve yang arasındaki dengeyle ilişkili gorülmuştur. Hindistan'da aşırılıkların (ör-neğin, aşırı duygusal tepkilerin) "dengeyi" bozduğu görulmuş ve dengenin korunması için yoga, meditasyon gibi dinginlik sağlayan yöntemlere başvurulmuştur (King, Woody ve ark., 2013). Çin'de, denge kavramıyla ilişkili olarak zihin ve beden arasında etkileşim oldugunun dü-şunülmesi vine günümuze kadar geçerliligini sürdüren bir yaklaşıııdır (King, Woody ve ark.. 2013). Buna gore zihindeki dengenin bozulması bedensel, bedendeki dengenin bozulması ise zihinsel rahatsızlıklarla sonuçlanabilir. Bu yaklaşım aynı zamanda fizyolojik psikolojinin temeli olarak değerlendirilir (King, Woody ve ark., 2013). **Fiziksel ve zihinsel sağlığın "denge" gerektirmnesi, Antik Çağ Yunan filozof ve tıp alimleri ta-rafından da sıklıkla vurgulanmıştır.** Sağlık tanrısı olarak bilinen Asklepios adına Yunan ve Roma uygarlıklarında inşa edilen tapınaklarda, hastaların tedavisi için düzenli uyku, dengeli beslenme, hamam ve telkin gibi uygulamalarla karşılaşılır (King, Woody ve ark., 2013). Empedokles, dört temel elementin (ateş, toprak, hava ve su) kanda mukemmel bir denge oluşturduğunu ve zihin-sel sağlığın bu denge durumuna bağlı olduğunu öne surinüştür. Empedokles'in bu açıklaması, Hipokrat'ın psikolojik rahatsızlıklara yönelik ilk biyolojik açıklama olarak kabul edilen öz sıvı (humor) teorisine temel teşkil eder (King, Woody ve ark., 2013). **İlk biyolojik açıklamalar ve anormal davranışın tıbbın ilgi alanı içerisine girmesi:** Hipok-rat (MO 460 - MO 370), demonolojinin bu kadar yaygın olduğu bir dönemde batıl ve mistik açıklamaları reddetmesi, anormal davranışı ahlaki yozlaşma ile ilişkilendirmemesi (Matthews & Matthews, 2013) ve hem fiziksel hem de zihinsel bozuklukları biyolojik nedenlerle açıklaması bakımından son derece önemlidir (King, Woody ve ark., 2013). Hipokrat, insan davranışlarının beyin tarafından kontrol edildiğini ve davranışla ilgili rahat-sızlıkların beyindeki bir bozuklukla açıklanabileceğini düşünınuştur (Matthews & Matthews, 2013). Empedokles'in dört temel element görüşünü kabul ederek, bu elementlerin vücutta dört öz sıvıya (humor) karşılık geldiğini öne sürmüştür: Siyah safra (black bile), sarı satra (yellow bile), kan (blood) ve balgam (phlegm) (Bennett, 2006). Temel elementler sıcak ya da soğuk ve nemli ya da kuru olarak da tanımlanıyordu. Dolayısıyla vücuttaki dört öz sıvıya da bu özellikler atfedilmişti: Siyah safra soğuk ve kuru, sarı safra sıcak ve kuru, kan sıcak ve nemli, balgam ise soğuk ve nemli olarak tanımlanmıştı (Matthews & Matthews, 2013). **Hipokrat öz sıvı (humor) teorisinde, psikolojik rahatsızlıkların nedenini bu öz sıvılardaki aşırılık ya da dengesizlik olarak açıklamıştır.** Ornegin. siyah safradaki aşırılığın melankoliye, sarı safradakı aşırılı-ğın manik davranışlara, kandaki aşırılığın paranoyaya ve balgamdaki aşırılığın epilepsiye yol açtığını duşunmuştu (Matthews & Matthews, 2013). Hipokrat'ın bu açıklamaları aynı zamanda psikolojik rahat-sızlıkların sınıflandırılmasına yönelik ilk girişim olarak kabul edilir (King, Woody ve ark., 2013). Tedavi ise bu aşırılığın çeşitli yöntemler-le giderilmesini içeriyordu (dengeli beslenme, eg

Use Quizgecko on...
Browser
Browser