Ortadoğu Bölgesel Çalışmalar 1. Hafta PDF
Document Details
Uploaded by Deleted User
Tags
Summary
Bu belge, Ortadoğu'nun jeopolitik önemini, bağımsızlık süreçlerini ve bölgenin tarihsel ve küresel etkileşimini inceliyor. Kültürel ve siyasal dinamiklerle ilgili bilgiler sunulmakta ve bölgedeki önemli olaylar özetlenmekte.
Full Transcript
BÖLGESEL ÇALIŞMALAR ORTADOĞU-1.HAFTA Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi, Bağımsızlıklar ve Dengeler 20. yüzyılda Ortadoğu olarak adlandırılan ve coğrafi olarak Güneybatı Asya’da bulunan Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez Ülkeleri ve Mısır’ı içine alan bölge tarihte olduğu gibi günümü...
BÖLGESEL ÇALIŞMALAR ORTADOĞU-1.HAFTA Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi, Bağımsızlıklar ve Dengeler 20. yüzyılda Ortadoğu olarak adlandırılan ve coğrafi olarak Güneybatı Asya’da bulunan Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez Ülkeleri ve Mısır’ı içine alan bölge tarihte olduğu gibi günümüzde de uluslararası gelişmelerin odağında yer almaktadır. İnsanlık tarihinde medeniyetlerin doğup geliştiği, semavi dinlerin dünyaya yayıldığı bir yer olmasının yanı sıra ekonomik, stratejik, kültürel ve demografik özellikler, bölgenin küresel önemini artırmaktadır. Bugünkü Ortadoğu siyasetinin karmaşıklığı, belirsizliği, istikrarsızlığı, kayganlığı, siyasal anlamda çağdaşlığın sembolü olan demokratik sistemlerden yoksunluğu, demokratikleşmeye karşı geleneksel yapıların ve süreçlerin dirençle ayakta durmaya çalışmaları gibi belirgin özelliklerin şekillendirdiği bir tabloya sahip olması, aslında sadece içinde yaşadığımız çağın bir sorunu değil tarihten günümüze taşınan ortak bir sorun olarak görülmelidir. Ortadoğu, sadece bugün değil tarihin her döneminde uluslararası ilişkilerde politik, stratejik, kültürel, ekonomik ve genel dengeler açısından dünyanın en önemli bölgesi olarak aktif rol oynamıştır. Bu bölgedeki ülkelerin siyasetini belirleyen temel faktörler coğrafyadan kültüre, petrolden dinlere, stratejik bakımdan geçiş yolları üzerinde bulunmasından demografik zenginliğe kadar çok çeşitli olduğu görülmektedir. Ortadoğu tarihin başlangıcı olarak kabul edilen yazının icadından bu yana medeniyetlerin oluşmasına mekân olmuş, medeniyetlerin dünyaya intikalinde aktif rol oynamıştır. Doğu ile Batının buluştuğu bir kavşak noktası olan Ortadoğu, sadece ticari malların aktarıldığı bir pazar değil aynı zamanda inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin birbiriyle kavuştuğu ve kaynaştığı bir geçiş noktası olmuştur. İnsanlık tarihinde belirleyici rol oynayan kültürel bölgeler arasında Ortadoğu’nun baş sırada yer aldığı söylenebilir. Sanayi devrimiyle bu nitelik Batı dünyasına kaymışsa da petrolün bulunmasıyla Ortadoğu Yıllığı 2005 birlikte bölge kültürün yanında ekonomik alanda da etkisini artırmıştır. Tarihte hegemonik güç olmaya yönelen her devletin öncelikle bu bölgede hâkimiyet tesis etmeye çalışması dünya siyaseti açısından Ortadoğu’nun önemini ortaya koyan önemli bir gösterge olarak değerlendirilebilir. Dönemlerinin süper gücü olan bütün devletlerin Ortadoğu ile ilgilenmeleri, etkilerini güçlendirmeye çalışmaları ve bölgesel gelişmeleri yönlendirmek istemeleri sebepsiz değildir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, modern dönemde önce İngiltere ve Fransa, ardından Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği bu bölgede etkin rol oynamaya ve hâkimiyet alanlarını genişletmeye yönelmişlerdir. Bu devletlerin dünya hâkimiyet politikaları bölgede tesis ettikleri egemenlikle orantılı olmuştur. Bu gelişmeler bölge politikalarıyla dünya dengeleri arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. Ortadoğu’daki bölgesel gelişmeler ve çatışmalar, sadece bölgedeki toplumları ve devletleri ilgilendirmekle kalmamış aynı zamanda uluslararası dengeleri ve büyük güçlerin politikalarını da etkilemiştir. Özellikle modern çağda bölge güçleri arasındaki çatışmalar, hegemonik küresel güçlerin kontrolü altında sürdürülmüştür. İnsanların ilk defa yerleşik hayata geçtikleri Nil ve Fırat-Dicle havzaları aynı zamanda ilk medeniyetlerin yeşerdiği bölgeler olmuştur. Mezopotamya’da teşekkül eden Asur, Babil, Sümer, Akad ve diğer şehir devletleri insanlık tarihinin en eski siyasi yapıları ve buna dayalı şehir ve daha sonra da bölge medeniyetlerinin nüvelerini oluşturmuştur. Her iki havzada teşekkül eden şehir medeniyetleriyle ilgili eserler ve çeşitli yapıların bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Diğer taraftan dünyanın üç evrensel dini olan İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik bu bölgede doğmuştur. Mısır, Filistin ve Hicaz bu dinlerin doğduğu, geliştiği ve dünyaya yayıldıkları kutsal beldeler olarak tüm dünyanın devamlı gözlerini çevirdikleri yerlerdir. Asırlarca her üç dinin müntesipleri, dinlerini tebliğ eden peygamber ve sahabelerin hatıralarını barındıran bölgedeki şehirlere, kutsal mekânlara ve yerlere ulaşmak için gayret etmişlerdir. Her üç dinin de kutsal mekânları burada bulunmaktadır. İslam dininin en önemli mekânları olan Mekke, Medine, Kudüs, Urfa, Bağdat, Necef, Kum, Kahire gibi Ortadoğu Siyaseti Üzerine Notlar 313 şehirler burada olup tüm Müminlerin kalbi buraya dönüktür. Katolik Hıristiyanlar için bölge dışında Roma öne geçmişse de yine de Kudüs, Bethlehem, Nazareth, Galilee, Tabar dağı, Jericho, Nablus, Qubaibah, Azariyyah, Carmel dağı, Ein Kerem, Efes gibi yerler bu bölgededir. Yahudiler için de kutsallığı olan Kudüs, Ağlama duvarı, Süleyman mabedi, Sion dağı, Bethlehem, Carmel dağı, Safad, Meiron ve Tiberias gibi yerler buradadır. Ortadoğu’nun jeopolitik yapısı ve özellikleri bir yandan bölgenin dünya politikasındaki yerini ve önemini güçlendirip küresel güçlerin hegemonik rekabetini yönlendirirken diğer yandan bölge ülkelerinin siyasetlerini şekillendirmektedir. 19. yüzyıla kadar bölge dışı güçlerin etkisi sınırlı kalırken Osmanlı gücünün çözülmeye başlamasıyla küresel güçlerin stratejik hesapları ve politikaları etkili olmaya başlamıştır. Özellikle 19. yüzyılda petrolün bulunması ve sanayi ülkeleri için bunun ifade ettiği stratejik önem nedeniyle Ortadoğu üzerindeki hesaplar ve mücadeleler maksimum noktaya tırmanmıştır. Sömürgeci Batılı güçlerin bölgeye yönelik rekabetleri 19. yüzyılda Şark Meselesi adıyla formüle edilmiştir. Batılı güçlerin sömürgecilik çerçevesindeki rekabetleri, Birinci Dünya Savaşı sonunda belirleyici sonuçlar doğurmuş ve Ortadoğu siyaseti sömürgeci güçlerin menfaatlerine göre yeniden belirlenmiştir. Bölgede Osmanlı Devletinin tasfiyesiyle Türk gücü Anadolu’ya sıkıştırılırken Arap Yarımadasının İngiltere ve Fransa arasında nüfuz alanlarına ve manda yönetimlerine bölünmesi modern çağda bölgeye yeni bir yapı kazandırmıştır. Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu bölgesinin jeopolitik ve jeoekonomik önemi uluslararası rekabetin ve çatışmanın dinamiğini oluşturmuştur. Bu dönemde bölge süper güçlerin çatışma alanlarından biri olarak öne çıkmıştır. Bölgede hâkimiyet kurmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri ile güneye doğru nüfuzunu genişletmeye çalışan Müslümanlarca kutsal sayılan Mekke, Medine, Kudüs, el-Halil, Meşhed, Kum, Necef, Kerbelâ ve Bağdat gibi şehir merkezleri Ortadoğu’dadır. Kur’an’da adları anılan peygamberlerin yaşadıkları beldeler, geriye bıraktıkları hatıralar, mücadelelerini yürüttükleri şehirler Ortadoğu’da bulunmaktadır. ABD-Sovyetler Birliği arasındaki rekabet ideolojik, ekonomik, siyasi ve kültürel çatışmaların alt yapısını şekillendirmiştir. ABD’nin çevreleme (containment) politikası ile SSCB’nin sıcak denizlere inme politikaları bu bölge üzerinde çatışmıştır. Soğuk Savaş döneminin süper güçleri arasındaki rekabet bölge içi çatışmalara, bölgesel bütünleşme ve dayanışma hareketlerine, yeni yapılanmalara ve husumetlere sebep olmuştur. Soğuk Savaş sonrasında Ortadoğu bölgesinin jeopolitik önemi, uluslararası enerji kaynaklarının ve enerji intikal yollarının kontrolünü yeniden gündeme getirmiş ve rakipsiz durumdaki ABD’nin tek yanlı tasarrufları ile bölge Batılı devletlerin çıkarlarıyla entegre edilmek istenmiştir. 20. yüzyılın başlarında sömürgeci güçlerin menfaatlerine göre tanzim edilen siyasi coğrafyanın korunması, statükonun muhafazası ve tehdit olarak tanımlanan ideolojik ve siyasal hareketlerin tasfiye edilmesi için girişilen mücadeleler Körfez Savaşı’na ve Irak gücünün tasfiye edilmesine kadar gitmiştir. Ortadoğu’nun siyasi coğrafyası Ortadoğu’nun siyasi coğrafyası devamlı değişiklik göstermiştir. Özellikle bu değişiklikler modern çağda daha sık görülmüştür. Hiçbir zaman tek bir devletin hâkimiyeti altına girmemiş olan bölgenin büyük bir bölümü, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında idi. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bölgede bu devletler etkin birer güç olmakla birlikte farklı siyasi yapılanmalar da yaşama imkânı bulmuştur. Osmanlı Devleti ile birlikte Safeviler, 16. yüzyıl başlarına kadar Memlükluler ve Körfez bölgesindeki bazı şeyhlikler etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Modern dönemde bölge üzerinde Batılı sömürgeci güçlerin egemenlik mücadeleleri öne çıktığından bölgenin siyasi coğrafyasında değişiklikler gerçekleşmiş, bugünkü siyasi sınırlar Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmelerle belirlenmiştir. Osmanlı Devleti’nden sonra bölgeye yerleşen İngiltere ve Fransa Ortadoğu’yu paylaşarak İngiltere Filistin, Irak ve Şarkü’l-Ürdün bölgelerinin manda yönetimlerini ele geçirirken Fransa da Suriye ve Lübnan mandalarını kendisine bağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan sömürgelerin tasfiyesi ve bağımsızlık hareketleri çerçevesinde İngiltere ve Fransa bölgeden çekilince Ortadoğu bugünkü siyasi coğrafyasına kavuşmuştur. Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinden sonra Anadolu’yu işgale yönelen devletlere karşı Mustafa Kemal liderliğinde başlatılan Millî Kurtuluş Savaşı 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla neticelendi. Arap Yarımadasında teşekkül eden Suudi Arabistan 1932’de bağımsız krallık olurken Fransız manda idaresi altındaki Suriye 1930’da, Lübnan 1941’de şeklen de olsa bağımsızlıklarını kazandılar. İngiltere mandası altındaki Irak 1932 yılında bağımsızlığını elde ederken Şarkü’l-Ürdün 1946 yılında Ürdün Haşimi Krallığı adıyla bağımsız bir devlet olarak doğmuştur. Filistin mandasında ise, manda yönetimi sırasında buraya yönelen Yahudi göçü ve bir ulusal Yahudi yurdu oluşturma yönündeki İngiltere’nin sağladığı destekler dolayısıyla ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. İngiltere’nin sorunun üstesinden gelememesi üzerine konu Birleşmiş Milletler’e götürülmüştür. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Kasım 1947’de Filistin’in Yahudiler ile Filistinli Araplar arasında iki ayrı devlete “taksim” edilmesi kararını almasından sonra 1948’de İsrail Devleti kurulmuştur. Arapların bu kararı tanımayarak Yahudilere ve İsrail’e karşı silahlı mücadele başlatmaları hâlâ sonuçlanmamış bir kaosu ve uluslararası sorunu ortaya çıkarmıştır. Bir asırdan daha uzun bir zamandır devam eden bu sorun sadece bir bölge sorunu değil 20. yüzyıldan günümüze intikal eden en önemli uluslararası sorun olma özelliğini korumakta olup bu sorunun Ortadoğu siyaseti üzerinde belirleyici bir etkisi bulunmaktadır. Arap Yarımadası’nın güneyinde ve Körfez bölgesinde bulunan ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve bölgenin siyasi coğrafyasının şekillenmesi Soğuk Savaş döneminde gerçekleşmiştir. Zeydî imamlar tarafından yönetilen ve bölgede büyük stratejik önemi bulunan Kızıldeniz’e girişi kontrol eden Yemen, İngiltere’nin nüfuzunda bağımsızlığını koruyan bir ülke olarak kalmıştır. Bu ülke 1958’de Suriye ve Mısır tarafından kurulan Birleşik Arap Cumhuriyetine katıldıysa da bu birliğin 1961’de dağılmasıyla bağımsız ayrı bir devlet olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak 1962’de, bölgede İngiltere’nin himayesinde olan Aden’le Yemen arasında başlayan ve 1967’ye kadar devam eden iç savaş Kuzey ve Güney Yemen diye iki ayrı devletin kurulmasına yol açmıştır. Aslında Soğuk Savaş döneminin çatışma alanlarından biri olarak gelişen Yemen iç savaşı Sovyetler Birliği kontrolündeki Güney Yemen ve Batı yanlısı Kuzey Yemen olarak ülkenin ikiye bölünmesini sağlamıştır. Bu iki devlet Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından 1990 yılında birleşerek Yemen Cumhuriyetini kurmuşlardır. Körfez ülkelerinden Kuveyt 1961’de, Birleşik Arap Emirlikleri 1971’de, Umman, Katar ve Bahreyn 1972’de İngiltere’den bağımsızlıklarını kazanarak Ortadoğu siyasi coğrafyasındaki yerlerini almışlardır. Bölgenin önemli ülkelerinden İran, İngiltere’nin nüfuzuna girmiş olmakla birlikte bağımsızlığını korumuştur. 1882 yılında İngiltere’nin işgaline uğrayan Mısır 1922 ve 1936’daki antlaşmalarla bağımsızlık yolunda önemli kazanımlar elde etmesine rağmen tam bağımsızlığını 1956’da elde etmiştir.3 Ortadoğu siyasetinin genel özellikleri Ortadoğu siyaseti ekonomi, kültür ve sosyal yapıdaki gibi çeşitlilik göstermektedir. Bölgenin belirgin özelliği olan geleneksel yapılarla modern yapıların bir arada olması ve aynı anda yaşama imkânı bulması, özellikle siyasi alanda daha belirgin olduğu görülmektedir. Ortadoğu denilince bu alanda öncelikle geleneksel monarşiler, şeyhlikler, demokrasi dışı rejimler, darbeler, tek kişi yönetimleri, askerî rejimler, tek parti yönetimleri veya aile diktatörlükleri akla gelmektedir. Bu alandaki ciddi farklılıklar, doğal olarak siyasi istikrarsızlıklara, bölgesel çatışmalara ve ciddi sorunlara yol açmaktadır. Ekonomik kalkınmışlık ve modernleşme ile siyasi gelişmişlik arasında doğrudan bir ilişkinin varlığını belirlemek nispeten zor gözükmektedir. Zira ekonomik bakımdan kişi başına düşen millî gelirin yüksek, millî geliri yaratan sektörler içerisinde hizmetler sektörünün oransal olarak diğerlerine göre daha fazla ve sanayi sektörünün geliştiği ülkelerde buna paralel olarak siyasi yapının demokratik kurumlara sahip, katılıma ve temel hak ve özgürlüklere dayalı, siyasi hakların garanti altına alındığı demokrasiler olmadığı gözlenmektedir. Ne aktif siyasi katılım, ne iktidar ilişkilerinin rasyonelleşmesi, ne de sınırlı bir iktidar pratiğinin kurulmuş olması ve geleneksel yapıların restorasyonu anlamında bir siyasi gelişmişlik söz konusu değildir.