Edebiyat 1.HAFTA PDF
Document Details
Uploaded by UnlimitedBagpipes6246
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi
Tags
Summary
This document is titled 'Edebiyat 1.HAFTA' and introduces the concept of language. It discusses the characteristics of human language as a communication system, distinguishing it from animal communication.
Full Transcript
1. HAFTA DİL NEDİR? Dil, insanların isteklerini anlatmak, aralarındaki anlaşmayı sağlamak için kullandıkları, seslerden örülmüş bir sistemdir. Başkalarına isteklerimizi, niyetlerimizi anlatmak için değişik araçlar da kullanabiliriz. Vücut işaretleri, Yüz işaretleri, El kol işaretler...
1. HAFTA DİL NEDİR? Dil, insanların isteklerini anlatmak, aralarındaki anlaşmayı sağlamak için kullandıkları, seslerden örülmüş bir sistemdir. Başkalarına isteklerimizi, niyetlerimizi anlatmak için değişik araçlar da kullanabiliriz. Vücut işaretleri, Yüz işaretleri, El kol işaretleri, Ses işaretleri gibi. Bunların en gelişmişi sesli anlatımdır. “Dil nedir?” sorusunun tek bir cevabı yoktur. İletilmek istenen duygu ve düşünceler, verilmek istenen mesajlar konuşanın beyni tarafından yönetilen bir dizi zihinsel, anatomik, fizyolojik işlemlerle fiziksel niceliklere dönüştürülen ses dalgalarına aktarılır. Sözdizimsel boyutta mesaj taşıyan ses dalgaları, dinleyenin kulağı tarafından algılanarak elektrokimyasal yollarla beyin kabuğunun ilgili merkezine aktarılır ve bu merkezde çözümlenerek anlamlandırılır. Dili, bütün bu süreçlerin birleşimi olarak niteleyebiliriz. Anlam taşıyan, ses dalgalarından oluşan dil malzemesi; kolayca yazıya ve elektronik dalgalara çevrilebilir, manyetik ortamlara kaydedilebilir. DİLİN TANIMI Dil, duygu, düşünce ve dilekleri anlatmak için kullanılan işaretlerin bütünü, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan sesli veya yazılı semboller sistemidir. Konuşma yani dil, yalnız insana özgü, insanı hayvandan farklı kılan en önemli özelliklerden biridir. Bununla birlikte hayvan türleri de bazı sesler ve özel işaretler yardımıyla birbiriyle iletişim kurabilmekte; hatta bitkiler bile renk, çiçeğin açılıp kapanması, koku gibi özel araçlarla çevrelerine birtakım mesajlar gönderebilmektedir. Ancak insan dışındaki hiçbir canlı, çıkardığı sesleri insan dilinde olduğu gibi tutarlı bir sistem haline getirememiştir. İnsan dilinin üretkenliğine, yaratıcılığına, hiçbir hayvan dilinde rastlanmaz. İnsanın konuşma konuları sınırsızdır; dil her alanı kapsar. Halbuki hayvanların iletişim konuları yaşama gibi temel ihtiyaçlarla sınırlıdır. İnsan dilini hayvan dilinden ayıran bazı temel özellikler vardır. Bunlardan birincisi insan dili, hayvan dili gibi kalıtım yoluyla değil, sosyal bir çevre içinde, öğrenim ve eğitim yolu ile elde edilir. Kuşaktan kuşağa farklı şartlar içinde gerçekleşen bu öğrenim ve eğitim süreci içinde dil de değişikliğe uğrayabilir. Halbuki hayvanların dili kalıtım yoluyla ecdâttan evlâda intikâl eder. Bir dilin iki yönü vardır: Konuşma dili, Yazı dili. Konuşma dili, yazı dilinden farklı olarak, çeşitli söyleyiş özellikleri taşıyan ve günlük hayatta pratik amaçla konuşmada kullanılan dildir. Konuşma dili temel olup daha eskidir. Dil yazıdan ayrı olarak düşünülebilir, ama konuşmadan ayrı olarak düşünülemez. İnsanlar daha yazıyı bilmeden de yüzyıllar boyu konuşarak anlaşabilmişlerdir. Yazı dili ile konuşma dili arasında bazı farklar vardır. Çünkü hiçbir yazı sistemi konuşulan dilin bütün özelliklerini tam olarak yansıtamaz. Meselâ konuştuğumuz dilde hecelerin belli bir tonu ve söyleyiş şiddeti vardır. Bunları yazıda gösterme imkânı yoktur. “Öğretmenim” dediğim zaman kendi öğretmenimden mi bahsediyorum, öğretmen olduğumu mu söylemek istiyorum, yoksa bir öğretmene mi sesleniyorum belli değildir. Bunlar ancak kelimenin heceleri vurgulanmak suretiyle belli olur. Ortak Dil Bir ülkede konuşulan lehçe ve ağızlar içinde yaygınlaşarak hâkim duruma geçen, herkes tarafından benimsenip kullanılan ortak yazı ve edebiyat diline ortak dil denir. Ortak diller genellikle yönetim ve kültür merkezlerinin ağzı üzerine kurulur. Bir ülkenin yönetim ve siyaset bakımından merkez durumunda olan bölgesi, diğer bölgeler üzerine etki eder. Bu merkezin kültür, sanat, ilim vb. bakımlarından öne çıkması, oranın ağzının da öne çıkmasına yol açar ve bu ağız veya lehçe ortak bir dil durumuna yükselir. Ortak dil esas itibariyle bir bölgenin konuşma diline bağlı olarak gelişmekle birlikte, yüzde yüz o konuşma diline bağlı kalmaz. Bir ülkenin yazı dili, belirli bir lehçe veya ağız üzerine kurulan ortak dilin çeşitli yazışmalarda, okul kitaplarında, ilim ve sanat eserlerinde kullanılması sonucunda ortaya çıkar. Bu bakımdan ortak dil hem yazı hem konuşma dilini içine almaktadır. Ortak dil için yazı dili, resmî dil, edebî dil ifadeleri de kullanılmaktadır. Bütün basın yayın organları, kitle iletişim araçları, bütün resmî kuruluşlar ortak dilin en yaygın olarak kullanıldığı alanlardır. Yalnız insana özgü olan dili birey, içinde yaşadığı toplumda hazır bulur. Çocukluktan itibaren önce aile içinde, sonra okul ve diğer çevrede sahip olduğu bu yeteneği geliştirme imkânı elde eder. Çocuk önce ana dilindeki ses, kelime ve bu kelimelerin diziliş kurallarını, yani ana dilinin nasıl kullanılacağını öğrenir. Sonra da okuma, anlama, yazma gibi çeşitli faaliyetlerle dil yeteneğini geliştirir. İletişim Aracı Olarak Dil İnsanlar arasındaki ortak semboller sistemi ile gerçekleştirilen bilgi alışverişine iletişim adı verilmektedir. İletişim bir mesaj alışverişi olarak da düşünülmektedir. Etkileyici iletişimde rol oynayan belli başlı değişkenler kaynak, mesaj, kanal, alıcı ve hedef’tir. Kişiler arası iletişim, kaynak ve hedefin yüz yüze karşılıklı konuştukları durumlarda olur. Kitle iletişiminde kaynak ve hedef birimler karşı karşıya gelmezler; gazeteler, dergiler, sinema, radyo ve televizyon kitle iletişiminin kanallarını oluştururlar ve bu kanallar aracılığıyla bir tek kaynak çok sayıda hedefe geniş bir alan ve zaman içinde ulaşabilir. Farklı yönleri düşünülerek bilim insanları tarafından dil, çeşitli biçimlerde tanımlanmıştır. Bu tanımlardan bazıları şöyledir: “Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir müessesedir.” (Muharrem Ergin) “Dil, insanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan; duygu, düşünce ve isteklerin ses, şekil ve anlam bakımından her toplumun kendi değer yargılarına göre şekillenmiş ortak kurallarının yardımı ile başkalarına aktarılmasını sağlayan, seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş bir sistemdir.”(Zeynep Korkmaz) “Dil; düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir sistemdir.” (Doğan Aksan) “Duygu, düşünce ve isteklerimizi anlatmaya yarayan işaretlerin –daha çok ses imlerinin- hepsine birden dil denir.” (Tahir Nejat Gencan) “Dil, insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları sesli işaretler sistemidir.” (Tahsin Banguoğlu) “Dil, zihinsel bir organdır.” (N. Chomsky) “Dil, yalnızca insana özgü olan, ülkülerin, duyguların ve arzuların isteyerek üretilen simgeler yoluyla aktarılmasını sağlayan içgüdüsel olmayan iletişim yöntemidir.” (E. Sapir) “Dil, sınırlı anlamın sınırsız kullanımıdır.” (W. Von Humboldt) “Dil, kendi düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklem aracılığıyla anlaşılır duruma getirmektir.” (Eflatın) “Söz, zihnin birikimlerinin temsilidir.” (Aristo) DİLİN FARKLI TANIMLARI İÇİN: www.dilbilimi.net/geneldilbilimi.htm adresinden yararlanılabilir. BİLİMSEL BAKIMDAN DİLİN ÖZELLİKLERİ Yukarıdaki tanım ve açıklamalardan da yola çıkarak öncelik sıralaması bulunmaksızın bilimsel yönden dilin temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 1. Dil, bir sistemdir: Dil konuşma ve dinleme işlevlerini gerçekleştirmek üzere birbirleriyle bağlantılı ses, biçim, söz dizimi, anlam vb. alt sistemlerin oluşturduğu, üzerinde inceleme yapılabilen bir bütündür. Dil bir sistem olmasaydı, insanlar tarafından edinilemez ya da öğrenilemezdi. Dil sisteminin işleyişi de yalnızca kendi yasalarına bağlıdır. 2. Dilin temeli sestir, doğal olarak öncelikle sözlü anlatım aracıdır: Konuşma seslerinin tek başlarına bir anlamı yoktur; ancak dilin temeli seslerin belirli dizilişlerde oluşturduğu yapılara dayalıdır. Tarihi gelişim bakımından söz, yazıdan çok daha eskidir. Sözlü dili kayıt ve kontrol altına almak, duygu, düşünce ve mesajları zamandan ve çevreden bağımsız biçimde aktarmak üzere yazı keşfedilmiştir. Bilim ve teknolojideki gelişmelerle sözlü dil, yazının yanı sıra elektronik/manyetik ortamlar aracılığıyla da iletilebilmekte ve saklanabilmektedir. Dil öncelikle söz, konuşma olmakla birlikte, dilin sözlü ve yazılı biçimleri arasında üstünlük hiyerarşisi yoktur; sözlü dil yazılı dilden veya yazılı dil sözlü dilden üstün değildir. 3. Dilde nedensizlik ilkesi esastır: Dilin sembollerine “gösterge” adı verilir. Bu göstergelerin anlamları sosyal bir anlaşmadan, bireyler arasındaki gizli bir uzlaşmadan doğar. Anlam bakımından, doğadaki ağaç, gösterilen a.ğ.a.ç. sözcüğü, gösteren; gösterenin zihinde uyandırdığı kavram; bunların tümü de göstergedir. Bütün dillerde gösterileni ifade eden gösterenin zihinde oluşturduğu anlam ve kavram, yani gösterge nedensizlik ilkesine dayalıdır. Ağaç sözcüğü ile doğadaki ağaç arasında hiçbir nedensellik ilişkisi yoktur. Pat, çat, çatlamak, şırıldamak vb. dilin söz varlığının yüzde beşini aşmayan yansıma sözcüklerin dışında, gösterilen (varlık, nesne ve kavramlar) ile gösteren(sözcükler) arasında ilişki yoktur. 4. İlkel dil, gelişmiş dil ayrımı yoktur: Yeryüzünün tarihi veya modern bütün dilleri gerçek anlamda çok gelişmiş sistemlerdir. İlk yazılı belgelerin ait olduğu Sümerce, Hititçe gibi pek çok antik dilin gramerleri de yazılmıştır. Bunların hiçbiri modern dillerden geri değildir. Bazı dillerin grameri karmaşık, bazı dillerin ise daha basittir. Örneğin İngilizcenin gramerinin Almanca veya Rusçaya oranla daha basit olduğu kabul edilir. Herhangi bir Afrika kabilesinin dilinin grameri Almanca ve Rusçanın gramerinden daha karmaşık olabilir. Diller tarihsel süreç içinde her zaman basitleşmez; hatta çoğu zaman geriye gidildikçe daha da karmaşıklaşabilir. 5. Dilin üretim kabiliyeti sınırsızdır: Dilin üretim gücü, onu kullananların sınırlı sayıda yolla sınırsız sözcük oluşturma, cümle kurma ve anlama kabiliyetidir. Matematikte on temel sayı ile sonsuz işlem yapabilme niteliğine benzer biçimde dilin ses, biçim, söz dizimi vb. kuralları çerçevesinde yeni sözcükler ve cümleler üretilebilir, üretilenler anlaşılabilir. 6. Her dil ait olduğu toplumun gereksinimlerine cevap verebilecek yeterliktedir: Yeryüzündeki her dil, sınırsız üretim kabiliyetine sahip olması itibarıyla, kullananlarının değişen ihtiyaçlarına karşılık verebilecek, ait oldukları toplumun gereksinimlerini karşılayabilecek, kültürel mirasını sonraki kuşaklara aktarabilecek nitelikte ve yeterliktedir. Dil, zamanın ve koşulların değişmesine kolaylıkla uyum sağlar. Örneğin, sözlü ve yazılı bir dil olarak Türkçe, yüzlerce yıldır bugünkü Moğolistan’dan Avrupa içlerine değin tarihi ve modern bütün Türk dili topluluklarının ihtiyaçlarını karşılamaktadır. 7. Dil toplumsal katmanlara göre değişir: Dil, klasik terminolojideki ifadesiyle ağız, şive lehçe gibi değişkelerden oluşur. Bu değişkelerden biri ön plana çıkarak o dilin yazı dili hâline gelir. Diğer değişkeler de konuşuldukları coğrafyaların ya da toplulukların iletişim aracı ve kimliklerinin simgesi olma işlevi kazanır. Dil zamana, coğrafyaya ve toplumsal katmanlara bağlı olarak sürekli değişir ve gelişir, kimi sözcükler kaybolurken kimi yeni sözcükler ortaya çıkar. Cinsiyete, yaş gruplarına, mesleklere ve toplumsal katmanlara bağlı olarak dil de değişir. Örneğin, kadınların dil kullanımı ile erkeklerin dil kullanımı farklıdır. Yapılan araştırmalar, kadınların dinlemeye daha yatkın, karşısındakinin sözünü kesmeme, üst dille konuşma eğiliminde bulunduğunu, erkeklerin dil davranışlarının ise kadınlara oranla daha özensiz olduğunu göstermektedir. Yaşlıların ve gençlerin, eğitimlilerin ve eğitimsizlerin dilleri ve dili kullanma biçimleri farklıdır. Dilin yaş gruplarının yanı sıra okullara göre bile farklılaştığı biliniyor. Meslek ve sanat gruplarının dilleri de birbirinden farklıdır. Gerçekte, bir dili konuşan insan sayısı kadar farklı dil; yani her bireyin kendisine özgü dili vardır diyebiliriz. 8. Dil, öğrenilen değil, edinilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir sistemdir: Henüz gelişme sürecinde olan, fizyolojik bakımdan normal, bir yaşını doldurmamış bebeğin dille ilgili ilk tepkileri, dört beş yaşında bir çocuğun eğitim almaksızın günlük dile ilişkin cümleleri anlayabilmesi ve üretebilmesi ancak insana özgü, bilinçaltındaki bir dil edinim aygıtı ile mümkündür. Dilbilimci Chomsky’ye göre çocuklar doğuştan gelen dil edinim aygıtı ile dilin kurallarını işiterek edinirler. Bu bakımdan bütün diller, kuralları teker teker öğrenilen değil, farkında olunmadan çocuk yaşta edinilen, insan türüne özgü evrensel sistemlerdir. Ancak, dil edinim aygıtının işlevi tamamen ortadan kalkmamakla birlikte, yaşın ilerlemesiyle zayıflamaya başlar. 9. Dil toplumsal ve ulusal bir kurumdur: Dil, onu kullananlar arasında ulusal duygunun gelişmesini sağlayan, insanlara ortak ülküler etrafında aitlik ve dayanışma duygusu veren bir değerdir. Dil, onu kullananlar için kültürel ve kimlikle ilgili ortak değerleri ifade eder. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir.”özdeyişi bu olguyu dile getirir. Bununla birlikte tarih boyunca farklı dillerin kullananları tarafından ticaret, bilim vb. çeşitli amaçlarla ortak dil olarak kullanılan, herhangi bir toplumun anlatım aracı olma boyutlarını aşarak evrenselleşen Latince, İngilizce, Arapça vb. dilleri de vurgulayabiliriz. 10. Dil, insanı konu alan her bilim dalıyla yakından ilgili doğal bir iletişim aracıdır: Doğal insan dilinin bilimsel çalışması olan dil bilim; eğitim bilimleri, antropoloji, sosyoloji, dil öğretimi, bilişsel psikoloji, felsefe, bilgisayar bilimleri, yapay zekâ vd. alanlarla yakın ilişkisi bulunan bilim alanıdır. Dil, toplumsal yaşamın iletişim aracı ve göstergesi, aynı zamanda parmak izi gibi, her bir insana özgü ayırıcı nitelikleri bulunan bireyselleşmiş bir sistemdir. 11. Dil, hem araçtır hem malzemedir hem de bu aracı ve melzemeyi kullanan sistemdir: Dil, insanın günlük iletişimden bilimsel çalışmalara değin her türlü faaliyetini gerçekleştirmesini sağlayan bir iletişim aracı olmasının yanı sıra dil bilimin, dil bilgisinin ve insanı keşfetmek isteyen diğer bilim alanlarının malzemesidir. Anı zamanda bu malzemelerin incelenmesini, çözümlenmesini sağlayan bir sistemdir. Örneğin; dili yazılı veya sözlü biçimde kullanarak insan dili ile psikoloji arasındaki ilişkileri, konuyla ilgili dil malzemesi aracılığıyla öğrenebiliriz. 12. Diller arasında benzerlikler ve ortaklıklar olabilir: Diller arasındaki benzerlikler ve ortaklıklar aynı genetik kaynaktan gelişmenin, temas sonucu yapılan kopyaların ürünü olabilir veya tamamen rastlantısaldır. Örneğin Boşnakça dva(2), Farsça do ve İngilizce two sözcüklerinin sesçe yakın ve anlamca aynı olmasının sebebi, her üç dilin ortak bir ata/ana dilden gelişmiş olmasıdır. Türkçedeki “erkek kardeş” anlamındaki birader sözcüğünün Boşnakça brati, Farsça birâder ve İngilizce brother sözcükleriyle sesçe yakın ve anlamca aynı olmasının sebebi de Türkçenin, bu kelimeyi Boşnakça ve İngilizce ile birlikte Hint-Avrupa dilleri ailesinde yer alan Farsçadan kopyalamış olmasıdır. Türkçe dip ile İngilizce deep “derin” sözcüğü arasındaki sesçe ve anlamca benzerlik ise tamamen rastlantısaldır. DİL-DÜŞÜNCE VE DUYGU BAĞLANTISI İnsanın öteki canlılardan ayrılan en önemli yönü, konuşma ve düşünme yeteneğine sahip olmasıdır. İnsan, dil yeteneğini doğuşunda hazır bulur, dili sonradan öğrenir ve geliştirir. Belli yeteneklerle donatılmış olan insan, bu yetenekleri sayesinde dili de ilim, felsefe, teknik ve edebiyat gibi alanlardaki başarılarıyla birlikte geliştirir. İnsan eğer bu yetenekten yoksun olsaydı, öteki insanlarla bir arada olma, toplum oluşturma, duygu ve düşüncelerini başkalarına aktarma nasıl gerçekleşebilirdi? Bilimde, sanatta, teknikte meydana gelen gelişmeler gelecek kuşaklara hangi yolla aktarılırdı? İşte insanın dünyadaki yerini, değerini belirten ve insanı insan yapan en temel nitelik dildir. İnsan gördüğü, duyduğu, hissettiği, düşündüğü vb. her şeyi başkalarına dil aracılığıyla bildirir. İnsan varlık âlemini ancak dili sayesinde tanır; bilgi dünyasını onun sayesinde elde eder ve hayatını buna göre düzenler. Dil olmadan insanın sosyalleşmesi, diğer insanlarla ortak bir dünya kurması ve toplum başarılarını elde etmesi mümkün değildir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli niteliklerinden biri onun konuşma yeteneğine sahip bir varlık oluşudur. İnsana ait bir süreç olarak nitelendirilen düşünce ise “sessiz bir konuşma” olarak değerlendirilmiş ve bir davranış olarak ele alınmıştır. Düşünce ile konuşma, düşünce ile söz ve kelime birbirlerinden koparılamaz biçimlerde kaynaşmışlardır. Çünkü dilin taşıyıcısı olan insan, ancak dilin kelimeleriyle birlikte düşünebilir, düşündüklerini fikirler olarak ifade edebilir. Başka bir ifadeyle, insanın içindeki duygulanmaların, söz kalıpları içinde şekillenmesi dil ile olur. İnsan zekâsı somuttan soyuta yükselerek gelişebilmiş ve düşünce etkinliği gerçekleşebilmiştir. Böylece dil, bir yandan düşünceyi oluştururken kendisi de düşünce ile birlikte var olmuştur. Yani dil, düşünceyi tamamlayan, onu son noktasına eriştiren bir yeteneğin gelişmesidir. Bu bakımdan dil ve düşünce karşılıklı olarak birbirlerini oluştururlar. Dilsiz düşünce sadece birtakım eşya hayallerinin zihnimizde canlandırılması tarzında olur ki, bu sadece şekillere ve eşyaya bağlı ve görebildiğimiz dünya ile sınırlı kalır. DİLİN KAYNAĞI Dil olgusu insanlık tarihi bakımından yeni değildir. Dilin nasıl ortaya çıktığı sorusu, eski devirlerden başlayarak insan zihnini meşgul etmiştir. Dil nasıl meydana gelmiştir? İlk konuşmalar nasıl meydana gelmiştir? Dilin kaynağı nedir? Acaba bütün diller tek bir dilden mi, yoksa farklı kaynaklardan mı türemiştir? Bu sorular önceleri felsefe çalışmalarının bir parçası olarak ele alınmış ve dil felsefecilerini uzun zaman uğraştırmıştır. Konu ile ilgili çalışmaların başlangıcı milâttan önceki yüzyıllara kadar uzanmaktadır. Tarihin karanlık dönemlerine ait ilk bilgiler, daha çok efsanelere dayanmaktadır. İnsan dilinin ortaya çıkışı, yazının öğrenilmesi ve dillerin çeşitliliği gibi konular, insanları daima meraklandırmış ve dilin kaynağı ile ilgili pek çok mitolojik yorumlar yapılmasına sebep olmuştur. DİLİN DOĞUŞU İLE İLGİLİ BİLGİLER EFSANEVÎ BİLGİLER Çinlilerdeki efsaneye göre, bir su kaplumbağası, sırtındaki çizgili şekillerde imparatorun önüne çıkmış ve ona yazıyı öğretmiştir. Bâbillilere göre, yarı balık, yarı insan olan bir deniz canavarı, sudan çıkarak insanlara yazıyı öğretmiştir. Hint mitolojisine göre, baş tanrı Brahma, kendi görünüşlerinden bir tanesi olan Vac aracılığıyla hem dünyayı, hem de içindeki varlıkları yaratmıştır. Hintlilere göre yıldırımın sesi, Vac’ın sesidir. Vac aynı zamanda insan dilinin de tanrısıdır. Bu bakımdan söz yani ses ebedîdir. Diller konusunda, karanlık dönemden sonra başlayan Eskiçağ döneminden de aydınlatıcı bilgiler gelmemiştir. İlkçağ’ın en önemli tarihçisi Herodot, Mısır yolculuğu sırasında Ön Asya ve Yakın Doğu bölgelerini gezmiş, ilk tarih kitabı olan Herodot Tarihi isimli eserinde, bölgenin tarihi ve coğrafyası hakkında önemli bilgiler vermiştir. Bunlar arasında dil ile ilgili ilgi çekici bir olaydan da bahsetmiştir. Herodot’un anlattığına göre milattan önce VII. Yüzyılda yaşamış olan Mısır hükümdarı Psammetik, yeryüzünde kullanılan en eski dilin hangisi olduğunu öğrenmek için bir deney yaptırır. Psammetik’in emriyle yeni doğmuş iki bebek alınıp, hiç kimse ile konuşmadan büyütülecektir. Sözü geçen çocuklar alınır, insanlardan uzak, yanlarında hiç kimse olmayan bir yerde tutulurlar. İki yıl gibi bir süre geçtikten sonra, birden bire çocukların “bekos” kelimesini çıkarttıkları görülür. Bunun üzerine bu kelimenin hangi dile ait olduğu araştırırlı. Araştırmacılar Mısır dilinde bulunmayan bu kelimenin Frigya dilinde “ekmek” anlamına geldiğini öğrenirler. Çocuklar bu söz ile karınlarının acıktığını söylemek istemişlerdir. Bütün bu efsaneler, insanların dil üzerinde ne kadar düşündüklerini, konunun eskiden beri insanların ilgisini çektiğini ortaya koymaktadır. Ancak insan dili üzerindeki sistemli çalışmaların yapılması ve belli kuralların konulması, çok daha sonraları gerçekleşebilmiştir. DİL TÜREYİŞİ TEORİLERİ TAKLİT(ONOMATOPÉE) GÖRÜŞÜ XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu kurama göre, insan dilinin oluşumundaki baş etken ses taklididir. İnsan, çevresindeki doğa olaylarını, hayvanların ve ses çıkaran bütün eşyanın seslerini taklit etmek suretiyle dili meydana getirmiştir. Örnek olarak hayvanların bağırmaları, kükremeleri, gök gürültüsü, dalların çatırdaması, suyun çağlaması, arıların vızlaması vb. sesler taklit edilerek kelime oluşturulmuştur: pat pat, çat, hav, miyav, mışıl mışıl, şırıl şırıl, vız, me gibi. ÜNLEMLERİ TEMEL ALAN GÖRÜŞ Bu varsayıma göre, kelimelerin bir çoğu, insanların duygulanmaları sırasında çıkarmış oldukları seslerden ve ünlemlerden oluşmuştur. İnsanlar çeşitli durumlar karşısında, ruh ve bedenle ilgili duygularının etkisiyle, hayret veya hayranlık ifade eden sesler çıkarırlar. Bunlardan bir kısmı insanın elinde olmadan çıkmakta ve çeşitli duygularını yansıtmaktadır: ah, of, ıh, aha, uf vb. İŞ KURAMI Bu kurama göre, dildeki ilk kelimeler, insanların bir arada, toplu halde iş görürken, anlaşma amacıyla çıkardıkları seslerden oluşmuştur. Meselâ birlikte bir şey kaldırırken hop sesi gibi. Burada konuşma ve düşünme yeteneği uyandıran etmenin ortak çalışma olduğu kabul edilmektedir. JEST VE MİMİKLERİ TEMEL ALAN GÖRÜŞ Beden hareketlerini temel alan bu kurama göre, insanlar kimi duygularını ifade edebilmek için çeşitli beden hareketleri yapmaktadırlar. Bu hareketlerin ağızda konuşma organlarına yansıması ile kelimeler meydana gelmiştir. Örneğin, kızgınlık belirtisi olarak insanın hom hom yapmasından homurdamak, bir şeyi üflerken püf püf yapmasından üflemek kelimelerinin çıkması gibi. MÜZİĞİ TEMEL ALAN GÖRÜŞ Buna göre kelimeler insanların söyledikleri şarkılardan oluşmuştur. İlkel insanlar güç işler görürken, ritmik birtakım sesler çıkararak çalışmalarını kolaylaştırıyordu. Sonradan bu sesler iş yaparken söylenen şarkılar biçimine girmişlerdir. İşte ilk kelimeler de bu şarkılardan türemiştir. FELSEFÎ YORUMLAR Dil ile ilgili çalışmaların ilk örneklerine, Eski Hint’te, Eski Yunan’da rastlanmaktadır. Klasik diller döneminde dil incelemeleri daha çok dinî metinlerle birlikte yürütülmüştür. Zaman içinde dillerde meydana gelen değişmelerle, dualar ve dinî metinler farklı yorumlanmaya başlayınca, bu metinleri doğru okuyabilmek ve bir kısım kurallar koymak amacıyla bazı dil çalışmaları yapılmıştır. Dilin kökeni hakkındaki felsefî yorumlar genellikle iki görüş etrafında yoğunlaşmıştır. Bunlar doğuştancı görüş ve deneyimci görüştür. Doğuştancılar, konuşma yeteneğinin insanda doğuştan var olduğunu; deneyimciler ise dilin sonradan tecrübe ile kazanıldığını ileri sürmektedirler. İlkçağ filozoflarından Herakleitos, doğada bir düzen bulunduğunu, bu düzenin de insan diline yansımış olduğunu söyler. Bu bakımdan dilin kelimeleri “doğuştan ve doğal” bir özellik taşır. Tek sözcük ancak sözün bütünü içinde bir anlam ifade eder. Sözcüğün çok anlamlı oluşu, dilin bir eksikliği değil, onda bulunan anlatım gücünün özlü ve olumlu bir yönüdür. Bu görüşün karşısında olan Demokritos’a göre sözile anlamları arasındaki bağlantı, insanların kendi aralarındaki karşılıklı bir anlaşma sonucu oluşmuştur. KUTSAL KİTAPLARDAKİ BİLGİLER Dillerin doğuşu konusunda kutsal kitaplarda da bilgiler bulunmaktadır. Bunlardan biri Tevrat’ta yer alan Bâbil ile ilgili olanıdır. Bâbil Kulesi, karışıklığın ve bütün dünya dillerinin tek kaynaktan türemiş olduğu yolundaki görüşün sembolüdür. Bu sembol bazı bilim adamları tarafından delil olarak da kullanılmıştır. Efsaneye göre Nuh tufanından önce tek bir kavim, tek bir dil vardı. Tevrat’ta tufandan sonra Nuh’un oğullarının durumu şöyle anlatılmaktadır: “Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göçtükleri zaman Şinar diyarında bir ova buldular ve orada oturdular.”(Eski Ahit(Tevrat), Tekvin, Bap, 11/1-9.) İncil’de de kelâmla ilgili olarak şu kayıt bulunmaktadır: “Kelâm başlangıçta var idi ve kelâm Allah nezdinde idi ve kelâm Allah idi.”(İncil, Yuhannaya Göre, Bap, 1/1-2.) Kitab-ı Mukaddes nüshalarında yer alan mahlukatın isimlendirilmek üzere Hazret-i Adem’in huzuruna getirilmesi ve onun tarafından isimlerinin konmuş bulunması hadisesi Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde anlatılmaktadır: “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları(isimleri öğretilen şeyleri) meleklere gösterip: Haydi sözünüzde sadık iseniz, bana şunları adlarıyla haber verin buyurdu.”(Kur’an-ı Kerim, Bakara, 2/31-33.) “Rahman(o çok merhametli olan Allah) Kur’an’ı öğretti, insanı yarattı ve ona beyanı(duygularını düşüncelerini açıklama yeteneğini) verdi.” (Kur’an-ı Kerim, Bakara, 55/1-4.) Her üç kutsal kitabın verdiği bilgiye göre dil, insanlara doğuştan verilmiş ilâhî bir lutuftur. Dilin kaynağı konusu, dillerin bir kaynaktan mı, yoksa farklı kaynaklardan mı gelişmiş oldukları sorunuyla sıkı bir biçimde ilişkilidir. Konuyla ilgilenen pek çok kişi, dillerin tek kaynaktan türemiş olduğu görüşünü benimsemiştir. Bunlara “monojenistler”(tek dil görüşünü savunanlar) adı verilmektedir. Bunlar Tevrat’taki Bâbil kıssasını kaynak göstererek, dilin tek olduğunu ve diğer dillerin İsrailoğulları’nın Bâbil esaretinde konuştukları İbranice’den türemiş olduğunu öne sürmektedirler. Tek dil görüşünü savunanların karşısında olanlar ise, dillerin tek bir kaynaktan değil başka başka kaynaklardan geliştiğini savunmaktadırlar ki bunlara da “polijenistler”(çok dil görüşünü benimseyenler) adı verilmektedir. Bu görüşün ilk savunucusu ise Romalı Diodoros’tur. Buna göre, dünyanın her yerinde merkezler meydana geldiği için oradaki birlik kayboldu ve dillerin çeşitliliği ortaya çıktı. DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI Dilleri çok farklı ölçütlere göre ve çok farklı biçimlerde sınıflandırabiliriz. Ölçütlerimiz tarihi, cografî, dil bilimsel, toplumsal, toplum dil bilimsel, siyasal, işlevsel vd. olabilir. Aşağıda bu ölçütlerden bazıları kullanılarak dil türleri hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Ana dil(Ata dil): Bir dilin veya dil ailesinin tarihi gelişim sürecinde kuramsal olarak var olduğu düşünülen en eski şeklidir. Örneğin bütün Türk yazı dilleri veya lehçeleri kuramsal İlk Türkçe(Milada kadar) ve Ana Türkçe(Milat-MS. 5. yüzyıl) dönemlerinden gelişmiştir. İlk Türkçe bütün Türk dillerinin anasıdır. Ana dili: İnsanın genellikle annesi veya bebeklik döneminden itibaren birlikte olduğu kişilerle etkileşim aracılığıyla edindiği dildir. Birinci dil, asıl dil olarak da nitelendirilir. Diyalekt(Lehçe): Eski Yunanca dialektos “ortak dil” kelimesinden gelişen bu terim bilim dünyasında şu karşılıklarda kullanılmaktadır: 1) Diğer eşiti dil bilimsel sistemlerle yüksek derecede benzerlikler taşıyan, belirli derecelerde karşılıklı anlaşılabilirliğin bulunduğu dil bilimsel sistemdir. 2) Belirli bir coğrafi bölgede konuşulan veya bu coğrafyaya özgü olan ve benzer dil bilimsel sistemlerle çevrili değişkedir. 3) Yazılı veya ölçünlü olmayan değişkedir, yani resmi olarak ölçünlü yazım kuralları ve dilbilgisel kuralları tespit edilememiş değişkedir. 4) Daha geniş anlamıyla, ortak bir ata/ana dilden gelişen farklı dillerdir. Diyalekt, ağız teriminin yerine de kullanılabilmektedir. “Ev dili” ve ölçünlü dil: Devlet, çok sayıda sözlü dilin yarattığı karmaşada hükmetme, denetleme ve icra gücünün aracı olacak aynı zamanda egemenliğini simgeleyecek çatı görevinde bir üst dile ihtiyaç duyar. Genel olarak yazı dili, edebî dil vb. şekilde adlandırılan bu üst dile bölgelerüstü ölçünlü dil, kısaca ölçünlü dil adı verilir. Yazı dili ve sözlü dil: Yazı dili; yazılı dil, edebî dil olarak da nitelendirilir. Dil değişkelerinden yalnızca biri olan yazı dili, halk arasında ve öğretim süreçlerinde en iyi, en doğru ve en güzel olarak nitelenen dildir. Bölgesel ve sözlü dilin bir tür karşıtı olan yazı dili, genellikle aynı zamanda ölçünlü dil olarak ifade edilir. Yazı dili, bazı durumlarda duygu ve düşüncelerin aktarımında sözlü dile oranla yetersiz olabilir. Çünkü bunda sözlü ve karşılıklı iletişimdeki ses tonu, jestler ve mimikler, yüz ifadesi, vücut duruşu vb. dil dışı öğelerin de önemli rolü vardır. Argo ve jargon: Argoyu genel olarak gemici argosu, şoför argosu, öğrenci argosu vb. meslek gruplarına ya da toplumsal gruplara özgü, bu grupların mensupları dışında kolayca anlaşılamayacak söz varlığına dayalı özel dil şeklinde tanımlayabiliriz. Belirli yerel, toplumsal ve mesleki gruplara özgü düşük statülü bir dil olan argo(krş. İng. Argot, cant, lingo) ile özellikle gençler tarafından kullanılan yeni üretilen ve hızla değişebilen ve toplumun çok büyük çoğunluğu tarafından anlaşılmayan söz varlığına dayalı özel di arasında bir ayrım yapmak gerekir. Aynı meslek veya toplumsal gruptaki insanların, temel kavramları itibarıyla ortak dilden ayrı olarak kullandıkları özel dil veya söz dağarcığına ise jargon adı verilmektedir. Buradaki “özel dil” kavramı hukuk dili, ticaret dili, tıp dili gibi, ortak dilin dışında, belirli mesleklere ait dil ve/veya terminoloji olarak anlaşılmalıdır. Bununla birlikte argo ve jargon kavramlarını birbirinden kesin sınırlarla ayırmak zordur. İzole dil: Bir dil ailesi içinde yer alan; ancak coğrafî bakımdan ailenin diğer üyelerine komşu ya da yakın olmayan; eldeki dil bilimsel verilere göre herhangi bir dil ailesi içinde yer almayan veya aynı dil ailesi içinde yakın akrabası bulunmayan dildir. Örneğin tarihî Mezopotamya dillerinden Sümerce; Orta Asya’daki tarihî Hint-Avrupa dili Toharca; Doğu Sibirya’da Gilyak; İberik yarımadasında Baskça coğrafî bakımdan izole dillerdir. Kutsal Diller: Dil bilimsel bakımdan dillere kutsallık atfedilmez; ancak kimi dinlerin öğretilerinin ortaya konulduğu diller o dinlerin inanırları tarafından kutsal olarak kabul edilir. Örneğin Yahudilik için Klasik İbranice, Hinduizm için Sanskrit, Budizm için Prakrit(Pali), İslam dünyası için Klasik Arapça kutsal dillerdir. Kutsal dillerin bir bölümü de, konuşurları kalmamasına karşın, Zerdüştlerin kutsal kitabı Avesta ve bu kitabın yazıldığı Avestan(dili) örneğinde olduğu gibi metinler aracılığıyla korunur. YERYÜZÜNDE DİLLER Yeryüzündeki dillerin sınıflandırılmasına ilişkin çalışmalar çok eskiden beri yapılmıştır. Özellikle karşılaştırmalı dil çalışmalarının başladığı XIV. Yüzyıldan beri birçok sınıflandırmalar ortaya konmuştur. Bu sınıflandırmalar genellikle iki yönden yapılmaktadır. KÖKEN BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ Köken bakımından ya da genetik sınıflandırma, çeşitli dillerin ortak bir ana/ata dilden türediği esasına dayanır. Tarihin tam olarak bilinmeyen dönemlerinde ortak bir ana/ata dilden gelişen yani genetik olarak akraba dillerin oluşturduğu belli başlı dil aileleri alfabe sırasına göre şu şekildedir: 1. Afroasya(Hami-Sami) Dilleri Kuzey Afrika’da ve Güneybatı Asya’nın bir çok bölgesinde en baskın dil ailesidir. 2. Altay Dilleri Adını Altay dağlarından alan Altay dilleri; aralarındaki genetik akrabalık kesin olarak ortaya konulamayan Türk dilleri, Moğol dilleri ve Mançu-Tunguz dillerinden oluşur. 3. Avustronezya(Malay-Polinezya) Dilleri Bu dil ailesinin konuşulduğu coğrafya Pasifik Okyanusu boyunca Malezya ve Endonezya’dan Yeni Gine, Yeni Zelanda ve Filipinlere, batıda ise Madagaskar’a kadar uzanır. 4. Çin-Tibet Dilleri Çin-Tibet dilleri ailesinin konuşurlarının büyük bir bölümü Güneydoğu Asya’da bulunmaktadır. 5. Hint-Avrupa Dilleri Hint-Avrupa dilleri ailesi dünyanın coğrafî bakımından en yaygın, konuşur sayısı bakımından en kalabalık dillerinden biridir. Bu ailenin doğal sınırları doğu-batı ekseninde Doğu Türkistan yani Çin’in batı bölgesinden Avrupa’nın en doğusuna; kuzey-güney ekseninde ise İskandinavya ve Kuzey Buz Denizi’nden Güney Afrika’ya, Güney Asya’ya kadar uzanmaktadır. Avrupa kıtasında kıyıda (periferi) Bask dili, Ural dilleri, Kafkas dilleri gibi farklı dil aileleri ile çevrili olan Hint-Avrupa dillerinin Avrupa kolu başlıca şu kollardan oluşur: A). Avrupa Dilleri a).Germen Dilleri b).Kelt Dilleri c).Latin Dilleri d).Baltık Dilleri e).Slav Dilleri f).Bağımsız Diller(Arnavutça, Yunanca ve Ermenice) B). Hint-İran Dilleri a).Hint Dilleri b).İran Dilleri 6. Ural Dilleri Asya’nın Kuzeybatısı ile Avrupa’nın Kuzeydoğusunda İskandinavya’dan Ural Dağlarına kadar uzanan coğrafyada konuşulan ve Türk dilleri ile Hint-Avrupa dilleri tarafından bloke edilen Ural Dilleri, Fin-Ogur Dilleri ve Samoyed Dilleri olmak üzere iki ana gruba ayrılır. 7. Kafkas Dilleri Diller ve halklar dolambacı olan Kafkaslarda Kafkas dillerinin yanı sıra Altay Dilleri(Azeri Türkçesi, Karaçay-Balkarca, Kumukça vd.), Hint-Avrupa Dilleri(Rusça, Beyaz Rusça, Ukraince, Ermenice, Osetçe, Talışça, Yidişçe, Almanca vd.) gibi farklı dil ailelerine mensup çok sayıda dil konuşulur. Kafkas dilleri üç aileden oluşur. Kartvel(Güney Kafkasya dilleri) ailesinin en önemli üyesi Gürcistan’ın resmî dili olan Gürcücedir. İkinci aile Kuzeybatı Kafkas dilleri(Batı Kafkas, Abhaz-Adıge dilleri), üçüncü aile ise Kuzeydoğu Kafkas dilleridir(Doğu Kafkas, Nah- Dağıstan dilleri). YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ Diller arasındaki yapı benzerliklerine dayanan sınıflandırma, XIX. Yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmıştır. Şekil yapıları göz önünde bulundurularak yapılan bu sınıflandırmaya göre diller, üç gruba ayrılmaktadır: 7.1. Yalınlayan Diller Bunlar arasında da iki kol ayırt edilmektedir: 7.1.1. Kök Yalınlayan Diller Bu dillerde konuşmanın esasını oluşturan cümleler, değişmeyen tek heceli öğelerden oluşur. Bu yüzden bu dillere tek heceli diller de denir. Çince, Tibetçe, Siyamca ve bazı Himalaya dilleri bu gruba giren dillerdendir. 7.1.2. Gövde Yalınlayan Diller Bu gruba giren dillerde kelimelerin gramer ilgileri, ön ek, son ek ve iç eklerle gösterilmekle birlikte, kelimelerin gramer işlevleri, yani özne, nesne, yüklem birbirlerinden ayrılmazlar. Bu yüzden kelimeler tek heceli olmayıp çok hecelidirler. Bu kola Malaya, Polinezya dilleri girer. Cava dili, grubun en gelişmiş ve bir edebiyata sahip olan dilidir. 7.2. Bitişken(Eklemeli) Diller Bu dillerde değişmez kelime köklerine ekler getirilmek suretiyle anlam ve ilişki değişikliği yapılır. Yani değişmeyen bir köke çeşitli görevleri olan ekler getirilir ve bunlar ek yerleri belli olmayacak biçimde birbirine kaynaşırlar. Bu ekler ön ek veya son ek olabilir. 7.3. Bükümlü Diller Bu dillerde de ekler kullanılmakla birlikte, çekim sırasında ve yeni kelime türetilirken kelime kökü değişik biçimlere girer. Halbuki gerek yalınlayan dillerde, gerekse bitişken dillerde kökteki ünlü değişmez. 7.3.1. Kök Bükümlü Diller Bu dillerde kök, genellikle üç ünsüzden oluşur: katl(=öldürmek), darb(=vurmak), ketb(=yazmak) kökleri gibi. Köklerdeki ünlü değişmesi ile değişik kavramları yansıtan kelimeler türetilebildiği gibi, çeşitli gramer ilişkileri, çoğul şekilleri de bu yolla sağlanır. 7.3.2. Gövde Bükümlü Diller Hem çekim sırasında hem de yeni kelime türetilirken kökteki ünlü ve ünsüzler değiştiği gibi, kimi yeni sesler de köke dahil olmaktadır. Bu gruba Hint-Avrupa Dilleri(Germen dilleri, Roman dilleri vb.) ve Kafkas dilleri girer. İngilizce write(=yazmak), wrote(=yazdı), written(=yazmış) gibi. TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ Türkçe ve Altay Dilleri Türkçenin kaynak bakımından dünya dilleri arasında Altay grubunda yer aldığına, başta Moğol ve Mançu-Tunguz dilleri olmak üzere Korece ve Japonca ile akraba olabileceğine ilişkin genel bir kabul vardır. Altay dilleri kuramına göre, binlerce yıl önce Altay Dağları civarında konuşulan konargöçer toplulukların bir bölümü batıya, Avrupa’ya doğru; bir bölümü doğuya Japonya’ya ve Kore Yarımadası’na göç etmişlerdir. Altay dilleri ailesinin üyelerinden Moğol dilleri, esas olarak Moğolistan’da ve Çin’in kuzeyinde İç Moğolistan’da konuşulur. Moğolistan’da Kiril alfabesi, iç Moğolistan’da ise tarihî Uygur yazısından geliştirilen ve yukarıdan aşağı doğru yazılan Moğol yazısı kullanılır. Altay dilleri ailesinin en çok yazı dili ve konuşuru bulunan üyesi Türkçedir. Türkçe çatısı altında toplanan ürk yazı dillerinin sayısı en az yirmi dörttür. Türk dili topluluklarının toplam nüfusu kesin olarak bilinmemekle birlikte sayının 150 milyondan fazla olduğu öngörülmektedir. Türkçe aynı zamanda ailenin coğrafî bakımdan da en geniş sınırlara sahip dilidir. TÜRK YAZI DİLLERİNİN VE LEHÇELERİNİN SINIFLANDIRILMASI Avrasya coğrafyasına yayılan Türk dillerinin sınıflandırılması ile ilgili genetik, coğrafî, etnik, tipolojik bir çok ölçüt ve sınıflandırma girişimi vardır. Coğrafî, genetik ve tipolojik ölçütlerin esas alınarak yapılan sınıflandırmaya göre Türk dilleri altı gruba ayrılmıştır: 1. Güneybatı(GB), Oğuz Türkçesi 2. Kuzeybatı(KB), Kıpçak Türkçesi 3. Güneydoğu(GD), Uygur Türkçesi 4. Kuzeydoğu(KD), Sibirya Türkçesi 5. Çuvaşça, Ogur/Bulgar Grubu 6. Halaçça, Argu Türkçesi TÜRKİYE TÜRKÇESİ Türk yazı dilleri ailesinin konuşur sayısı bakımından en büyük dili Türkiye Türkçesidir. Günümüzde Türkiye Türkçesi, Türkiye’nin yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de resmî dildir. Kosova’da Türklerin yoğun olduğu bazı yerel yönetimlerde belediye sınırları içinde Arnavutça ve diğer dillerle birlikte Türkiye Türkçesi resmî dildir. Her ne kadar Türkiye Türkçesi terimi kullanılsa da Türkçe, ana dili olarak Balkanlarda Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya’da; göçmen azınlık dili olarak başta Almanya olmak üzere, Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, İsveç, Norveç vd. Avrupa ülkelerinde, Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya’da; Arap ülkelerinden Suriye ve Irak’ta konuşulan bir dildir. Rusya Federasyonu vd. Türk Cumhuriyetlerinde az nüfuslu küçük azınlıklar halinde yaşayan Ahıska Türkleri de Türkiye Türkçesi konuşuru kabul edilir. Ahıska Türkleri Sovyetler Birliği döneminde, pasaportlarında “Türk” yazan tek Türk topluluğudur. Türkiye Türkçesinin coğrafî bakımdan Anadolu Türkçesi ve Rumeli Türkçesi olarak ikiye ayrılması gelenekselleşmiştir. Anadolu Türkçesi yine coğrafî ölçütlere göre Batı Anadolu, Orta Anadolu, Ege, Karadeniz ve Doğu Anadolu ağızları olmak üzere dörde ayrılır. Oğuzların XIV. Yüzyılda Rumeli’ye geçmesi ve ardından gelen fetihlerle Türkçe, Balkanlarda Bosna’ya kadar yerleşen Türk topluluklarının ana dili ve Balkan halklarının özellikle Arnavut ve Boşnak Müslüman aydınların ikinci dili olmuştur. Türkçe devlet dili olarak Balkan dillerinin tamamını, başta söz varlığı olmak üzere, derinden etkilemiştir. Türkiye Türkçesinin temel söz varlığının büyük bir bölümünün bazen eylemler de dâhil olmak üzere Boşnakça ve Sırpçada yaşadığı söylenebilir. OKUMA PARÇASI BOMBOŞ BİR SAYFAYI DOLDURMA ÇABASI Yazmaya başlamadan önce ilhm gelsin diye beklerken boş kağıda çaresizce bakmanın nasıl bir şey olduğunu çoğumuz biliriz. Ne denli beklersek o denli kötüleşir durum. Özel bir kaleme, sandalyeye ya da ışığa gereksinim duyduğumuz sonucuna varırız. Bir bardak çay ya da kahve içene dek işe başlayamayız. Doğru sözcükler yine de gelmiyorsa, yazacaklarımızı ertelemek için binbir türlü bahane uydurmakta üstümüze yoktur. Ünlü yazarların bu tür problemlerle karşılaşmadıklarını düşünüyor olabilirsiniz. Yanılıyorsunuz! Dünyanın en saygın yazarları bile başyapıtlarını yaratmak için büyük acılarla ve emeklerle savaşım veriyorlar.1929 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Thomas Mann, “Yazar, yazma eylemini gerçekleştirirken öteki kişilerden daha fazla zorlanan kişidir” demişti. Yalnızca güç değil, ürkütücü de… 1954 Nobel sahibi Amerikalı yazar Ernest Hemingway karşılaştığı en korkutucu şeyin boş bir kağıt olduğunu söylemişti. 1982 yılında Nobel Ödülü’nü alan Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez ne zaman yazmaya otursa korkuyla dolduğunu söylemişti. 1962 Nobel ödülü sahibi Amerikalı John Steinbeck, “Her zaman ilk satırı doldurabilmekten korkmuşumdur” demişti. Popüler bilim kurgu yazarı Stephen King “En korkunç an, başlamadan hemen önceki andır” diyerek onlarla aynı düşünceyi paylaşıyor. Dünyanın en iyi yazarlarının çoğu çalışırken kendilerini fiziksel olarak tükenmiş hissederler. Rus romancı Fyodor Dostoyevsky yazdığı zaman hastalandığını söylemişti. Benzer bir biçimde, İngiliz bilim kurgu yazarı George Orwell yazmayı “yorucu, tüketici bir savaşım” olarak tanımlayarak ağrılı bir hastalığa benzetmişti. Türk şair Mehmet Âkif Ersoy’a mısralarını yazarken ter bastığı söylenir. Stephen King kendinden o denli nefret etmişti ki, ilk çalışmalarından birini çöpe atmıştı. Amerikalı Mark Twain sekiz yılını alan Huckleberry Finn’in Maceraları’nı neredeyse yakıyordu. Ünlü yazarlara verilmiş olan ilham perisi kısmen sıkı disiplinden kaynaklanıyor. 1953 Nobel Ödülü sahibi İngiliz Winston Churchill, “İlham gelsin diye oturup beklerseniz, yaşlanana değin oturursunuz!” demiş, her gün saat dokuzda başlayıp en az dört saat yazacak biçimde işleri planlamayı önermişti. “Vahşetin Çağrısı” ile ünlü Amerikalı romancı Jack London, ilhamın kapıyı çalmasını beklemenin hiçbir mantıklı yanı olmadığı söylemiş, “Onun peşinden bir sopayla gitmelisiniz” demişti. Birçok saygın yazar da öyle yapıp disiplinli bir yazma planı uyguluyor. Gün ağarırken uyanıp kimseler ortada yokken çalışmaya başlıyor. Ötekiler de her gün çalışıp sayfaları dolduruyorlar. Thomas Mann için günde iyi yazılmış bir sayfa memnuniyet vericiydi. Ernest Hemingway’in sıkı bir programı vardı, günde ortalama 500-1000 sözcük döküyordu kâğıda. İngiliz romancı Anthony Trollope yazdıklarının kaydını titizlikle tutuyordu; bir keresinde bir haftada 112 sayfaya ulaşmıştı. 2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Türk yazar Orhan Pamuk gazetecilere günde düzenli olarak on saat yazdığını söylemişti. Sıkı disiplin her zaman güzel yazılar çıkarmıyor ortaya. Yazarlar öteki tekniklerden de yararlanıyorlar. Birçok yazar sandalyeye oturarak bir masada çalışırken, az bir bölümü de ayakta durmanın daha iyi olduğunu düşünüyor. Kimi romanları için Ernest Hemingway daktilosunu bir kitaplığın üzerine koyuyor ve ayakta durarak yazıyordu. Rus Vladimir Nabokov ve Amerikalı Thomas Wolfe da yazarken ayakta durmayı yeğleyenlerden… Ancak yazarken dik durmak Kahvaltı” Truman Capote’nin işine yaramıyormuş. “Tiffany’de Kahvaltı” gibi klasiklerin yazarı, yatakta ya da bir kanapede uzanmadığı sürece düşünemediğini söylemişti. Capote yazarken konyak yudumlamaktan ve sigara içmekten hoşlanıyordu. XIX. Yüzyılın yazarı Fransız Honoré de Balzac espresso kahveye düşkünken, 1949 Nobel Ödülü sahibi Amerikalı William Faulkner viskiyi yeğliyordu. Yaratma sürecinde yer alan asıl araçlara gelince, yazarlar son derece tuhaf ve kimi zaman batıl inanışlara sahip oluyorlar. Çoğunun kurşun ve tükenmez kalem, not defteri, daktilo ya da bilgisayarlarla ilgili tercihleri var. Tüm bunların masada duruş düzeni bile var. Bir kalem yazmak, ötekisi düzeltmek, bir ötekisi de yeniden yazmak amacıyla kullanılabiliyor. Yazarlar camdan dışarıyı seyredebilir, özel bir sandalyeye oturabilir, yirmi tane kalem açabilir ya da işe başlarken uzun bir yürüyüş yapabilirler. İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie, küvette oturmuş elma yerken kitaplarına konular bulduğunu söylüyordu. “Davinci Şifresi”nin Amerikalı yazarı Dan Brown masasında bir kum saati bulunduruyor ve doğrulup düzelmek için her saat başı yazmaya ara veriyor. Bir çok başarılı yazar bilgisayar kullansa da, halen “eski moda” yöntemleri yeğleyenlerin sayısı şaşırtıcı derecede çok. “İngiliz Hasta”nın yazarı Kanadalı Mishael Ondaatje onlardan biridir. Elle yazıyor ve yapmakta olduğu işin genel durumunu görmek için sayfaları masanın üzerine dağıtmayı seviyor. Bilgisayar ekranındaki küçük metin penceresinin çok kısıtlayıcı olduğunu söylüyor. İlk aşamayı bitirdikten sonra makas ve bantla metni kesip yapıştırarak yeniden düzenliyor. Bilgisayara geçirilebilsin diye, yazısının son biçimini okuyarak kasede kaydediyor. Altan Öymen ve Hıfzı Topuz’un da aralarında bulunduğu tanınmış Türk yazarlarının kimileri yazılarını elle yazıyorlar. Orhan Pamuk romanlarını dolmakalem ile yazıyor. Sırada beklerken, kafede otururken, otobüs beklerken, kısacası her yerde elle yazılabileceğini söylüyor çoğu yazar, tercihleri de bu yüzden o yönde. Peçeteye ya da bir makbuzun arka tarafına kasralayabiliyorsunuz bir şeyler. Kimileri, bilgisayarda yazmanın çok kolay ve bunun da kötü yazarların daha da kötü yazmalarına neden olduğunu iddia ediyor. Amerikalı saygın romancı Joyce Carol Oates bilgisayarda yazmayı denediyse de, günde 12 saat çalıştığından kendisini “beyni uyuşturulan bir fare gibi” hipnotize olmuş hissetmişti. Notlarını kendi el yazısıyla ve daktiloyla yazmaya devam etti. Daha yaratıcı olduğunu hissediyordu. “Camdan dışarı bakabiliyor ve kendimi daha insan gibi hissedebiliyorum. Bu çok mutlulukl verici” demişti. Teknik ayrıntılar şöyle dursun, büyük yazarlar yetenekleri olduğu için büyükler. Ancak sıkı çalışma ve disiplin olmaksızın yetenek yeterli olmuyor. Kimi zaman yazarların kafalarındaki sesler ve karakterler tarafından yönlendirildiklerini, ne yaptıklarının pek de farkında olmayarak kendilerinden geçip yazdıklarını düşünürüz. Bu gibi bir özelliğe nadiren rastlanır. Gerçek şu ki büyük yazarlar büyük eserler meydana getirmek için iyi çalışırlar. Fransız yazar Gustav Flaubert “Madam Bovary’nin tek bir sayfası üzerinde beş gün harcadığını belirtmişti. “Hobbit” ve “Yüzüklerin Efendisi”nin İngiliz yazarı J.R.R. Tolkien kitaplarını defalarca yeniden yazmış. Ernest Hemingway “Silahlara Veda”nın son sayfasını son biçimine getirene kadar 39 defa yazmış. Kendisine sorunun ne olduğu sorulduğunda, Hemingway, “Sözcükleri doğru yerlerine oturtmak” diye cevap vermiş. Bu kolay bir iş değil, en iyiler için bile… (Cheryl TANRIVERDİ, “Bir Başka Bakış”, Bütün Dünya, 1 Mart 2007, s.63-67) YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Mustafa ÖZKAN, Osman ESİN, Hatice TÖREN, Türk Dili-Yazılı ve Sözlü Anlatım, Filiz Kitabevi, İstanbul 2001. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Türk Dili I Ders Kitabı, (Editörler: Muhsin Macit-Serap Cavkaytar), Eskişehir 2012. Doğan AKSAN, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998. Cheryl TANRIVERDİ, “Bir Başka Bakış”, Bütün Dünya, 1 Mart 2007, s.63- 67. www.dilbilimi.net/geneldilbilimi.htm TEST SORULARI 1. Dille ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi bilimseldir? a. Diller zamana, coğrafyaya ve toplumsal katmanlara göre dallanır. b. Gelişmiş ülkelerin dilleri de gelişmiştir. c. Kimi dillerin yazılı ve sözlü anlatım yetisi sınırlıdır. d. Diller ses, yapı, anlam vb. bakımlardan değişmeyen doğal sistemlerdir. e. Fransızca zengin ve güzel bir dildir. 2. “Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal hissin gelişmesinde başlıca etkendir.” Yargısı hangi seçeneği içermez? a. Dil ile düşünce ve duygu arasında çok yakın bir ilişki vardır. b. Dil ile etnik ve ulusal kimlik arasında güçlü bir nedensellik ilişkisi vardır. c. Ulusal bütünlük için resmî dilde bağdaşıklık(homojenlik) önemlidir. d. Diller, yabancı dillerin boyunduruğu altına girmemelidir. e. Dillerin gelişmesi devletin desteğine bağlıdır. 3. Aşağıdakilerden hangisi yerli azınlık dilidir? a. Almanya’da konuşulan Türkçe b. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde konuşulan Türkçe c. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde konuşulan Türkçe d. Karadeniz bölgesinde konuşulan Türkçe e. Bulgaristan’da konuşulan Türkçe 4. Aşağıdakilerden hangisi uluslar arası bir kurum veya kuruluşta faaliyetlerin yürütülmesinde ortak anlaşma aracı olarak kullanılan dildir? a. Ortak dil b. Karma dil c. Çalışma dili d. Yazı dili e. Bölgesel dil 5. Türkçe ile ilgili aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır? a. En geç sekizinci yüzyıla uzanan yazılı geleneğe sahiptir. b. Sondan eklemeli bir dildir. c. Köken bakımından Altay dilleri grubunda yer alır. d. Almanya’da resmî statüye sahiptir. e. Ölçünlü(standartlaşmış) dilin yanı sıra, bir çok bölgesel ve toplumsal değişkeden oluşur. Cevaplar: 1. a 2. e 3. e 4. c 5. d