Irsad Ekseni - M F Gulen Copy Extract (201-209) PDF

Summary

This document extract discusses the importance of sincerity and unwavering faith in Islamic teachings. It provides insights into the concept of "yakin," which relates to having complete certainty and conviction in one's belief.

Full Transcript

İç Derinliği _____________________________________________________________________________________________ 223 Bu hâle gelen bir mürşit, yakîn-i tâmmı elde etmiş ve yakînin büyüleyici gücüne sahip olmuş sayılır. Yakîni elde etmek ise, imandaki kemal noktasını yakalamak demektir. Zira Allah Resûlü (...

İç Derinliği _____________________________________________________________________________________________ 223 Bu hâle gelen bir mürşit, yakîn-i tâmmı elde etmiş ve yakînin büyüleyici gücüne sahip olmuş sayılır. Yakîni elde etmek ise, imandaki kemal noktasını yakalamak demektir. Zira Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde: “Yakîn, bütünüyle imandır.”177 buyurmaktadır. Yakîn; insan aklının bürhanlarla donatılması, zihnin tefekkürle imar edilmesi, düşünce ve fikirlerin ilhamla ışıldaması, nefsin ibadet ve taatle erimesi, kalbin de murâkabe ve müşâhede ile Hakk’a nâzır bir mir’ât-ı mücellâ olmasıdır. Yakîn, tevhide ermektir. Yakîne eren bir insanın ne başkasından korkusu, ne de başkalarından ümit ve recası olur. Onun her şeyi Allah’tandır. Çünkü o, hayır ve şerrin bütünüyle Allah’tan geldiğine artık her hâliyle nigehbandır. İşte, bu yönüyle yakîne eren bir insan, fütursuzdur, pervasızdır. O, ölümü gülerek karşılar. Öyle ki o daha dünyada iken ahireti yaşamaktadır. Özlediği bazı yerleri de ölüm burakına binince göreceği inancındadır. Onun için de hep sevinçlidir. Bir hadis mealinde yakîn ehli şöyle anlatılır: “Benim ümmetimin içinde öyle mert insanlar vardır ki, onlar halk içinde mütebessim dururlar. (Bu, Allah’ın nimetlerine tercüman olmanın ifadesidir.) Gecelerini de âh u vâh içinde geçirirler. (Bu da Allah’ın azabından korkmalarının ifadesidir.) Onların kalıpları, maddî yapıları dünyada, mânâ yapıları ise semadadır.”178 Dünya ve ahireti beraber mütalâa eden ve böylece vahdet şuuruna eren yakîn ehli olabilmek, her mürşit için gaye-i hayal hâline gelmelidir. Bizim beklediğimiz ve özlediğimiz mürşit tipi işte budur. O mürşit ki, dünyaya dünya cihetiyle zerre kadar temayülü yoktur ve yine o mürşit ki, irşad vazifesi 177 178 et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 9/104; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 5/34; elBeyhakî, Şuabü’l-îmân 1/74. el-Hâkim, el-Müstedrek 3/19; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 1/478. 224 ____________________________________________________________________________________________ İrşad Ekseni olmasa, şu denî dünyada bir an bile kalmayı düşünmez. İşte Mesih soluklu, Muhammedî ahlâklı mürşitler bunlardır. Ve her mürşit de aslında böyle olmalıdır. Mesnevi’yi şerh eden Tahirü’l-Mevlevî anlatıyor: İskilipli Âtıf Efendi ile hapishanede beraberdik. Hoca, devrinin kültürüne vâkıf, kalem erbabı bir insandı. Son duruşma için çok ciddî bir müdafaa hazırlamıştı. Ertesi gün mahkemeye çıkacak ve hakkında verilecek karar da belli olacaktı. Sabah namazından sonra İskilipli, hazırladığı müdafaa metnini parça parça etti ve götürüp çöp sepetine attı. “Ne oldu, niçin yırttın?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Bu gece rüyamda Fahr-i Kâinat’ı gördüm. Ben oturmuş müdafaa yazıyordum. O da bana hitaben: ‘Âtıf, nedir bu tehâlükün? Yoksa bize gelmek istemiyor musun?’ dedi. Ben de: ‘İstemez miyim yâ Resûlallah!’ dedim. Artık benim O’na kavuşma vaktim gelmiş demektir, müdafaaya ne gerek var!” O günkü mahkemede Âtıf Efendi’nin idamına hüküm verilir, ama o derin bir huzur içindedir ve idam fermanını gülerek karşılar. Çünkü verilen hüküm onun Resûlullah’a kavuşmasını temin edecektir. Altına böyle bir burak çekilen insan niye sevinmesin ki! Doğru bildiği yolda yürüyen, her menzilde Hak rızasını gözeten, her adımda Allah ve Resûlü’nün teveccühlerini yakaladığına inanan niye huzur içinde olmasın ki! Böyle bir kahramanı öldürebilirler; ancak asla mağlup edemezler. Evet, tebliğ adamı neticede onu muvaffakiyete götürecek işte bu ruh safveti ve duruluğunu her zaman muhafaza etmelidir. Kendini Allah’a adayan ve sadece O’nun rızasını kazanmaya çalışan, bugün olmasa da yarın ötede mutlaka her istek ve arzusuna kavuşacaktır. O’nu bulan neyi kaybeder ki!.. Aksine bir insan O’nu bulamamışsa bütün dünya onun olsa dahi ne değer ifade eder ki!.. İç Derinliği _____________________________________________________________________________________________ 225 Zaten, esas olan da duru bir gönül ve selim bir kalb ile Rabbe kavuşmak değil midir? Gerisi, bir sürü boş iş ve bir yığın teşviş sayılan işlere niye o kadar önem verelim ki? Cenâb-ı Hak’tan niyaz ve temennimiz, gönlümüzü ebede kadar duru ve kalbimizi de O’na kavuşuncaya kadar safvet içinde muhafaza etmesidir. O, bizim Rabbimiz’dir. Biliyoruz ki, O’nun rahmeti gadabına sebkat etmiştir. Dileğimiz, sadece O’nun rızası ve yine sadece O’nun rahmetidir... 8. ŞEVK VE İŞTİYAK Tebliğ adamı, tebliğ işini bir aşk ve iştiyak zemzemesi içinde yerine getirmeli ve tebliğ onun için karşı konulmaz bir tutku olmalıdır. Bu özellik, tebliğ adamında uyarılması gereken en lüzumlu duygudur. Ancak görünen o ki, bu duygunun uyanması hem çok zor, hem de çok geç gerçekleşmektedir. Eğer Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendi cemaati içinde evvelâ bu duyguyu uyarmasaydı, yani onları hak ve hakikati anlatma âşıkları hâline getirmeseydi, sebepler açısından ümmetinin bu büyük misyonu gerçekleştirmesi mümkün değildi. İşte Halid b. Velid (radıyallâhu anh). O, Bizans kumandanıyla karşı karşıya geldiğinde ilk defa ona İslâm’ı kabul etmesini teklif eder.179 Kılıçlar konuşmadan önce böyle bir tebliğ keyfiyeti, tebliğ şevkinin her şeyi aşmasından başka ne ile izah edilebilir? Sahabenin hemen hepsinde, tebliğ için dünyanın dört bir yanına sefer ve hicrette bulunmalarında, bu aşk u şevkin tesiri çok büyüktür. İşte bunlardan biri: Hubeyb (radıyallâhu anh) yakalanıp Mekke’ye sevk edilmişti. Günlerce zindanda bekletildikten sonra idam edilmek üzere Mekke’nin o günkü hezeyan dolu gürültüleri arasında 179 İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk 2/160; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye 7/13. Şevk ve İştiyak ________________________________________________________________________________________ 227 meşhedine götürülüyordu. Mahzundu, mükedderdi; çünkü Allah Resûlü’nün onlara tevdi ettiği irşad vazifesini yapmaya fırsat bulamamıştı. Şimdi de eli ve dili bağlanmış idama sürükleniyordu. Durmadan gözlerini çevresinde gezdiriyor, dini tebliğ edebileceği bir insan arıyordu. Ama karşısındaki insanlar arasında öyle birisini görmüyordu. Gerçi, bunların içlerinde istikbalin sahabileri de vardı. Ancak o gün için henüz gönül gözleri açılmamıştı. Hubeyb iki rekât namaz kıldı ve, “Eğer, ölümden korktu da onun için namazı uzattı demenizden çekinmeseydim şu kıldığım son namazı uzatmak isterdim.” dedi. Sonra da idam sehpasına çıkarılıverdi. Beklenen son an gelip çatmıştı. Hareket eden mızrak temrenleri de bunu gösteriyordu. Hubeyb’in gözleri yine çevresinde dolaşıyordu ama bu gözler kat’iyen kendisini ölümden kurtaracak bir insan aramıyordu. Son anda olsun acaba birinin ebedî hayatını kurtarabilir miyim, diye düşünüyor ve etrafını onun için süzüyordu. Aman Allahım, irşad ve tebliğ adına hiçbir şey yapmadan ölmek, onların nazarında meğer ne pes şeymiş! İşte tam bu esnada beklemediği bir fırsat doğmuştu. Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden biri ona bir soru sormuştu ki, sorunun zâhirî yönü hiç de mühim değildi. O, onlara hikmet yüklü bir cevap verecek, hem de bu son anında, irşad ve tebliğde bulunmuş olacaktı. Orada atacağı bir düşünce kıvılcımı, kim bilir istikbalde kaç kişinin gönlünde iman ateşi tutuşturacaktı. Soru şuydu: “Yâ Hubeyb, şu anda senin kurtulman şartıyla, yerinde Muhammed’in idam edilmesini ister miydin?” Elbette bir Müslümana, hem de Hubeyb gibi birine bu soru sorulamazdı. Ama o, bu soruyla yakaladığı son fırsatı değerlendirmeye bakıyordu. İçi içine sığmıyor, sevinç-keder arası bir hisle mutlaka bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Ve o biliyordu ki, bu soruya vereceği cevap, son kıldığı namaz gibi 228 ____________________________________________________________________________________________ İrşad Ekseni kısa olmalıydı. Tek cümlelik bir söze bütün bir hayatı sığdırmalıydı. Öyle konuşmalıydı ki, tarih lâl kesilip onu dinlesin ve zaman onu kulağına küpe yapsın. Evet, o söyleyeceğini böyle söylemeli, son fırsatı tebliğ adına böyle değerlendirmeliydi. Ve: “Hayır, vallahi! Değil benim kurtulmam pahasına O’nun idam edilmesi, benim kurtulmam karşılığında, şu anda Medine’de O’nun ayağına bir diken batmasına dahi gönlüm razı olamaz!”180 deyiverdi –vefanla yüksel ey yüce ruh!Hubeyb (radıyallâhu anh) bunları söyleyince, herhâlde içinde, biraz evvel tebliği yapamamaktan doğan sıkıntı da gidivermişti. Artık o, kendisini tüy kadar hafif hissediyordu. Ve yapacağı son bir vazife ile Allah Resûlü’ne bir ayrılık selâmı verecek ve Cennet’e yürüyecekti. Mekke’den ta Medine’ye selâm gider mi, gitmez mi diye düşünmedi bile. Çünkü selâm göndereceği şahıs Allah’ın şanı yüce nebisiydi. İdam sehpasında son sözü: “es-Selâmü aleyke yâ Resûlallah!” oldu. Allah Resûlü, Medine’de ashabıyla oturuyordu. Birden ayağa kalktı ve “Ve aleyke’s-selâm yâ Hubeyb!” dedi.181 Evet, her dava adamı, tebliğ aşk ve şevkinde Hz. Hubeyb’in ufkunu yakalamalı ki, tarihin şu yanlış akışına bir dur diyebilsin ve zamanı gerçek yörüngesine oturtarak yeryüzü mirasçısı olmanın hakkını verebilsin. 180 181 Buhârî, meğâzî 10; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/294; İbn Hişâm, es-Sîratü’nnebeviyye 4/126 Bkz.: İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye 4/66; İbn Hacer, Fethu’l-bârî 7/384. 9. KALB SAFVETİ - RUH DURULUĞU Tebliğ adamı davasını tebliğ ederken, fevkalâde bir ruh duruluğu ve kalb safveti içinde olmalıdır. Yani o, davasının berraklığına denk bir gönül taşımalıdır. Aksi hâlde, ruh dünyasındaki bulanıklık nispetinde Hak ile olan münasebetleri de kesik kesik olur; dolayısıyla da tesiri hiçe iniverir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Tebliğ adamı tebliğinde rıza-i ilâhîden başka hiçbir şeyi esas maksat yapmamalıdır. O böyle davrandığı sürece hep arkasında Allah’ı, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ın ruhaniyetini ve büyüklerin himmetini zahîr olarak bulur. Bunda hiç kimsenin şüphe ve tereddüdü olmamalıdır. Zaten toprağın bağrına atılan tohumların birinin bin olması arzu ediliyorsa, bunu bu hâle getirecek ilâhî güce dayanmak gerekir. Başka kapılara müracaat ise, sadece ve sadece hasaret getirir. Esasen bizim tevhid anlayışımız da bunun böyle olmasını gerektirir. Cenâb-ı Hakk’ın zâtında şerîki olmadığı gibi, ef’âlinde de O’nun şerîki yoktur. Hidayet ve dalâleti yaratacak olan O’dur. O’dur ki istediğini aziz, istediğini zelil kılar ve ancak O’nun istediği mağlup olur ve yine ancak O’nun istediği muvaffakiyete erer. Evet, duru yaşamanın kavgasını vermek elbet çok zordur; ancak bu aşılmaz tepenin verâsına kurulan otağ da çok 230 ____________________________________________________________________________________________ İrşad Ekseni kutludur. Bakın Ebû Hanife’ye.. o koca imam, kendisine teklif edilen kadılığı, sırf ruh duruluğunu ve kalb safvetini koruyabilmek için reddetmiştir. Kırbaç altında inim inim inlemiş ama ruhuna tuzak saydığı teklifi kabul etmemişti.182 İmam Şafiî de, böyle bir teklifle karşılaşmamak için elinden gelen her gayreti göstermişti.183 O, kendi insanı içinde parya gibi yaşamayı kabul etmiş ve bütün zorlamalara rağmen devlet eliyle verilecek her türlü makam ve mansıbı geri çevirmiştir. Onun için de hayatını sıkıntılar içinde geçirme zorunda kalmıştır. Sağa-sola gidip gelirken kimseye görünmeden ve mümkün mertebe bulunduğu yeri belli etmeden yaşamaya çalışmış ve bir ölçüde, İmam Azam’ın başına gelenlere maruz kalmamaya çalışmıştır. İmam Ahmed b. Hanbel’in Kur’ân uğruna verdiği mücadele ise, tarihin hafızasından hiçbir zaman silinmeyecektir. O “Kur’ân mahluk değildir.” demiş ve bu sözünde ömür boyu direnmiştir.184 İdare-i kelâm edip tariz denebilecek ifadeler kullansa, işin içinden çıkması gayet kolaydı ama, o bunlardan hiçbirine tenezzül etmemiştir. O, bize bir hatırasını şöyle anlatır: “İlk günlerde sırtıma kamçı vurulurken dayanamıyor ve bağırıyordum. Bir defasında hapishaneye bir şakî getirdiler. O şakî bana şöyle dedi: ‘Yâ imam! Sen buraya, doğru bildiğin bir mesele için getirildin ve kırbaçlanırken bağırıyorsun. Hâlbuki ben, doğru olmayan bir suçla buraya getirildim. Ve en az sana vurdukları kadar bana da vurdular ve vuruyorlar. Ama ben hiç sesimi çıkarmıyorum.’ Ondan sonra, ne zaman 182 183 184 Bkz.: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 13/329; İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-a’yân 5/407; ez-Zehebî, Tezkiratü’l-huffâz 1/168 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 9/112. Bkz.: Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ, 9/206, ez-Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ 11/239240. Kalb Safveti - Ruh Duruluğu _________________________________________________________________ 231 beni kırbaçlamaya başlasalar, hep o şakînin sözü aklıma gelirdi; gelirdi de dişimi sıkar ve kırbaç altında kaldığım en şiddetli zamanlarda dahi sesimi çıkarmamaya çalışırdım.” Evet, işte bu büyük imam, bu çile ve ızdırap içinde kim bilir nice günler ve aylar geçirdi! Çok defa en güçsüz ve takatsız anlarında bile iradesinin gücünü izhar etmeye çalışırdı. Ve ilk gün söylediği sözden tek kelimelik olsun taviz vermeden dâsitânî bir kahramanlık sergiledi. O günlerde İmam Şafiî de gizli bir hayat yaşamaktaydı. Bir gece rüyasında Efendimiz’i gördü. Allah Resûlü ona: “Ahmed b. Hanbel’e selâm söyle. Biraz daha dişini sıksın. Yakında bana gelecek.” demişti.185 İmam Şafiî, hemen adamlarından birini hapishaneye gönderdi. Zira kendisinin gitmesi imkânsızdı. Giden zatla bir de gömlek yolladı. “İmam bunu çıplak tenine giysin ve mübarek teni bu gömleğe değsin.” dedi. Adam, Ahmed b. Hanbel’e geldi ve olanları bir bir anlattı. Allah Resûlü’nün selâm gönderdiğini duyan Ahmed b. Hanbel, âdeta çektiklerinin hepsini unuttu ve sevinç gözyaşları dökmeye başladı. Bu arada gönderdiği gömlek geri kendisine gelen İmam Şafiî ise, onu yüzüne gözüne sürerek: “İmam Ahmed b. Hanbel’in teninin değdiği bu gömleğe sürülen yüze, inşâallah Cehennem ateşi dokunmaz.” diye konuştu.186 185 186 İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk 5/311-312. İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk 5/311-312; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye 10/331

Use Quizgecko on...
Browser
Browser