Türk Devrimi'nin Tarihi - Ders Notları PDF
Document Details
Uploaded by Deleted User
Tags
Related
- History Of The Ottoman Empire And Modern Turkey: Reform, Revolution, And Republic (1977) PDF
- 2024-2025 T.C. İNKILAP TARİHİ ÇALIŞMA SORULARI PDF
- Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi I Ders Materyalleri PDF
- 12. Sınıf 1. Dönem Performans Ödevi PDF
- İnkılap Final 2023-2024 Exam Questions PDF
- İNKILAP 7-14 PDF - Milli Mücadele
Summary
Bu belge, "Bir Konu Olarak Türk Devrimi'nin Tarihi" dersine ait özet bilgiler ve kavramları içermektedir. Türk Devrimi'nin aşamaları, kavramları ve önemli tarihleri ele alınmaktadır. Ders notları, zaman çizelgesi ve temel bilgiler sunmaktadır.
Full Transcript
**1. Hedef** \"Bir Konu Olarak Türk Devrimi\'nin Tarihi\" dersi kapsamındaki temel hedeflerimiz şunlardır: - Türk Devrimi\'nin genel bir tanımını yapabilmek, - Teokrasi, monarşi ve cumhuriyet kavramlarını tanımlayabilmek, - Türk Devrimi\'nin aşamalarının neler olduğunu bilmek, - Türk De...
**1. Hedef** \"Bir Konu Olarak Türk Devrimi\'nin Tarihi\" dersi kapsamındaki temel hedeflerimiz şunlardır: - Türk Devrimi\'nin genel bir tanımını yapabilmek, - Teokrasi, monarşi ve cumhuriyet kavramlarını tanımlayabilmek, - Türk Devrimi\'nin aşamalarının neler olduğunu bilmek, - Türk Devrimi\'nin aşamalarının başlangıç ve bitiş noktalarını belirleyen olayları bilmek, - Ateşkes, mütareke ve barış antlaşması kavramlarını tanımlayabilmek, - Türk Devrimi\'nin tarihinin hangi tarihsel aralık içinde incelenmesi gerektiğini tartışabilmek. **1. Kavramlar** \"Bir Konu Olarak Türk Devrimi\'nin Tarihi\" dersini çalışırken karşılaşacağımız temel kavramlar şunlardır: - Devrim - Teokrasi - Monarşi - Cumhuriyet - Laiklik - Halk Egemenliği - Ateşkes - Mütareke - Barış Antlaşması **Basit Konu Kronolojisi** \"Bir Konu Olarak Türk Devrimi\'nin Tarihi\" dersini çalışırken karşılaşacağınız olaylarla ilgili kronoloji aşağıdadır. Bu kronoloji, ilgili tarihleri ezberlemeniz için sunulmamıştır. Lütfen ilgili tarihleri ezberlemeye çalışmayınız. - 1\. Dünya Savaşı (1914 - 1918) - Mondros Mütarekesi\'nin imzalanması (30 Ekim 1918) - TBMM\'nin açılışı (23 Nisan 1920) - Sevr Barış Antlaşması\'nın imzalanması (10 Ağustos 1920) - Mudanya Mütarekesi\'nin imzalanması (11 Ekim 1922) - Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) - Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) - Lozan Barış Antlaşması\'nın imzalanması (24 Temmuz 1923) - Hilafete son verilmesi (3 Mart 1924) - **1.Ders Notları** - "Türk Devrimi", Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazınında, "Atatürk Devrimi", "Kemalist Devrim", "Cumhuriyet Devrimi", "1923 Devrimi" ve benzeri adlarla da anılır. Ancak hangi adla anılırsa anılsın -- ki burada Türk Devrimi tercih edilmiştir -- ifade edilmek istenen genel hatlarıyla aynıdır: Türk Devrimi'yle geleneksel bir imparatorluktan, modern bir ulus devlete "geçiş" ve bu geçişin beraberinde getirdiği "dönüşümler" anlatılmak istenir. Bu bakımdan Türk Devrimi, bir devletin tarihe karıştığı ve onun yerine bir başka devletin yapılandırıldığı bir "süreç" içinde izlenir. Bir diğer deyişle Türk Devrimi sürecinde devlet bağlamında, eşanlı olarak, "yıkılma" ve "yeniden yapılanma" durumlarıyla karşılaşılır. - Bu süreç içinde karşılaşılan devletlerden biri "Osmanlı İmparatorluğu", diğeri "Türkiye Cumhuriyeti"dir. Türk Devrimi süreci içinde, bir yandan, Osmanlı İmparatorluğu pek çok kurumu ve bu kurumları ayakta tutan kurallar bütünüyle, bir anlamda, tarihe karışır. Diğer yandansa, yeni kurumları ve bu yeni kurumları ayakta tutan kurallar bütünüyle Türkiye Cumhuriyeti'nin yapılandırıldığı izlenir. - Türk Devrimi süreci içinde Osmanlı İmparatorluğu geleneksel imparatorluğu temsil eder. Geleneksel Osmanlı İmparatorluğu'na ana karakterini "teokratik" kökenli "monarşi" verir. Bu açıdan baktığımızda Türk Devrimi süreci içinde yıkılan, teokratik kökenli monarşi olmaktadır. Türk Devrimi süreci içinde, yıkılan teokratik kökenli monarşinin yerini de bir "cumhuriyet" alır. Bu cumhuriyetin belirleyici özellikleriyse "halk egemenliği" ve "laiklik"tir. Bu durumda Türk Devrimi, teokratik kökenli bir monarşiden halk egemenliğine dayanan laik bir cumhuriyete geçiş ve bu geçişin beraberinde getirdiği dönüşümler olmaktadır. "Tebaa"dan "ulus"a ve bu tebaanın "kul"undan "vatandaş"a geçişse söz konusu dönüşüm üzerindeki ana eksenleri teşkil eder. - **Türk Devrimi'nin Aşamaları** - Türk Devrimi'nin tarihi, yukarıda açıklanan "Türk Devrimi" tanımına uygun olarak, büyük ölçüde, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçişin ve bu geçişle birlikte yaşanan dönüşümlerin tarihi olarak yazılır. Bu yazın çerçevesinde, çoğu kez, iki aşamalı bir dönemleme denemesi kullanılarak Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş ve bu geçişle birlikte yaşanan dönüşümler iki temel aşama içinde gösterilir. - **I. Aşama: İhtilal Aşaması** - Bu dönemleme denemesinde ilk aşama "ihtilal" (ayaklanma) aşamasıdır. Söz konusu ihtilalde, ayaklananın "Anadolu halkı", ya da en azından, Anadolu halkının önemlice bir bölümü olduğu görülür. Bu bakımdan ihtilalin öznesini Anadolu halkı teşkil eder. İhtilalin nedeniyse Anadolu coğrafyasının işgalidir; ihtilal, Anadolu coğrafyasını "işgal" eden dış egemen gücü hedefine koyar. - Bu arada belirtmek gerekir ki bu ihtilali tahrik eden, yönlendiren, yöneten ve en sonunda bu ihtilalin 20. yüzyılın ilk bağımsızlık savaşına dönüşmesini sağlayan bir "yönetici elit" de vardır. Özellikle bu yönetici elitin çabalarıyla, söz konusu ihtilal, yalnızca dış egemen güce karşı olmakla kalmaz; bilhassa ihtilalin sonlarına yaklaşılırken, iç egemen gücü de kapsar biçimde genişler. İç egemen güçle ifade edilmek istenense saltanat ve hilafet makamlarını bünyesinde birleşik olarak barındıran ve merkezi İstanbul'da bulunan siyasal iktidardır. Bu çerçeve içinde düşünüldüğü zaman, ihtilalin temel öznesi olarak, Anadolu halkının yanı sıra, söz konusu yönetici eliti de "ayrıca" hesaba katmak gerekir. - Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazınında Türk Devrimi'nin ihtilal aşamasına "Kurtuluş Savaşı", "Bağımsızlık Savaşı", "Ulusal Savaşım" veya "Milli Mücadele" gibi özel adlarla da işaret edilir. Ancak hangi adla işaret edilirse edilsin, bu aşamanın "kurtuluş"u amaçladığına pek kuşku yoktur. - Türk Devrimi'nin ihtilal aşaması kurtuluşu amaçlayıp, yabancı devletlerin işgaline karşı geliştiğine göre, bu aşamanın, Anadolu coğrafyasının işgaline neden olan bir olayla başlatılması oldukça mantıklı gözükmektedir. Anadolu coğrafyasının işgalini belirleyense Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'nın sonunda imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi olmuştur. Zaten kaba bir değerlendirmeyle Kurtuluş Savaşı'nın önemli bir nedeninin bu mütarekenin maddeleri ve bu maddelere dayanan uygulamalar, yani "işgal", olduğu da söylenebilir. - Türk Devrimi'nin ihtilal aşaması, bu aşamanın aldığı özel biçim olan Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar, yaklaşık dört yıl sürer. 11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Mütarekesi, Kurtuluş Savaşı'nın ve aynı zamanda Türk Devrimi'nin ihtilal aşamasının sonuna işaret etmektedir. Ancak Kurtuluş Savaşı'nın ardından kurulacak olan kalıcı barışı belirleyen görüşmeler ve barışın imzalanması da ihtilal aşamasının doğal bir uzantısı niteliğindedir. Bu bakımdan ihtilal aşamasını Mudanya Mütarekesi'yle değil de kalıcı barışı simgeleyen 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması'yla noktalamak daha yerinde bir yaklaşım olabilir. - Ayrıca belirtmek gerekir ki ihtilal aşamasının içerdiği tek barış antlaşması Lozan Barış Antlaşması değildir. 10 Ağustos 1922 tarihli Sevr Barış Antlaşması da bu sürecin önemli bir olgusu olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan ayaklama aşaması içinde iki barış antlaşması ve bu iki barış antlaşmasını belirleyen iki farklı barış görüşmeleri sürecinin varlığına önemle işaret etmek gerekir. - Bu aşamada karşımıza çıkan iki farklı mütareke, iki farklı barış görüşmeleri süreci ve iki farklı barış antlaşması, birbirini izleyen ve birbiriyle ilgili iki farklı savaşın varlığından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Kurtuluş Savaşı, 1. Dünya Savaşı'nın Anadolu coğrafyasındaki uzantısı niteliğindedir. Bu aşamada hem 1. Dünya Savaşı, hem de 1. Dünya Savaşı'nın uzantısı niteliğindeki Kurtuluş Savaşı tamamlanır. Mondros Mütarekesi, Sevr Barış Antlaşması'nı belirleyen barış görüşmeleri ve Sevr Barış Antlaşması 1. Dünya Savaşı'na aittir. Mudanya Mütarekesi, Lozan Barış Görüşmeleri ve Lozan Barış Antlaşması'ysa 1. Dünya Savaşı'nın uzantısı niteliğindeki Kurtuluş Savaşı'yla ilgili olarak karşımıza çıkar. - **II. Aşama: Devrim Aşaması** - Türk Devrimi'nin ikinci aşamasıysa Osmanlı İmparatorluğu'nun bir anlamda tarihe karışmasına ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti devletinin yapılandırılmasına ilişkin bir dizi olayı bünyesinde barındırır. Bu nedenle bu aşama "yıkılma"nın ve aynı zamanda "yeniden yapılanma"nın izlerini taşıyan bir "kuruluş" aşamasıdır. Bu aşama, Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazınında, Türk Devrimi'nin doğrudan "devrim" (inkılâp) aşaması olarak kabul edilir ve çoğu zaman "devrimler dönemi" olarak anılır. - Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazınında Türk Devrimi'nin devrim aşamasında yaşanan olaylar, genellikle, iki ana kategori içinde ele alınmaktadır. Birinci kategori içinde ele alınan olaylar, saltanatın kaldırılmasını, cumhuriyet rejiminin ilanını ve hilafete son verilmesini içerir. Bu olaylar, siyasal anlamda yıkılmayı ve yeniden yapılandırmayı belirleyen ve "doğrudan" ilgilendiren türden olaylardır. "Öncü devrimler" veya "öncü adımlar" olarak da adlandırılan bu olaylar, devrimi siyasal olarak gerçekleştirir. - İkinci kategori içinde değerlendirilen olaylarsa yıkılma ve yeniden yapılandırmayı doğrudan değil, "dolaylı" olarak ilgilendirmektedir. Bunlar eğitim, hukuk ve sosyal yaşam alanlarında yaşanan bir dizi dönüşüme işaret eder. İkinci kategori içinde ele alınan olayların temel işlevi, birinci kategori içinde ele alınan olayların, yani siyasal anlamdaki yıkılma ve yeniden yapılanmanın kalıcılığını "garanti" altına almaya dönüktür. Bu nedenle bu kategori içindeki olaylar devrimin "tamamlayıcı" adımları olarak nitelenir ve "tamamlayan adımlar" ya da "gelişen devrimler" diye de anılır. - **Aşamaların İç İçe Geçmişliği** - Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu dönemle denemesi çerçevesindeki iki aşama, düz çizgisel bir biçimde birbirini izlemez. Dolayısıyla bu dönemleme denemesini veri alarak "birinci aşama bittikten sonra, ikinci aşamaya geçilmiştir" gibisinden bir yargıya varmak veya böyle bir yargıyla bu dönemleme denemesini kullanmak doğru değildir. Çünkü aşamalar arasında, büyük ölçüde, bir iç içe geçmişlik söz konusudur ve yine büyük ölçüde ikinci aşama olan devrim aşaması, "en azından" birinci aşama olan ihtilal aşamasından kaynaklanmaktadır. Örneğin devrim aşamasının önemli olaylarından biri olan saltanatın kaldırılmasını gerçekleştiren birinci TBMM, ihtilal aşaması içinde ortaya çıkmış bir kurumdur. Bu nedenle söz konusu dönemleme denemesinin, daha çok, anlatımı kolaylaştırmak için kullanıldığı ve bir tür araç niteliğinde geliştirildiği gözden kaçırılmamalıdır. - Bu noktada ayrıca belirtmek gerekir ki Türk Devrimi'nin devrim aşamasının ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine ilişkin bir saptamada bulunmak, ihtilal aşamasına göre bu saptamayı yapmaktan çok daha zordur. Aşağıda -- Türk Devrimi'nin devrim aşamasının ne zaman bitmiş olabileceği tartışması daha sonraya bırakılarak -- Türk Devrimi'nin başlangıcının hangi zamanda aranabileceği kısaca ele alınacaktır. - **Türk Devrimi'nin Tarihine İlişkin Yazında Başlangıç Noktası Sorunu** - Türk Devrimi'nin tarihini konu eden bir çalışma kuşkusuz ki anlatımına bir noktadan başlamak durumundadır. Yukarıda genel hatları açıklanan dönemleme denemesi çerçevesinde Türk Devrimi'nin başlangıç noktasının birinci aşama içinde aranması gerekir. Yukarıda da vurgulanmaya çalışıldığı gibi, birinci aşamayı belirleyen, Anadolu coğrafyasının işgali olduğuna göre, başlangıç noktasıyla ilgili olarak "işgal" ekseninde bir tarih saptamak mantıklı gözükmektedir. Başkent İstanbul'un işgali, İzmir'in işgali, işgal güçlerine karşı ilk direnişin gösterilmesi veya Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı gibi olayları işaret eden, "sembolik" özellikli tarihler bir yana bırakılacak olursa, "Mondros Mütarekesi"nin imzalandığı tarih olan "30 Ekim 1918", bir başlangıç noktası olarak oldukça anlamlı gözükmektedir. Zira Mondros Mütarekesi, Anadolu'nun işgaline zemin hazırlayan önemli bir hukuksal belge niteliğindedir\... Bu türden bir yaklaşım çerçevesinde Mondros Mütarekesi'nin öncesine gidip, Osmanlı İmparatorluğu özelinde 1. Dünya Savaşı'na uzanmak da mümkündür: Çünkü Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu'nun işgaline yol açacak bu mütarekeyi 1. Dünya Savaşı'nın sonunda, 1. Dünya Savaşı'nı kaybettiği için imzalamıştır\... Yine benzer bir yaklaşım içinde Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'nda yer almasına ve bu savaşta yenilmesine neden olan gelişmeler de 1. Dünya Savaşı öncesinden başlanarak izlenebilir. Ancak bu türden bir anlatım, ne kadar geriye giderse gitsin "30 Ekim 1918" tarihine "hızla" gelmek durumundadır. - İster Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından, ister Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'na girişinden ya da Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'nda yer almasına ve bu savaşta yenilmesine neden olan gelişmelerden başlasın, böyle bir noktadan başlayan bir anlatım, Türk Devrimi'ne ve özellikle de Türk Devrimi'nin ihtilal aşamasına dair pek çok veri sunar. Sunulan bu verilerle de konuya ilişkin pek çok önemli noktanın açıklanmasını sağlar. Ancak böyle bir noktadan başlayan bir anlatımın içinden Türk Devrimi'nin özellikle devrim aşamasını açıklamak bakımından anlamlı olabilecek verileri ayıklamak epey zordur. Hatta böyle bir noktadan başlayan bir anlatım, bu türden bir açıklama için yetersiz bile kalabilir. Örneğin Türk Devrimi'nin devrim aşamasının çok önemli sorunsallarından biri "ideoloji"ye dairdir. Oysa ideolojiye dair anlamlı verilere bu anlatımın içinden ancak çok büyük zorluklarla ulaşılabilir; hatta bazı anlatımlarda bu türden verilere ulaşmak imkânsız bile olabilir. Aslında böyle bir noktadan başlayan bir anlatımla, yalnızca Türk Devrimi'nin devrim aşamasına değil, ihtilal aşamasına ilişkin kimi noktaları açıklamak da zor olur. Örneğin ihtilalin Anadolu halkıyla birlikte öznesini teşkil eden "yönetici elit"in nasıl ortaya çıktığı sorusuna böyle bir anlatım içinde yanıt üretmek hiç kolay olmaz ve hatta bazı anlatımlar özelinde bu soruya yanıt üretmek imkânsızlaşabilir. - Yukarıda verilen örneklerden yola çıkılırsa, "ideoloji" bir vahiy olarak gelmediğine ve "yönetici elit" de gökten zembille inmediğine göre, başka bir noktadan başlayan bir anlatımla, yukarıda ana hatlarına değinilen anlatımı, tamamlamak ve desteklemek gerekir. Bu türden tamamlayıcı ve destekleyici bir anlatımın Osmanlı İmparatorluğu'nun en azından son yüzyılını -- 19. yüzyılını -- betimlemek ve aynı zamanda açıklamak zorunda olduğu ortadadır. Ayrıca bu anlatım, betimleme ve açıklamalarını yaparken, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılını, en azından dünyanın 18. ve 19. yüzyılı içinde değerlendirmelidir. Böyle bir değerlendirme içinde 1. Dünya Savaşı, Mondros Mütarekesi ve Anadolu'nun işgali ve en sonunda Kurtuluş Savaşı "istisnai bir durum"a dönüşecek ve bu istisnai durum içinde yalnızca işgal sorunsalının değil, aynı zamanda "egemen kim" sorunsalının da çözümlendiği gözlemlenecektir. Bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle 19. yüzyılı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılının dünyanın 18. ve 19. yüzyılları içinde incelenmesi, Türk Devrimi'nin tarihinin sağlıklı bir biçimde incelenebilmesi için ön koşul niteliğinde gözükmektedir. - **1. Ders Notları** - **1.1. Bilgi Kutuları I** - **Teokrasi** - Genelde dine dayalı bir yönetim biçimi veya din devleti olarak tanımlanır. Teokrasilerde yönetici veya yöneticiler, toplumu yönetme yetkisini, ilahi olduğu varsayılan bir güçten (Tanrı vb.) alırlar. Teokrasi çerçevesinde, aynı zamanda, yönetimin ilkeleri yani yasalar da kutsal olduğu varsayılan bir ilkeler bütününe dayanır (örneğin bir kutsal kitaba). - **Monarşi** - Yürütmenin tek elde toplandığı bir tür yönetim biçimidir. Monarşilerde yönetici, "monark" olarak adlandırılır ve "kral", "imparator", "han", "sultan", "padişah" ve benzeri adlarla karşımıza çıkar. Monarşiyi diğer tek kişi yönetimlerinden ayıran temel özellikse monarkın toplumu yönetme yetkisine "kalıtımsal" olarak sahip olmasıdır: Monarka yönetme yetkisi ailesinden geçer ve monark da bu yetkiyi yine ailesinden olan birine devreder. Dolayısıyla monarşilerde yönetme yetkisi belirli bir aile içinde el değiştirir. "Mutlak" ve "meşruti" olmak üzere iki farklı yaygın monarşi türü vardır. - **Cumhuriyet** - Monarşik olmayan yönetim biçimlerinin ortak adıdır. Cumhuriyetlerde yönetme yetkisi kalıtımsal özelliğe sahip değildir; dolayısıyla cumhuriyetlerde yönetme yetkisi belirli bir aile içinde el değiştirmez. - **Ateşkes** - Ateşkes, savaşan tarafların, savaşı geçici bir süre için durdurmalarını ifade eder. Ateşkes, savaş durumuna kalıcı olarak değil, belirli bir süre için ara verilmesini sağlar. - **Mütareke** - Mütareke, savaşan tarafların, savaş durumuna kalıcı bir biçimde son vermelerine işaret eder. Mütarekenin imzalanmasından sonra taraflar, barışı kurma girişimlerinde bulunurlar. Mütareke, barışın kurulacağı bu süre zarfında, tarafların savaşmayacağını garanti eder ancak barışı kurmaz. - **Barış Antlaşması** - Barış antlaşması, tarafların savaşına konu olan sorunu veya sorunları kalıcı olarak çözüme bağlar, barışı kurar. Barış antlaşmasıyla taraflar, savaş durumundan, barış durumuna kalıcı bir biçimde geçmiş olurlar. **2. Kontrol Soruları** Bu dersimize ilişkin edindiğiniz bilgileri, aşağıdaki soruları yanıtlamaya çalışarak kontrol edebilirsiniz. - Türk Devrimi\"yle ifade edilmek istenen nedir, \"Türk Devrimi\"ni genel hatlarıyla tanımlayınız. - Türk Devrimi süreci nasıl aşamalandırılabilir? Bu aşamaların başlangıç ve bitiş noktalarını belirleyen olaylar neler olabilir, tartışınız. - Bir konu olarak Türk Devrimi\'nin incelenmesiyle ilgili Osmanlı İmparatorluğu\'nun 19. yüzyılı nasıl bir önem taşımaktadır, tartışarak anlatınız. - \"Teokrasi\", \"monarşi\" ve \"cumhuriyet\" kavramlarını tanımlayınız. Cumhuriyetle yönetilen ülkelerin farklı yapılarından yola çıkarak, cumhuriyetlerin nitelikleri neden önemlidir, anlatınız. - \"Ateşkes\", mütareke ve \"barış antlaşması\" kavramlarını tanımlayınız. Türk Devrimi sürecinde hangi mütareke ve barış antlaşmalarıyla karşılaşılmaktadır? Bu mütareke ve barış antlaşmaları hangi savaşlara aittir? **2. Hedef** \"Bilim, Sosyal Bilimler ve Tarih Bilimi\" dersi kapsamındaki temel hedeflerimiz şunlardır: - Bilim kavramının genel bir tanımını yapabilmek, - Bilimsel yöntemi temel adımları kapsamında bilmek, - Doğal bilimler ve toplumsal bilimler ayrımını anlamak, - Doğal bilimler ve toplumsal bilimler arasındaki temel farkları açıklamak, - Tarih biliminin toplumsal bilimler içindeki yerini ve önemini ortaya koymak, - Bilimsel tarafsızlık konusunu, özellikle toplumsal bilimler ve tarih bilimi ekseninde tartışabilmek. - doğayı, - toplumu, - insanı - bilimsel bir varsayımın kurulması, - bu varsayımın sınanması, - bu varsayımla ilgili sonuçların sistematik bir biçimde açıklanması - kuşkucu yaklaşım - neden -- sonuç ilişkisini gözetmek - Doğal bilimlerde, aynı nedenler, her zaman ve her yerde, aynı sonuçları doğurur. - Toplumsal bilimlerde, aynı nedenler, her zaman ve her yerde, aynı sonuçları doğurmayabilir. Farklı zaman ve farklı yerlerde, aynı nedenlerin, farklı sonuçlara yol açtığı görülebilir. - ya zamanı sabit tutarak, farklı toplumları (veya toplum kesitlerini) - ya da toplumu (veya ilgili toplum kesitini) sabit tutarak, farklı zamanları - Bilim nedir, tanımlayınız. Bilimsel yöntemin temel adımları nelerdir, bu adımların her birini açıklayarak anlatınız. - Toplumsal bilimler \"laboratuvarsız bilimler\" olarak da nitelenir. Bu nitelemenin temel dayanak noktası nedir? Toplumsal bilimler, laboratuvar kullanamamanın yarattığı sorunu nasıl aşmaya çalışmaktadır, açıklayınız. - Doğal bilimlerle toplumsal bilimler arasındaki temel farklar nelerdir? Bu farkların her birini açıklayarak anlatınız. - Zaman ve mekan olgularını doğal ve toplumsal bilimlerin sonuçları bakımından değerlendiriniz. - Toplumsal bilimlerde elde edilen sonuçları yasa olarak değil de eğilim olarak adlandırmak daha doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşımın temel dayanak noktalarını ayrıntılı bir biçimde anlatınız. - Bilimsel tarafsızlığı ve nesnelliği sağlama açısından toplumsal bilimlerin doğal bilimlere göre dezavantajlı bir durumda olduğu iddia edilmektedir. Bu iddianın temel dayanak noktaları nedir? - Tarih biliminin toplumsal bilimler içindeki yeri nedir ve önemi nereden kaynaklanmaktadır, anlatınız. - Bazen toplumsal bilim dallarının gerçek birer bilim dalı olarak kabul edilemeyeceği iddia edilir. Bu iddia neden kaynaklanmaktadır, anlatınız. Bu iddia sizce geçerli midir, değil midir, nedenleriyle birlikte tartışınız. - \"Toplumsal değişme\" kavramının genel bir tanımını yapabilmek, - Toplumsal değişme çerçevesinde \"toplumsal ilerleme\" ve \"toplumsal gerileme\" durumlarıyla karşılaşılabileceğini bilmek, - Toplumsal değişmenin yönünü saptayabilmek için incelenebilecek verilerin neler olabileceğini tartışmak, - \"Siyasal katılma\" kavramını tanımlayabilmek, - \"Gelir dağılımı\" kavramını tanımlayabilmek, - Toplumsal değişmenin yönü çerçevesinde siyasal katılma ve gelir dağılımı kavramlarını değerlendirebilmek. - **3. Ders Notları I** - **Toplumsal Değişme** - "Toplumsal değişme", bir toplumun bütününün veya herhangi bir kesitinin, bir durumdan bir başka duruma geçmesi olarak tanımlanabilir. Bu geçiş belirli bir "süreç" içinde olur. Toplumsal değişme sürecinde, toplum veya toplumun herhangi bir kesiti içerisinde yer alan ilişkilerde, kurumlarda ve/veya yapılarda değişimler gözlemlenir. Bu değişimler çok "kısa" bir dönemin ya da çok "uzun" bir dönemin konusu olabilir. - Toplumsal değişme, iki yönlü bir süreçtir. Toplumsal değişme süreci, değişime konu olan toplum veya toplum kesitiyle ilgili olarak daha "ileri" bir durum ortaya çıkartabileceği gibi, daha "geri" bir durum da ortaya çıkartabilir. Toplumsal değişme süreci daha ileri bir durum ortaya çıkartıyorsa bu durum, "toplumsal ilerleme" veya "toplumsal gelişme" diye adlandırılır. Toplumsal değişme sürecinin daha geri bir durum ortaya çıkartması durumuysa "toplumsal gerileme" veya "toplumsal bozulma" olarak nitelenir. - **Toplumsal Değişmenin Yönüyle İlgili Veriler** - Bir toplumsal değişmenin toplumsal ilerleme mi, yoksa toplumsal gerileme mi olduğunu; bir diğer deyişle toplumsal değişmenin yönünü saptayabilmek için, değişime konu olan toplumla ilgili pek çok veriyi incelemek gerekebilir. - Bunların başında demografik veriler gelmektedir. Demografiye ilişkin veriler ve bu verilerdeki hareketler, ilgili toplumla ve ilgili toplumun geçirdiği değişmeyle ilgili önemli ipuçları sunar: Gelişmemiş bir toplumda nüfusun yeniden üretimini doğal koşullar belirlemektedir. Bu toplumlarda doğurganlık oranı yüksek seyreder. Fakat ölü doğan oranı ve çocuk ölüm oranı da yüksek olur. Bu nedenle gelişmemiş bir toplumda nüfus artış hızı düşüktür. Toplumun gelişmesiyle birlikte, ilk aşamada, ölü doğan oranı azalır, çocuk ölümlerinde çarpıcı bir düşüş olur. Ancak gelişmenin bu aşamasında doğurganlık oranında herhangi bir azalma söz konusu değildir. Dolayısıyla toplum gelişmenin bu aşamasında hızlı bir nüfus artışı yaşar. Gelişmenin daha ileri bir aşamasına gelindiğindeyse, doğum kontrolünün yaygınlaşmasıyla birlikte, doğurganlık oranının da düştüğü ve nüfus artış hızının kararlı bir noktaya ulaştığı görülür. - Nüfusun yalnızca artış hızı değil, başka özellikleri de konu açısından önem taşımaktadır. Bunlar arasında, ilk olarak, faal nüfusun sektörlere göre dağılımından söz edilebilir. Gelişmemiş bir toplumda faal nüfusun en fazla istihdam edildiği alan tarım sektörüdür. Tarım sektörünü sanayi/zanaat sektörü izler, bunun ardından da hizmetler sektörü gelir. Toplum geliştikçe tarım kesiminde çalışan nüfus çarpıcı biçimde erir, sanayi kesiminde çalışan nüfusta çarpıcı bir artış olur. Gelişmiş bir toplumdaysa faal nüfusun en fazla hizmetler sektöründe istihdam edildiği; hizmetler sektörünü sırasıyla sanayi ve tarım sektörlerinin izlediği görülür. Bu arada belirtmek gerekir ki istihdam edilenlerin, istihdam edildikleri sektör içindeki pozisyonları da önem taşımaktadır. Örneğin toplumun gelişmesi, hizmetler kesiminde çalışan "mavi" yakalıların sayısını azaltmakta ve buna karşılık "beyaz" yakalıların sayısını artırmaktadır. - Ayrıca nüfusun coğrafi zemin üzerindeki dağılımı da dikkate alınmalıdır. Gelişmemiş toplumlarda nüfus kırsal alan üzerinde yoğunlaşır, kentlerdeki yoğunluk azdır. Gelişme, kırdan kente doğru yoğun bir göç başlatır. Gelişmiş bir toplumdaysa nüfus kentlerde yoğunlaşır ve kırsal alan üzerinde yoğunlaşma daha az olur. - Değişmenin yönü konusunda eğitimle ilgili veriler de dikkate alınması gereken türdendir. Eğitim, bir toplumun kendisini yeniden üretmesi işidir. Eğitim, topluluk içinde yapılabileceği gibi, topluluk dışında da yapılabilir. Gelişme, ağırlıklı olarak topluluk içinde yapılan eğitimi, topluluk dışına doğru kaydırır. Bu da karşımıza "okul" kurumunu çıkartır. Herhangi bir düzeydeki (ilkokul, lise gibi) okula kayıtlı bütün öğrencilerin sayısının, bu düzeydeki okul çağında olan toplam nüfusa bölünmesi ile elde edilen "okullaşma oranı" bu bakımdan oldukça önemli bir veridir. Değişik düzeylerdeki okullaşma oranları eğitimin yaygınlığı hakkında bilgi verir. Bu oranın zaman içinde izlediği seyirse değişmenin yönünü önemli ölçüde aydınlatır. - Eğitimle ilgili veriler dikkate alınırken yalnızca okullaşma oranı değil, bununla birlikte okuma -- yazma bilme oranı; okul, öğrenci, öğretmen ve mezun sayılarıyla okul, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayılarına ilişkin verilerin de hesaba katılması gereklidir. Bu verilerin değişme sürecinde izlediği yön, değişmenin ileriye doğru mu, yoksa geriye doğru mu olduğunun bulunmasına yardımcı olur. - Kültüre ilişkin veriler de aynı eğitime ilişkin veriler gibi, değişmenin yönüyle ilgili önemli bir gösterge niteliği taşır. Gazete ve dergilerin tirajı, kütüphane sayısı, kütüphanelerde bulunan kitap ve diğer materyallerin sayısı, kütüphanelerden yararlanan kişi sayısı, kütüphanelere kayıtlı üye sayısı, matbaa sayısı, kitap basımına ve satışına ilişkin veriler konuyla ilgili büyük önem taşır. - Bu kapsamda, tiyatro, opera, bale ve sinema gibi kültürel -- sanatsal etkinliklere ilişkin verileri de değerlendirmek gerekecektir. Örneğin kültürel -- sanatsal etkinliklerle bu türden etkinliklere katılanların sayıları ve bireylerin bu türden etkinliklere ayırdıkları zaman ve bütçe, değişmenin yönüyle ilgili olarak söylenebilecekleri derinden etkiler. - Toplumsal değişmenin yönünü ararken dikkate alınması gereken bir başka veri setini de ulaşım ve iletişim olanaklarına ilişkin olanlar oluşturmaktadır. Gelişmiş toplumlar, gelişmemiş toplumlara göre daha ileri iletişim ve ulaşım olanaklarına sahiptir. Bir diğer deyişle gelişme beraberinde daha ileri iletişim ve ulaşım olanakları getirir. Bu nedenle değişmenin yönünü ararken mutlaka iletişim ve ulaşım olanaklarına ilişkin veriler de hesaba katılmalıdır. Bu bağlamda karayolu, havayolu, denizyolu ve demiryolu uzunluklarıyla, bu yollarla taşınan yolcu ve yük miktarları, karayolu, havayolu, denizyolu ve demiryolu araçlarının sayısı ve yaşları ve kazalara ilişkin çeşitli bilgiler ulaşım olanakları açısından değerlendirilebilir. Telefon, cep telefonu, faks ve internet abonelerinin sayısı, posta hizmetlerine ilişkin istatistikler de iletişim olanakları açısından ele alınabilir. Ulaşım ve iletişim olanakları incelenirken kuşkusuz ki "medya"yı ve medyaya ilişkin verileri de dikkate almak gerekecektir. - Toplumsal değişmenin yönü çerçevesinde üzerinde durulması gereken bir başka veri seti de teknolojiye ilişkindir. Bir toplumun gelişmesi, o toplumdaki bireylerin, yaşamlarının hemen hemen her alanında daha fazla teknoloji kullanmasını beraberinde getirir. Ayrıca toplum geliştikçe, teknoloji ve bilgi üretir duruma gelir. Gelişmiş bir toplum, üretimde de daha fazla teknoloji kullanır; enerjiyi dönüştürür. Gelişmemiş bir toplumsa doğada bulduğu enerjiyi hiçbir dönüşüme uğratmadan kullanmaya devam eder. Bu bakımdan enerji üretim ve tüketimine ilişkin verilerin de konuyla ilgili olarak araştırılması önem taşımaktadır. - Toplumsal değişmenin yönünü saptayabilmek için, değişime konu olan toplumla ilgili incelenmesi gereken verilere ilişkin listeyi uzatmak mümkündür. Toplumsal bilimciler yukarıda sözü edilen veya edilmeyen pek çok veriyi, çoğu zaman bir arada değerlendirerek, toplumsal değişmelere ilişkin çıkarsamalar yapmaya çalışmaktadır. - **Siyasi ve İktisadi Yararlanma Olanakları** - Toplumsal değişmenin yönünü saptamak için kullanılabilecek bir başka veri grubunu da siyasi ve iktisadi yararlanma olanakları oluşturmaktadır. Bu iki veri, toplumsal değişmenin yönüyle ilgili olarak, hiyerarşik anlamda "en üst"te yer alan veriler olarak düşünülebilir. Çünkü siyasi ve iktisadi yararlanma olanakları, bir yandan toplumsal değişmenin yönüyle ilgili diğer veriler tarafından belirlenmekte, diğer yandan da toplumsal değişmenin yönüyle ilgili diğer verileri doğrudan etkileyebilmektedir. - "Siyasi yararlanma olanakları" kavramıyla kuşkusuz ki pek çok şey ifade edilmek istenebilir. Ancak bir toplumun siyasi yararlanma olanakları dendiğinde, asıl vurgulanmak istenen, o toplumla ilgili "siyasal katılma" olmaktadır. "İktisadi yararlanma olanakları" kavramıyla da yine pek çok şeye dikkat çekilebilir. Ancak iktisadi yararlanma olanakları, daha çok, ilgili topluma özgü "gelir dağılımı"na işaret eder. - Özü itibariyle siyasal katılma, siyasetin; gelir dağılımı da ulusal gelirin ne ölçüde tabana yayıldığını göstermektedir. Aşağıda her iki kavram genel hatlarıyla ele alınacaktır. - **Siyasal Katılma** - "Siyasal katılma", bireylerin, "siyasal sistem" karşısındaki durumları, tutumları ve temelde davranışlarıyla ilgili bir kavramdır. Bu bakımdan siyasal katılma, her şeyden önce bir "siyasal davranış" olmaktadır. Siyasal davranışsa diğer davranış biçimlerinden hiç farklı değildir ve yalnızca onların "siyasal" olarak nitelenen alana ait olanlarıdır. - Siyasal katılma, kabaca, siyasal sistemin çıktılarını etkilemek adına belli bir tutum ve davranış sergilenmesi olarak tanımlanabilir. - Bu tanım kapsamında sözü edilen çıktılar (yani siyasal sistemin çıktıları), siyasal "kararlar" ve "uygulamalar" olmaktadır. Siyasal bir karar, siyasal niteliği çok açık olan bir konuyla ilgili olabileceği gibi, ilk bakışta hiç de siyasi gözükmeyen bir konuyla da ilgili olabilir. Siyasal uygulamalarsa siyasal kararlar sonucunda yapılan uygulamalardır. Siyasal uygulamaların bazılarının siyasal olma niteliği çok açıktır. Bazı siyasal uygulamaların siyasal olma niteliğiyse bu kadar açık olmayabilir. Anayasanın herhangi bir maddesinin değişmesine ilişkin kararın ve bu değişikliğin gerçekleşmesi çerçevesinde yapılan uygulamanın siyasal olma niteliğinin açık olduğu ortadadır. Ancak bazen bazı karar ve uygulamaların siyasal olma niteliği bu kadar açık biçimde fark edilemeyebilir. - Bu tanım kapsamında üzerinde durulması gereken önemli bir nokta da kim sorusunun yanıtıyla ilgilidir: Acaba siyasal sistemin çıktılarını (yani siyasal karar ve uygulamaları) etkilemek adına kim veya kimler belli bir tutum ve davranış sergilemektedir? Bu sorunun yanıtı "tek başına herhangi bir birey" olabileceği gibi, "bireyler" de olabilir. "Bireyler"le ifade edilmek istenense, küçük bir topluluktan, toplumun hayli kalabalık bir bölümüne kadar uzanan geniş bir yelpazeyi içine almaktadır. - Söz konusu tanım kapsamında altı çizilmesi gereken en önemli noktaysa siyasal katılmanın, siyasal sistemin çıktılarıyla (yani siyasal karar ve uygulamaları) ilgili bir "etkileme" eylemi olduğudur. Siyasal katılma, ortaya çıkan siyasal karar ve uygulamaların birey veya bireylerin istediği yönde olması anlamını taşımaz. Siyasal katılma bağlamında önemli olan nokta, birey veya bireylerin söz konusu karar ve uygulamaların yönünü bir biçimde etkilemeye çalışmış olmasıyla ilgilidir. Siyasal katılmanın varlığı için, etkileme eylemenin varlığı yeterlidir. Bu eylemin sonucunun başarılı ya da başarısız olması, siyasal katılmanın varlığını belirlemez. - **Siyasal Katılma Düzeyleri** - Siyasal katılmayla ilgili olarak ilk akla gelen davranış, oy kullanmaktır. Ancak siyasal katılmayı oy kullanmakla özdeşleştirmek eksik ve aynı zamanda oldukça hatalı bir indirgeme olur. Siyasal katılma, siyasal anlamdaki basit bir meraktan, siyasal eylemlerin içinde doğrudan yer almaya kadar uzanan geniş bir alanı kapsar. Bu çerçeve içinde siyasal katılmayla ilgili çeşitli düzeylerden söz etmek mümkündür. Bu düzeyler, daha az yoğundan daha yoğuna doğru, üç basamak içinde gösterilebilir: - Siyaseti izleme düzeyi - Siyasal tutum takınma düzeyi - Siyasete karışma düzeyi - Bu basamaklar arasında yoğunluk bakımından en alt düzeyde izlemeyle ilgili etkinlikler yer almaktadır. Gazete, dergi, televizyon, radyo, internet vb. kanallardan siyasal olayları takip etmek, mitinglere, toplantılara dinleyici olarak katılmak veya aile, arkadaş, iş, okul gibi çeşitli çevrelerde siyasal konuları konuşmak bu düzey içinde değerlendirilebilir. Bu etkinliklerin ortak niteliği siyasal hayattan "haberdar" olmaya yönelmeleridir. Bu türden etkinliklere katılan bireylerin belli bir siyasal tercihleri olabilir. Ancak bu düzeyde siyasete katılan birey, bu etkinlikleri siyasal tercihini yaymak amacıyla yürütmez. Onun amacı, daha çok, siyasal olaylardan haberdar olmaktır. Kısacası bu düzey içindeki etkinlikler izleyici etkinlikleridir ve bu düzey içindeki bireyler siyasal sahnenin izleyicileri konumundadır. - Bunun daha ötesinde, bir anlamda orta düzeyde, siyasal olaylar hakkında tutum takınmaya ilişkin eylemler söz konusu olur. Siyasal olaylar hakkında tutum takınma, siyasal olayları izlemekten daha yoğun bir etkinliktir. Bu düzeyde, bireyin belirli siyasal seçeneklerin yanında veya karşısında bir tutum aldığı görülür. Bir anlamda, bu düzey içinde yer alan bireyler, siyasal olayları izlemekle yetinmemekte, siyasal olaylar hakkında tutum takınarak, bunu açıklama gereksinimi duymaktadır. Bu düzey içindeki bireyler siyasal sahnenin izleyicisi olmaktan çok, siyasal sahnenin tutum takınanlarıdır. Ancak belirtmek gerekir ki bu düzey içinde yer alan bireyler siyasal olayların içinde bulunmazlar; bir diğer deyişle herhangi bir siyasal olaya karışmazlar. Bireyler bu düzey içindeki etkinliklerini kitle haberleşme araçlarıyla yapabilecekleri gibi, özel temaslar çerçevesinde de gerçekleştirebilirler. Gazete, dergi, internet vb. ortamlarda yazı yazmak, radyo ve televizyon kanallarında konuşmak, miting ve toplantılara konuşmacı olarak katılmak, bu türden ortamları ve toplantıları soru ve yorumlarla yönlendirmek gibi etkinlikler bu düzey içinde değerlendirilebilir. Birey bu türden etkinlikleri aile, arkadaş, iş, okul gibi daha sınırlı çevrelerde de gerçekleştirebilir. - En üst düzeydeyse siyasal olayların içinde doğrudan bulunmak, siyasal olaylara karışmak yer alır. Bir siyasal partide aktif üye olmak veya yöneticilik yapmak, seçimle gelinen bir siyasal görevde bulunmak veya bu görevler için aday olmak bu düzey içinde değerlendirilebilecek etkinliklerdir. Bu etkinlikler bireyi, siyasal olaylar karşısında doğrudan ilgili yapan türdendir. Bu noktada artık bireyin siyasal olayları dışarıdan izlemesi ya da kendi kontrolü dışında gelişen siyasal olaylar karşısında tutum takınması söz konusu değildir. Bu düzeyde, birey, bizzat siyasal olayların içinde yer alır; belli bir oranda siyasal olayların yönlendiricisidir ya da en azından siyasal olayları belli bir oranda yönlendirme potansiyeline sahiptir. - Bu arada belirtmek gerekir ki birey açısından bu düzeyler arasında geçişler söz konusudur. Bir birey bütün bir yaşamı boyunca aynı düzeyde siyasal katılma göstermeyebilir. Örneğin uzun yıllar boyunca siyasi parti liderliği yaparak siyasete karışma düzeyinde bulunmuş bir birey, yaşamının belirli bir noktasında, siyasal katılma düzeyini siyaseti izleme noktasına çekebilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki bireyler yaşamlarının aynı dönemlerinde farklı düzeylerde siyasal katılma da sergileyebilirler. Örneğin çevrenin korunmasıyla ilgili konular kapsamında siyasete tutum takınma düzeyinde katılan bir birey, var olan seçim barajının düşürülmesi veya kaldırılmasıyla ilgili bir konuda yalnızca siyaseti izleme etkinlikleri yürütebilir. - **Siyasete Farklı Düzeylerde Katılma Nedenleri** - Siyasal katılmayla ilgili çeşitli düzeylerin varlığı, bireylerin siyasete farklı derecelerde ilgi gösterdiğine işaret etmektedir. Bireylerin kimisi siyasetle yoğun bir biçimde haşır neşir olur, siyaset için önemli bir zaman ve bütçe ayırırken, kimisi de siyaset karşısında tamamen kayıtsız kalmayı yeğlemektedir. - Bireylerin siyasete farklı derecelerde ilgi göstererek siyasete farklı düzeylerde katılmalarının çok çeşitli nedenleri vardır. Sosyal, ekonomik, psikolojik, kültürel ve çevresel faktörlerin bireylerin siyasete katılma düzeylerini ciddi biçimde etkilediği düşünülmektedir. Yaş, gelir ve eğitim düzeyi, meslek, cinsiyet, yerleşme biçimi, kişilik, aile yapısı vb. bu anlamda üzerinde önemle durulması gereken değişkenler niteliğindedir. - Bunların yanı sıra siyasal sistemin niteliği de siyasal katılmayı ciddi derecede etkiler. Örneğin demokratik sistemlerde siyasal katılmanın yoğunluğu (ve aynı zamanda biçimi) farklıdır, otoriter veya totaliter sistemlerde siyasal katılmanın yoğunluğu (ve aynı zamanda biçimi) farklıdır. Ayrıca demokratik sistemler de kurdukları hukuki yapıyla siyasal katılmanın yoğunluk (ve aynı zamanda) biçimini etkileyebilir. - **Demokrasi ve Siyasal Katılma** - Siyasal katılma, çok çeşitli toplum kesimlerine ifade ve temsil olanağı sağlayarak, toplumda belirli bir dengenin ve uzlaşmanın oluşmasını kolaylaştırır. Siyasal katılma olanakları arttıkça, toplumdaki güçler dengesinin siyasete barışçı yollardan yansıması kolaylaşır; buna bağlı olarak da siyasal istikrar artar. Siyasal katılma, aynı zamanda, siyasal sistemin barışçı yollardan zaman içinde değişmesine olanak tanır, siyasal sisteme karşı olan güçleri sistemle bütünleştirerek, siyasal sistemi güçlendirir. Bu anlamda siyasal katılma, siyasal sistemin ve toplumsal düzenin, değişen koşullara göre kendini uyarlamasının aracı olmaktadır. - Toplumdaki bazı kesimlerin siyasal katılma olanaklarından yoksun bırakıldıkları durumlardaysa "katılma bunalımı" ortaya çıkar. Bu kesimler, kendilerine güçleri oranında siyasal katılma hakkı tanımayan siyasal sistemin karşısında yer alırlar. Bunun sonucunda da siyasal sistemin yıpranması ve işlevini göremez duruma gelmesi olasılığı güçlenir. - Bütün bu nedenlerle günümüzde demokrasilerin gelişmişliği, siyasal katılmanın yoğunluk ve yaygınlığıyla ilişkilendirilmektedir. - **Siyasal Katılma Biçimleri** - Siyasal katılma, türlü biçimlerde kendini gösterebilir. Yukarıda değinilen, siyaseti izleme, siyasal tutum takınma ve siyasal olaylara karışma düzeyleri içerisinde değerlendirilebilecek, sayısız siyasal katılma yolu vardır. - Siyasal katılma yollarının bir bölümü siyaset bilimi yazınında "olağan" yollar olarak nitelenmektedir. Bu yolların önemli bir özelliği, çoğu zaman, mevcut "yasal" sınırlar içinde olmasıdır. Ancak siyasal katılmanın "olağandışı" yolları da vardır ve bu yolların en önemli özelliğini, çoğu zaman, "yasadışı" olmaları belirler. Belirli grupların siyasal sistemden beklentilerinin gerçekleşmemesi, bu grupların kendilerini siyasal sistemden yabancılaşmış hissetmesi ve/veya yine bu grupların olağan yollardan katılmayı becerememesi siyasal katılmanın olağandışı (yasal olmayan) yollarını gündeme getirir. Bu gruplar, olağan (yasal) yollardan yaratamadıkları etkiyi, olağandışı (yasal olmayan) yollardan yaratmaya çalışırlar. Ayrıca belirtmek gerekir ki siyasal sistemin katılığı ve/veya siyasal sistemden çevreye yönelen baskılar da olağandışı katılma yollarını teşvik edebilir. - Siyasal katılma yollarını - olağan (yasal) siyasal katılma - olağandışı (yasal olmayan) siyasal katılma - başlıkları altında kategorize etmenin yanı sıra - açık veya gizli siyasal katılma - zorunlu veya bağımsız siyasal katılma - sürekli veya süreksiz siyasal katılma - örgütlü veya örgütsüz siyasal katılma - başlıkları altında da kategorize edebiliriz. - Örneğin genel seçimlerde oy kullanmak "olağan" ("yasal") ve "açık" bir siyasal katılmadır. Günümüz Türkiye'si koşullarında genel seçimlerde oy kullanmak aynı zamanda "zorunlu" bir siyasal katılma olmaktadır; oy kullanma yeterliliğine sahip vatandaşların, geçerli bir mazereti olmaksızın oy kullanmamaları suçtur... Yasa dışı bir örgütün düzenlediği yasa dışı bir yürüyüşe katılmaksa "olağandışı" ("yasal olmayan"), "açık" ve birey bu yürüyüşe kendi özgür iradesiyle katılmaya karar verdiyse "bağımsız" siyasal katılmaya örnek olarak gösterilebilir. Yasa dışı bu örgütün üye sayısını artırmak için yürütülen faaliyetlerse "gizli" siyasal katılmanın örneğidir. Öte yandan bazı siyasal katılma etkinliklerinde "süreklilik" göze çarpar. Örneğin siyasal bir partinin ilçe toplantılarına düzenli olarak katılmak bu türdendir. Ancak bazen de bireyler "süreksiz" siyasal katılma örnekleri sergilerler. Siyasal bir konuyla ilgili herhangi bir protesto eylemine katılmak ancak daha sonra bu siyasal konuyu protesto eylemleri düzeyinde takip etmemek bu türden bir siyasal katılmadır. Birey, bu protesto eylemine herhangi bir siyasal partinin veya derneğin üyesi olarak katıldıysa, bu bireyin siyasal katılması "örgütlü", herhangi bir vatandaş olarak katıldıysa siyasal katılması "örgütsüz" olur. - **Gelir Dağılımı** - "Gelir", para akımıyla ilgili bir kavramdır; belirli bir süre içinde (çoğunlukla bir yılda) elde edilen kazancı ifade eder. Kişisel gelirin başlıca kaynağı "emek" gelirleriyle "sermaye" gelirleridir. Emek gelirleri "ücret", sermaye gelirleri de "faiz", "rant" veya "temettü" adını alır. Gelir kavramıyla zaman zaman karıştırılan "servet"se para stokuyla ilgili bir kavram olup, belirli bir anda birikmiş varlıkların toplamını ifade eder. Buna göre her türlü fiziki ve mali sermaye, toprak vb. servet kavramı içine girer. - "Ulusal gelir" de bir ülkede yerleşmiş bulunan kişilere ait emek, sermaye, toprak ve girişimlerin (yani üretimin öğelerinin veya faktörlerinin), ülke içinde ve ülke dışında çalışmaları karşılığında elde ettikleri tüm gelirlerin toplamını anlatır. - Gelir dağılımı genelde iki farklı anlamda ele alınır. Bunlardan birincisi, ulusal gelirin, üretimin temel öğeleri (faktörleri) arasında nasıl dağıldığını gösterir ve "fonksiyonel gelir dağılımı" adını alır. Fonksiyonel dağılım, ulusal gelirin, emek, sermaye ve toprak sahipleri arasında nasıl dağıldığı konusunda anlamlı verileri üretir. Toplumun büyük çoğunluğu emeğiyle geçinen bireylerden oluştuğu için, fonksiyonel gelir dağılımında asıl ilgi konusu, emeğin ulusal gelirden aldığı pay ve bu payın zaman içindeki değişimidir. - Gelir dağılımının ikinci anlamıysa ulusal gelirin nüfus veya hanehalkı birimleri arasında nasıl dağıldığını gösteren "kişisel gelir dağılımı"dır. Kişisel gelir dağılımı, bireylerin veya hanehalkı birimlerinin sosyal sınıflarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler içermez. Kişisel gelir dağılımının gösterdiği, ulusal gelirin çeşitli nüfus veya hanehalkı dilimleri arasında nasıl dağıldığıdır. Bu dağılım çerçevesinde söz konusu olan kişisel gelirin de "kullanılabilir kişisel gelir" olduğunu belirtmek gerekir. Kullanılabilir kişisel gelir, kişisel gelirden, ödenen vergilerin toplam tutarının çıkartılması yoluyla bulunur. Dolayısıyla kişisel gelir dağılımını, vergi sonrası kişisel gelirlerin dağılımı olarak anlamak gerekir. Bu durumda ödenmesi gereken vergi yükü ve/veya verginin ödenip ödenmediği ciddi biçimde belirleyici olmaktadır. - Bir toplumda gelirin ne ölçüde eşitliğe yakın veya eşitlikten uzak dağıtıldığını göstermek için kullanılan yaygın bir araç, Max Otto Lorenz tarafından geliştirilen "Lorenz eğrisi"dir. Lorenz eğrisi, yatay eksende nüfus veya hanehalkı yüzdelerinin, dikey eksendeyse bu yüzdelerin ulusal gelirden aldıkları payların yine yüzde olarak gösterilmesi yardımıyla bulunur. Yüzdelik nüfus veya hanehalkı gruplarının, ulusal gelirden aldıkları yüzdelik payları gösteren noktaların birleştirilmesi, ilgili topluma ilişkin eğriyi ortaya çıkartır. - Lorenz eğrisiyle ilgili mutlak eşitlik çizgisi, yatay ve dikey eksen arasındaki 90 derecelik açıyı iki eşit parçaya bölen, düz ve çapraz (diyagonal) bir çizgiyle gösterilir. Bu çizgi, belirli bir nüfus veya hanehalkı yüzdesinin milli gelirden de aynı oranda pay aldığı anlamını taşır. Toplumun yüzde 20'sinin ulusal gelirin yüzde 20'sini, toplumun yüzde 40'ının ulusal gelirin yüzde 40'ını alması gibi... Mutlak eşitlik çizgisiyle Lorenz eğrisi arasında kalan alan, gelir dağılımı eşitsizliğinin ölçüsünü ifade eder. Bu alan ne kadar büyür, yani Lorenz eğrisi mutlak eşitlik çizgisinden ne kadar uzaklaşırsa, gelir dağılımı eşitsizliği o ölçüde artar. Bu alanın küçülmesi, yani Lorenz eğrisinin mutlak eşitlik çizgisine yaklaşması da gelir dağılımı eşitsizliğinin düzeldiğine işaret eder. Mutlak eşitlik çizgisiyle Lorenz eğrisinin çakıştığı, bir diğer deyişle, gelir dağılımında gerçekten de mutlak bir eşitlik olduğu durumda -- ki böyle bir durum gerçek dışıdır -- Lorenz eğrisiyle mutlak eşitlik çizgisi arasında herhangi bir alan oluşmaz. Gelir dağılımındaki mutlak eşitlik durumunun tam karşısındaysa mutlak eşitsizlik durumu bulunur. Yine gerçek dışı olan bu durumda, toplumdaki yalnızca bir kişi veya bir hanehalkı, gelirin tamamını, yani yüzde 100'ünü elde eder; geriye kalanların ulusal gelirden aldıkları paysa yüzde 0 olur. Böyle bir durumda Lorenz eğrisi grafiğin yatay ve düşey ekseniyle çakışır; mutlak eşitlik çizgisinin altında kalan tüm alan da gelir eşitsizliğini temsil eder. Böyle bir alan, bu anlamda söz konusu olabilecek en geniş alandır. - Bir toplumda gelirin ne ölçüde eşitliğe yakın veya eşitlikten uzak dağıtıldığını göstermek için kullanılan bir başka araç da "Gini katsayısı"dır. Gini katsayısı, Corrado Gini tarafından, Lorenz eğrisi kullanılarak elde edilmiştir. Katsayı 1'le 0 arasında değişir. 1, mutlak eşitsizliği ifade ederken; 0 da mutlak eşitliği gösterir. - Gelir dağılımı eşitsizliğinin çeşitli nedenleri vardır. Yeteneklerin, bireylerin almış oldukları eğitim ve öğretimin, servetin bireyden bireye farklılık göstermesi; şans, şanssızlık, etkili çevrelerle ilişkiler veya zevkler gibi etkenler gelir farklılığı yaratabilir. Ayrıca cinsiyet, renk, ırk, dil ve din gibi konulardaki ayırımcı uygulamalar da gelir farklılıklarına yol açabilir. Bunların yanı sıra enflasyon, işgücünün kırsal ve kentsel alanlara göre dağılışı, kayıt dışı ekonomik faaliyetler de gelir dağılımını etkiler. - Devlet, gelir dağılımını daha eşitlikçi bir duruma getirmek için, çeşitli yöntemlerle müdahalede bulunabilir. Buna "gelirin yeniden dağıtımı" adı verilir. Devletin gelirin yeniden dağıtımını gerçekleştirmek için kullandığı araçların bir bölümü "maliye politikası araçları"dır. Vergi ve kamu harcamalarına ilişkin uygulamalar bu araçlar arasında sayılır. Devletin bu bağlamda kullanabileceği araçların bir bölümü de "mali olmayan araçlar"dır. Bunlar arasında istihdam, ücret ve fiyat kontrollerine ilişkin uygulamalar yer alır. - **Toplumsal Değişmenin Yönü** - Yukarıda da belirtildiği gibi toplumsal değişme, iki yönlü bir süreçtir. Toplumsal değişme süreci, değişime konu olan toplum veya toplum kesitiyle ilgili olarak daha "ileri" bir durum ortaya çıkartabileceği gibi, daha "geri" bir durum da ortaya çıkartabilir. Toplumsal değişme sürecinin daha ileri bir durum ortaya çıkartması "toplumsal ilerleme" veya "toplumsal gelişme"; daha geri bir durum ortaya çıkartması da "toplumsal gerileme" veya "toplumsal bozulma" olarak adlandırılır. - Toplumsal değişmenin yönünü, yani bir toplumsal değişmenin ilerleme mi yoksa gerileme mi olduğunu saptayabilmek için, değişmeye uğrayan toplumla ilgili pek çok veriyi incelemek gerekebilir. Bu veriler arasında siyasi ve iktisadi yararlanma olanakları değişmenin yönünün saptanması açısından büyük öneme sahiptir. Çünkü siyasi ve iktisadi yararlanma olanakları, bir yandan toplumsal değişmenin yönüyle ilgili diğer veriler tarafından belirlenmekte, diğer yandan da toplumsal değişmenin yönüyle ilgili diğer verileri doğrudan etkileyebilmektedir. - "Siyasi yararlanma olanakları" kavramıyla o toplumla ilgili "siyasal katılma", "iktisadi yararlanma olanakları" kavramıyla da o topluma özgü "gelir dağılımı" anlatılmak istenir. Bu nedenle siyasal katılma, siyasetin; gelir dağılımı da ulusal gelirin ne ölçüde tabana yayıldığını gösterir. - Bir toplumsal değişmenin ardından, o toplumdaki siyasal katılma artıyor ve aynı zamanda o topluma ilişkin gelir dağılımı düzeliyorsa; karşı karşıya olunan durum, büyük bir olasılıkla, toplumsal ilerleme, bir diğer deyişle toplumsal gelişme durumudur. Ancak bir toplumsal değişmenin ardından, o toplumdaki siyasal katılma düşüyor ve aynı zamanda o topluma ilişkin gelir dağılımı bozuluyorsa; bu kez karşı karşıya olunan durum, büyük bir olasılıkla, toplumsal gerileme, bir diğer deyişle toplumsal bozulma durumudur. - Bu arada belirtmek gerekir ki, siyasal katılma ve gelir dağılımı değişkenleri, toplumsal değişme çerçevesindeki hareketlerini genelde yukarıda söz edilen yönde gerçekleştirir. Yani siyasal katılma artıyorsa, büyük bir olasılıkla, gelir dağılımı düzelir veya gelir dağılımı düzeliyorsa, büyük bir olasılıkla, siyasal katılma artar. Bunun tam tersi de söz konusu olabilir. Siyasal katılmanın azaldığı bir toplumda, büyük bir olasılıkla, gelir dağılımı bozulur veya gelir dağılımının bozulduğu bir toplumda, büyük bir olasılıkla, siyasal katılma düşer. Söz konusu değişkenlerin tersi yönde hareketleriyse "istisna" olarak kabul edilmektedir. Örneğin gelir dağılımın düzeldiği bir toplumda, siyasal katılmanın azaldığına nadiren rastlanır. - - **Davranış** - Davranışlar, organizmaların belirli dürtüler karşısında gösterdiği tepkilerdir. Çevreden gelen dürtüler, organizmanın algılama süzgecinden geçtikten sonra davranışı belirler ve etkiler. Organizmanın çevreye bağlı iki önemli kökü vardır: Bu köklerden biri kalıtımla, diğeri de öğrenme -- sosyalleşme yoluyla oluşur. Organizmanın çevreye bağlı bu kökleri, inançlar, belli tavırlar ve belli gereksinimler gibi bazı ön yönelimler biçimde kendini gösterir. Bu ön yönelimler de algılanmış dürtülerle birlikte davranışa yol açar. Diğer bir deyişle davranış, organizmanın dürtüleriyle sahip olduğu ön yönelimlerin bir fonksiyonudur. Davranış bir kez ortaya çıktıktan sonra, hem organizmanın çevresini değiştirebilir ve hem de organizmayı tatmin ederek veya sıkıntıya sokarak organizmayı etkileyebilir. - **Siyasa ve Siyaset** - "Siyasa" belli bir alanda, belli bir konuyla ilgili olarak izlenen veya izlenecek olan "yol" diye tanımlanabilir. Siyasa kavramı Batı dillerindeki *policy* kavramına karşılık gelmektedir. Örneğin Türkiye'deki bir siyasal partinin Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak izlediği yol, o siyasal partinin Kıbrıs sorunu siyasası olmaktadır. - Ancak belli bir alanda, belli bir konuyla ilgili olarak izlenen veya izlenecek olan yol tek değildir; pek çok yolun varlığı söz konusudur. Bu nedenle belli bir alanda, belli bir konuyla ilgili olarak "siyasalar" mevcuttur. Kıbrıs sorunuyla ilgili çeşitli siyasal partilere ait, çeşitli siyasaların varlığını bu noktada anımsayabiliriz. - "Siyaset", belli bir alanda, belli bir konuyla ilgili çeşitli siyasaların "yarışma"sını ifade eder. Siyaset kavramı, Batı dillerinde *politics* kavramına karşılık gelir. - Türkçedeki kullanımda siyasa ve siyaset kavramları, anlamca birbirlerinden farklı olmalarına rağmen, çoğu zaman yalnızca "siyaset" sözcüğüyle karşılanır. - **Siyaset** - "Siyaset"e ilişkin çok sayıda kavramlaştırma vardır ve siyasetin alanı bu kavramlaştırmalara göre değişir. Bazı tanımlarda siyaset, devletle ilgili bir kavram olarak ele alınır. Bu tanım siyaseti oldukça dar bir alanın içine hapsetmekte ve siyaseti yalnızca devletle ilgili etkinliklerle özdeşleştirmektedir. Bazı tanımlarsa siyaseti kamusal alan ve kamusal etkinliklerle ilgili görür. Siyaset bu tanımda, bir önceki tanıma göre, daha geniş bir alanın konusu olur. Ancak bu tanım da özel alanı bütünüyle siyasetin dışında bırakır. Bazı tanımlarsa siyaseti oldukça geniş bir alanın konusu yapar. Bu tanımlara göre siyaset, insanın var olduğu her yerde vardır. - Eğer insanın var olduğu her yerde siyasetin var olduğu düşünülürse şu sorunun mutlaka yanıtlanması gerekecektir: Acaba siyasal etkinliğin ayırt edici niteliği nedir; bir diğer deyişle siyasal etkinliği, diğer etkinliklerden ne ayırmaktadır? Siyasal etkinlik, üretimle, bölüşümle ve kaynakların kullanımıyla ilgili bir etkinliktir. Bu etkinlik, üretimle, bölüşümle ve kaynakların kullanımıyla ilgili arzu edilen bir sonucu elde etmek için çabalamaya dayanır. Bu çerçeve içinde siyaset, kimin, nerede, ne zaman, ne elde edeceğinin belirlenmesi olarak tanımlanmaktadır. - Eğer siyasetle ilgili bu tanımlama çıkış noktası olarak alınırsa siyaset bir "mücadele" olarak kavramlaştırılmış olur. Mücadelenin temel nedeni de insanın arzu ve gereksinimlerinin "sınırsız", buna karşılık bu arzu ve gereksinimleri tatmin edecek kaynakların "sınırlı" olmasıdır. Bu nedenle siyaset sınırlı kaynaklar üzerinde bir mücadele diye de nitelenebilir. - Ancak siyaset yalnızca bir mücadele, yalnızca bir tür "çatışma" değildir. Toplumda değişik çıkar ve istekler çatışır. Ancak pratikte bu çıkar ve isteklerden herhangi birinin, hiçbir değişikliğe uğramadan kabul edilerek bir karar ve uygulamaya dönüştürüldüğü çok nadiren görülür. Pratikte, karar ve uygulamalar birbirinden farklı çıkar ve isteklerin bir biçimde uzlaştırılmasıyla oluşur. Bu bakımdan siyaset, çatışma halinde bulunan çıkarların uzlaştırılması diye de tanımlanabilir. - **Siyasal Sistem** - "Siyasal sistem", toplumun "ortak" amaçlarını belirlemek ve gerçekleştirilmek için var olan bir örgütler ve kurumlar bütünüdür. Toplumda, siyasal sistem adını alan bu örgütler ve kurumlar bütünün benzerlerine de rastlanır. Ancak siyasal sistem, en büyük "boyut"a sahip olmak ve aynı zamanda hiyerarşik olarak en "üst"te yer almak bakımından diğerlerinden ayrılır. - Siyasal sistem siyasal bir "süreç" içinde çalışır. Bu süreç, kabaca bir tür girdi -- çıktı sürecidir. Siyasal sisteme bazı "girdiler" ulaşır ve siyasal sistem kendisine ulaşan bu girdilerle "çıktılar" üretir. - Siyasal sistemin girdilerini temelde "istek" biçimindeki girdiler oluşturur. Siyasal sisteme isteklerin aktarılması işini siyasal partiler ve baskı grupları gibi örgütler gerçekleştirir. Toplum içinde birbiriyle bağdaşmayan pek çok çıkar ve buna bağlı olarak pek çok istek söz konusudur. Birbiriyle bağdaşmayan sayısız çıkarlara bağlı bu istekler, söz konusu örgütler tarafından siyasal sisteme aktarılırken, birbirine benzeyen istekler bütünleştirilir, anlamsız istekler ayıklanır ve tüm isteklerin aynı anda karşılanması mümkün olmadığı için öncelikler belirlenir. - Siyasal sisteme yalnızca istek biçimindeki girdiler ulaşmaz. Siyasal sisteme istek biçimindeki girdilerin yanı sıra destek ve kaynak biçimindeki girdiler de ulaşır. "Destek" biçimindeki girdiler siyasal sistemin varlığını korumasını sağlar. Bireylerin siyasal sisteme ilişkin inançları ve tutumları vardır. Bu inanç ve tutumlar "siyasal kültür"ü oluşturur. Siyasal sistemle uyumlu bir siyasal kültür, siyasal sistemin varlığını sürdürebilmesi için şarttır. "Kaynak" biçimindeki girdilerse siyasal sistemin toplumun isteklerini karşılaması için gerekli olacak -- başta finansman kaynakları olmak üzere -- her türlü kaynağı ifade eder. - Siyasal sistem, kendisine ulaşan girdileri, kurumları ve örgütleri aracılığıyla çeşitli işlemlerden geçirir. Bu sırada girdilerin bir bölümü reddedilir, bir bölümü daha sonra ele alınmak üzere ertelenir, bir bölümü de çıktılara dönüştürülür. Siyasal sistemin çıktıları, siyasal "kararlar" ve "uygulamalar" olarak adlandırılır. - Bu arada belirtmek gereklidir ki siyasal sistemin çıktıları, yeni girdilere (örneğin yeni isteklere) neden olur. Siyasal sistemin çıktılarının yeni girdilere yol açması ve bu durumun döngüsel bir biçimde tekrarlanması siyasal sistem çerçevesinde "geri besleme" olarak nitelenir. - Siyasal sistem, yukarıda da belirtildiği gibi, kendisine ulaşan girdilerden çıktıları "kurumlar"ı aracılığıyla üretir. Yasama, yürütme ve yargı kurumları, bir siyasal sistemin en temel kurumlarıdır. "Yasama" kurumu siyasal kararların alınması işlevini yüklenir. "Yürütme" kurumunun işlevi, alınmış olan siyasal kararları uygulamaktır. "Yargı" kurumuysa uygulamayı denetler. Bu üç kurum birbirinden ayrı olabileceği gibi bu üç kurumun birleşik olduğu durumlarla da karşılaşılabilir. - \"Toplumsal değişme\" nedir, tanımlayınız. Bir toplumsal değişmenin yönünü anlayabilmek için hangi tür verilerden yararlanılabilir, örnekler veriniz. Bu veriler arasında yer alan \"siyasal katılma\" ve \"gelir dağılımı\" kavramlarını genel hatlarıyla açıklayınız. - \"Toplumsal değişme\" nedir, tanımlayınız. \"Siyasal katılma\" ve \"gelir dağılımı\" verilerindeki olası hareketleri toplumsal değişmenin yönü çerçevesinde değerlendiriniz. Bu değerlendirmeyi yaparken \"siyasal katılma\" ve \"gelir dağılımı\" kavramlarını da genel hatlarıyla açıklayınız. - \"Siyasal katılma\" kavramını tanımlayınız. Bireylerin siyasete ilgileri ve katılmalarıyla ilgili söz konusu olabilecek farklı düzeylere ilişkin bilgi vererek, bireylerin siyasete farklı yoğunlukta ilgi geliştirme ve farklı düzeylerde katılma nedenlerinin neler olabileceğini tartışınız. - **4.Hedef** - \"Toplumsal Değişmenin Açıklaması\" dersi kapsamındaki temel hedeflerimiz şunlardır: - Kavramlar - Ekonomi, mal ve hizmet, üretim kavramlarını tanımlamak, - Üretimin öğelerinin neler olduğunu bilmek, - Üretim güçleri, artı ürün ve üretim ilişkileri kavramlarını açıklamak, - Toplumsal altyapı ve toplumsal üstyapı kavramlarıyla neyin ifade edilmek istendiğini anlamak, - Toplumsal tabakalaşma ve sınıf kavramlarının tanımlamak. - Marxist Yaklaşım - Marxist yaklaşım çerçevesinde altyapı - üstyapı ilişkisini anlamak, - Marxist yaklaşım çerçevesinde sınıf mücadelesine atfedilen önemi bilmek, - Marxist yaklaşım çerçevesinde diyalektik değişimle ifade edilenin ne olduğunu açıklamak. - Weberyen Yaklaşım - Weberyen yaklaşım çerçevesinde altyapı - üstyapı ilişkisini anlamak, - Weberyen yaklaşım çerçevesinde Protestan ahlakı ve kapitalizm arasında kurulan ilişkiyi bilmek, bu ilişkinin Weberyen yaklaşım bakımından ne ifade ettiğini kavramak, - Toplumsal değişmenin açıklanması bağlamında Weberyen yaklaşımın Marxist yaklaşımdan hangi noktalarda farklılık gösterdiğini bilmek. \"Toplumsal Değişmenin Açıklanması\" dersini çalışırken karşılaşacağınız kişilerin listesi aşağıdadır. - [[Karl Marx]](https://tr.wikipedia.org/wiki/Karl_Marx) - [[Max Weber]](https://tr.wikipedia.org/wiki/Max_Weber) - Benjamin Franklin - Jean Calvin - - Emek - Sermaye - Bilim ve teknoloji - Doğal Kaynaklar - Girişim - İlkel komün üretim biçimi - Köleci üretim biçimi - Feodal üretim biçimi - Kapitalist üretim biçimi - Sosyalist üretim biçimi - altyapının, üstyapı karşısındaki belirleyiciliği - sınıf mücadelesi - diyalektik değişim - Tamamlayıcı şartlar - Zorunlu şartlar - Burjuva sınıfının ortaya çıkması - Kentleşme - Endüstriyel teknolojinin gelişmesi - Rasyonel hukuk vb. - \"Üretim\", \"üretim güçleri\" ve \"üretim ilişkileri\" kavramlarını tanımlayarak, \"altyapı\" ve \"üstyapı\" nedir, anlatınız. - \"Toplumsal değişme\" nedir, tanımlayınız. Toplumsal değişmenin açıklanmasında kullanılabilecek temel yaklaşımlar nelerdir? Bu yaklaşımları ana hatlarıyla açıklayınız. - Toplumsal değişmenin açıklanmasında kullanılabilecek ana yaklaşımları kısaca anlatarak, söz konusu yaklaşımlar arasındaki temel farkları, özellikle altyapı - üstyapı ilişkisi bağlamında irdeleyiniz. Bunu irdelerken altyapı ve üstyapı kavramlarını da tanımlayınız. **5. Hedef** \"Devrim Kavramı\" dersi kapsamındaki temel hedeflerimiz şunlardır: - \"Devrim\" kavramının tanımını yapabilmek, - \"Devrim\" kavramının tanımı çerçevesinde bir toplumsal değişme biçimi olarak devrimlerin ayırt edici özelliklerini bilmek, - \"Evrim\", \"karşı devrim\", \"ihtilal\", \"darbe\" ve \"reform\" kavramlarını açıklamak, - Marxst yaklaşımın devrimlerin ortaya çıkışını nasıl açıkladığını bilmek. **5. Ders Notları** - **Devrim Kavramı** - Dünya 18. yüzyılın sonuna iki büyük devrimle girdi. Bunlardan ilki, 13 Koloni'nin Britanya İmparatorluğu'na açtığı bağımsızlık savaşıyla başladı ve kolonilerin bağımsızlıklarını kazanıp Amerika Birleşik Devletleri'ni kurmalarıyla sonuçlandı. "Amerikan Bağımsızlık Savaşı" adını alan bu savaş, "Amerikan Devrimi" olarak, Amerika kıtasının sınırlarını epey aşan sonuçlar doğurdu: Demokratik bir cumhuriyet fikri, güçlü bir biçimde, ilk kez ortaya çıktı ve yalnızca ortaya çıkmakla kalmayıp, somut bir örneğin üzerinde yükseldi. 1776 yılında yayınlanan "Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi"nde saptanan görüşler ve tanınan haklarsa, son derece sınırlı olmalarına karşın, o günün koşulları içinde, insanlık açısından çok önemli adımlar olarak tarihe kazındı. - Amerikan Devrimi, Avrupa'da filizlenen "Aydınlanma" düşüncesinin, ilk önemli siyasi zaferi olmuştu. Ancak Aydınlanma düşüncesinin asıl zaferi, 1789 yılında patlak veren "Büyük Fransız Devrimi"yle geldi. Fransız Devrimi, deyim yerindeyse, bütün dünyayı kasıp kavurdu. "Eski düzen" Fransız Devrimi'nin önünde duramadı; yerini, egemenlik hakkının ulustan alındığı, yönetilenlerin yönetenleri denetlemesine olanak tanıyan, bireyler arasında hukuksal ve siyasal eşitliği öngören yepyeni bir düzene bıraktı. Bu düzenin temel ilkeleri "Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi"nde toplu olarak ifade edildi. Fransız Devrimi'nin ilkeleri "Napolyon Savaşları" sırasında bütün Avrupa'ya yayıldı; Avrupa kıtası bütün bir 19. yüzyıl boyunca Fransız devriminin artçılarıyla sarsıldı. - Devrim olgusu, 20. yüzyıla da damgasını vurdu: Yeni yüzyıl Meksika Devrimi'yle açılmıştı. Rus Çarlığı, 20. yüzyılın ilk çeyreği içinde, "1917 Rus Devrimi"yle yıkıldı; Rusya'daki yeni düzen "Sovyetler Birliği" çatısı altında yapılandırıldı. 20. yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuran bir başka devrim de bu derslerin konusunu teşkil eden "Türk Devrimi" kapsamında yaşandı. 20. yüzyılın izleyen dönemleri de dünyanın dört bir yanında patlak veren devrimlere konu oldu\... Aşağıda, "devrim" olgusu, bir kavram olarak ele alınacaktır. - **Devrim** - Devrim (inkılâp), "özel" bir "toplumsal değişme" biçimi olarak düşünülebilir. Devrimle birlikte, ilgili toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarının değiştiği gözlemlenir. Burada, "siyasal yararlanma olanakları" kavramıyla ifade edilmek istenen "siyasal katılma", "ekonomik yararlanma olanakları" kavramıyla ifade edilmek istenen de "gelir dağılımı"dır. Bu durumda devrim, ilgili topluma özgü siyasal katılmayı ve gelir dağılımını, bir diğer deyişle siyasetin ve gelirin tabana yayılma ölçüsünü değiştiriyor olmaktadır. - Devrimin çok önemli bir ayırt edici özelliği, toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarını, uzunca bir süreç içinde değil, oldukça "kısa" sayılabilecek bir süreç içinde değiştirmesidir. Devrimle birlikte, toplumun siyasal katılmasında ve gelir dağılımında ortaya çıkan değişme epey hızlı olur. Bu nedenle "devrim" adını alan toplumsal değişmelerin çok önemli bir özelliğini, "ani" gerçekleşmeleri belirler. - Bu noktada şunun da altını özellikle çizmek gerekir; değişmeyen herhangi bir toplum ya da herhangi bir toplumun değişmediği herhangi bir dönem yoktur. Devrimlere konu olan değişim de, bir anlamda, bu değişimler gibi görünebilir. Ancak devrim, ilgili topluma özgü tarihin gidişi içinde, "kendiliğinden" (spontane) ortaya çıkan bir toplumsal değişme türü değildir. Tam tersine, devrimlerde, "insan"ın "müdahalesi"yle karşılaşılır. Bu müdahale "doğrudan" ve "bilinçli" bir müdahaledir. Bir anlamda devrimlerde, ilgili toplumun tarihinin gidişi, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle, değiştirilir veya hızlandırılır. Devrimlerin oldukça kısa sayılabilecek bir süreç içinde, aniden gerçekleşmesinin temel nedeni de budur. Bu noktada "evrim" kavramını açıklamak da aydınlatıcı olacaktır. Evrim, bir toplumun, o topluma özgü tarihin akışı içinde, kendiliğinden (spontane) değişmesidir. Evrimlerde, devrimlerde olduğu gibi, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle karşılaşılmaz. Bu nedenle evrimler, devrimlere göre, çok daha "yavaş" ortaya çıkan toplumsal değişmeler olarak dikkat çeker. - Devrimlerin tek ayırt edici özelliği, oldukça kısa sayılabilecek bir süreç içinde, aniden gerçekleşmeleri değildir. Devrim, aynı zamanda, oldukça "radikal" bir toplumsal değişmedir. Devrimin radikal olma bağlamındaki bu özelliği, devrimle birlikte ortaya çıkan değişmede açıkça gözlemlenir: Devrimle birlikte, ilgili toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanakları radikal bir biçimde değişir. Daha açık bir deyişle, devrimle birlikte, ilgili toplumun siyasal katılma ve gelir dağılımı verilerinde çok çarpıcı değişmeler kaydedilir. Devrimlerin kısa sayılabilecek bir süreç içinde, aniden gerçekleşen toplumsal değişmeler olması; devrimlerde, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle ilgili toplumun tarihinin gidişinin değiştirilmesi veya hızlandırılması, devrimle birlikte ortaya çıkan değişmeye "radikallik" olarak yansır. Siyasal katılma ve gelir dağılımı verilerinde bu derece radikal değişikliklerin, bu kadar hızlı olarak, mevcut düzen içinde üretilmesi, çoğu kez, mümkün olmadığı için, devrimler, çok önemli bir özellikleri olarak, "düzen değişikliği"ni de içerir. - Devrimin bir diğer ayırt edici özelliğiyse devrimle birlikte ortaya çıkan değişmenin niteliğiyle ilgilidir: Devrimle birlikte ortaya çıkan değişme, ilgili toplumun "geniş" kesimlerine "yarar" sağlayan türdendir. Devrim, ilgili toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarını, daha açık bir ifadeyle, ilgili topluma özgü siyasal katılmayı ve gelir dağılımını, toplumun geniş kesimleri yararına değiştirir. Yani devrimle birlikte, ilgili topluma özgü siyasal katılma artar ve gelir dağılımı düzelerek daha eşitlikçi bir duruma gelir. Bu nedenle devrimler "pozitif" toplumsal değişmeler kategorisi içinde değerlendirilir. - Devrimle birlikte ortaya çıkan değişmenin, ilgili toplumun geniş kesimlerine yarar sağlaması ve bu nedenle devrimin pozitif bir toplumsal değişme olması, kuşkusuz ki, devrimden zarar gören kesimler olmadığı anlamını taşımaz. Devrimle birlikte, ilgili toplumda, siyasal katılmanın çarpıcı bir biçimde artması ve gelir dağılımının yine çarpıcı bir biçimde düzelerek daha eşitlikçi bir duruma gelmesi, toplumun "geniş" kesimlerine "yarar" sağlar ancak toplumun bazı kesimlerine de "zarar" getirir. Devrimle birlikte yaşanan değişmeden zarar görenler, devrim öncesinde sahip oldukları siyasal ve ekonomik ayrıcalıkları kaybedenlerdir. Bunlar, toplumun "dar" bir kesimini temsil ederler. Siyasal katılmanın artmasıyla birlikte siyaset, gelir dağılımın düzelmesiyle birlikte de gelir, söz konusu dar kesimin elinden, daha geniş bir kesimin eline doğru kayar. Toplumun bu dar kesimi de devrimin kaybedeni olur, devrimden ciddi biçimde zarar görür. - Tüm bu açıklamalardan sonra devrim kavramı şöyle tanımlanabilir: Devrim, bir toplumdaki siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarının, toplumun geniş kesimleri yararına, hızlı bir biçimde değiştirilmesidir. Yukarıda yapılan açıklamalar ve sonuçta varılan bu tanım kapsamında devrim, - özel bir toplumsal değişme biçimi - olmaktadır. Bu toplumsal değişme çerçevesinde değişen, özü itibariyle, toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarıdır. Burada, - siyasal yararlanma olanakları kavramıyla siyasal katılma, - ekonomik yararlanma olanakları kavramıyla da gelir dağılımı - ifade edilmek istenir. Devrimin özel bir toplumsal değişme biçimi olarak ayırt edilmesine neden olan özelliklerse şunlardır: - Kısa sayılabilecek bir süreç içinde, aniden gerçekleşmesi, - Ortaya çıkan değişmenin radikal olması, - Bu radikal ve hızlı değişmenin ciddi bir düzen değişikliği içinde yaşanması. - Bu üç özellik, büyük ölçüde, devrimin, ilgili topluma özgü tarihin gidişi içinde, "kendiliğinden" (spontane) ortaya çıkan bir toplumsal değişme olmamasından kaynaklanır. Devrimlerde - insanın doğrudan ve bilinçli bir müdahalesi vardır. - Devrimin özel bir toplumsal değişme biçimi olarak ayırt edilmesine neden olan bir başka özellikse şudur: - Ortaya çıkan değişmenin toplumun geniş kesimlerine yarar sağlaması. - Bu durumda devrim, toplumdaki siyasal katılmanın ve gelir dağılımının, toplumun geniş kesimleri yararına hızlı bir biçimde değiştirilmesi olmaktadır. Bu nedenle devrimle birlikte, ilgili topluma özgü, - siyasal katılmanın oldukça çarpıcı bir biçimde arttığı, - gelir dağılımının oldukça çarpıcı bir biçimde düzelerek, daha eşitlikçi bir duruma geldiği - gözlemlenir. - **Devrim ve Karşı Devrim** - İlgili topluma özgü tarihin gidişi içinde, kendiliğinden (spontane) değil de, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle ortaya çıkan toplumsal değişmeler, yalnızca devrimlerle sınırlı değildir. Bu türden bir başka toplumsal değişme biçimini de karşı devrimler oluşturur. "Karşı devrim", aynı devrim gibi, "özel" bir "toplumsal değişme" biçimi olarak ele alınabilir. Karşı devrimle birlikte, ilgili toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanakları, daha açık bir ifadeyle, ilgili topluma özgü "siyasal katılma" ve "gelir dağılımı" değişir. Yani karşı devrimle birlikte, aynı devrimle birlikte olduğu gibi, siyasetin ve gelirin tabana yayılma ölçüsünde bir değişme ortaya çıkar. Karşı devrimle birlikte, toplumun siyasal katılmasında ve gelir dağılımında ortaya çıkan bu değişme, aynı devrimde olduğu gibi, oldukça hızlıdır. Bu nedenle, aynı devrim gibi, karşı devrimin de çok önemli bir özelliğini "ani" gerçekleşmesi belirler. Karşı devrim, yine devrim gibi, oldukça "radikal" bir toplumsal değişme olarak dikkat çeker. Karşı devrimle birlikte, ilgili toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanakları radikal bir biçimde değişir; dolayısıyla ilgili toplumun siyasal katılmasına ve gelir dağılımına ilişkin verilerde çarpıcı değişmeler kaydedilir. - Karşı devrimin çok önemli bir diğer ayırt edici özelliğiyse karşı devrimle birlikte ortaya çıkan değişmenin ilgili toplumun "geniş" kesimlerine "zarar" getiren türden olmasıdır. Karşı devrim, ilgili toplumun siyasal ve ekonomik yararlanma olanaklarını, bir diğer deyişle, ilgili topluma özgü siyasal katılmayı ve gelir dağılımını, toplumun geniş kesimleri zararına değiştirir. Yani karşı devrimle birlikte, ilgili topluma özgü siyasal katılma düşer ve gelir dağılımı bozularak daha az eşitlikçi bir duruma gelir. Karşı devrim, siyasal katılmayı azaltıp, gelir dağılımını bozmak suretiyle siyaseti ve geliri, toplumun geniş kesimlerinin elinden almakta ve toplumun dar bir kesiminin eline doğru kaydırmaktadır. Bu durum, karşı devrimle birlikte, toplumun dar bir kesiminin "ayrıcalıklı" konuma getirildiğini gösterir. Ve böylece karşı devrimden, toplumun dar bir kesimi yarar sağlamış, geniş bir kesimi de zarar görmüş olur. Karşı devrimin bu özelliği, karşı devrimin devrimden ayrıldığı temel noktaya işaret eder. Karşı devrimler bu nedenle "negatif" toplumsal değişmeler kategorisi içinde değerlendirilir. - **İhtilal ve Darbe** - İlgili topluma özgü tarihin gidişi içinde, kendiliğinden (spontane) değil de, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle ortaya çıkan toplumsal değişmeler -- özelde devrimler -- kapsamında ele alınması gereken bir başka kavram da ihtilaldir. - "İhtilal" (ayaklanma), toplumun belli bir kesiminin kalkışmasına işaret eden özel bir durumu anlatır. Bu durumun öznesi niteliğindeki toplumsal kesim, toplumun "herhangi" bir kesimi olabilir. Bir bölge halkı, bir etnik grup, bir mezhep, bir meslek grubu ya da herhangi bir sınıf üyeleri ihtilal gerçekleştirebilir. İhtilalde söz konusu kesimin kalkışmasının temel amacı -- en azından ilk etapta -- devletin başı olan "yönetim" aygıtının ele geçirilmesine yöneliktir. İhtilal durumunun bir başka belirleyici özelliği de, söz konusu kesimin bu amacını, "yasa dışı" yollardan gerçekleştirmeye çalışmasıyla ilgilidir. İhtilal durumunda, devletin başı olan yönetim aygıtı, mevcut yasal yolların dışına çıkılarak, "zorla" ele geçirilmeye çalışılır. Bu da belli bir gücü gerektirdiğinden, ihtilaller, çoğu zaman, "silahla" gerçekleştirilir. Ancak buradan ihtilali yalnızca mesleği askerlik olanların gerçekleştirebileceği anlamını çıkartmak doğru olmaz. Gerçekten de güce sahip olma bakımından, mesleği askerlik olanların ihtilal yapma olasılığı, diğer kesimlerinkine göre çok daha güçlüdür. Ancak toplumdaki herhangi bir grup, bu türden bir gücü, bir biçimde elde ettiği zaman ya da bu türden bir gücün desteğini sağladığı zaman, ihtilal yapma potansiyeline, en az mesleği askerlik olanlar kadar, sahip olmuş olur. - Bu açıklamalara göre ihtilal, devletin başı olan yönetim aygıtının, toplumun herhangi bir kesimi tarafından ve yasa dışı yollardan (zorla) ele geçirilmek istenmesi olmaktadır. Bu tanıma göre ihtilal, özü itibariyle, bir çabayı betimler. Bu çaba, devletin başı olan yönetim aygıtının ele geçirilmesine dönüktür, yöntemi de o an için mevcut olan yasaların dışında kalmaktadır. Bu arada belirtmek gerekir ki ihtilal kavramı, ihtilal eyleminin sonucuyla ilgili herhangi bir bildirimde bulunmaz. Bir diğer deyişle, bir kavram olarak ihtilal, bu eylemin sonucunun başarılı mı, yoksa başarısız mı olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi içermez. Bu nedenle ihtilal, sonucunu açıklamaksızın bir süreci anlatır. - İhtilalin sonucu, ihtilali gerçekleştirenler açısından başarılı olursa, bu durum, "darbe" (hükümet darbesi) kavramıyla ifade edilir. Bu bakımdan darbe, devletin başı olan yönetim aygıtının, toplumun herhangi bir kesimi tarafından ve yasa dışı yollardan (zorla) ele geçirilmesi olmaktadır. İhtilalle darbe arasındaki temel fark da budur: İhtilal bir çaba, darbe de bu çabanın sonucudur. İhtilalde, toplumun herhangi bir kesimi, devletin başı olan yönetim aygıtını, mevcut yasal yolların dışına çıkarak, ele geçirmeye çabalar. Darbedeyse ihtilali gerçekleştirenler açısından, bu çabanın, olumlu anlamda sonucu alınır; devletin başı olan yönetim aygıtı, mevcut yasal yolların dışına çıkılarak, ele geçirilmiş olur. Bu nedenle ihtilal bir "süreç"; darbe, bu sürecin sonuna ait, bir "an" olarak yaşanır. Bu açıklamalar göstermektedir ki, teorik olarak, her darbenin öncesinde bir ihtilal bulunur. Ancak bu, tüm ihtilallerin darbeyle sonuçlandığı anlamına gelmez. Kimi ihtilaller de, ihtilali gerçekleştirenler açısından, başarısızlıkla sona erer. Yani devletin başı olan yönetim aygıtını, mevcut yasal yolların dışına çıkarak ele geçirmeyi amaçlayan kesim, bu amacını gerçekleştiremez ve ihtilal, bir biçimde bastırılmış, başarısızlığa uğramış olur. - **İhtilal, Darbe ve Devrim** - Devrim (inkılâp) ve ihtilal kavramları, anlamca farklı olmalarına karşın, bu farklılık dikkate alınmadan çoğu kez birbirlerinin yerine kullanılır. Bu karmaşa, yalnızca söz konusu kavramların anlamlarına ilişkin bir kavram karmaşası değildir; büyük ölçüde, pek çok önemli örnekte, devrim ve ihtilalin bütünleşmiş olarak yaşanmasından kaynaklanmaktadır. - Gerçekten de pek çok örnekte ihtilal ve devrim "bütünleşmiş" olarak yaşanır. Bu türden örneklerde ihtilal, devrimin ilk aşaması; devrim de bir anlamda başarıya ulaşmış ihtilalin sonucu olmaktadır. İhtilali devrimin izlediği bu örnekler, açıktır ki, "darbe" kavramıyla ifade edilen olayı da içinde barındırır. İhtilali gerçekleştirenler, bu ihtilali başarıya ulaştırarak, devletin yönetimini ele geçirmekte -- yani darbe yapmakta --, ardından da "devrim" tanımının kapsamı içine girecek uygulamalar yaşanmakta; bir anlamda "düzen" değişmektedir. Ancak bu türden örneklerde, ihtilali gerçekleştirenlerin yoğunlaştığı "asıl" nokta, devlet yönetimini bir biçimde ele geçirmek değildir. Bir diğer deyişle bu türden örneklerde, devlet yönetimini ele geçirmek, "nihai" bir "amaç" olarak ortaya çıkmaz. Bu türden örneklerde, devlet yönetimini ele geçirmek, yalnızca bir "araç" niteliğindedir; "nihai amaç"sa düzenin değiştirilmesine dönüktür. Bu nedenle ihtilalle devrimin bütünleşmiş olarak yaşandığı bu örneklerde, yoğunlaşmanın, değişmesi gereken düzen üzerinde olduğu görülür. Ve yine aynı nedenle, bu türden örnekler kapsamında, gerçekleşmesine rağmen, "darbe" olayına, bir araç olmanın ötesinde, herhangi bir önem atfedilmez. - Yalnızca "darbe" kavramıyla nitelenen örneklerdeyse, ihtilali gerçekleştirenlerin yoğunlaşmasının, devlet yönetimini ele geçirmek üzerinde olduğu görülmektedir. Bu örneklerde, devlet yönetimini ele geçirmek, bir "araç" değil, başlı başına bir "amaç" niteliğindedir ya da daha kapsamlı olan amaç, bununla sınırlanmak durumunda kalmıştır. Yalnızca "darbe" kavramıyla nitelenen örneklerin sonrasında bir devrime ilişkin özellikler ortaya çıkmaz. Bu, darbeyi gerçekleştirenlerin amacının sınırlılığından kaynaklanabileceği gibi, yeteneklerinin sınırlılığından da kaynaklanabilir. Söz konusu sınırlılık, darbeyi gerçekleştirenlerin yeteneklerinin sınırlılığından kaynaklanıyorsa, bu, başarıya ulaşmasına rağmen, aslında ihtilalin koşullarının olgunlaşmamış olduğunu gösterir. Ancak nedeni hangi türden bir sınırlılık olursa olsun, darbede yalnızca devlet yönetimini elinde bulunduranlar -- örneğin hükümet başkanı ve üyeleri gibi -- değişmekte, düzene ilişkin herhangi bir değişiklik yaşanmamaktadır. - Bu arada altını çizerek belirtmek gerekir ki, ihtilalle devrimin bütünleşmiş olarak yaşandığı örneklerde, ihtilalin başarıya ulaşmasıyla ele geçirilen yönetim aygıtı, ihtilali başarıya ulaştıranlar tarafından, ele geçirildiği biçimiyle kullanılmaz. Bu türden örneklerde, yönetim aygıtının, "yapısal" olarak çok büyük değişikliklere uğradığı görülür. Hatta bir anlamda, ele geçirilen yönetim aygıtı, onu ele geçirenler tarafından "boğulur" ve boğulan bu yönetim aygıtının yerini, ondan çok farklı, yepyeni bir yönetim aygıtı alır. Çünkü bu türden örneklerde yoğunlaşma, düzen değişikliği üzerinedir: Düzenin değişmesi şarttır; değişmesi gereken düzenin çok önemli bir parçasını yönetim aygıtı teşkil ettiğinden, onun da yapısal anlamda değişmesine şart olarak bakılır. Bu nedenle olsa gerek, bu türden örnekleri içeren süreçlerde, belirli bir süre, birbirine alternatif teşkil eden iki farklı yönetim aygıtının bir arada varlığını sürdürmüş olduğuna rastlanır. Yalnızca darbe kavramıyla nitelenen örneklerdeyse, yönetim aygıtının yapısal olarak herhangi bir değişikliğe uğramadığı, yalnızca o yönetim aygıtını kullananların değiştiği gözlemlenir. - **Reform** - "Reform" kavramına da ilgili topluma özgü tarihin gidişi içinde, kendiliğinden (spontane) değil de, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle ortaya çıkan toplumsal değişmeler kapsamında değinmek gereklidir. "Reform" (ıslahat) düzeltmek anlamındadır. Aksadığı ya da bozulduğu düşünülen herhangi bir kurumun ıslah edilmesini, düzeltilmesini anlatır. Bu türden uygulamalarla eğitim, maliye, ordu, hukuk, adalet vs. gibi çok değişik kurumlara yönelik olarak karşılaşılabilir. - Bu türden uygulamaların bir bölümü, söz konusu kurumlarla ilgili sorunu, o kurumun geçmişiyle şimdiki durumu arasında yapılan karşılaştırmayla ilişkilendirir: Bir anlamda, iyi işleyen bir kurum vardır, bozulmuştur ve şimdi o kurumu, yeniden "eski" durumuna getirmek gerekmektedir. Buradaki "eski", önemini, büyük oranda, yalnızca "eski" olmaktan alır ve bu türden uygulamaları "eskiye özlem" duygusu güçlü biçimde etkiler. Bu algılama çerçevesinde gündeme gelen reform uygulamaları da "geçmiş"i referans noktası olarak alan, "ihyacı" bir karakter taşır; düzeltilmiş (re) form, eskiden kaynaklanır. - Bazı reform uygulamaları kapsamındaysa, ele alınan kurumla ilgili sorunun değişen koşullarla ilişkilendirildiği görülür. Bu türden uygulamalarda, ilgili kurumun, değişen koşullara uyum sağlayamadığı varsayımından hareket edilmektedir. Ele alınan kurumla ilgili gerçekleştirilen reform uygulaması da söz konusu kurumu, değişen koşullara uyumlu hale getirmeye dönük olur. Bu türden uygulamalar, "değişen koşullar"ı referans noktası olarak alan, "uyumlulaştırmacı" bir karaktere sahiptir; düzeltilmiş (re) form, değişen koşullardan kaynaklanır. Devrimler kapsamında gündeme gelen reform uygulamaları bu türdendir. - **Devrimlerin Açıklaması** - Marxist yaklaşımda devrimler, üretim güçlerinde ortaya çıkan değişim ve bu değişime ilişkin sınıf mücadelesiyle açıklanmaktadır. Anımsanacağı gibi, bir toplumdaki üretim öğelerinin (emek, sermaye, doğal kaynaklar ve girişim) hepsi birlikte, o toplumun üretim güçlerini oluşturur. İlgili toplumda, üretim güçlerinin bulunduğu belirli bir düzeye uygun düşen üretim ilişkileri vardır. Söz konusu üretim ilişkileri, o toplumdaki artı ürüne el konma gerekçesini belirlediği gibi, aynı zamanda, o toplumun mülkiyet biçimini ve mülkiyet biçimine bağlı olarak da o toplumdaki bölüşüm ve sınıf yapısını belirler. Üretim güçlerinin bulunduğu belirli bir düzeyde mevcut olan üretim ilişkilerinin, artı ürüne el konma gerekçesi, mülkiyet biçimi, bölüşüm ve sınıf yapısıyla "uyum" içinde olduğu görülür. - Ancak bir toplumda, üretim güçlerinin bulunduğu düzey, hep aynı kalmaz; çünkü üretimin öğeleri sürekli bir değişim içindedir: İnsan, doğa, bilim ve teknoloji, karşılıklı etkileşim içinde, sürekli olarak değişir. Üretim öğelerindeki bu değişime bağlı olarak da üretim güçleri, zaman içinde, bulunduğu bir düzeyden, bir başka düzeye ulaşır. Üretim ilişkilerinin ulaştığı bu yeni düzey, çok büyük bir olasılıkla, daha ileri bir düzey olur. - Ancak ulaşılan bu yeni düzeyde, üretim güçlerinin, mevcut üretim ilişkileriyle "uyumsuzluk" gösterip, çelişmeye başladığı gözlemlenir: Çünkü mevcut üretim ilişkileri, üretim güçlerinin bulunduğu eski düzeyde kurulan üretim ilişkileridir. Oysa üretim güçleri şimdi yeni bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır ve bu yeni düzeyde daha farklı üretim ilişkilerini gereksemektedir. Üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasında ortaya çıkan bu uyumsuzluk ve çelişki, artı ürüne el konma gerekçesini de içerir. Bu gerekçe, üretim ilişkilerinin eski düzeyinde belirlenmiş bir gerekçe olduğundan, üretim güçlerinin gelmiş bulunduğu yeni düzeyde geçerliliğini hızla yitirir. Bunun yanı sıra, üretim güçlerinin yeni düzeyiyle, mevcut mülkiyet biçimi, bölüşüm ve sınıf yapısı da uyumsuzluk gösterip, çelişmeye başlar. Çünkü onlar da yine üretim güçlerinin eski düzeyinde belirlenmişlerdir ve üretim güçlerinin yeni düzeyine ilişkin beklentileri karşılamamaktadırlar. - Üretim güçlerinin ulaşmış olduğu yeni düzeyde, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasında ortaya çıkan uyumsuzluk ve çelişki, üretim ilişkilerinin de değişmesiyle giderilir: Bu noktada, üretim ilişkileri, üretim güçlerinin yeni düzeyine "uygun" bir biçimde, yeniden belirlenir. Üretim ilişkilerinin üretim güçlerinin yeni düzeyine uygun bir biçimde yeniden belirlenmesiyle birlikte de artı ürüne el koymak için yeni bir gerekçe yaratılmış; mülkiyet biçimi, bölüşüm ve sınıf yapısı yeniden oluşturulmuş olur. Böylece toplum, yeniden, artı ürüne el konma gerekçesi, mülkiyet biçimi, bölüşüm ve sınıf yapısı bakımından üretim güçlerinin yeni durumuyla "uyumlu" bir noktaya ulaşır. Bütün bunların anlamı, üretim güçlerinin yeni bir düzeye ulaşması nedeniyle, toplumsal alt yapının değişmesidir. Toplumsal alt yapıdaki bu değişmeyi, söz konusu değişmeye bağlı olarak toplumsal üst yapıda yaşanan değişme izler. - **Uyumsuzluk ve Çelişkinin Aşılması Olarak "Devrim"** - Bazı örneklerde, üretim ilişkilerinin, üretim güçlerindeki değişme karşısında yüksek bir uyum sağlama yeteneğine sahip olduğu görülür. Bu türden örneklerde, üretim ilişkileri, üretim güçlerindeki değişme karşısında herhangi bir direniş sergilemeden, spontane bir biçimde (kendiliğinden) değişir. Ancak üretim ilişkilerinin, üretim güçlerindeki değişmeye uyum sağlama yeteneği her zaman ve her toplumda yüksek olmayabilir. Bu türden zamanlara ve toplumlara ait örneklerde, üretim güçlerinde yaşanan değişim karşısında, üretim ilişkilerinin değişmemekte direndiği görülür. Dolayısıyla, yukarıda sözü edilen uyumsuzluk ve çelişki, üretim ilişkilerinin üretim güçlerinin yeni durumuna spontane bir biçimde (kendiliğinden) uyum sağlamasıyla giderilemez. Bu türden örneklerde uyum sağlama, bir "sınıf mücadelesi" içinde "devrim"le sağlanır. Bu nedenle, bu türden örneklerde gözlemlenen, üretim güçlerinin yeni durumuna göre, üretim ilişkilerinin "değişmesi" değil; üretim güçlerinin yeni durumuna göre, üretim ilişkilerinin "değiştirilmesi"dir. Bir diğer deyişle, yaşanan değişim, spontane (kendiliğinden) bir değişim olmamakta; yaşanan değişim, insanın doğrudan ve bilinçli müdahalesiyle, bir "devrim" olarak yaşanmaktadır. - Bu türden örneklerin en önemli özelliği, değişimin karşısında ve yanında iki temel sınıfın belirmesi ve bu iki sınıfın mücadele edip, çarpışmasıdır: Bu sınıflardan birini değişimin karşısında yer alan "muhafazakâr sınıf" teşkil eder. Bu sınıfın, üretim güçlerinin eski düzeyinde mevcut olan üretim ilişkilerinin değişmeden korunması için büyük bir direniş sergilediği görülür. Bu direniş, aynı zamanda, üretim güçlerinin eski düzeyinde belirlenmiş artı ürüne el konma gerekçesinin, mülkiyet biçiminin, bölüşümün ve sınıf yapısının da korunmasını içerir. Çünkü bu sınıfın çıkarları, üretim ilişkilerinin aynen sürmesinde; mevcut artı ürüne el konma gerekçesinin, mülkiyet biçiminin, bölüşümün ve sınıf yapısının korunmasındadır. Bu sınıf, üretim güçlerinin eski düzeyinde, düzenin "ayrıcalıklı" sınıfı olduğundan, ayrıcalıklarını yitirmemek adına, değişimin karşısına geçmiş; bir anlamda, artık eskimiş olan düzenin ya da kısaca "eski düzen"in savunucusu kesilmiştir. - Bu mücadelede, değişimin yanında, dolayısıyla muhafazakâr sınıfın karşısında da "devrimci sınıf" yer alarak üretim güçlerinin yeni düzeyine uygun olarak, üretim ilişkilerinin yenilenmesinden yana güçlü bir tutum geliştirir. Bu sınıfın söz konusu tutumu, üretim güçlerinin yeni düzeyine uygun olarak artı ürüne el konma gerekçesinin, mülkiyet biçiminin, bölüşümün ve sınıf yapısının yenilenmesini de içerir. Zira bu sınıfın çıkarları üretim güçlerinin ulaşmış olduğu yeni düzeye göre, üretim ilişkilerinin yeniden belirlenmesinde; artı ürüne el konma gerekçesinin, mülkiyet biçiminin, bölüşümün ve sınıf yapısının da buna göre değişmesindedir. Üretim güçlerinin değişmesi sırasında bu değişimden en büyük yararı sağlayan ve bu anlamda, değişim döneminin çok "özel" bir ürünü olan bu sınıf, sağlamış olduğu yarara süreklilik kazandırmak ve bu yararı ilerletmek adına, değişimin yanına geçmiştir ve "eski düzen"in yerine "yepyeni bir düzen" önermektedir. - Kısacası, üretim ilişkilerinin, üretim güçlerindeki değişmeye uyum sağlama yeteneğinin yüksek olmadığı bu örneklerde yaşanan, sınıflar arasındaki çıkar çatışmasının, düzen üzerine kıyasıya bir çarpışmaya dönüşmesidir. Bu süreç içinde, her iki sınıf da kendi çıkarını maksimize etmek adına düzenle ilgili temel tezlerini ortaya sürer: Muhafazakâr sınıfın çıkarlarını eski düzen maksimize ettiğinden bu sınıf eski düzeni, devrimci sınıfın çıkarlarını da kurulacak yeni düzen maksimize ettiğinden bu sınıf da yeni düzeni savunan tezleri gündeme getirir. Bu tezler çerçevesinde düzene ait her ne varsa, sorgulanır, kıyasıya tartışılır, ölünür ve öldürülür. Ve düzen üzerine yaşa