İletişim Kuramları - Medipol Üniversitesi PDF
Document Details
Uploaded by PurposefulDune2030
Medipol Üniversitesi
Asena Temelli Coşgun
Tags
Summary
Bu belge, Medipol Üniversitesi'nde verilen "İletişim Kuramları" dersine ait notlar içerir. Ders, eleştirel yaklaşımları, Frankfurt Okulu'nun çalışmaları ve kitle kültürünü ele almaktadır.
Full Transcript
İSTANBUL MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ İLETİŞİM KURAMLARI Arş. Gör. Dr. Asena TEMELLİ COŞGUN [email protected] 1 İlgili slayt, dersin öğretim elemanı tarafından ders için önerilen kaynak kitaplar...
İSTANBUL MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ İLETİŞİM KURAMLARI Arş. Gör. Dr. Asena TEMELLİ COŞGUN [email protected] 1 İlgili slayt, dersin öğretim elemanı tarafından ders için önerilen kaynak kitaplardan, makalelerden doğrudan alıntılarla hazırlanmıştır. Ders dışında başka bir amaç için kullanılamaz. Çoğaltılamaz. 2 Eleştirel Yaklaşımlar İnsanı anlamak için deneyden fazlası İnceledikleri konuyu toplumu g e r e k i r. İ n s a n ı n e t k i n l i ğ i s t a t i k , dönüştürebilecekleri hatta d e ği şme z kanunl ara v e d o ğrud an dönüştürmeleri gerektiği düşüncesinden nedensel analizlere indirgenemez. hareketle ele alır. Araştırmacının kendisi de toplumsal süreç lere müd ahil old uğund an Mevcut sistemi ve iletişimi eleştirel bir araştırmad an bağımsız o lması tarzda inceler. mümkün değildir. Objektif liğin ideolojilerin üstünü örten Dayanak noktası siyasi ve ekonomik bir maske olduğunu düşünürler. Amprik ilişkilerin asimetrik yapısı. Toplumsal araştırmacıları sayılara gömülmüş ça t ışma , eşit sizlik, ikt ida r gibi olmakla eleştirirler. kategorileri dikkate alır. 3 Eleştirel Yaklaşımlar Objektif liğin mümkün olmadığını İnsanı anlamak için deneyden fazlası belir tirler. Sınıf lı toplumlard a g e r e k i r. İ n s a n ı n e t k i n l i ğ i s t a t i k , nesnellik mümkün değildir. d e ği şme z kanunl ara v e d o ğrud an M e v c ut t o pl um sa l so r unl a ra nedensel analizlere indirgenemez. odaklanırlar. Araştırmacının kendisi de toplumsal süreç lere müd ahil old uğund an araştırmad an bağımsız o lması To p l u m s a l y a p ı d a s i y a s i , mümkün değildir. ekonomik ve kurumsal yapılarda değişimi savunurlar. Objektif liğin ideolojilerin üstünü örten bir maske olduğunu düşünürler. Amprik Köklü değişiklikleri savunduğu araştırmacıları sayılara gömülmüş için ideolojiktir. olmakla eleştirirler. 4 Eleştirel Yaklaşımlar Nitel Araştırmalar İletişim sürecinin anlaşılması toplumsal yapının anlaşılmasıyla mümkündür. Bu karmaşık bir süreçtir. Düz çizgisel modeller yetersizdir. Tek bir ekol değildir: Frankfurt Okulu-İngiliz Kültürel Çalışmalar … Kitle iletişim sürecini toplumdan soyutlamadan ele alırlar. Toplumsal eşitsizlik ve ideolojilerle ilgilenirler. 5 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Kitle toplumu kuramcıları (Nietzsche, Tocqueville, Le Bon, Gasset…) kitle kültürüne ve kitlelere oldukça düşmanca bir tavır takınmışlardı. Kitlelere, şehirleşmeye, kalabalıklara, ortaya çıkan yeni sınıflara, okuryazarlığın artışına tepkililerdi. 20 yüzyılın ilk yarısında sosyalist ve Marksist fikirlerden etkilenen radikal bir kitle toplumu eleştirisi yükselmekteydi. Radikal eleştiri daha öncekilerin aksine kitle toplumunda kitlelerin hareketsizleştiğini, manipülasyona açık hala geldiğini ve yabancılaştığını vurguluyordu. Muhafazakar eleştiriden farklı olan radikal eleştiride kitleler bu sürecin sorumlusu değil, kurbanıydı. Radikal eleştiri, kitle toplumunun yabancılaştırıcı ve yozlaştırıcı etkilerinden ancak kitlelerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi ile kurtulabileceklerini iddia ediyordu. 6 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Resmi adı Frankfurt Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsü olan Frankfurt Okulu temel olarak kapitalist sisteme eleştirel yaklaşan bir okuldur. Okul 1923 yılında Felix Weil tarafından Weimer Cumhuriyeti'nin bir parçası olarak ekonomi politik konusunda disiplinler arası araştırma yapmak için kuruldu. Ancak bu okulun üyelerinin ilgi alanları oldukça geniştir. Özellikle kapitalist modernizmi eleştirmişlerdir. Onlara göre rasyonalite biçimseldir. Amaç özgürlüğü geliştirmek olmalıyken rasyonalite kapitalist artı değeri artırmanın ve insanı köleleştirmenin bir aracı haline gelmiştir. 7 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Frankfurt Okulu’nun en temel amacı geleneksel anlayışlarla tüm bağlarını koparmış yeni bir felsefi/bilimsel anlayış inşa etmektedir. Burada geleneksel anlayış ile ifade edilmek istenen 19. yüzyılın egemen bilimsel paradigması olan pozitivizmdir. Frankfurt Okulu pozitivist bilimi aşma ve alternatif bir bilimsel yaklaşım sunma iddiasındadır. Horkheimar’a göre pozitivizm sadece tikel olanı gördüğünden, toplumsal alanı bireylerden ve bireyler arası ilişkilerden ibaret olarak görür. 8 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Pozitivizm için her şey tümüyle olgular arasında eriyip gider. Ne olgular arasındaki bağlantı, ne olguları var eden ekonomik, toplumsal, kültürel yapıların bir değeri vardır. İşte geleneksel kuramla eleştirel kuram arasındaki fark tam olarak bu noktada meydana gelir: Eleştirel kuram mevcut toplumsal ilişkileri-eşitsiz, tahakküme dayalı- yerinden etmeye yönelirken, geleneksel kuram tikellikleri gözlemlemekle yetinir. Eleştirel kuramın tek kaygısı: Sömürüsüz topluma yol açacak bir gelişmeyi yüceltmektir. 9 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Geleneksel kuram uzmanlaşmış bilimlerden, öncelikle de doğa bilimlerinden kayna kl a nır ve yi ne onl a ra daya nır. Fra nkfur t Okul u pozi t i vi zmi n şu t emel varsayımlarına karşı çıkar: 1) Nesnelere uygulanan tek bir bilim yöntemi vardır. 2) Tüm bilimlere örnek olması gereken gelişmiş doğa bilimlerinin, özellikle matematiksel fiziğin, yöntemidir. 3) Bilimsel açıklamalar nedensel olup, gözlemlenmiş olguların varsayılmış genel yasalardan türetilmesi biçimindedir. Eleştirel kurama göre toplumu ve toplumsal olguları tikeller arasında etkileşimin sonucu olarak gören pozitivist yaklaşım bütünü ve bütünün ardındaki dinamikleri göremez; bunun bir sonucu olarak da değişim olgusunu anlamlandıramaz. İnsan tarihin nesnesi haline gelir. Oysa öznesidir. 10 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Kapitalizmin bilimi olan pozitivizm de var olan gerçekliği açıklamaktan uzaktır. Değerden bağımsız bilim olamaz. Pozitivizm özgürlük için gerekli olan eleştirel akıldan yoksundur. Özellikle kültürün endüstrileşmesi ile birlikte popüler kültür/kitle kültürü insan bilincinin parçalanmasını, tek tipleşmesini ve tüketim kültürünün egemen olmasını sağlamıştır. Bu parçalı bilinç insanın özgürleşmesinin önündeki engellerden birisidir. Temel yaklaşımları özet olarak şöyledir; Frankfurt Okulu'na göre kitleler kapitalizm v e ka pi t a l i st l e ri n ko nt ro l e t t i ği kül t ür e nd üst ri l e ri t a ra fı nd a n ko l ayc a aptallaştırılabilirler. Onlara göre; kapitalist toplumlarda gerçekler burjuvazi tarafından üretilir ve kültür endüstrilerinde işlenir. İdeoloji gerçekliği çarpıtır. Bunu yaparken amacı eşit olmayan güç ve iktidar mücadelelerini kamuf le etmek ve mevcut sistemi meşrulaştırmaktır. 11 İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR: Frankfurt Okulu Frankfurt Okulu, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuştur. Marksizm'den esinlenmiştir. Savaş krizlerine, devrimlere ve Avrupa'daki karışıklıklara bir tepki olarak gelişmiştir. 1931 'den itibaren okul Max Horkheimer'ın önderliğinde ilgi alanını felsefe, kültür ve medyaya yöneltmiştir. 1930'larda ve 40'larda Avrupa 'nın merkezi entelektüelleri haline geldiler: Okulun üyeleri arasında Max Horkheimer (1895-1973), Theodor W. Adorno ( 1903-1969), Herbert Marcuse ( 1898-1979), Walter Benjamin ( 1892-1940) sayılabilir. 12 Frankfurt Okulu'nun geliştirmiş olduğu yaklaşım toplum bilimleri literatürü içerisinde eleştirel teori olarak bilinir. Okulun kurulduğu dönemde Avrupa'da yükselen olgu faşizmdir. Faşizm bu okulun yaklaşımında çok ö nemli bir iz bırakmıştır. Frankfurt Okulu üyeleri Marksist düşünce ile ilgilenmişlerdir. Marksist kuramın Batı Avrupa'da yaygınlaşamaması üzerine bu konuda çeşitli kuramsal çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Ancak Frankfurt Okulu'nun Marksizm anlayışı bu okula özgü bir anlayıştır ve klasik Marksist yaklaşımdan bir kırılma hatta bir sapmadır. Bunun için Frankfurt Okulu'nun ''eleştirel kuramı'' ortodoks Marksistler tarafından kısmen eklektik olması ve kısmen ekonomik belirlenimi ve materyalizmi reddetmesi sebebiyle "revizyonist'' olarak değerlendirilir. Frankfurt Okulu kuramcıları başta pozitivizm olmak üzere, bilim ve teknoloji, estetik, sanat, kitle kültürü ve Marksizm gibi pek çok konuda eleştirel bir yaklaşımla teori üretmişlerdir. 13 Rasyoneldeki İrrasyonalite: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Tek Boyutlu İnsan 21 yaşındayken felsefe doktoru olan Adorno, savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmesine rağmen savaş bitiminde tekrar Almanya'ya dönmüştür. Toplum, kültür ve estetik alanlarında yazılar yazmıştır. Müzik eleştirmenliği de yapan Adorno Kültür endüstrisi ve kitle kültürü konularında da çalışmıştır. Bu okulun en önde gelen kuramcılarından birisi olan Theodor W. Adorno'nun eleştirel teoriye katkısı Max Horkheimer ile birlikte yazdığı Aydınlannıanın Diyalektiği adlı eserde ( 1972) ortaya konulan kültürle ilgili eleştirile ridir. Bu çalışmalarında kapitalizmin tüketici kitle kültürünün eleştirisini yapmışlardır. Kitle kültürü ürünleri derinlikten yoksun, eğlence için üretilmiş yüzeysel ürünlerdir. 14 Rasyoneldeki İrrasyonalite: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Tek Boyutlu İnsan Frankfurt Okulu iki savaş arası dönemde özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarında temel ilgi alanını kapitalizm eleştirisinden modernite eleştirisine kaydırdı. Aydınlanmanın Diyalektiği’nde Adorno ve Horkheimer seçkin ve anlaşılması oldukça güç bir anlatım dili benimsemiştir. Yazarlar araçsal aklın (belirli bir amaca ulaşmada en efektif yolu bulmaya yarayan akıl türü) ve pozitivizmin dayattığı düşünme, yazma ve neden-sonuç ilişkileri kurma biçimine duydukları tepkiyi bu ağır dil aracılığıyla şekilsel olarak yansıtmıştır. Frankfurt Okulu’nun modernite eleştirisinde iki teorik kaynak ön plana çıkar: Max Weber ve George Lukacs. Weber kapitalizm ve bürokrasiyi daha genel rasyonelleşme süreçlerinin örnekleri olarak ele almaktaydı. Çağdaş toplumlarda toplumsal hayat git gide daha fazla belirli tür bir rasyonalitenin egemenliği altına girmekteydi. 15 Rasyoneldeki İrrasyonalite: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Tek Boyutlu İnsan Zweckrationalitat: Araçsal rasyonalite. Buna göre modern ekonomik ve siyasal girişimler için asıl önemli olan teknik verimliliktir. Örneğin, kapitalist iş yeri için temel hedef kardır. Bir kapitalist girişimin tek derdi ne yapıp edip karı maksimum düzeye ulaştırmak, bunun için yöntemler geliştirmektir. Araçsal rasyonalite için esas olan belirlenmiş amaçlar için etkin, verimli araçların seçilmesidir. Horkheimer ve Adorno’nun sunduğu tezde etkili olan ikinci isim Lukacs onun «Tarih ve Sınıf Bilinci» kitabıdır. Lukacs’ın temel sorunu özne-nesne ikiliğini aşabilecek bir devrimci kuramın ana hatlarını ortaya koyabilmekti. Çıkış noktası olarak Hegel’e yönelmiştir. Lukacs’a göre işçi sınıfının kendi öz bilincine varması, çıkarlarını ve tarihsel rolünü kabullenmesi sosyalist devrimin hem sebebi, hem sonucu hem de sürecin kendisi olacaktır. 16 Rasyoneldeki İrrasyonalite: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Tek Boyutlu İnsan Kapitalizmin ayırt edici özelliği meta fetişizmidir ve kapitalizmin sırrı meta fetişizmi bilmecesinin çözülmesinde yatar. Lukacs meta fetişizmini Marx’ın tanımına bir şey eklemeden yapar: «İnsanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkilermiş gibi görünmesi ve yaşanması.» Meta fetişizmi günümüz kapitalizminin en özgül problemidir ve bu sürecin en temel ürünü şeyleştirmedir. Lukacs için metaların fetiş karakteri toplumsal alanın her boyutuna nüfuz etmiştir. Kapitalizm ilerledikçe, üretimde makineleşme arttıkça üretimin öznesi olan insan ürününden ve kendi faaliyetinden uzaklaşır. Özne nesne tarafından tahakküm altına alınır. Kapitalist üretim koşulları içerisinde işçi üretim sürecinde nesneleşir ve üretim makinesinin bir parçası haline gelir, ürettiği ürün hakkında hiçbir söz hakkına sahip olmaz. Kendisine, arkadaşlarına, çevresine yabancılaşır. 17 Rasyoneldeki İrrasyonalite: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Tek Boyutlu İnsan Adorno ve Horkheimer bu fikirler ışığında devlet kapitalizminin ve bürokrasinin kültür endüstrilerinin tahakkümü altında bilim ve teknolojinin, davranış ve düşünce yönetiminin oluşturduğu yeni sistem, tek boyutlu bir toplum üretmektedir. Marcuse «Tek Boyutlu İnsan»’da ileri sanayi toplumlarının açmazlarını etkileyici bir şekilde sunmuştur. Üretim, tüketim, kültür ve düşüncede yaşanan değişimlerin «gelişmiş sanayileşmiş toplumlarda» nasıl bir insan tipolojisi yarattığını tartışmaktadır. Teknolojinin çalışma ve boş zamanı yeniden şekillendirdiği, emeğin örgütlenmesinden düşünme şekillerine kadar yaşamın her alanını etkilediği bir teknolojik toplum tanımı yapmaktadır. Aynı zamanda tüketim kapitalizminin bireyleri nasıl sisteme entegre ettiğin, vurgular. Bu gelişmeler bireylerin yanında olmaktan ziyade, birey özgürlüğüne ve bireyselliği tehdit arz etmektedir. 18 Rasyoneldeki İrrasyonalite: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Tek Boyutlu İnsan Aydınlanmanın Diyalektiği, aklın başta olanaklı kıldığını insanın kendi eliyle yıkma sürecini anlatır. Başka bir deyişle aydınlanmanın öz yıkımını gözler önüne sermeyi amaçlar. Bu öz yıkım süreci toplumsal ilerleme ile hareket eder. Ekonomik verimlilik al anı nd a, d aha ad i l bi r d ünya i ç i n ko şul l arı n haz ı rl anması na kat kı d a bulunabilecek olan ilerlemeler, adaletten ziyade bazı toplumsal grupların toplumun geri kalanı üzerinde tahakküm kurmasına zemin hazırlamıştır. Bilim yalnızca kontrol edebildiğini bilmek ister ya da bilimin amacı kontrol ve baskı altına almaktır. İnsanın doğaya hakim olması ile insanın insana hakim olması arasındaki fark kapanır. Doğa üzerindeki egemenlik insan üzerindeki egemenliği getirir. 19 Theodor Adorno ve Max Horkheimer: Kültür Endüstrisi Kavramı Adorno ve Horkheimer ''kültür endüstrisi'' kavramını kullanmayı iki sebepten dolayı tercih etmişlerdir: 1) Top lumsal yapının anc ak bütünsel bir yaklaşımla ele alınabi lec eğini düşünmeleridir. 2) Bunu kitle kültürü yerine kullanmalarıdır. Ancak burada bir noktaya özellikle dikkat çekmektedirler. O da kültür endüstrisi tarafından üretilen kültüre kitlelerin katkısının fazla olmamasıdır. Bu okul, kültür endüstrisi kavramı üzerinde vurgu yaparken aslında kitle toplumundan ve kitle kültüründen bahseder. 20 Theodor Adorno ve Max Horkheimer: Kültür Endüstrisi Kavramı Frankfurt Okulu kitle kültürünü kültür endüstrileri aracılığıyla ele almış ve bu kültüre karşı olumsuz bir tavır sergilemiştir. Okulun kitle kültürü ve kitlelere karşı olumsuz yaklaşmalarının temelinde Avrupa' da yükselen faşist hareketler ve iktidarların kültür (ve bilinç) endüstrilerini kullanarak kitleleri kolayca yönlendirebilmelerini gözlemlemeleri (de) yatmaktadır. Adorno ve Horkheimer kapitalist toplumlarda ailenin giderek işlevini kaybettiğini ve onun yerini kültür endüstrisinin aldığını belirtirler. Geleneksel olarak bireyi bilinçlendirme ve sosyalleştirme işle vini yerine getiren aile bu işlevi kültür endüstrisine bırakmaktadır. Bu yaklaşım neticesinde her iki düşünür de doğal olarak kitle iletişim araçlarının baskıcı bir yapıda olduğuna inanmaktadırlar. Bu araçlar egemen sisteme karşı ge l i şt i ri l e c e k e l e şt i ri l e re e nge l o l url arke n ki t l e l e ri n e ge me n si st e ml e bütünleşmelerini de sağlarlar. 21 Theodor Adorno ve Max Horkheimer: Kültür Endüstrisi Kavramı Frankfurt Okulu üyeleri (özellikle Adorno ve Horkheimer) kültür endüstrileri konusunda iki noktaya dikkat çekerler: 1)Bunların başında kültür endüstrilerinin gittikçe egemen bir konuma gelerek geleneksel toplumsallaşma kurumlarının yerini alması 2) Kültürel ürünlerin metalaşması sonucu fetiş bir karakter kazanması. 22 Theodor Adorno ve Max Horkheimer: Kültür Endüstrisi Kavramı Adorno ve Horkheimer, kültür alanına tekellerin hakim olduğunu ve bunun da kültürü tek tipleştirdiğini düşünmüşlerdir. Bu teknolojik gelişmeler neticesinde kültür ve endüstri iç içe geçmiş; bu durum kültürün bozulmasına sebep olmuştur. Reklamcılık da bu yeni endüstrinin ve kültürün önemli ve ayrılmaz bir parçası olmuş, halkı yönlendirmede önemli bir etken haline gelmiştir. Kültür endüstrileri, kapitalizmle bütünleşmiştir. Kültür endüstrileri medya ve eğlence firmalarıdır. Eğlence ürünlerinin üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerini büyük şir ketler kontrol ederler. Dolayısıyla bunların ürettiği ürün ler de karı çoklaştırmak için emtia formunda üretilir. Bu emtiaların amacı tüketiciyi özgürleştirmek ve eleştirel anlayışı geliştirmek değil, onları oyalamaktır. 23 Theodor Adorno ve Max Horkheimer: Kültür Endüstrisi Kavramı Bu ürünler endüstrinin egemen değerlerini yeniden üretir. Sinema, radyo ve basın aydınlanma düşüncesini yaymak yerine egemen ideolojinin izleyicilere yayılmasını sağlar. «KÜLTÜR HER ŞEYE BENZERLİK BULAŞTIRIR.» Kapitalist toplumlarda kültür ve sanat eserleri endüstriyel olarak üretilir. İmalat sürecinde standart ve yaratıcılıktan uzak bir işbölümü vardır. Nihai ürün standarttır ve önceden tasarlanmıştır ve özgünlük içermez. İzleyicilerin en düşük ortak paydasına hitap ettiği için içeriği oluşturan tip ve karakterler de standartlaşmıştır. Dolayısıyla kültür endüstrisi kapitalist üretim ve yeniden üretimin önemli bir parçasıdır. Eleştirellikten uzak, içinde bulundukları durumdan memnun tüketiciler yaratır. Amaç zevk ve eğlencedir. 24 Theodor Adorno ve Max Horkheimer: Kültür Endüstrisi Kavramı İzleyicilerin gündelik yaşamın sorunlarından, sıkıntılarından ve gerçeklerden kaçmasına hizmet eder. Gerçeklerden kaçan ve sürekli eğlence arayışında olan bir kitle toplumu yaratılmaktadır. Bu kitleye kapitalist ideoloji benimsetilir. Kültür endüstrileri, var olan düzenle bütünleştirici, tüketime yönelik, bireysel olarak çalışma ve sınıf atlama yönündeki mesajlarla iş gücünün yeniden üretilmesini sağlayarak toplumcu görüşlerin gelişmesini engeller. 25 Adorno ve Horkheimer: Aydınlanmanın Diyalektiği «Kültür Endüstrisi: Kitlesel Bir Aldatma Olarak Aydınlanma» Metalaşan kültür iktidarlar tarafından bir yönetim aracı olarak kullanılır. 20. yüzyıl d a to pl umun i d are si kül t ür e n d ü s t r i s i t a r a f ı n d a n gerçekleştirilmekteydi. Devlet ve eğlence sektörü arasındaki suç ittifakı ilgi çeken noktaydı. KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ Beğeniler ve seçenekler kültür endüstrisi tarafından belirlenmektedir ve kullanıcılar özgür seçim iradesine sahiplermiş gibi bir algı yaratılır. Sinemada bireye farklı hikayeler anlatılarak farklı seçenekler sunuluyormuş gibi gösterilse de aslında A ve B filmleri arasındaki keskin ayrımlar, gerçek farklılıkları yansıtmaktan çok, tüketicilerin sınıflandırılmasında, örgütlenmesinde ve kayda geçirilmesinde görevlidir. Herkes için uygun bir seçenek vardır kimse kültür endüstrisinden kaçamaz. KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ Hayatın her alanı kültür endüstrisi tarafından metalaştırılmaktadır. Kültür endüstrisi atomize edici bir güce sahiptir. Bireyin var olabilmesi için sisteme uyması gerekir. Niteliksel olarak farklı olan niceliksel çoğunluk içinde eritilir. Kültür Endüstrisi hedefine 2 yoldan ulaşır. Tüketiciye günlük hayat sunulur. Vaatler sürekli ertelenir. Sistemin temel belirleyicisi kontrolü elden bırakmamaktır. KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ Kültür endüstrisi bireylere vaat ettiği her türlü şeyle tüketicisini sürekli olarak oyalamaktadır. İlgi çekici içeriklerle mutluluk sürekli olarak ertelenmektedir. Bu süreçte aslında gerçek olan şey kaçılmak istenen sıkıcı, rutin gündelik yaşamın övgüsüdür. Sistem dahilinde temel olan tüketicinin kontrolünü elden bırakmama, tüketiciye bir an olsun direnebilmenin imkanını sezdirmemedir. Kültür endüstrisinin her alanı günlük hayattan kaçışı vaat eder. KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ Kültür endüstrisi tarafından gelir gruplarına göre birer istatistik öğesi haline gelen tüketicilerin neyi izleyeceği ya da dinleyeceği önceden bilindiğinden bu ürünlerin ulaştığı kitleler, ürünleri hali hazırda buna göre alıp tüketmektedir. Kültür endüstri uzmanları tarafından hazırlanan bu ürünlerde filmin nasıl biteceği bellidir. Tahmini doğru çıkan kitleler mutlu olmaktadır. Tek boyutlu insan gücün daha efektif kullanılabileceğinin kanıtıdır. Jürgen Habermas 1929 doğumlu olan J. Habeııııas, Frankfurt Okulu'nun ikinci kuşak temsilcisi olarak kabul edilir. Adorno'nun öğrencisi olan Habermas, eleştirel düşünce geleneğini de sürdürür. O da içinde yaşanılan modern toplumun teknik ve biliminin ideolojik olarak işleyişinin eleştirisini yapar. Ona göre modern toplumun temel özelliği özgürlüğün olmayışıdır. Ancak toplum eleştirisinde Marksist düşünceden ayrılır. Ona göre Marx, kapitalist toplumlarda insan unsuruna gereken önemi vermemiştir. Marx'ın toplumsal evrimi sadece ekonomik ilerlemeyle açıklaması dar ve indirgemeci bir bakış açısıdır. Marx ilerlemenin sürekliliğini ve çizgiselliğine vurgu yapmaktadır. 31 Jürgen Habermas Oysa Habermas'a göre, gelişme önceden kestirilemez. Kapitalizmin, modernizmin ve aklın araçsallaşmasının eleştirisini yapar. Bunlar, insanın özgürleşmesinin önündeki engellerdir. Aydınlanma hareket i, b askıc ı ve kit leleri denet leyen b ir sist em yaratmıştır. Ancak yine de aydınlanma projesi eleştirel bir akılla kurtarılabilir. Habermas, Marksist kuramdaki devrim ve sınıf mücadelesi anlayışını yadsımıştır. Bunun yerine kriz kavramsallaştırmasını geliştirmiştir. Ona göre modern toplumlar birer kriz sistemidir. Bu krizin kaynağında da insanın özgürlük ihtiyaçlarını karşılayamaması vardır. Toplumsal kurumlar baskıcı ve manipülatiftir. İnsanlar bu krize cevap vermek için etkileşimde bulunurlar ki Habermas buna ''iletişimsel eylem’’ der. 32 Jürgen Habermas İletişimsel eylem bütün insanların kullandığı düşünme biçimlerinin ve dilin bir tipidir. Bu, bütün insanların birbirlerini anlamasını ve geleceğe yönelik genel eylem planları yapmasını sağlar. Bu bir araya gelme ve anlaşma değişim biçimi olarak devrimin yerini alır. ''İletişimsel Eylem Kuramı'' başlıklı çalışmasında, toplumsal olarak eylemde bulunan insanların iletişimsel akıl aracılığıyla geleceğe yönelik kolektif planlar yapabileceğini ileri sürer. Kapitalist kitle medyası kamusal alanı yok eder. Pasif izleyiciler yaratır. Bunun yerine aktif iletişimcilerin kişiler arasında ideolojik ve çarpık iletişimden kurtulan açık, doğru ve bilgilendirici bir iletişim kurabilirler. 33 Jürgen Habermas Habermas, l 960'lı yıllarda ''Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü" başlıklı bir doktora tezi yazmıştır. Habermas 'a göre, on sekizinci yüzyılda toplumsal sorunların tartışıldığı fiili bir kamusal alan vardı. Böylece siyaset üzerinde etkinlik sağlanabilmekteydi. Özellikle kafeler kamusal alan için önemli mekanlardı. Buraları buluşma ve tartışma yerleriydi. Matbaanın bulunuşu ve basının ortaya çıkıp gelişmesi ile birlikte insanlar kendi görüşlerini topluma iletebilme imkanlarına kavuşmuşlardır. Ancak, on dokuzuncu yüzyılda endüstriyel kapitalizmin egemen üretim biçimi haline gelmesiyle birlikte burjuva sınıfı kamusal alanı da ele geçirmiştir. Medya ve siyasetin kurumsal olarak örgütlenmesi kamusal alanın yok olmasıyla sonuçlanmıştır. Böylece, insanlar toplumsal sorunlara ve siyasete etkin katılımcılar olmaktan ziyade pasif izleyicilere dönüşmüşlerdir. 34 Gramsci ve Hegemonya İtalyan Antonio Gramsci, önde gelen Marksist düşünürlerdendir. Gramsci, Marx'ın kendi çalışmalarında, kapitalist toplumlardaki siyaset ve kültür alanlarını önemsemediğini düşünür. Devrimci dönüşümün gerçekleştirilmesinde siyasetin ve kültürün etkisi konusunda düşünür. Sınıf lı toplumlarda başat sınıfın egemenliği sadece ekonomi üzerindeki hakimiyetinden kaynaklanmaz. Bunun yanında politik ve kültürel alanlarda sınıf egemenliğinin güçlendirilmesine hizmet eder. Kapitalist toplumlarda ekonomik krizler olmasına rağmen toplumsal devrimler gerçekleşmemektedir. Devletin, düşünce üreten kuruluşların ve organik aydınların önemine dikkat çeker. Devlet bütün sivil toplum alanlarını kuşatmıştır. Dinsel ve siyasal kuruluşların (örneğin, kilise ve sendikalar gibi) yönetimleri aracılığıyla devlete bağlandığını vurgulamıştır. Devlet egemen sınıfın egemenliğini gerçekleştirilmesine hizmet eden bir aygıttır. 35 Gramsci ve Hegemonya Egemen sınıfın iktidarını kurmasında hem fiziksel güç kullanılır hem de kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanılır. Gramsci'nin kültür ve ideoloji konusundaki çalışmalarında anahtar kavram hegemonyadır. Hegemonya kavramı Antonio Gramsci'nin 1920'lerde ve 30'larda yazdığı düşüncelerine dayanır. Bu kavram kültür, iktidar ve ideoloji kavramlarıyla bağlantılıdır. Gramsci'nin asıl merak ettiği elit bir azınlığın toplumun geri kalanına (sayısal olarak çoğunluğa nasıl hükmettiği ve çoğunluğun da hükmedilmeyi ve yönetilmeyi nasıl kabul ettiğidir. E lit b ir az ınlık nasıl o lur d a zo ra b aşv ur m ad an ç o ğ unluğ u ko nt ro l edebilmektedir? Gramsci bu sorunun cevabını hegemonya kavramında bulmaktadır 36 Gramsci ve Hegemonya Marx, sosyalist bir devrimi haber verdiği halde nasıl oluyor da bir avuç kapitalist toplumu kendi çıkarları doğrultusunda yönetmekte ve yönlendirmektedir? Çünkü bu azınlık ülkedeki temel kurum olan devlete ve onun organlarına ve kitle iletişim araçlarına sahiptir. Bu araçlar sayesinde azınlık çoğunluk üzerinde kontrol sağlamaktadır. Gramsci, temelde hegemonya kavramından toplumu yöneten elit bir azınlık grubun toplumun diğer kesimleri üzerindeki ideolojik ve kültürel kontrolünü anlıyordu. Böylece yönetici kesim sivil topluma nüfuz ediyordu. Hakim sınıf kurulu düzeni egemen kılan sınıf çıkarlarını destekleyecek olan temel eğilimleri, inançları ahlak kurallarını ve topluma egemen olmasını istediği tüm değerler sistemini aile, okullar, sendikalar ve kiliseler gibi tüm toplumsal kuruluşlara etki ederek yayıyordu. Hegemonya kavramı basit bir söyleyişle topluma yön veren sınıfın dünya görüşü olarak tanımlanabilir. 37 Gramsci ve Hegemonya Egemen sınıfın bu dünya görüşü ideolojik kontrol mekanizmaları ve toplumsallaştırıcı kurumlar sayesinde gündelik yaşamın her alanını etki altına alır. Gramsci 'ye göre egemen sınıfın fikir ve görüşlerinin topluma yayılmasında organik aydınların önemli bir görevi vardır. Bunlar, kafa emeği olarak kullanılan din görevlileri, öğretmenler, kitle iletişim alanında çalışanlar vb.dir. Bunlar, egemen sınıfın fikirlerini gündelik dil aracılığıyla topluma yayarlar. Burjuva sınıfının egemen blok olmasını sağlarlar. Dolayısıyla işçi sınıfı arasında bir sınıf bilincinin gelişmesinin önünü kesmek için tüccar, sanayici ve küçük burjuva sınıf ların çıkarlarının ifadesi olan milliyetçi sağ görüşlerin sağduyu ve his haline getirilmesini sağlarlar. Egemen sınıfın görüşleri toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenip sağduyu gibi algılanmaya başlanır. 38 Gramsci ve Hegemonya Hakim sınıf kontrolünde tuttuğu zenginlikleri ve toplumda işgal ettiği pozisyonu korumak, sürdürmek ve sürekli hale getirmek için kendi dünya görüşünü, felsefesini, bilimini, kültürel ve ahlaki değerlerini topluma mal eder. Bu değer ve görüşlerin sınıfsal karakterini gizleyerek toplumun ortak değer yargısı haline getirir. Bu değerlere alternatif olabilecek değer yargıları ve dünya görüşleri ortadan kaldırılmaya ve hakim sınıfın ideolojisi rakipsiz kılınmaya çalışılır. Egemen sınıf topluma doğrudan siyasi baskı yapmak yerine toplum üzerinde ideolojik hakimiyet kurmaya çalışır. Bütün bu uğraşların sonucunda toplumda hükmedilenlerin rıza göst erdiği ve hükmedenlerin egemen olduğu bir yapı ortaya çıkar. 39 Gramsci ve Hegemonya Gramsci’ye göre modern toplumları geleneksel toplumlardan ayıran önemli özelliklerden biri egemenlik biçimlerindeki farklılaşmadır. Geleneksel toplumlarda yöneticiler yönetilenler üzerinden doğrudan baskı yoluyla hakimiyet kurardı. Oysa günümüz modern toplumlarında politikanın işleyişi, demokrasi, kamuoyu gibi kavramlar üzerinden gerçekleşmektedir. Bu durum doğrudan baskı yöntemlerine başvurmayı geçersiz kılmaktadır. Toplum temelde yine hakim olanlar ile baskı altında kalanlardan oluşmaktadır. Ancak baskı dolaylı yollardan gerçekleşmektedir. Egemenler ve bağımlılar arasındaki ilişki hegemonik ilişkidir. Bu dolaylı baskı etkileme ile sağlanırken, e t k i l e m e i s e k ü l t ü r, i d e o l o j i v e o n l a r ı n t a ş ı y ı c ı s ı o l a n m e d ya i l e gerçekleşmektedir. 40 Gramsci ve Hegemonya Gramsci 'ye göre egemen sınıf iktidarını ya güç kullanarak ya insanların rızasını üreterek ya da ikisini birden kullanarak yapar. Güç kullanarak yönetmek için ordu, polis, yargı ve hapishane gibi kurumlar gerekir. Böylece bu kurumlar fiziksel güç kullanarak insanların mevcut ilişkilere boyun eğmelerini sağlarlar. Ancak Gramsci'ye göre hiçbir egemen yapı sadece güç kullanarak iktidarda kalamaz. Gramsci'ye göre iktidar ve güç kültür gibi, gündelik yaşam gibi hayatın her alanında yer alır. Gündelik yaşamlarında insanlar mevcut toplumsal uzlaşılarla fikir birliği içindedirler ve bu, sokaktaki insana sağduyu olarak görünür. 41 Gramsci ve Hegemonya Gramsci'ye göre rıza; egemen sınıfın kendi dünya görüşünün ve düşünme biçiminin toplumun üyelerine kabul ettirilmesidir. Okul, kilise (din) , medya gibi kurumlar insanların düşüncelerini ürettiği ve yeniden ürettiği kurumlardır. Bu kurumlar aracılığıyla egemen sınıf kendi düşünce biçimini ve dünya görüşünü topluma yayar. İnsanlar herhangi bir toplumsal sorunla karşı karşıya geldiklerinde kendilerine öğretildiği gibi yani egemen sınıfın bakış açısıyla olayları değerlendirirler. Bu bakış açısı onlara doğal ve sağduyu olarak görülür. Olayları sınıfsal çıkarlarla ilişkilendiren kişiler ise sapkın kişiler olarak değerlendirilirler. Çünkü bu insanlar sağduyuyla düşünmemektedirler. Sağduyu olayları herkesin bildiği gibi tanımlar. Bugün de medya aynı yöntemi kullanır. Böylece sağ duyu insanların temel kabullerine aykırı düşen alternatif yaklaşımları vatandaşın gündeminden uzaklaştırır. 42 Gramsci ve Hegemonya Gramsci'nin hegemonya kavramı (ve kuramı) medyaya uygulandığında görülür ki medya, okuyuculara /izleyicilere/ dinleyicilere egemen sınıfın değerlerini aktaran bir araçtır. Medya genel olarak egemen yapıya ve egemen değerlere karşı olan ve bunları tehlikeye atan her türlü olaya karşıdır. Bunlar içerisinde işçi sınıfına ve onun ideolojisine yakın olma ihtimali bulunan sendikalar ve bunların egemen düzen için bir tehdit oluşturan eylemlerine (yani grevler), toplumsal düzeni tehdit eden protestoculara ve gösteri yürüyüşleri yapanlara, Marksizm’e, çevrecilere karşıdır. Bunun yanında, kapitalist üretim ilişkileri doğal düzen kabul edilir. Kapitalist girişim, kar ve yöneticilerin her türlü girişimi ve uygulamaları sağduyu ve toplumun çıkarı olarak sunulur. Medyada haber değeri olacak olay ve olgular hep egemen sınıfın bakış açısıyla sunulur. Bireycilik yüceltilir. Yoksullukta ve başarısızlıkta kişiler suçlanır. Kusur b ireylerde aranır. Sonuç olarak medya eg emen değ erleri akt ararak hegemonyayı yeniden üretir. 43 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» 1918 yılında Cezayir' de doğan L. Althusser, 1948 yılında Fransız Komünist Partisine katılmıştır. Marksist filozof Althusser Marksizm'i bir bilim olarak gördü. Çalışmaları yapısalcı gelenek içinde yer alır. A lt husse r c i M a r k siz m' in b ir ö z e lliğ i M a r k s' ın H e g e lc i ö z c ülüğ ünü reddetmesidir. Özcülük, şey'in, öz'ün tek bir unsuruna ya da özelliğine indirgenmesidir. Althusser iki tür özcülüğü reddeder. Bunlar ekonomizm ya da ekonomik belirlenimcilik ve hümanizmadır. Hümanizmayı reddeder çünkü hümanizma içinde toplumsal gelişme önceden verili insan doğasının bir parçası olarak görülür. Dolayısıyla Althusserci Marksizm anti -ekonomist ve antihümanisttir. 44 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Althusser, ekonomizmi reddederek ideolojinin kendisini devletin ideolojik aygıtlarında somutlaşan ve bilinci biçimlendiren bir güç olarak gördü ve ideolojiye göreli olarak bağımsızlık tanıdı. Althusser'e göre ideoloji; bireylerin kendi varlık koşullarıyla olan hayali ilişkileridir. Althusser, ideolojinin yanlış bilinç olarak algılanmasına karşı çıkar. Çünkü; ideolojiler insanların zihinleri tarafından üretilmezler. Kiliseler, camiler, okullar, sendikalar ve medya gibi, insanların nasıl düşüneceğini onlara öğret en ve kendisinin devlet in ideolojik aygıt ları dediği kurumlarda somutlaşan maddi bir yapı tarafından üretilir. 45 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» İdeolojiler insanları özgür ve özerk olduklarına inandırır. Bunun için ideoloji, insanları öznelere dönüştürür ve onlara gerçekte ideolojik süreçler tarafından biçimlendirilmelerine rağmen kendilerini, belirleyen ajanlar olarak görmelerini sağlar. Althusser bütün ideolojik biçimleri mevcut sistemin kendisini yeniden üretmesi için katkıda bulunan yapılar olarak düşündü 46 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Böylece Althusser fonksiyonalizme yaklaşma tehlikesine düştü. Çünkü; kapitalist toplumu yek pare ve iç çatışmalara izin vermez bir şekilde sundu. Ona göre, ideoloji, kapitalist üretim tarzına özgü üretim ilişkilerini yeniden üretmeyi sağlar. İdeoloji, medyanın da dahil olduğu kurumlar tarafından üretilir. İdeolojinin materyal bir anlamı vardır, çünkü insan pratiklerinde somut hale gelen sosyal bir süreçtir. Althusser, ideolojinin mevcut sosyal ilişkileri yeniden ürettiğini vurgularken, ona bir özerklik atfeder. Oysa ideoloji özerk değil mevcut üretim ilişkilere uyar. Dolayısıyla ideolojiye atfedilen bu göreli özerklik yaklaşımı gerçeği yansıtmaz. Althusser, kapitalist toplumlarda insanların tüm arzu, istek, beklentilerinin, tercihlerinin ve değer yargılarının, iç ind e yer ald ığ ı top lumsal p rat ikler t arafınd an oluşt uruld uğ u düşüncesindedir. 47 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Ona göre bunların böyle olmadıklarını düşünmek durumun böyle olmadığının nihai kanıtı değildir. Burjuva toplumlarında insanlar her ne kadar birey olarak düşünülüp değerlendirilse de insanların kendilerini bu şekilde (yani özneler olarak algılamaları) doğuştan getirdikleri bir özellik değildir. Egemen yapı tarafından bireylere özne rolü empoze edilir. Toplumsal pratikler bu pratikleri yapan bireylerin hem karakteristiklerini belirler hem de onların sahip olab ilec ekleri b ir t akım özellikleri ve b unların sınırlarına ilişkin kavramsallaştırmaları da oluşturur. Çünkü her toplum ancak kendi imajında b i r e y l e r y a r a t ı r. İ n s a n l a r ı n t o p l u m i ç i n d e o y n a d ı k l a r ı r o l l e r v e gerçekleştirdikleri etkinlikler toplumsal pratikler tarafından onlara kazandırılır. İnsanların toplumsal pratikleri Devletin İdeolojik Aygıtlarını (DİA) oluşturur. 48 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Devletin İdeolojik Aygıtları eğitim sistemi, dinsel örgütler, sendikalar, aile ve medya gibi kurumlar ve bu kurumların sürekli olarak propaganda aracılığıyla topluma aktardıkları değerlerden ve fikirlerden oluşur. İnsanlara bir şey olmanın ne anlama geldiği bu kurumlar tarafından öğretilir ve öğretilen o rolün gereği olan bir takım pratikler o bireyden beklenir. Ona göre ideolojik pratikler olmasa sınıf lı toplumlar kendilerini yeniden üretemezler. İdeoloji bu toplumlarda sömürü ilişkilerini gizler. Toplumsal hayata ilişkin olarak sahip olunan tüm düşünce ve pratiklerin toplumsal yapı tarafından belirlendiğini düşünür. 49 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Althusser, yapısalcı bir kültürel Marksizm'i savunur. Kültür, ideoloji, iktidar ve toplumsal yapı arasındaki ilişkiye vurgu yapar. Althusser, Genç Marx ve olgun Marx arasında epistemolojik ayrılıklar olduğunu savunur. Ona göre, ilk dönem Marx, öznelci ve hümanist iken olgun Marx daha nesnelcidir. Dolayısıyla olgun Marx daha yapısalcı ve daha bilimseldir. Onun için olgun Marx'ın eserlerine dayanarak kültür ve politikaya göreceli bağımsızlık atfeden yapısalcı bir yaklaşım geliştirir. 50 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Ekonomik altyapı üzerinde devletin ve bir de ideolojik yapının yer aldığı üstyapı vardır. Üstyapı kapitalist üretim ve yeniden üretimi sağlayacak faaliyetleri düzenler. Devlet ve hukuk aracılığıyla egemen sınıf baskıya dayalı olarak ekonominin işlemesini sağlar ve böylece sermaye birikimini gerçekleştirir. Kapitalist ideoloji ise bu süreci meşrulaştırır. Althusser, üstyapıya ilişkin etkinliklere çok fazla güç atfeder. Ona göre, üstyapı altyapıdan belli bir düzeyde özerktir. Ancak bu düzeyi ölçebilecek bir ölçüt geliştirememiştir. Üstyapının da temel üzerinde önemli etkilerde bulunduğunu, ancak ekonomik altyapının son tahlilde belirleyici olduğunu düşünür. 51 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Ekonomik altyapı üzerinde devletin ve bir de ideolojik yapının yer aldığı üstyapı vardır. Üstyapı kapitalist üretim ve yeniden üretimi sağlayacak faaliyetleri düzenler. Devlet ve hukuk aracılığıyla egemen sınıf baskıya dayalı olarak ekonominin işlemesini sağlar ve böylece sermaye birikimini gerçekleştirir. Kapitalist ideoloji ise bu süreci meşrulaştırır. Althusser, üstyapıya ilişkin etkinliklere çok fazla güç atfeder. Ona göre, üstyapı altyapıdan belli bir düzeyde özerktir. Ancak bu düzeyi ölçebilecek bir ölçüt geliştirememiştir. Üstyapının da temel üzerinde önemli etkilerde bulunduğunu, ancak ekonomik altyapının son tahlilde belirleyici olduğunu düşünür. 52 Althusser ve «Devletin İdeolojik Aygıtları» Toplumsal ilişkilerde ekonominin tek belirleyici olduğu yönündeki yaklaşımı reddeden Althusser, devlet ve kültürel yaşam arasındaki ilişkilere dikkat çeker. Kapitalist devlet var olan sistemin yeniden üretimi için iki tip aygıt kullanır. Bunlardan ilki kaba güce dayalı fiziksel şiddeti kullanan asker, polis, mahkeme ve hapishane gibi kurumlardan oluşan Devletin Baskı Aygıtlarıdır. Bunlar her türlü eylemin bastırılması ve denetim altına alınması için kullanılır. İkincisi ise egemen görüş ve düşüncelerin topluma yayılmasını sağlayan medya, eğitim öğretim kurumları, kilise, aile ve siyasal partiler gibi Devletin İdeolojik Aygıtlarından oluşur. Bu kurumların hepsi devletin örgütlenmesi içerisinde yer alırlar. Feodal toplumlarda devletin en önemli ideolojik aygıtı kilise idi. Bugün ise eğitim kurumları ve medya en önemli ideolojik aygıtlar haline gelmişlerdir. 53 İngiliz Kültürel Çalışmalar 2. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’sinde, refah devleti koşulları altında, kapitalist endüstriyel üretimin diriliş yaşadığı ve popüler kültürün hızla Amerikanlaştırıldığı bir dönemde doğmuştur. Kültürel çalışmaların kökleri Richard Hoggart, Raymond Williams ve E. Thompson’ın çalışmalarına kadar uzanmaktadır. 54 Ders İçin Önerilen Kaynaklar Levent Yaylagül-Kitle İletişim Kuramları, Dipnot Yayınları, Burak Özçetin-Kitle İletişim Kuramları, İletişim Yayınları, Nazife Güngör-İletişim Kuramlar- Yaklaşımlar Dersle İlgili Makaleler 55 İSTANBUL MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ İLETİŞİM KURAMLARI Arş. Gör. Dr. Asena TEMELLİ COŞGUN [email protected] 1 İlgili slayt, dersin öğretim elemanı tarafından ders için önerilen kaynak kitaplardan, makalelerden doğrudan alıntılarla hazırlanmıştır. Ders dışında başka bir amaç için kullanılamaz. Çoğaltılamaz. 2 Yapısalcı Dilbilim ve Göstergebilim Yapısalcılık, 1950'li yıllarda Roland Barthes ve Levi Strauss'un çalışmalarıyla popüler olmaya başlamıştır. Çok çeşitli yapısalcı yaklaşımlar vardır. Ancak bütün bu yaklaşımların hepsinin temelinde sosyal yaşamın o şekilde oluşmasını sağlayan yapılar olduğu görüşüne dayanmaları ortak noktalarıdır. Yapısalcılık: Dilsel yapıları öne çıkaran bir yaklaşımdır. Temeli dilbilim ve göstergebilime dayanır. İnsanın kendisine değil, pratiklerine önem verir. Pratiklere dilsel anlamlar yüklenir. Özne geri plana itilir ve yok sayılır. Önemli olan anlam yüklenmiş yapılardır. Bu anlayışa göre metinsel yapıların çözümlenmesiyle bütün bir yaşama ilişkin çıkarımlarda bulunulmaya çalışılır. Diğer yandan yapısalcılık dil üzerinden insanı anlama, anlamlandırma çabası olarak nitelendirilebilir. 3 Yapısalcı Dilbilim ve Göstergebilim Yapısalcılık: Yapısalcı çözümlemede yapıların tarihsel bağlamları göz ardı edilir. Aslında yapısalcılığa karşı çıkanlar, onun, insanları tarihsel, toplumsal, kültürel, ekonomik bağlamlarından kopardığını ileri sürerler. Özellikle sınıf ve tarih kavramlarını merkezi bir yere koyan sol Marksistlere göre yapısalcılık tarihsel ve sınıfsal sorgulama ve çözümlemeleri dikkatlerden uzaklaştırmak amacı güdenlerin çabalarıyla Batı düşüncesi içerisinde yaygınlık kazanmıştır. Öznenin ötelenmesi nesnenin de yok sayılmasını beraberinde getirmiştir. Yapılar merkezi bir konuma geçmiştir. Bunlar insan ögesinden soyutlanmış yapılardır. Yapısalcılara göre insan ancak dil yoluyla düşünebilir. Gerçek dil aracılığıyla şifrelenmiştir. Anlamı üreten insan değil yapıdır. Anlamlar ikili karşıtlıklar üzerine kurulmuştur. İyi-kötü, siyah-beyaz, güzel-çirkin… 4 Yapısalcı Dilbilim ve Göstergebilim Yapısalcılık: Yapısalcılıkta birey yoktur, özne vardır. İnsanın kimliği, bireyci bütünlükten kurtarılmış, özne-nesne ikiliği biçiminde parçalara ayrılmıştır. Ama öznenin de pek bir anlamı yoktur. Yapısalcılık çevremizdeki her şeyin, tüm düzeneklerin, kültürün, toplumsal kesitlerin metin olarak tanımlanmasını ve okunabilirliğini savunmaktadır. Metin indirgemeci bir anlayış söz konusudur. Üretenin tümüyle yok sayıldığı, ürünün öne çıktığı, yaşamın, insanın, insan ilişkilerinin tümüyle dilsel anlatıların içine yerleştirildiği bir bakış açısı… Asıl olan yapılardır, asıl olan dilsel yapılardır dayatmasıyla toplumdaki insani ilişkilerin sorgulanmasının önüne geçilmektedir. 5 Yapısalcı Dilbilim ve Göstergebilim Ferdinand de Saussure Dilbilim alanında yapısalcı yaklaşımların temelini İsveçli dil bilimci Ferdinand de Sausure atmıştır. Onun ders notları öğrencileri tarafından Genel Dilbilim Dersleri adıyla yayınlanmıştır. Sausure'e göre dil, kavramlar ve düşüncelerle bunları ifade etmeye yarayan seslerden oluşur. Sassure'e göre dil, düşüncelerin aktarılmasını sağlayan bir göstergeler sistemidir. Bu göstergeler de gösteren ve gösterilenlerden oluşur. Gösteren, işaret ya da seslerden oluşurken, gösterilen düşünce ve kavramlardır. Sesler ya da kelimelerle bunların ifade ettikleri kavram ve düşünceler arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Yani düşünceyi taşıyan işaretler keyfidir. (Nedensizlik İlkesi) 6 Yapısalcı Dilbilim ve Göstergebilim Dil bir işaretler sistemidir. Dolayısıyla dili anlamak için sistemin yapısına bakmak gerekir. Dilin artzamanlı ve eş zamanlı analizi gerekir. Eşzamanlı çözümleme dildeki karşıtlıkları ortaya çıkarır. Eş zamanlı çözümleme, dilin fotoğrafik biçimidir ve dili verili koşullar içerisinde ele alır. Artzamanlı çözümleme ise anlatının o şekilde oluşmasını sağlayan dizimsel yapıyı açığa çıkarır. Dili zaman içerisindeki evrimsel süreciyle ele alır. Saussure’ün artzamansal dil çözümlemesi, dil sisteminin toplumsal ve kültürel sistemle ilişkilendirilmesi anlamına gelmektedir. Buna göre her dönem, her dönemin tarihsel koşulları kendi dil sistemini geliştirir. 7 Yapısalcı Dilbilim ve Göstergebilim Saussure dilde üst kavramlara da dikkat çeker. Bazı sözcükler, başka sözcükleri de içeren bir üst kavram niteliğindedir. Örneğin hayvan sözcüğü kedi, köpek, arı, kuş gibi hayvan türlerini içerir. Aynı şekilde kuş sözcüğü de yine kendi içinde serçe, güvercin, bülbül vb. kuş türlerini içerir. O halde Saussure’ün üst kavram nitelemesinin salkım biçiminde bir işleyişe sahip olduğu eklemesini yapabiliriz. Saussure dilbilimsel sistem üzerinde durur. Sesbirim (fonem), dilin en küçük ve temel birimidir. Sesbirimlerin, bir ses sistemi içinde bir araya gelmeleriyle sözcükler oluşur. Sesbirimler, sözcüğe bağlı olarak anlam kazanırlar. Tek başlarına bir anlamları olmamakla birlikte sözcükler üzerinde ayırt edici özelliğe sahiptirler. Saussure dil sisteminin çizgiselliğine de değinir. Dil sisteminin birimleri olan sesbirimi sözcük ve cümlelerin anlamlı birer dizge oluşturabilmeleri için, birbiri ardında sıralanmalarına çizgisellik ilkesi denir. 8 Ayrıca, dil (langue) ve konuşma/söz (parole)arasında da ayrım yapar. Konuşma ya da söz insanların bahsettikleri şeydir. Ancak dil, bu konuşmanın ya da sözün dayandığı yapıyı dile getirir. Yani dil, konuşmanın dayandığı ve anlamların oluşumunu sağlayan bütün bir işaret sistemidir. Sassure, konuşma ya da sözden daha çok dilin yapısıyla yani langue ile ilgilenmiştir. Çünkü konuşma ve anlam dilin yapısı ile mümkündür. Sassure, işaret ve sembollerin incelendiği bilime semiyoloji ya da göstergebilim der ve bu sembollerin doğasını ve yapısını araştıran bilim de dilbilimdir. 9 Levi-Strauss 1960'lı yıllardan itibaren Fransız araştır rııacılar medya konusundaki araştırmalara ilgi duymaya başlamışlardır. Bu dönemdeki araştırmaların odağında kitle kültürü konusundaki tartışmalar, yapısalcılık / göstergebilim ve toplumsal eleştiri alanları yer almaktadır. 1960'larda Levi Strauss'un çalışmaları yapısalcı antropolojik yaklaşımın temellerini oluşturmuştur. Ona göre, bir kültürün düşünsel sınırları belli bir toplumun anahtarıdır. Yapısal dilbilim yaklaşımıyla yapılan çalışmalarla bir kültürün mitleri incelenerek, soyutlamalar yoluyla o kültür anlaşılabilir. Levi-Strauss, yapısalcı yaklaşımı kültür alanına uygulamıştır. 10 Levi-Strauss Kültürü anlamak için gelenek, görenek, mit ve ritüellerin yapısal analizini gerçekleştirir. Mitleri ve mitsel düşünceleri oluşturan yapısal bir mantık vardır. Mitler, toplumun bilinç altını ortaya çıkarmaya yarar. Levi Strauss, dilbilim yöntemini kültüre uygulayarak kültürel sistemlerin yapısını ortaya koymaya çalışır. Tıpkı dilde olduğu gibi kültürün de altında yatan bir yapı vardır. Bu yapının analizi toplumun kolektif bilincinin açığa çıkarılmasını sağlar. Her dil ve kültür ikili karşıtlıklarla var olur. Kültür özerktir. Kendisini destekler ve sürdürür. Çünkü kültürün bir yapısı ve işleyiş mantığı vardır. Bu anlayışlarında Levi-Strauss iktidar nosyonuna yer vermez. Yaklaşımı işlevselcidir. Toplumsal çatışmaları görmez. Kültürü insan pratiğinden soyutlar. Kültüre belirleyicilik atfederek idealist bir konuma düşer. 11 Roland Barthes Roland Barthes'ın incelemeleri medya çalışmaları alanında yeni ufuklar açmıştır. Levi-Straus, Amerikan yerlilerinin mitlerinin arkaik kökenleri konusunda çalışırken, Roland Barthes, modern zamanların bilinçsiz mitlerini incelemiştir. Fransız kökenli olan Roland Barthes yapısalcı bir kültür anlayışına sahiptir. Saussure'ün çalışmalarına dayanarak kültürün semiyotik analizini yapmıştır. Böylece dilbilim ve kültür arasındaki ilişkiyi daha da sıklaştırmıştır. Semiyolojinin kavramlarını kullanmıştır. Saussure'ün ayrımı olan dil/söz (langue/parole) ayrımının her türlü kültürel analize uyarlanabileceğini düşünmüştür. Konuşmanın altında bir yapı vardır. Yapısal dilbilim konuşmayı biçimlendirir. Aynı şekilde Sassure'ün gösteren ve gösterilen yani temsil edilen düşünce ya da şey (gösterilen) ve temsil eden (gösteren) ilişkisinin bütün simgesel sistemlerin temeli olabileceğini düşünmüştür. 12 Roland Barthes Bunun yanında ''düz anlam " ve "yan anlam'' ayrımını da kullanır. Her ifade, düz anl amın d ışınd a yan anl aml ara d a sahi pti r. Yan anl aml ar i d e o l o j i l e ri n taşınmasında ve aktarılmasında kullanılan üst dil olarak işlerler. Kültür, dil ve işaretler aracılığıyla taşınır ve kuşaklar arasında aktarılır. Kültürü taşıyan simge ve semboller ideolojiktir. Çünkü kültür sınıf lı bir toplum olan kapitalist toplumun kültürüdür. Kapitalizm kendi mitlerini yaratmıştır ve bunu dil aracılığıyla topluma yayar. Kapitalist toplumdaki mitler egemen yapıyı doğallaştırır ve meşrulaştırır. Mitler egemen değerleri topluma aktarır, tarihi yok eder. Statükocu fikirleri korur. Sağduyu yaratarak eleştirel aklı köreltir. 13 Roland Barthes Roland Barthes, özellikle popüler kültürün ideolojik yönünü ön plana çıkarmaya çalışır. 1970'lerde özellikle medya içeriklerini oluşturan haber, reklam ve her türlü popüler kültür incelemelerini etkilemiştir. İngiliz Kültürel İncelemeleri için ufuk açıcı olmuştur. Barthes, çağdaş kapitalist toplumlarda da mitler üretildiğini belirtir. Bu mitler kitleleri baştan çıkarır ve birer taklitçiye dönüştürür. Barthes, bu mitleri anlamlandırma sürecinde okuyucu/izleyicilerin aktif li ğine dikkat çeker. Semiyoloji, mitlerin kodlarını açığa çıkaracaktır. Metinleri okur odaklı ve yazar odaklı olarak ayırır. Okur odaklı metinler açık uçludur. Yazar odaklı metinler kapalı bir anlama sahiptir. Çağdaş popüler kültür açık uçlu mitlerden oluşur. İzleyiciye haz verir. Her izleyici kendi hazzını üretir. Burada postyapısalcı yaklaşımın temelleri bulunmaktadır. Böylece Barthes, alımlama çalışmalarının öncülüğünü de yapmıştır ve ideolojinin dilbilimsel olarak analiz edilmesini sağlamıştır. 14 Roland Barthes Medya alanında yapısalcı çalışmaların önemi, bu yaklaşımların medya içeriklerini egemen ideolojinin topluma aktarıldığı ürünler olarak görmeleridir. Böylece, medya yaklaşımlarında programlar aracılığıyla izleyici ve okuyuculara sunulan içeriği ve onun ideolojisini incelerler. Özellikle Althusser'in yapısalcı ideoloji anlayışı çerçevesinde Devletin İdeolojik Aygıtları kavramsallaştırmasına başvururlar. Ancak bu yaklaşım ideoloji ve maddi ve düşünsel üretim arasındaki bağlantıyı kopartarak onun yerine bilinç dışına belirleyicilik atfetmektedir. Yapısalcı yaklaşım kültüre göreli özerklik atfederek kültürün endüstriyel yapılar tarafından emtia formunda üretilmesini ve bunun toplumsal yeniden üretim süreci etkisini görmezden gelir 15 Ders İçin Önerilen Kaynaklar Levent Yaylagül-Kitle İletişim Kuramları, Dipnot Yayınları, Burak Özçetin-Kitle İletişim Kuramları, İletişim Yayınları, Nazife Güngör-İletişim Kuramlar- Yaklaşımlar Dersle İlgili Makaleler 16 İSTANBUL MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ İLETİŞİM KURAMLARI Arş. Gör. Dr. Asena TEMELLİ COŞGUN [email protected] 1 İlgili slayt, dersin öğretim elemanı tarafından ders için önerilen kaynak kitaplardan, makalelerden doğrudan alıntılarla hazırlanmıştır. Ders dışında başka bir amaç için kullanılamaz. Çoğaltılamaz. 2 İngiliz Kültürel Çalışmalar 2. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’sinde, refah devleti koşulları altında, kapitalist end üstriyel üretimin d iriliş yaşad ığı ve po püler kültürün hızla Amerikanlaştırıldığı bir dönemde doğmuştur. Kültürel çalışmaların kökleri Richard Hoggart, Raymond Williams ve E. Thompson’ın çalışmalarına kadar uzanmaktadır. Kültür kelimesi Batı dillerindeki karmaşık kelimelerden birisidir. Kültürün ortak bir tanımı yapılamamıştır. Ancak kavram insanların yaşam biçimlerini anlamada az çok faydalı bir kavramdır. Kavramın kullanımı ve anlamı değişmeye devam etmektedir. Kültür kavramı anlam olarak ''bütün bir yaşam biçimine'' göndermede bulunur. 3 İngiliz Kültürel Çalışmalar Bunun dışında herhangi bir toplumdaki toplumsal pratikler, temsiller, dil ve gelenekler o toplumun kültürü olarak değerlendirilir. Buna göre kültür, kavramı bireysel değil, belli bir grup insan tarafından paylaşılan anlamları ifade etmek için kullanılır. Küreselleşme çağında kültür, küresel medya şirketleri tarafından bütün dünyaya dağıtılan medya içerikleri aracılığıyla insanların büyük bir bölümü tarafından paylaşılan anlamlardır. Kültür işaretler ve dil ile taşınır. Kültürel anlamlar dil aracılığıyla biçimlendirilir ve iletilir. Dil ayrıca insanların kendileri ve toplum hakkındaki bilgilerinin biçimlendirildiği ve iletildiği araçtır. 4 İngiliz Kültürel Çalışmalar Buna göre dil, tarafsız bir araç (medium) değildir. Gerçek dünyadaki nesneler ve ilişkiler dil aracılığıyla anlamlandırılır ve biçimlendirilir. Dil, değerlerin, anlamların ve bilginin oluşturulduğu bir mücadele alanıdır. Materyal nesnelere ve toplumsal pratiklere dil aracılığıyla anlamlar verilir. Televizyon da bu anlamların üretildiği ve kültürel pratiklerin taşındığı en önemli araçlardan birisidir. Kültürel Çalışmalar, dil ve anlamlar aracılığıyla gerçek dünyanın toplumsal olarak nasıl yapılandırıldığı ve sunulduğu (temsil edildiği) sorunuyla ilgilenirler. Kültürel Çalışmalar, insanların anlamlandırma ve temsil pratikleri aracılığıyla kültürü anlamaya çalışır. 5 İngiliz Kültürel Çalışmalar İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneği, 1960'lı yıllardan itibaren önce edebiyat a l a nı nd a ba şl aya n, d a ha so nra d i si pl i nl e r a ra sı bi r ya kl a şı m l a sı nı f mücadelelerinin, tahakkümün ve toplumsal eşitsizliklerin, ideolojinin ve direnişin yeniden üretildiği bir alan olarak başta İngiltere olmak üzere çağdaş kapitalist toplumlarda kültürün incelenmesi ile uğraşır. Bu çalışmaların ilk dönemlerinde daha çok seçkin kültür ya da üst kültür etrafında odaklanırken daha sonra popüler kültür, kitle kültürü ve gündelik yaşamın kültürü de araştırma konusu olmuştur. 6 İngiliz Kültürel Çalışmalar İngiliz Kültürel İncelemeler geleneğinin öncüleri, R. Hoggart ve R. Williams'tır. Bunların çalışmaları ideolojik olarak Batı Marksizmi ya da Yeni Sol olarak adlandırılabilecek düşünce geleneğine dayanmaktadır. Batı Marksizm'i geleneksel Marksizm'i ekonomik indirgemeci olarak görmekte ve bunlar, geleneksel Marksizm'i toplumsal, siyasal, ekonomik ve ideolojik incelemelerde kültürü yeterince dikkate almamakla ya da gölge bir fenomen olarak görmekle suçlamaktadırlar. İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneği dayanak noktası olarak ilk dönemlerde Althusser'in yapısalcı Marksist ideoloji görüşüne dayanırken, daha sonra Gramsci'nin hegemonya kavramsallaştırmasına başvurur. 7 İngiliz Kültürel Çalışmalar İngiliz Kültürel İncelemeleri olarak bilinen ekolün asıl ismi Birmingham Çağdaş Kültürel İncelemeler Merkezidir. Bu merkez ilk dönemlerde Althusser ve Gramsci'nin teorik yaklaşımlarına dayanarak kültür incelemeleri gerçekleştirirken, 1980'lerden sonra postmodern ve post yapısalcı yaklaşımlara daha çok dayanmaya başlamıştır. Aynı dönemde özellikle kadın çalışmaları ya da feminist yaklaşım daha etkin olmaya başlamıştır. Medya mesajları da dahil her türlü metindeki eşitsizlik ilişkisini ve buna karşı mücadeleleri özellikle dilde ve söylemdeki yerel ve parçalı mücadeleleri post ön ekine dayalı olarak incelemektedirler. İngiliz Kültürel İncelemeleri, yukarıda da belirtildiği gibi öncelikle edebiyat eserlerinin incelenmesiyle başlamıştır. 8 İngiliz Kültürel Çalışmalar 20.yy.da yazın ve edebiyat incelemelerinde seçkinci bir yaklaşım egemendi. Bu yaklaşım popüler kültür ürünlerini düşük entelektüel ve beğeni düzeylerine hitap ettiği görüşünden hareketle incelemeye değmez olarak görülmelerine neden olmuştur. Richard Hoggart ve Raymond Williams gibi, İngiliz Kültürel İncelemelerinin öncüsü olan düşünürler, işçi sınıfının kültürünü anlamak için popüler kültür ürünlerinin incelenmesi gerektiğini düşünürler. Hoggart çalışmasında çalışan sınıf ların gündelik yaşam pratiklerini ve dünya görüşlerini ortaya çıkarmaya çalışır. Bu görüşlerin oluşmasında popüler kitap, gazete ve dergi gibi kitlesel yayınların etkisini araştırır. Hoggart'a göre, bu yayınlar, genel ortalama okuyucu için kitlesel yayınların yapılmasına ve düzeylerinin sürekli o seviyede kalmasına hizmet eder. 9 İngiliz Kültürel Çalışmalar Hoggart'ın en önemli özelliği kültür ve ideoloji konusunu anlamak için popüler kültür ürünlerinin incelenmesi geleneğine öncülük etmesinde yatar. Raymond Williams da benzer şekilde kültürü incelemek için çaba harcamıştır. İşçi sınıfının kültürünü anlamak için onların kültürünü biçimlendiren popüler kitle kültürü ürünlerini incelemiştir. Williams, Uzun Devrim eserinin büyük bir bölümünü kültürü incelmeye ayırır. Burada kültür olgusunu toplum bilimsel olarak inceler. Kültürü en geniş anlamda ''bütün bir yaşam biçimi'' olarak ele alır ve edebiyat ve sanat gibi olguları bu genel yaşam biçimi ile ilişkisi içerisinde inceler. Burada kültürün hem üretim ve dağıtımını hem de içeriğini dikkate alır. 10 İngiliz Kültürel Çalışmalar Kültürü tarihsel bağlamına yerleştirerek günümüz kapitalist kültürünün oluşumunda sanayi devrimi, okuryazarlık ve işçi sınıfının mücadeleleri ile Batı tipi burjuva demokrasilerinin gelişimi ve kurumsallaşmasını tarihsel süreç içerisinde oluşan bir olgu olarak ele alır. Toplumun d üşünc e ya d a d uygu yapısının oluşumund a yaşanan tarihsel gelişmelerin etkilerini anlamaya çalışır. Kültürü kolektif bir olgu olarak değerlendirir ve sosyalleşme süreciyle edinildiğini belirtir. Raymond Williams 1970'li yıllarda Yeni Sol ya da Neo Marksist yaklaşımlara dayanarak çalışmalarına devam eder. Özellikle Frankfurt Okulu üyeleri, Gramsci, Althusser gibi Batılı Marksistler kültür incelemelerinde Williams'a dayanak olur. Sınıf farklılıklarına dayalı olarak farklı düşünce ve his yapılarını açıklamada kültürün, ideolojinin ve sınıfsal tahakküm ve hegemonyanın önemine dikkat çeker. 11 İngiliz Kültürel Çalışmalar İngiliz Kültürel İncelemeler geleneğinin ya da özgün adıyla Birmingham Çağdaş Kültürel İncelemeler geleneğinin 1960'lardaki kurucusu ve yöneticisi Richard Hoggart'tır. Ancak bu okulun çalışmalarının dünya çapında şöhret kazanması Stuart Hall yönetici olduktan sonra gerçekleşmiştir. Kültürel Çalışmalar geleneği özellikle medya tarafından sunulan içeriğin metin olarak analizini yapmıştır. Bu metinler kapitalist sınıfın hegemonyasını ve kapitalist ideolojiyi yeniden üreten materyaller olarak görülmüştür. Bunun yanında popüler kültür bağlamında işçi sınıfının gündelik yaşamı ve düşünceleri incelenerek buradaki toplumsal eşitsizlikler ve iktidar ilişkileri ortaya konmuştur. 12 İngiliz Kültürel Çalışmalar Hall, Althusser'i takip ederek medyanın gerçeği inşa etmesine rağmen gerçeği yansıtıyormuş gibi yaptığını belirtir. Med yanın anlam üretme pratiğini, Gramsc i'nin hegemo nya kuramı ve Althusser'in medyaya göreli özgürlük tanıyan ve egemen ideolojinin yeniden üretilmesinde ''devletin ideolojik aygıtları" olarak çalışan kavramı çerçevesinde analiz etmiştir. Hall’e göre medya, egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden yorumları yeniden üretme eğilimindedir. ''Haber'' olayları tanımlayarak önemli bir rol oynar. Fakat medya, hükümet ve diğer kurumlar gibi yetkili kaynaklara göre ikincil tanımlayıcıdırlar. Çünkü medya kaynak olarak önce bu kurumlara baş vurur. Dolayısıyla medya haberin ikincil tanımlayıcısıdır. 13 St uar t Hal l , ayrı c a kuramsal o l arak i nsanl arı n me d ya me t i nl e ri ni nası l anlamlandırdığı konusu üzerinde durdu. Hall, medya metinlerine verilen cevapların çeşitliliğine daha geniş bir alan bırakarak Althusser' den ayrılır. "Encoding-Decoding'' adlı çalışmasında medya metinlerinde egemen ideolojinin tercih edilen okuma olarak kaydedildiğini fakat bunun okuyucular tarafından otomatik olarak kabul edilmediğini belirtir. 14 Okuyucuların/izleyicilerin/dinleyiciler medya ile ilişkileri bağlamında üç grupta ele alınabilir: Egemen okuma: İzleyiciler metni egemen kodlarla okurlar. Yani metinde ne verilmek isteniyorsa izleyici onu alır. Kod açımlamayı göndericinin beklentileri doğrultusunda yapar. Tartışmalı/Müzakereci okuma: İzleyiciler medya metinlerini tartışmalı bir tavırla okur. Burada izleyicinin sorgulayıcı ve eleştirel tavrı devreye girer. Tartışmalı okuma yapmaya eğilimli izleyici kendisine gönderilen iletileri aynen alıp onu egemen kodları kullanarak açımlamaz. Bu tür izleyicilerin toplumun geneli dışında kendine özgü kodları vardır. Dünyaya biraz farklı pencereden bakmayı yeğlerler. Her verileni almak değil, tartmak, sonra duruma göre almak ya da reddetmek eğilimine sahiptirler. Karşıt okuma: Toplumda belli bir kesim toplum genelinde yaygın kodlara büyük ölçüde ya da tümüyle kapalıdır. Marjinaller, protestler, entelektüel düzeyi çok yüksek olup da kendilerini toplumdan soyutlamış kimseler vb. kesimler bunlar arasında yer alır. Bu tipteki izleyicilere ne verilirse verilsin daha baştan karşı çıkmaya hazırdırlar. Bu tip izleyiciler çoğu zaman kitle iletişim araçlarına da kapalıdır. 15 Hall, yorumun sınırlı kalacağı üzerinde ısrar eder; ona göre anlam özel ve bireysel olamaz. Ancak ideoloji üzerindeki vurgusu medya sahipliği ve kontrolünün önemini görmezden gelir. Kültür gündelik yaşama konu olan içerik ve pratikleri kapsar. Dolayısıyla kapitalist toplumlarda medya içeriklerinin tüketimi gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Gündelik yaşam bir eşitsizlikler ve tahakküm alanıdır ve medya da bu eşitsizlikleri ve egemen sınıfın hegemonyasını yeniden üretmek için çalışır. Kültürel Çalışmaların anlayışına göre, iktidar hakimiyetin rızaya dayalı olarak üretildiği hegemonya kavramsallaştırmasıyla açıklanır. 16 Toplumsal kontrolün sağlanmasında ve sürdürülmesinde devletin baskı aygıtlarının (polis, mahkeme, ordu) yanı sıra devletin ideolojik aygıtları da ürettikleri mesajlar ve temsillerle var olan toplumsal ilişkileri anlamlandırır. Böylece alt kültüre dahil olan insanlar ve bağımlı sınıf lar, egemen sınıfın kültürü tarafından belirlenen toplumsal ilişkileri nasıl anlamlandıracaklarını gösteren toplumsal pratiklerin neler olduğunu görürler. Hegemonyanın sağlanmasında kitle iletişim araçları toplumsal gerçekliği tanımlama ve yeniden üretme işlevini yerine getirir 17 Stuart Hall medyayı kamunun bilincini biçimlendiren ve ona etki eden güçlü bir araç olarak görülür. Kültürelcilik, ekonomizmi reddederek Althusserci yapısalcılığı izler. Fakat yapısalcılığın aksine alt grupların toplumdaki gerçek deneyimlerine vurgu yapar ve medyanın toplumsal bağlamını kurarak medyayı kompleks bir yapısal bütünlük olarak görür. İ ngiliz Kültüre l İ nc e le me le r ge le ne ğind e ye r alan araştırmac ılar, me d ya incelemelerinde medyayı egemen sınıfın görüş ve düşüncelerini topluma yayan ideolojik aygıtlar olarak görürler. Bunu yaparken de Althusser'in Devletin İdeolojik Aygıtları ve Devletin Baskı Aygıtları ile Gramsci 'nin hegemonya ve tahakküm kavramsallaştırmalarına başvururlar. Böylece medya egemen bakış açısını topluma yayarak işçi sınıfı ve alt kültürler arasında eleştirel bir bakış açısının ve düşüncenin gelişmesini engeller. 18 Çünkü medya var olan gerçeği olduğu gibi göstermez onu yanlış bir şekilde sunarak var olan eşitsizlikleri ve iktidar yapılarını doğallaştırır ve meşrulaştırır. İngiliz Kültürel Çalışmaları, medya bağlamında dilin, kültürün ve ideolojinin incelenmesinde yapısal dilbilim ve göstergebilimin sağladığı teknikleri kullanmıştır. F. Sassure, R. Barthes ve Levi-Straus'un yapısal dilbilim yaklaşımı medya içeriklerini okuma ve anlamlandırma sürecine dayanak sağlamıştır. Özellikle Barthes'ın temel anlam ve yan anlam ayrımına başvurulur. Medya içeriği bir şeyler anlatırken bu anlatının sadece düz bir anlamı yoktur. Her metinde ilk bakışta göze çarpmayan gizli anlamlar ve ideolojiler de yer alır. İngiliz Kültürel İncelemeler içerisinde Stuart Hall medya içeriklerinin oluşturulması ve anlamlandırılması sürecine hem üreticilerin hem de tüketicilerin yani izleyicilerin aktif bir şekilde katıldıklarını belirtir. 19 Kültürel İncelemeler Geleneği, gündelik yaşam pratikleri içerisinde çeşitli medya içeriklerine maruz kalan ve bunları tüketen izleyicilerin bu içerik aracılığıyla sunulan egemen ideoloji ve değerlere ne kadar direnip bunları alternatif şekillerde anlamlandırdığını araştırır. Özellikle 1970'ler ve 1980'lerin yarısına kadar İngiliz Kültürel Çalışmaları sınıf, iktidar, ideoloji ve kültür arasındaki ilişkilerin incelenmesinde etkin bir rol oynamıştır. Ancak bu çalışmalar feminist, postmodernist ve postyapısalcı bakış açıları ile bölünmüş ve dağılma sürecine girmiştir. Postyapısalcı yaklaşım, yapının metni belirlediğini reddeder. Böylece üretilen her türlü anlamın süreç boyunca olasılıklar içerisinde anlık bir duruşla üretildiğini öne sürer. 20 1980'li yıllard a İ ngiliz Kültürel Ç alışmaları geleneği iç erisind e alımlama çalışmalarına başvurulmuş ve bunun neticesinde medya metinlerinde anlam ve ideolojinin oluşumunda izleyicilerin de aktif katılımı olduğu düşüncesi egemen olmaya başlamıştır. Bu yaklaşım ana akım medya araştırmalarındaki etki çalışmalarına benzer bir şekilde etki araştırması yapar. Ancak bu araştırma geleneğinin dayanak noktası sosyal psikolojiden çok, semiyolojik ve dilbilimseldir. Medya metinlerinin şifresini izleyiciler çözmektedir. Ayrıca ana-akım yaklaşımlardan farklı olarak medya metinlerinin kod açımlama veyahut anlamlandırma sürecinde izleyici/okuyucuların sınıfsal konumlarının da etkili olduğuna vurgu yapılır. Burada asıl bulunmak istenen, izleyicilerin medya metinlerini nasıl okudukları yani egemen ideolojiyle olan ilişkilerinin nasıl olduğu sorunudur. 21 Kültürel çalışmalar geleneğinin amacı belli bir bağlamda kullanılan, alımlanan içeriğin anlamını ortaya çıkarmaktır. Toplumsal ve kültürel bağlamda alımlanan anlama bakar. Metot olarak entnografik ve nitel analiz metotlarını kullanır 22 Kültürel Çalışmalar ve Alımlama Analizi Bu yaklaşıma göre medyayı kullanmak izleyiciler açısından medyanın sunduğu kültürel ürünleri anlamlandırma sürecidir. Bu ekol, uyarıcı-tepki ve etkili metin ya da mesaj modelinin izleyici araştırmaları geleneğini reddeder. Medya mesajları, bu mesajları hazırlayanların niyetlerinin ötesinde farklı şekilde oluşmuş toplumsal ve kültürel gruplar tarafından farklı şekilde kod açımı yapılır ya da okunur. Buna göre medya metinleri, çok anlamlıdır ve farklı yorumlamalara açıktır. Bu gelenek içerisindeki anlayışlardan birisi de medya kullanımını önemli bir gündelik yaşam etkinliği olarak görmesi ve medyanın izleyiciler tarafından kullanımının ancak alt kültür gruplarının deneyimleri ve toplumsal bağlamında anlaşılabileceğini düşünmeleridir. 23 Kültürel Çalışmalar ve Alımlama Analizi Alımlama analizi, bağımsız bir araştırma geleneği olmaktan ziyade İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneğinin önemli bir parçasıdır. Bu araştırmalarda medya metinlerini okuyanlara ya da kod açımlama yapanlara önemle vurgu yapılır. Okuyucu/izleyici/kod açıcı medya metinleri tarafından önerilen egemen ya da hegemonik mesajlara karşı direnme ve izlediği olguları kendi tecrübeleri doğrultusunda anlamlandırma gücüne sahiptir. Bu araştırmalar içerisinden etnografik araştırmalar ve nitel incelemeler ağırlıktadır 24 Kül t üre l İ nc e l e me l e r ge l e ne ği i ç e ri si nd e i z l e yi c i l e re yö ne l i k al ı ml ama çalışmalarının bazı temel özellikleri şöyledir: Medya metinleri izleyicilerin alımlamaları yoluyla anlamlandırılır. Medya metinlerinin önerdiği anlamlar hiçbir zaman kurulu ve öngörülebilir değildir. Medya kullanım süreci özel bağlamda belli çıkarların ifadesidir. Medya kullanımı tipik olarak duruma özgü ve toplumsal konumlara bağlı olarak gelişen katılımcı ve yorumlayıcı bir süreçtir. İzleyiciler asla pasif olmadıkları gibi bütün izleyiciler eşit de değildirler. Bazıları diğerlerine göre daha tecrübeli ya da daha aktiftirler. Kullanılan teknik ''nitel", derinlemesine ve sıklıkla etnografiktir ve medya içeriği, alımlama eylemi ve bağlamı birlikte ele alırlar 25 İletişimin Ekonomi Politiği En genel anlamda ekonomi politik, insanların maddi varlıklarını sürdürebilmek için gereken araçların üretim ve değişimini inceleyen bir bilimdir. Üretim ve değişim farklı fonksiyonlar olmakla birlikle birbirlerini şartlandırır. Ekonomi politik özünde tarihsel ve sınıfsal bir bilimdir. Tarihseldir, çünkü üretim ve değişim ilişkileri ülkelere ve tarihsel dönemlere göre farklılaşır. Sınıfsaldır, çünkü üretim ve bölüşüm tarihsel olarak, incelenen dönemin üretim ve güç ilişkilerine dayanır. 26 İletişimin Ekonomi Politiği İletişimin ya da medyanın ekonomi politiği kitle iletişim kuramlarının mülkiyet ve sahiplik yapısı, bundan beslenerek gelişen medya-iktidar ilişkileri, bu ilişkilerin medya metinlerinin içeriğine nasıl yansıdığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Adorno, Golding, Murdock, Mosco, Garnham, Chomsky, Herman gibi isimlerle biçimlenen iletişimin ekonomi politiği yaklaşımının kaynağı Marksist gelenek içerisinde biçimlenen eleştirel ekonomi politiktir. Buna göre kapitalizm içerisinde büyük sermayenin sahipliğinde biçimlenen kitle iletişim kurumlarının sistemin siyasal ve ekonomik güçleriyle nasıl işbirliği yaptığı, egemen blokta nasıl yerini aldığı, egemen kesimlerin kitleleri kandırma çabasına nasıl ortak olduğu eleştirel bir bakış açısıyla incelenir. Bu yöndeki çalışmalar iletişim kuram ve araştırmalarının ekonomi politik boyutunu oluşturur. 27 İletişimin Ekonomi Politiği Eleştirel ekonomi politik yaklaşıma göre toplumsal bilinç bireyler tarafından değil yönetici sınıf tarafından oluşturulmaktadır. Toplumda güç kimdeyse toplumsal bilinç de onun istek ve arzuları doğrultusunda şekillenmektedir. İletişimin ya da medyanın ekonomi politiği yaklaşımını temel alarak kitle iletişim araçları üzerinde incelemeler yapanlar mülkiyet ve sahiplik yapısı üzerinde dururlar. Kitle iletişim araçlarının mülkiyetinin kimlerin elinde olduğu, nasıl bir sahiplik yapısının söz konusu olduğu, kurumsal yönetimin hangi kurallar çerçevesinde belirlendiği, medya patronlarının toplumdaki diğer güçlerle ilişkisi vs sorularla yönlendirilen ekonomi politik incelemeler, bütün bu süreçlerin kitle iletişim araçlarının ileti örgüsünü nasıl etkilediğini çözümlemeye çalışır. 28 İletişimin Ekonomi Politiği İletişimin ekonomi politiği yaklaşımını benimseyenlere göre kitle iletişim kurum ve araçları toplumdaki diğer güçlerin yönetiminde ve denetiminde bulunan aygıtlardır. Kitle iletişim araçları kapitalist sistem içerisinde yapılanmakta, bu sistem içerisinde parayı elinde bulunduran sermayenin mülkiyetindedir. Tıpkı diğer sektörler gibi kitle iletişim sektörü de sistem içerisinde güçlenerek varlığını sürdürme kaygısı taşır. Ancak bir tekstil fabrikasının patronu olmakla bir gazetenin patronu olmak aynı şey değildir. Her ikisinin de amacı yaptığı işten para kazanmak, üretimi paraya dönüştürmektir. Ancak kitle iletişimi bilgi üretir ve dağıtır. Bilgi doğrudan insanların bilincini hedef alır. Oysa bir çorap üreticisin ürettiği durum için aynı şey geçerli değildir. 29 İletişimin Ekonomi Politiği Kitle iletişim kurum ve araçları üzerinde ekonomi politik bir anlayışla çalışanlar söz konusu kurum ve araçların ekonomi politik kurum ve işleyişlerinden hareketle toplumdaki işlev ve etkilerine ilişkin çıkarımlarda bulunmayı amaçlarlar. Medyada tekelleşme bu kapsamda ele alınmaktadır. Eleştirel ekonomi politikçiler izleyicilerin tercihlerinin oluşum sürecini de incelerler. Klasik ekonomi politikçilere göre toplumdaki tüm bireyler özgür satın alma ve kullanma hakkına sahiptir. Eleştirel ekonomi politikçiler ise bu tür bir özgürlüğün asla söz konusu olamayacağını ifade ederler. Onlara göre bireylerin tercihleri aslında onların kendi tercihleri değil, başkaları tarafından oluşturulmuş tercihlerdir. İzleyiciler kendilerine sunulan seçenekler arasından «tercih yaparlar.» 30 Amerika’da İletişimin Ekonomi Politiği İletişimin ekonomi politiği konusundaki çalışmalar, öncelikle iletişimin uluslararası b oyut unun inc elenmesiyle b aşlamışt ır. 1 9 7 0 ' li yıllarda uluslararası ilet işim alanında yapılan çalışmalarda ilet işim alanının uluslararasınd a e şit siz b ir b ağ ım lılık v e sö m ür ü ilişkisi iç e r isind e gerçekleştiği ve bu durumun kültür ve medya emperyalizmi olduğu görüşü geliştirilmiştir. Üçüncü dünya ülkeleri merkez ülkelerden ürün transfer etmekte ve bununla birlikte gelen profesyonel ideolojiler toplumların bilincinin ve kültürünün şekillenmesini sağlamaktadırlar. 1960'lı yıllarda Latin Amerika ülkelerinin analizi sonucu geliştirilen Bağımlılık kuramlarına dayalı olarak kültürel bağımlılık kuramı geliştirilmiştir. 31 Amerika’da İletişimin Ekonomi Politiği Bağımlılık teorisine göre kalkınma ve azgelişmişlik karşılıklı etkileşim içindedirler. Kalkın(a)mamanın sebebi modernistlerin iddia ettiği gibi sermaye ve yönetim eksikliği değil, dünyayı, merkezinde sanayileşmiş ülkelerin bulunduğu ve çevrede Üçüncü dünya ülkelerinden oluşan iki kutuplu uluslararası eşitsiz iş bölümüne dayanan dünya sistemidir. Bu sistemin işleyişi gelişmişleri daha da geliştirirken az gelişmişleri de az gelişmişlik yönünde geliştirir. Bu uluslararası yapı çevredeki ülkelerde sermaye birikimini ve kalkınmayı engeller. Çünkü çevre ülkelerdeki artı değer, kar olarak merkez ülkelerde toplanmaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerinde b ağ ım lılık sad e c e e ko no m ik b ir o lg u d e ğ ild ir, hayat ın he r alanını kapsamaktadır. Medya Üçüncü Dünyaları ''küçük Amerika''lara çevirmeye çalışmaktadır. 32 Bu yaklaşım merkez ile çevre arasındaki ilişkinin merkezin egemenliğine dayalı dengesiz bir ilişki olarak görmüştür. Bu incelemeler kapitalist yapının bir parçası olarak iletişimin ekonomik yapısına ağırlık verirler. Bu ekonomik ve kültürel bağımlılık yaklaşımı kültür emperyalizmi tezinin doğmasını sağlamıştır. Ekonomi politik yaklaşıma dayalı olarak medya emperyalizmi tezi geliştirilmiştir. Medya emperyalizmi uluslararası medya faaliyetlerinde iki şekilde ortaya çıkar: Uluslararası medya akışının tek yönlü olmasında, Uluslararası medya alanında belli ülkelerin nüfuz sahibi olmasında. Bu yaklaşıma göre medya emperyalizmi bir ülkedeki medya yapısının diğer ülkelerin medya yapılarına bağımlı ve onların çıkarına hizmet etmesidir. Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi Herbert Schillerdir. Schiller, Neo-Marksist yaklaşımın geliştirmiş olduğu bağımlılık kuramlarından hareketle iletişim uluslar arası boyutunu incelemiştir. 33 Herbert Schiller: Amerikan İmparatorluğu’nun Hegemonyası Eleştirel medya çalışmalarının Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en önemli temsilc isi olan Herber t Sc hiller ç alışmalarınd a ekonomi politik yöntemi kullanmıştır. Schiller'in çalışmaları iletişim endüstrilerinin ekonomi politiğinin en önemli analizleridir. Daha çok iletişimin uluslararası boyutları üzerinde çalışan Schiller, iletişimin kapitalist Amerikan imparatorluğunun (emperyalizminin) yayılması için nasıl hizmet ettiğini ortaya koymuştur. Schiller'in tezine göre ABD'nin televizyon alanında ihraç ettiği programlar dünyayı kontrolü altına almak isteyen Amerika’nın çıkarına hizmet eder. Schiller' e göre, iletişim ve medya alanındaki kültür emperyalizmi emperyalist sistemin önemli bir parçasıdır. Kültürel ve ekonomik alanlar birliktedir. Kültürel üretim de kapitalist biçimde bir endüstri olarak örgütlenmiştir. Bu sistemde üretilen ürünler, diğer ürünlerden farklı olarak ideolojik bir karakter taşımakta ve sistemin çıkarına hizmet etmektedir. 34 Herbert Schiller: Amerikan İmparatorluğu ‘nun Hegemonyası Amerikan ticari televizyonları ve bunların içerikleri o kadar güçlüdür ki, dünyada çok az ulus bunlara karşı koyabilir. Amerikanın etkisi ve Amerikan reklam ajanslarının baskısıyla neredeyse bütün dünyada ticari yayıncılığa geçilmiştir. Schiller' e göre, 90'larla birlikte sona erdiği iddia edilen tarih ve sınıf savaşımları bitmemiş, aksine şiddetlenmiştir. Emperyalist ülkeler hala ekonomik, kültürel ve stratejik kaynakları kontrol etmektedirler. Ulus-aşırı veya çokuluslu şirketler şeklinde örgütlenen Amerikan sermayeli küresel şirketler bütün dünyanın insanlarını kontrol edip denetlemek ve kapitalizmin ekonomik ve ideolojik çıkarlarına uygun tüketici ve seçmenler yaratmak için hegemonik mesajlar üretmekte ve bu insanların düşüncelerini yönetmektedir. Schiller’e göre medya kesinlikle ekonomik işlevlerinin yanında ideolojik bir araçtır ve toplumu manipüle ederek zihinleri yönlendirmekte ve topluma paketlenmiş bilinç sunmaktadır. 35 Medya manipülasyon ve paketlenmiş bilinç içeriği oluşturabilmek için beş temel mite başvurur. Bunlar sırasıyla; a. Bireyselcilik ve Kişisel Tercih Miti: Kapitalist toplumlarda toplumsal olgular ve olaylar bireysel eylemlerin bir sonucu olarak görülür ve toplumsal eylemler bireyin seçim ve kararının sonucu olarak açıklanır. Kişisel eylem ve pratiklerin klasik propaganda araçlarının etkisiyle (örneğin; okul ve dinsel öğretiler gibi) olabileceği kabul edilmez. Dini kaideler belirleyici olabilir. b. Yansızlık Miti: Toplum hükümetin, medyanın, eğitimin ve bilimin toplumsal çıkar kavgalarının dışında olduğuna inandırılır. Oysa bu toplumlarda medya tamamen ticari bir yapı arz eder. Mevcut ekonomik sisteme bağlı ve bağımlıdır. Aynı şekilde insanların bilimin yansızlığına inanmaları istenir. Ancak eğitimin amacı da egemen sınıfın amaçları doğrultusunda insanları şartlandırmaktır. 36 Medya manipülasyon ve paketlenmiş bilinç içeriği oluşturabilmek için beş temel mite başvurur. Bunlar sırasıyla; c. Değişmeyen İnsan Tabiatı Miti: Zihin yönlendirenlere göre ne insanın tabiatı ne de dünya değişmez bir yapıdadır. d. Sosyal Çatışmanın Mevcut Olmadığı Miti: Her türlü toplumsal mesaj üretim merkezleri toplumda meydana gelen her türlü çatışmayı gerek oluşumu, gerekse kökeni itibarıyla bireysel bir sorun olarak sunarlar. Enformasyon yöneticileri için, çatışmaların toplumsal (sınıfsal) kökeni yoktur. Her türlü filmde olduğu gibi ''iyi'' ve ''kötü" çocuklar vardır. e. Medya Pluralizmi Miti: Buna göre toplumda enformasyon çeşitliliği vardır. Böyle bir ortamda kişisel tercihler ön plana geçmektedir. Özetle; kapitalist toplumlar çoğulcu toplumlardır ve seçme özgürlüğü vardır. 37 Ekonomik Politik Bir Yaklaşım Olarak Propaganda Modeli Herman ve Chomsky’e göre kitle iletişim araçları halka imgeler ve mesajlar ulaştırır. Kitle iletişim araçlarının temel fonksiyonları bilgilendirmek, eğlendirmek ve halka toplumun kurumsal yapısıyla birleştirecek, inançları ve davranış biçimleri hakkında kamuoyuna enformasyon sunmaktır. Dünya servetinin belirli bir kesimin elinde toplandığı dünya düzeninde bu ancak sistematik ve güçlü bir propagandayla gerçekleştirilebilir. Herman ve Chomsky bu sürecin nasıl işlediğini ve hangi safhalardan oluştuğunu göstermek için bir propaganda modeli oluşturmuşlardı. Bu süzgeçler; 1) Kitle medyasının büyüklüğü, mülkiyeti ve kar yönelimli oluşu, 2) İş yapmak için reklam verenler süzgeci 3) Medyanın haber kaynakları süzgeci, 4) Tepki ve yaptırımcı kurumlar süzgeci, 5) Bir denetim mekanizması olarak anti-komünizm süzgecidir 38 Birinci süzgeç: Kitle Medyasının Büyüklüğü, Mülkiyet ve Kar Yönelimli Oluşu: Kitle medyasının var olabilmesi için belirli bir sermaye ortaya koyması gerekmektedir. Bu şirketler piyasadan büyük kar elde etmek isteyen zengin kişiler veya bu kişilerin belirlediği yöneticilerden oluşmaktadır. Piyasada bulunan mevcut tüm şirketler kendi aralarında, bankalar ve hükümet ile ilişkilerinde birbirleri ile sürekli olarak dirsek temasında bulunurken, bu birlikteliğin altında yatan temel dinamik ise bütünleşen ortak çıkarlardır. İkinci süzgeç: İş Yapmak İçin Reklamcılık Ruhsatı: Serbest piyasa ekonomilerinde Herman ve Chomsky’e göre reklam verenler medya alanında bir anlamda ruhsat verenlerdir. Çünkü medya, reklam gelirleri ile büyük oranda ayakta kalmaktadır. Reklamlar kitle medyasının oluşmasındaki temel taşlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekilde, medya şirketleri reklam veren kuruluşlarla zorunlu olarak programlarının reklam veren kuruluşların ihtiyacına cevap verecek şekilde kendi içeriklerini oluşturmaktadır. Çünkü eğer medya başarılı olmak istiyorsa onların istek ve taleplerini yerine getirmelidir 39 Üçüncü süzgeç: Kitle Medyasının Haber Kaynakları: Medya kuruluşları çok iş yapıp bunun karşılığında minimum harcama yapmayı sıkça kullanmaktadır. Giderleri azaltmak için yapılması gereken temel şey ise haber masraf la rını azaltma gerekliliğidir. Bu sebepten dolayı medya kuruluşları en kısa ve kolay yoldan haber elde etmeye çalışmaktadır. Medya bu noktada haber kaynakları bağlamında hem devlete hem de şirketlere bağımlıdır. Çünkü birçok rutin haber hükümet ve şirketlerden çıkar ve bu haberler hükümet ve şirket çalışanları tarafından basına sunulmaktadır. Aldığı haberleri paylaşma eğiliminde olan medya onların görüşlerini servis eder ya da aktarır hale dönüşmektedir. Dördüncü süzgeç: Tepki Üretimi ve Zorlayıcılar: Bu süzgeç bir anlamda olumsuz eleştiri merkezlerine bir gönderme yapar. Bu olumsuz eleştiriciler de görüşlerini aktarmak için medyaya ihtiyaç duyarlar. Bir anlamda üçüncü süzgecin işlevini de gerçekleştirip, medyaya kaynak sağlarlar. Tepki ortaya koyma yolları mektup, telefon, telgraf, dilekçe, dava açma, kongrede, mecliste konuşma yapma ya da kongreye, meclise yasa tasarısı sunma gibi yöntemlerle gerçekleştirilebilir. Tepki yaratan od aklar birbirlerinin güc üne güç katar ve siyasi otoritenin haber yönlendirme faaliyetlerindeki egemenliği pekiştirirler. Bu bir silsile şeklinde gelişir etki tepkiyi, tepkide tekrar etkiyi yaratır 40 Beşinci süzgeç: Bir Denetim Mekanizması Olarak Anti-Komünizm: İkinci Dünya Savaşı sonrasından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasına kadar olan süreçte Batı dünyası kominizim tehlikesi ile yüzleşmiştir. Kominizim, başta mülkiyet sahiplerinin sınıfsal konum ve üstün statüleri için risk teşkil etmesinden dolayı onların büyük çekincelerinin kaynağını oluşturmuştur. Egemen sınıf lar komünizim tehlikesini kullanarak, medya çalışanlarını ve sahiplerini tehdit etmekte ve onları vatan haini olmakla itham etmekteydi. Bir kişi ne kadar haklı olursa olsun komünist ise o kişinin söyledikleri ve yazdıkları kesinlikle yanlıştır ve toplumun zararınadır. Komünist olarak fişlenen yazarlar toplum tarafından dışlanmakta ve eleştirilmektedir. 41 Herman ve Chomsky’nin modeli dikkate alınarak yapılan çözümleme ve verilen örneklerden günümüzde medya organlarının tarafsız bir yayın politikaları izlemeleri, toplumsal sorumluluk ilkesini dikkate alarak yayın yapmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Medyada karşıt seslere yer verilmesi bu koşullarda olanaksız görülmektedir. Çıkar grupları ve siyasal iktidarlar kuşatma altında bulundurdukları medya aracılığıyla kendi gündemlerini topluma aktarmakta ve toplumu kendi istekleri gündemle ilgilenmek zorunda bırakmaktadırlar. Çıkar çevrelerinin ve iktidarların gündem kuşatması altında bulunan kitlelerin ise ne üzerinde düşünmeleri gerektiğine dair kafa yormaya gereksinimleri ve güçleri kalmamış durumdadır. 42 Medya Seçkinleri C.W. Mills İktidar Seçkinleri toplumsal sistemin belli güçler tarafından yönetildiğini ileri sürer. Siyasetin, ordunun, ekonominin başını çeken bu güçleri Mills iktidar seçkinleri olarak adlandırır. Mosco ve Herman ise Mills’in bu seçkinler sınıf la ndırmasına bir de medya seçkinleri eklemesi yaparlar. İyi eğitim gören, genelde toplumun üst sosyoekonomik kesiminden gelen, dolayısıyla devlet bürokrasisinin ve siyasetin üst düzeyinde bulunanlarla yakın ilişki içerisinde olan medya seçkinleri ve yaptıkları işler de eleştirel ekonomi politiğin inceleme konuları arasında yer alır. Medya kurumlarının sahipliğini yapan ya da günümüzün holding tarzı medya işletmelerinde en üst düzey yöneticilik görevlerinde b