ATA 101 Ders Notları 21 Ekim 2024 PDF
Document Details
Uploaded by GutsyDallas
Mudanya Üniversitesi
Tags
Related
- Cumhuriyet İlanı PDF
- History Of The Ottoman Empire And Modern Turkey: Reform, Revolution, And Republic (1977) PDF
- Turkey: A Modern History PDF
- 2024-2025 T.C. İNKILAP TARİHİ ÇALIŞMA SORULARI PDF
- 2024-2025 Turkish History and Atatürk Studies Exam Questions PDF
- Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi I Ders Materyalleri PDF
Summary
Bu belge, 21 Ekim 2024 tarihli ATA 101 ders notlarının özetidir. Türkiye'de çağdaşlaşma sorunları ve Osmanlı Devleti'nin özellikleri hakkında bilgi sunmaktadır.
Full Transcript
**[ATA 101 -- Ders Notları -- 21.10.2024]** **[Türkiye'de çağdaşlaşma sorununu nasıl ele almalıyız? ]** - [Bu, dar anlamında din-devlet ya da devlet-din kurumu ayrımı sorunu değil, çok daha geniş anlamda "kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma" sorunudur. Geleneksel, katılaşmış ku...
**[ATA 101 -- Ders Notları -- 21.10.2024]** **[Türkiye'de çağdaşlaşma sorununu nasıl ele almalıyız? ]** - [Bu, dar anlamında din-devlet ya da devlet-din kurumu ayrımı sorunu değil, çok daha geniş anlamda "kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma" sorunudur. Geleneksel, katılaşmış kurum ve kurallar karşısında zamanın gereklerine uyan kurum ve kuralları geliştirme sorunudur. Asıl sorun, toplum yaşamı üzerinde gelenekler yerine, zamanın gereklerinin insan davranışlarına nasıl yol göstereceği sorunudur!] - [Türk çağdaşlaşması konusunda asıl sorun, kutsal sayılan alanın ekonomik, teknolojik, siyasal, eğitsel, bilgisel yaşam alanlarında daralması, etkisizleşmesi sorunudur. Bu tarihsel olarak ilerleme ve gelişme ile tutma ve dengeleme gibi iki amaç arasında bir gerilim yaratmıştır ve Türk ulusunun ortaya çıkışına giden süreci başlatan Türk çağdaşlaşması buradan çıkmıştır.] **[Osmanlı devlet ve toplum kuruluşunun özellikleri:]** - [Osmanlı özü itibariyle despotik bir rejim. Ancak, Doğu despotizmi konusunda bir kafa karışıklığı var. Despotizm hukuk kurallarından yoksun, keyifle güdülen bir rejim anlamında tartışılıyor literatürde. Ancak, Osmanlı'daki rejimi tartışırken despotizm ya da padişahlık rejimini feodalizmden, teokrasiden, tiranlık yönetimlerinden ayırmamız gerekiyor.] - [Despotizm özünde devletin kaynağı zapt ve fetih ile halk üzerinde kurulan gücün miras gibi geçer oluşu, yani devletin bir baba mülkü sayılışıdır. Bu modelde en önemli yan, en üstün siyasal gücün toplumdan çıkarılmış, hattâ yabancılaştırılmış bir kul kitlesinin desteğine dayandırılmasıdır. Bu feodal Batı Avrupa geleneğinden keskin çizgilerle ayrılan bir modeldir.] - Osmanlı devlet rejimi (padişahlık) feodal ya da teokratik değildir. Osmanlı rejimi Batı Avrupa siyasa ve geleneğinden farklı bir gelenekten gelmektedir: Doğu despotizmi. Ve, dünyayı Batı Avrupa geleneği etkilemekte olduğundan, Doğu despotizmi altında yaşamış toplumların çağdaşlaşması Batı Avrupa siyasa türünün geleneğine göre yürümektedir ya da yürütülmektedir. Bu toplumların çağdaşlaşma çabalarının çok güç ve ağır yürümesinin başlıca nedeni budur. - [Osmanlı rejiminin en önemli yanı, dinsellikten çok gelenekselliktir. Bu daha kapsamlı kavram hem din hem de padişahlığı, hem de Doğu despotizminin özelliklerini içine alır. ] - [***Gelenekselliğin birinci özelliği***: Düzen, Tanrı tarafından olduğu gibi konmuştur. Değişmez ve değiştirilmemelidir.] - [***Gelenekselliğin ikinci özelliği***: Devleti, Tanrı'nın koyduğu bu düzen ortaya çıkarır. Bu en eski, ilk kanun kuramıdır (Tanrı'nın koyduğu en eski, ilk kanun), bu rejimin siyasal ilkesidir.] - [***Gelenekselliğin üçüncü özelliği***: Patrimonyalizm. Tanrı, dünyanın düzenini kurmakla kalmamış, o düzeni tutmak ve yürütmek için padişahı seçerek onu yeryüzünde kendinin bir gölgesi, vekili yapmıştır.] - [Böyle bir rejimde normal ve ideal toplum düzeni, sürekli olarak denge halinde duran toplumdur. Tanrı toplumun bölümlerini ayrı ayrı yerlere koymuş, her birine verdiği görevlerle onları yerlerine yerleştirmiştir. Bu topluma **"reâyâ"** yani "sürü" denir.] - [Padişaha Tanrıca verilmiş ödev dünyayı ve toplumu bir düzen içinde tutmaktır. Bu iş için ona bir dizi yardımcı hizmet görevlisi gereklidir. Bunlar devletin hizmet sınıflarıdır ve hepsi birlikte militer ve sivil bürokrasiyi oluştururlar. Osmanlı sisteminde "militer" devlet hizmetindekilerin hepsini kapsar.] - [Osmanlı rejimini, Batı geleneğinden en çok ayıran ve Türk çağdaşlaşma sürecinin en çapraşık işlerine yol açan özellik budur. Bu özellik, devlet ile toplum arasındaki ilişkide padişahlık devletinin yöneticileri olan hizmet sınıflarının toplum sınıflarını temsil eden kişiler olmamasıdır. Osmanlı devlet ve toplum görüşüne göre devlet toplumdan gelmez. Devlet toplumdaki ekonomik çıkar sınıflarının çıkar gereklerine dayanmaz. Siyasal egemenlik toplumsal köklerden gelmez; toplumun üstüne Tanrı tarafından dışarıdan oturtulur.] - [***Kapıkulu sınıfı***: Osmanlı despotik geleneğinde padişahın mutlak egemenliği toplumdan derlenen sınırlı bir sınıf ile meşrulaştırılır. Bu derleme sınıf, ekonomik çıkar, din ve ırk bölümleri olmaksızın toplumdan en çok kopmuş, topluma en kolaylıkla yabancılaştırılmış hizmetkarlardır. Toplumdan devşirilip en yüksek siyasal gücün hizmet sınıfları haline getirilirler.] - [***Kapıkulu sınıfı***: Hizmetkarlar sınıfı, hükümdarın iradesine kayıtsız şartsız bağlıdır, fakat o iradeyi uygulamada da kayıtsız şartsız güç sahibidir. Toplum sınıflarının yüklendiği birçok yükümlülüklerden bağışıktır. Ne memurdur, ne de vatandaş; ne doğal hakları vardır, ne de toplumsal ve ekonomik işlevleri. Yalnızca devlet yönetiminin yürütme, padişaha hizmet etme sınıfıdırlar.] - [Türk çağdaşlaşması, Osmanlı rejimini ilk önce bu yanından vurdu. Toplumda dış ve iç etkenlerle ortaya çıkan değişiklikler, toplumdan bu denli bıçak kesimi ile ayrı tutulan hizmet sınıflarını padişah yetkesinin kayıtsız şartsız kulu olmak niteliğinden uzaklaştırdı!] - [Bir siyasal güç ve örgüt olarak sömürgecilik aşamasına varan Avrupa devletlerinin hükmü ya da işgali altına girmemiş olduğundan, Osmanlı rejiminin ekonomik yanları bozulduğu halde siyasal yanları bozulmamıştır. ***Avrupa devletleri Osmanlı ekonomisini kendi çıkarlarına göre değiştirme isteğinden hiç şaşmadıkları halde onun siyasal ve kültürel anlamda çağdaşlaşmasıyla hiç ilgilenmedikleri gibi iç işlerine karıştıkları zamanlarda da bunu yapmayı istememişlerdir. Çağdaşlaşmış bir devletin yönetimi altındaki bir toplumun ekonomisine hükmedemeyeceklerini biliyorlardı!***] - [Osmanlı rejiminin en önemli öğeleri şunlardır: a) halife-padişah, b) bağımlı hizmet sınıfları (kapıkulları), yani hükümdarın toprakları üzerindeki reâyâyı zapta ve devleti vergi gelirleriyle beslemeye memur tımar başkanları ve (bunların feodal bey yetkilerini kazanıp da reâyâyı doğrudan doğruya kendilerine bağımlı yapma gücünü kazanamamaları için) hükümdarın iradesine adanmış yeni bir ordu (yeniçeri kul ordusu) ve c) devletin mâliyesini ve yönetim mekanizmasını yürütecek bürokrasi.] - [Özetle, Osmanlı Devleti ne bir teokrasi, ne de feodal bir devlettir. Osmanlı devleti sonunda tam olarak bir Türk devleti de değildir. Osmanoğlu hanedanının zaptı altına giren Türklerden başka Yakın Doğu ve Balkan halklarından devşirilmiş kişilerin devletidir. ] **[Osmanlı Devlet Yapısını Anlamak:]** - Batı'da sınıf çıkarına bağlı olarak gelişen bir devlet anlayışına karşı Osmanlı'da hiçbir sınıfa dayanmayarak toplumsal işlerin tümünün sorumluluğunu kendisinden toplayan bir devlet zihniyeti vardır. - Osmanlı'da toplumun devleti sınıflı bir yapıya dönüştürmek için mücadele ettiği görülmez! Aksine, devlet kadim geleneklerini dengede tutmak ve kimi zaman bu gelenekler aşındığında onları yeniden kurmak için mücadele eden bir güçtür. - Osmanlı'da (genel anlamda Doğu dediğimiz Batı dışı toplumlarda) padişah ile kapıkulu sınıfı ve reaya arasında sabit bir döngüye bağlı olarak bütünsel ve her zaman dengede olan bir devlet-toplum ilişkisi gelişmiştir. - Buradan hareketle, Osmanlı İmparatorluğu'nda ortak mülkiyetle özel mülkiyetin bütünleştiği bir toplumsal düzene dayanan merkeziyetçi ve askeri bir devlet yapısı ortaya çıkmıştır. - Dolayısıyla Osmanlı'da'da mutlak gücün, yani padişahın, bürokrasi aracılığıyla reayayı denetlediği bir koruma ilişkisine dayanan bir merkezi devlet zihniyeti yerleşmiştir. Bu nedenle, böyle despotik bir sistem içerisinde reayanın kontrolünü daim kılabilmek için "mutlak bir hükümdarlık anlayışı" bir zorunluluktur. Mutlak hükümdarlık olmazsa reaya kontrolden çıkar ve despotik sistem yaşayamaz! - Bu bağlamda, Osmanlı İmparatorluğu'nda feodal aristokrasinin tasfiye edildiği, idari görevlere sarayda eğitim görmüş kapıkullarının getirildiği ve ulemanın merkezi hizmet görevine kaydırıldığı mutlak bir hükümdarlık anlayışı var. - Bu mutlak hükümdarlık kurumu toplumsal üretim ilişkilerinin bütününde son kararı veren kurum. Bu sebeple, her çeşit toplumsal gelişmenin dinamiklerini doğrudan devlet bürokrasisi ve onun tabi olduğu padişah belirliyor! - İmparatorluk, ve onun başındaki mutlak gücün sahibi yani padişah, sürekli bir biçimde mülkiyetin tek sahibi ve bu sebeple özünde "hem kapitalist iktisadi gelişmelere kapalı hem de bu gelişmelere karşı olan" bir devlet ve toplum düzeni gelişmiş durumda. - İşte bu, gelenekçiliğin gelişmesine sebep olmuştur. Osmanlı devlet yapısında gelenekçilik, toplumsal ve iktisadi dengelerin mümkün olduğu kadar muhafaza edilmesi ve herhangi bir değişim talebi ortaya çıktığında dengeyi korumak için değişim taleplerini ortadan kaldırma iradesinin hâkim kılınması anlamına gelmektedir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu'nda hep "şeriata ve hükümdar kanunnamelerine dayanan kadim geleneklerin dışına çıkılmadan iş yapılmaya" çalışıldığı görülür! - Osmanlı İmparatorluğu'nda fütuhat ve toplumun ahlaki bir biçimde tek tip örgütlenmesiyle bir denge kurularak merkezi imparatorluk zihniyeti geliştirilmiştir ve bu merkezilik yalnızca sultanın iradesinde toplandığı için despotiktir! - Bu merkezi imparatorluk zihniyetinde eş zamanlı biçimde toprağın, emeğin ve sermayenin üzerinde kontrol sağlanır ve bunun sonucunda toplumsal yaşamda günlük hayat, reayanın görev ve ödevleri merkezdeki despotik yapı tarafından örgütlenir, dolayısıyla toplum içindeki ilişkilerin özgürlük alanı çok kısıtlıdır! - Bu bağlamda, Osmanlı'da devletin ve toplumun çıkarları bir bütünsellik arz eder ve güçlü devlet, güçlü bürokrasi ve güçlü toplum ideali despotik yapının içinde süreklileştirilir. Güçten düştüğü anda da bu yapının içerisinde değişim olmaz, çünkü değişim iradesini despotik yapının bizzat kendisi kontrol eder. - Despotik yapının kontrolü oldukça, kurumları sürekli dengede tutma gerekliliğine bağlı olarak Osmanlı İmparatorluğu'nda yenilenme çabalarına her zaman mesafeli, hatta yenilik çabalarını her zaman bastırmaya ve yok etmeye meyilli merkezi bir yönetim anlayışı varolagelmiştir. - Kısacası, Osmanlı çoklu çıkar ilişkilerinin arasında denge kuran despotik bir merkezi imparatorluk zihniyetine sahiptir! **[Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki miras ilişkisi:]** - [***Güçlü merkezi devlet geleneği***: Modern Türkiye üzerinde günümüzde bile hissedilen büyük bir etki yaratan miras, ulusla özdeşleşen, tarafsız ve toplumun dışında kabul edilen ve hiçbir özel çıkarı temsil etmeyen güçlü ve merkezileşmiş devlet geleneğidir.] - [Önde giden kişilerin oluşturabilecekleri bağımsız bir Osmanlı toprak aristokrasisinin sultana karşı bir güç olarak ortaya çıkması konusunda her türlü olasılık İstanbul'un düşüşüyle birlikte ortadan kaldırıldı. Osmanlı'da hiçbir toplumsal güç ya da kurum sultanın mutlak otoritesine karşı çıkacak güçte olmamıştır. Bir aristokrat sınıfı yoktur!] - [Avrupalı düşünürler Avrupa ve Osmanlı monarşileri arasındaki farklılığı esas olarak din farklılığına indirgemezler. Macchiavelli, Jean Bodin, Francis Bacon, Harrington Osmanlı'da hükümdarın mutlak iktidarına meydan okuyabilecek hiçbir toplumsal güç olmadığı tespitini yapmışlardır!] - Osmanlı İmparatorluğu gayri-Müslim cemaatlerin -en önemlileri Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler- çok önemli ekonomik ve idari roller oynadıkları, ancak siyasi iktidara katılmalarına izin verilmeyen, kozmopolit, çok etnik gruplu ve çok dinli bir toplumdu. Nitekim burada ekonomik işlevleri burjuvazininkine benzeyen çok zengin tüccarlar -Müslüman ve gayri Müslim- vardı, ancak bunlar asla devleti ve toplumu kendi sınıfsal çıkarlarına göre biçimlendirebilecekleri, burjuva sınıfına özgü siyasal güç ve yetkiye sahip olmadılar. Sultanın toprak mülkiyeti üzerindeki tekeli böyle bir sınıfın gelecekte de oluşmamasını garanti etmiştir. - [Osmanlı Devleti babadan oğula kalan, doğu despotizmi ya da haraç toplayan devlet olarak betimlenebilecek güçlü bir devlettir. İktidar, hükümetin ve ona tamamen sadık küçük bir kliğin elinde merkezileştirilmiştir ve devlet, toplumun bütün kesimlerine, hiçbirini kayırmaksızın sömürmek için müdahale eden bir devletti.] - [Böyle bir devlet, özellikle 17. yüzyıldan itibaren dinamik ve yaratıcı Avrupa'nın meydan okumasını karşılamada güçsüz kalmaya başladı. Sultanlar Batı'nın meydan okumasını parça parça reformlarla, özellikle orduda reform yaparak karşılayabileceklerini düşündüler. Ancak, uzun vadede sorun askeri değil, yapısaldı. Bizzat toplumda temel değişiklikler yapmak gerekiyordu ve Yeniçeri ordusuyla bürokrasinin desteklediği tutucular, kendi konumlarını zayıflatacak reformlara uymayı reddettiler. Toplumda, sultanı tutuculara karşı çıkmaya yöneltecek herhangi bir güç, ne bir burjuvazi ne de bir toprak sahibi aristokrasi yoktu.] - [Osmanlı İmparatorluğu'nun, servetlerinin devlet tarafından müsadere edileceği korkusu olmaksızın, güvenli mülkiyet hakları temelinde gelişebilecek sınıflara ihtiyacı vardı. Bu da sultanın, sorumlu olacağı ve değerlendirilmeye tabi tutulacağı bir sistem uğruna kendi mutlakçılığından vazgeçmesi anlamına gelecekti.] - [Bu sebeple, 19. yüzyılda reform kurumsallaşmaya başladı. Kurumsal reformlar bürokrasi sınıfının sultan karşısındaki özerkliğini arttırdı ve gerçek bir bürokrasi doğdu. Bu değişikliklerin en önemli sonucu yeni bir bürokratlar sınıfının yaratılmasıydı. Bürokrasi artık ifadesini sadece sultanın kişiliğinde bulmayan devlete daha büyük bir sadakatle bağlı hale geldi. Sadakat sultandan devlete kaydı.] - [***19. yüzyılın mücadelesi***: modern ordu ve modern bürokrasi modern Avrupa'nın gerçekleştirdiği başarıların temelinde özel mülkiyetin kutsallığı ve sultanın o zamana kadar mutlak olan otoritesinin anayasayla sınırlanması gibi iki ilkenin bulunduğunu anlamışlardı.] - [19. yüzyıl boyunca reformcular ve onların mirasçısı 20. yüzyılın başındaki Jön Türkler ve İttihat ve Terakki bu ilkelerin gerçekleşmesi için mücadele verdiler.] - [Devletin toplumsal bir temelden yoksun olması ve 19. yüzyılda yeni bürokrasinin böyle bir temel yaratma girişiminde bulunmaları, modern Türkiye'yi anlamak için bir anahtardır. Avrupa'daki gibi bir sosyal sözleşme yoktur ve 19. yüzyıldaki reform mücadeleleri Türkiye'de bir çeşit sosyal sözleşme girişimidir.] - [20. yüzyılın başındaki anayasal hareketler ve devrimler ise bu girişimin sonucudur!] **[Türk Çağdaşlaşmasında Birinci Süreklilik (19. yüzyıl):]** - [18-19. yüzyılların reformcu sultanları hastalanan devletlerinin kurumlarını modernleştirmeye başladıklarında, ilk olarak orduyu ele aldılar. Sonuç olarak Batı'yı örnek alan askeri okullar ve akademiler kuruldu ve bu kurumlardan kendilerini devletin ve imparatorluğun selametine adamış yeni bir reformcu subaylar kuşağı çıktı. Çünkü, askeri okullarda liberalizm ve ulusçuluk fikirlerini de beraberlerinde getiren Avrupalılar öğretmenlik yapıyorlardı ve dolayısıyla reformcu kadrolar askerler arasından yetişti.] - [1876'da parlamenter monarşiyi reformcu askeri elitler getirdi. Abdülhamid anayasayı yürürlükten kaldırdı ve 1876-1908 arası Türkiye'yi bir despot olarak yönetti. 1908'de anayasayı ve parlamenter monarşiyi geri getiren yine reformcu askeri elitler oldu (İttihat ve Terakki).] - [1918'de I. Dünya Savaşı'nda yenilgi durumunda bile Büyük Güçler'in ve onların himayesi altındaki güçlerin istila ve işgaline direnen yegâne örgütlü güç Türk ordusu oldu ve 1919-1923 arası bağımsızlık mücadelesini askeri elitler sonuca ulaştırdı. ] - [Bu sebepler, Türk çağdaşlaşma tarihinde ve siyaset hayatında ordunun taşıdığı önem makul bir süreklilik gösterir.] **[Türk Çağdaşlaşmasında İkinci Süreklilik (20. yüzyıl):]** - [Türklerin kendi ülkelerine, sanayileşme aşamasındaki İngiltere ve Avrupa'nın hâkim olduğu oluşum halindeki dünya ekonomisinde bir yer bulma konusunda, 19. yüzyılın başından bu yana gösterdikleri bir kararlılık vardır.] - [19. yüzyılda hâkim sınıflar Batı'dan gelen baskıya sadece askeri araçlarla direnemeyeceklerini anladılar. Direnebilmek için, modern ordunun sadece bir parçasını oluşturacağı modem bir siyasal, toplumsal ve ekonomik yapı kurmak zorunda olduklarını gördüler. Bu "Doğu Despotizmi"ni terk etme zorunluluğunun anlaşılmasıdır: 1839, 1856 Osmanlı'da reformasyon, 1876, 1908-1919 anayasa ve parlamenter monarşi.] - Bu reformlar, bürokrasinin dışında bunlardan yararlanabilecek önemli bir yerli toplumsal tabaka olmadığı için ancak kısmen başarılı oldu. Eski düzen tarafından kısıtlandığını hisseden ve kendi dünyasını kurmak için gayret gösteren bir Türk burjuvazisi henüz yoktu. - [Bu reformların sonucunda 19. yüzyılın son on yıllarında ordunun ve bürokrasinin toplumsal karakterleri dikkat çekici bir değişikliğe uğradı: Ordu ve bürokrasi tabakalaştı.] - [1908 Jön Türk Devrimi: Jön Türkler'in çoğunlukla mensup oldukları alt orta sınıfları yeni rejimin içinde bir iktidar ve nüfuz konumuna yerleştirmek için tasarlanan toplumsal devrimin başlangıcı. Jön Türkler, Türk toplumunun bir toplumsal devrimden geçmesi gerektiğini düşünen, tasarlayan bir asker-sivil grubudur.] - [İttihatçılar Türkiye'yi dünya sistemi içerisinde eşit bir ulus olarak tasarladılar ve bunun için gerekli gördükleri toplumsal sınıfları olan kapitalist bir toplumu Türkiye'de kurmaya yetecek ölçüde özerklik ve bağımsızlığı sağlamak için çalıştılar. Bu toplumsal mühendisliği gerçekleştirmeden önce, ordunun hayati bir bileşenini oluşturduğu devlet üzerinde tam bir denetim kurmak zorundaydılar. 1908-1918, on yıllık İttihat ve Terakki dönemi bu denetim çabasının bir ürünüdür.] - [Örneğin 1916 reformları ile Sultan esas sadakat sembolü olmaktan çıkarıldı. Bunlar Türk Ulusu bilincine doğru ilk adımları oluşturdu. Ordu hükümet olan reformcu İttihatçı iktidarın kontrolüne girdi, bu modern Türkiye tarihinde büyük bir olaydır. Eski rejim, ancient regime, sultanlık rejimi siyasal olarak etkisizleştirildi ve yönetici elit ile ordu arasındaki çelişki ortadan kaldırıldı. Her iki kurum da aynı sınıfın, Türk alt orta sınıfının eline geçti, bu nedenle her iki kurum da ilk kez aynı reform programının peşinden gitti! 1918'de Türkiye'de, zayıf da olsa, kapitalist bir sınıflaşma oluşmuştu.] - [Savaş sonrası 1918-1922 arası bir boşluk oluştu, eski rejim yeniden hakimiyet kurmaya çalıştı ancak temel olarak İttihatçı reform geleneği çok canlı kaldı, çünkü en organize güç olan ordu İttihatçıdır! Anadolu'da yeniden kolayca örgütlendi ve bağımsızlık mücadelesine girişti.] - [Eski rejim Büyük Güçler ile işbirliği yaptı, Anadolu'nun paylaşılmasına ve işgaline razı oldu. Bu süreç, İttihatçıların milliyetçilere dönüşümünü hızlandırdı ve ordunun sadakatini bağımsızlık hareketini örgütleyen Mustafa Kemal'e yöneltti. İşte Türk uluslaşmasının fiziken başlangıcı bu boşluk ve işgal döneminin ürünüdür!] - [1908-1920 sürecinde, ordunun monarşiye sadakati İttihatçıların yurtseverliği temel alan siyasetleriyle zayıflatılmıştı; savaş sonrası Türkiye koşullarında ordu, doğal olarak, geleneksel hanedan kimliğinden çok yurtsever ulusalcı kimliği tercih etti.] - [Bu süreç, küçük ve gelişmemiş de olsa bir Türk burjuvazisinin oluşmasıyla sonuçlandı. Seküler bir cumhuriyet kurmaya yetecek ve modernleşme yönünde ilerleyecek bir toplumsal temel oluştu. ] - [Erken cumhuriyet döneminde de (1923-1945) ordunun siyasal hayattan tamamen tecrit edilmesi devam etti ve ordu siyasetten etkin biçimde tecrit edilerek devletin bir aracı haline geldi. Ancak, 1945 sonrası Soğuk Savaş Türkiye'nin silahlı kuvvetlerini yeniden ortaya çıkardı.] - [Türkiye NATO'ya girince ordu siyasal bakımdan gölgeden günışığına çıktı (özellikle Kore Savaşı sırasında) ve savaş sonrası Türkiye'sinin benimsediği hür dünya ideolojisinin sembolü haline geldi ve önemini yeniden kazandı.]