ÇEVRE_SOSYOLOJİSİ_7 PDF
Document Details
Uploaded by SelfSatisfactionBlankVerse
Anadolu Üniversitesi
Tags
Summary
This document discusses environmental sociology, focusing on ecological crises and potential solutions. It examines the connection between ecological crisis and capitalist production/consumption patterns. Additionally, it explores concepts like ecological citizenship and sustainable consumption, including critiques of these perspectives.
Full Transcript
Bölüm 7 öğrenme çıktıları Ekolojik Vatandaşlık 1 3 5 154 Ekolojik Kriz ve Krizden Çıkış Yolları 1 Ekolojik krizin kaynaklarını açıklayabilme Klasik Vatandaşlık Karşısında Ekolojik Vatandaşlık 3 Ekolojik vatandaşlığın klasik vatandaşlıktan farklı özelliklerini açıklayabilme 4 Ekolojik vatandaşl...
Bölüm 7 öğrenme çıktıları Ekolojik Vatandaşlık 1 3 5 154 Ekolojik Kriz ve Krizden Çıkış Yolları 1 Ekolojik krizin kaynaklarını açıklayabilme Klasik Vatandaşlık Karşısında Ekolojik Vatandaşlık 3 Ekolojik vatandaşlığın klasik vatandaşlıktan farklı özelliklerini açıklayabilme 4 Ekolojik vatandaşlık teorisinin “sürdürülebilir tüketim” anlayışına yönelik eleştirilerini aktarabilme Andrew Dobson’un Ekolojik Vatandaşlık Teorisi ve Eleştirileri 2 4 Ekolojik Vatandaşlık Siyasetinin Temel Parametreleri 2 Ekolojik vatandaşlık siyasetinin temel parametrelerini açıklayabilme Liberal Vatandaşlığın Revizyonu Olarak Ekolojik Vatandaşlık 5 Liberal vatandaşlık yaklaşımının çevreci vatandaşlık perspektifini ayrıntılı olarak açıklayabilme 6 Andrew Dobson’un ekolojik vatandaşlık teorisini açıklayabilme 7 Ekolojik vatandaşlık teorisine yöneltilen eleştirileri sıralayabilme Anahtar Sözcükler: • Ekolojik Vatandaşlık • Sürdürülebilir Tüketim • Toplumsal Ekoloji • Liberalizm • Ulus-Devlet • Küreselleşme • Tüketim • Çevre Politikaları Çevre Sosyolojisi GİRİŞ Bu bölümde öncelikle günümüzde yaşanan ekolojik krizin kaynakları ve bu krizin aşılmasına yönelik öneriler ele alınmıştır. Bir sonraki alt başlıkta ekolojik vatandaşlık siyasetinin temel unsurları ve özgün parametreleri incelenmiş ve sonraki bölümde klasik vatandaşlık ile ekolojik vatandaşlık arasındaki önemli farklılıklar analiz edilmiştir. İlerleyen bölümde sürdürülebilir tüketim yaklaşımının iktisadi indirgemeci ve neo-liberal perspektifi ekolojik bakış açısıyla ele alındıktan sonra ekolojik vatandaşlığı liberal vatandaşlığın yeniden gözden geçirilmesi süreci olarak değerlendiren liberal yaklaşım incelenmiştir. Sonraki bölüm ekolojik vatandaşlık teorisinde çığır açmış olan Andrew Dobson’un ekolojik vatandaşlık değerlendirmelerine ayrılmıştır. Son bölümde, ekolojik vatandaşlık teorisinin teorik ve pratik sorunlarına odaklanan eleştirilere yer verilmiştir. EKOLOJİK KRİZ VE KRİZDEN ÇIKIŞ YOLLARI Vatandaşların küreselleşme sürecinde hızlanan ekolojik felaketler karşısında yükümlülük ve haklarına vurgu yapan ekolojik vatandaşlık anlayışı, kapitalizmin yarattığı tahribatları azaltmak için daha az tüketme, daha bilinçli bir elektrik ve taşıt kullanımı, özel tüketimin yarattığı israfları ve zararları azaltma, yenilenebilirliği esas alan bir verimli enerji kullanımını esas alan bir yaşamı örgütleme çağrısı yapmaktadır. Tabii bu çağrı aynı zamanda çevreye zarar veren şirketleri boykot etme, ürünlerini kullanmama, üretiminde çevreye zarar veren ürünleri satın almama gibi kamusal sorumluluğu ve ortak yaşamı içselleştirmiş bir vatandaşlık anlayışına geçmeyi öngörmektedir. Doğa üzerinde yaygın etkisi olabilecek tüm üretim ve tüketim unsurlarının güçlü bir demokratik denetime tabii olması gerektiğini öngören bu anlayış, ekolojik yurttaşlığı da doğanın sorumlu bir aktörü olarak aktifleştiren bir anlayışı ortaya koymaktadır. Liberalizm, doğanın kapitalist işleyiş karşısındaki özerkliğini tanımadığı gibi ve doğaya yönelik üretim ve tüketim zincirini demokratik denetimden kaçıran bir girişimcilik ahlakına sahiptir. Bu yönüyle, ekolojik yurttaşlık fikri, doğayı işleyen üretim ve tüketim zincirindeki tüm unsurların güçlü bir şekilde demokratik denetime açılması çağrısında bulunan bir perspektife sahiptir. Dahası liberalizmin özel alandaki sınır ta- nımaz girişimciliğini ve tüketimini önceleyen hedonist bireyine karşılık, ekolojik yurttaşlık kapitalizmin çevresel felaketlerini dengeleyici yenilebilir unsurları hayatının merkezine alan ve azla yetinen bir bireyi ön plana çıkarma gayretindedir. Ekolojik vatandaşlık perspektifine göre, günümüzde en zorlu çevre sorunlarının coğrafi ve siyasi olarak tanımlanmış ulusal sınırlardan bağımsız olması nedeniyle çevre odaklı siyaset küresel bir mücadele olarak biçimlenmiştir. Bu yüzden küresel düzeyde kolektif girişimler olmaksızın demokratik olsun olmasın sadece bir ülke çapında yapılacak bir iklim değişikliği mücadelesi başarılı olmayacaktır. Ekolojik Kriz ve Sonuçları 21. yüzyılın ekolojik kriz çağı olacağını tahmin etmek zor değil ve bu krizin artık insanların kapitalist üretim ve tüketim zincirleri üzerinden doğayla ilişkisinde kurduğu tahakkümün bir krizi olduğu ve bu hâliyle sürdürülebilir olmadığı çok açıktır. Çevre sorunları, 1960’lı yıllardan itibaren siyasi bir sorun hâline gelmiştir ve çevresel bozulmanın nasıl çözülüp azaltılacağı meselesi gittikçe siyasallaşmıştır. Sanayileşme ve teknolojik devrimlerin, kapitalizmin üretim ve tüketim zincirleriyle birleşerek karbon salınımının atmosferi etkilediği dinamiklerle birlikte ortaya çıkan küresel ısınmanın sonuçlarını olanca şiddetiyle hissettirdiği bir çağda yaşıyoruz. Küresel ısınmanın etkileri dünyayı ve ekosistemi her geçen gün yaşanmaz bir hale getiriyor: Çölleşme, kuraklık ve ona eşlik eden susuzluk ve kıtlık, iklim değişikliklerine bağlı salgın hastalıklar, buzulların erimesi ve denizlerin ısınmasıyla ekosistemin dengesinin tümüyle bozulduğu bir dünyada daha fazla yoksulluk, sosyal adaletsizlik, savaşlar ve çatışma toplumları bekleyen büyük riskler olarak insanlığın geleceğini karartıyor. Sonuç olarak, sorun sadece üretim ve tüketim zincirlerinin aktörleri olan devletlerin ve çok uluslu şirketlerin çevreye yönelik faaliyetlerinin demokratik denetime açılmasıyla halledilebilecek boyutun ötesine geçmiş görünmektedir. İnsan-doğa ilişkilerini ticari kâr mantığından ve tüketim çılgınlığından koparılmış yeni bir mantıkla ve örgütleyici pratikle yeniden yapılandırmamız gerektiği dile getirilmektedir. Çevresel bozulmanın, küreselleşmenin, neoliberalizmin mantığının ve kitlesel göçün uluslar ötesi karakteri çağdaş yurttaşlık koşullarını değiş- 155 Ekolojik Vatandaşlık tiren en önemli faktörlerden bazılarıdır. Feminist, çok kültürlü, ulusötesi, küresel ve ekolojik gibi vatandaşlık la ilgili yeni çalışmaların çoğu, hem çağdaş siyasi uygulamalarda geleneksel vatandaşlık idealinin çözülmesini hem de alternatif mekânsal temellere sahip vatandaşlık kavramlarının teorik zenginliğini ele alıyor (Gabrielson, 2008). Bu küresel sorunlar son derece karmaşık, birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı olduğundan, insanların doğal çevreyi anlama, yönetme ve tasavvur etme eğilimlerinde çığır açıcı yaklaşımlar gerektiği de ortadadır. Çevre eğitimi alanında önemli katkılarda bulunan David Orr, etrafımızda gördüğümüz asıl sorunun her şeyi kontrol etme ve tüm dünyayı fethetme eğilimindeki “insan hakimiyeti paradigması” olduğunu tespit eder ve ekolojik okur yazar bir toplum oluşturmak için de bir çözüm önerir: İnsan hakimiyeti paradigmasının yerini insanları doğal yaşam ağına yerleştiren “biyotik toplumun vatandaşları” paradigması almalıdır. Bu paradigmada insan doğadan izole edilmiş ve kendini en üst mertebeye koymuş bir canlı değildir artık, adeta dünyaya ve doğaya bulaşmış biyotik bir unsurdur, onun ayrılmaz bir parçasıdır (Schild, 2016: 19). Öte yandan ekolojik krizin tüm sorumluluğunu insanlık gibi genel bir kategoriye yüklemek yerine sorumlu özneleri ayrıştırmak ve deşifre etmek gerekliliği de güçlü bir şekilde ifade edilmiştir. Ekolojik krizin nedenlerini ne tüm insanlıkta ne nüfus büyümesinde ne de teknolojide aramalıyız. O halde ekolojik krizin sebebi tüm insanlık değil, “büyü ya da yok ol” mantığıyla insanların emeğini sömürürken doğayı da bir meta olarak gören “tahakkümcü hiyerarşik sistemdir.” Mevcut ekolojik krizden çıkış yollarını felsefi, bilimsel ve etik temellere dayandırarak çözmeyi amaçlayan ekolojik toplum paradigması sorunun kaynağını tespit ederek çözüm yolları sunmaktadır (Çelik ve Gülersoy, 2016). Resim 7.1 Yeşil Enerji. Bookchin’e (1998:15) göre, çevre sorunlarının zamanla daha da ağırlaşacağı açıktır. Ozon tabakası gittikçe incelmekte, yeryüzü sera etkisinin bir sonucu olarak ısınmakta ve kapitalizm biyosferin bütünselliğini parçalama işini en iyi biçimde yerine getirmektedir. Ağır ekonomik istikrar konuları ve birinci dünyadaki refah toplumlarının bile nüfusu aşırı fazlalığı hâlâ güncel sorunlar olmaya devam etmektedir. Kentler, denetimsiz bir biçimde büyürken, büyük ya da küçük suçlar bir “endüstri” ve kendi çapında bir “ekonomi” hâline gelmektedir. Nükleer yığınak önümüzdeki yıllarda görece endüstrileşmemiş ülkeler arasında bile feci savaşlar ihtimalinin kapısını açmıştır. Murray Bookchin, bugün karşı karşıya olduğumuz ekolojik sorunların özünü toplumsal ilişkilerdeki tahakküm ve ekonomik ilişkilerdeki rekabetin oluşturduğunu öne sürer. Ona göre, ekolojik sorunlara yapılacak müdahaleler anti kapitalist olması gerektiği kadar antihiyerarşik de olmalıdır. Bu açıdan doğayı tahakküm altına alıcı her türlü eğilim ve ideoloji kadar, toplumu “düzene koyan” toplumsal hiyerarşik yapıların da ortadan kaldırılması gerekir. Bookchin, ekolojik kentler eğer kültürün, insan toplumsallığının ve özgürlüğün uygulama merkezleri olacaksa toplumun yapısında radikal değişiklikler yapılması ihtiyacı üzerinde durur. 156 Çevre Sosyolojisi Ekolojik vatandaşlık bireyleri, toplulukları ve kurumları kapitalizmin yarattığı çevresel felaketleri, üretim ve tüketim zincirlerinin doğaya yönelik zararlarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak çevresel hakları ve sorumlulukları tüm canlılar ve ekosistem açısından yeniden düşünmeye çağıran yeni tip bir vatandaşlık anlayışıdır. Ekolojik vatandaşlık hala tartışılmaya devam eden bir kavramdır. Bu kavramı oluşturan birçok unsur vardır. Bireyin çevreye karşı bilgi ve tutumu ve çevreye ilişkin okuryazarlık düzeyi bunlardan bir kaçıdır ancak yeterli değildir. Alanyazın incelendiğinde, dört unsurun en çok vurgulanan boyutlar olduğu göze çarpmaktadır: Bunlar sorumluluk, sürdürülebilirlik, haklar, adalet ve katılımdır. Esasında, ekolojik vatandaşlık, her şeyden sorumlu olan bir vatandaş anlayışına dayanır ve ekosistemi paylaşan ve paylaşacak olan her bir bireyi kapsar. Bu sorumluluğu gerçekleştirirken, o haklar ve adaleti içselleştirecek bir biçimde davranacaktır. Sürdürülebilir bir çevre ve toplum için ekolojik ayak izinin bilincinde olarak ekolojik problemlerin çözümünde bireysel, toplumsal ve siyasal eylemlerle rol alır (Karatekin ve Uysal, 2018: 86). Ekolojik vatandaşlık perspektifine göre, etik anlayışımız bir dönüşüm geçirmelidir. Kişisel düzeyde, yaşamımızın ekosistemin hızlı ve geriye dönüşü olmayan tahribatıyla ilişkisini görmemiz oldukça zor ancak kesinlikle elzemdir. Gottlieb (1999), şu anda doğayla kurduğumuz ilişkinin bir yadsıma ilişkisi olduğunu, doğayla barış içinde, onu olduğu gibi kabul eden ve evrenin bütünlüğünü içselleştirmiş bir etik kimlik geliştirmemiz gerektiği konusunda ısrarcıdır (aktaran, Curtin, 2002: 302). Ekolojik vatandaşlığı bildiğimiz vatandaşlıktan farklılaştıran önünde üç temel zorluk bulunmaktadır: Birincisi, ekolojik vatandaşlık bir ulus-devlete veya devlete bağlı değildir ve belli bir fiziksel mekanla veya ekolojik çevreyle ilişkili bir kimlik ve statüdür. İkincisi, ekolojik vatandaşlık liberal veya cumhuriyetçi vatandaşlığın modern araçları üzerine inşa edilen çevre haklarına veya ortak iyiye odaklanmış bir vatandaşlıktır. Üçüncüsü, vatandaşlığı tümüyle yeni bir temel üzerine inşa etme arayışında olan mekânsız bir vatandaşlık anlayışıdır (Crane, Matten ve Moon, 2008: 374). Ekolojik Toplumun Temelleri Ekolojik vatandaşlık, vatandaşların yaşamlarını nasıl yürütmeleri gerektiğine ilişkin olarak çevreye olumsuz etkileri azaltacak normatif bir açıklama çerçevesi oluşturmaya çalışır. Çalışmaların çoğu ekolojik vatandaşlık anlayışının teorik temelleri ve yol haritası üzerine odaklanmıştır. Bunun yanı sıra, çok az araştırma, ekolojik vatandaşlığı pratikte nasıl işleyeceği konusunda ve iklim değişikliği bağlamında analiz etmiştir. Ekolojik vatandaşlık formülü üzerinden vatandaşlık teorisinin bu evriminin nedeni, çevre sorunlarının ve siyasetin küreselleşmesi karşısında ulus devletin vatandaşlığı şekillendirmedeki geleneksel rolünün erozyona uğradığı iddiasıdır (Sáiz, 2005). Ekolojik vatandaşlığı geliştirmeye yönelik bu teorik evrim, yeni bir demokrasi ve vatandaşlık anlayışına duyulan ihtiyacı savunan yeni bir kozmopolitliği desteklemeyi amaçlamıştır. Normatif kavramı, ideal bir durum için uyulması gereken kuralların olduğuna işaret eder. Ekolojik vatandaşlık hızla çevre çalışmalarının önemli bir merkezi hâline gelmektedir. Ekolojik vatandaşlık tartışmaları Van Steenbergen (1996[1994]), Barry (1999) ve Curtin’in (1999) çalışmalarıyla başlar. Sonrasında ise Dobson, Saiz ve Bell’in çalışmalarının 2000’li yıllarda yayınlanmasıyla ekolojik vatandaşlık ve çevreci siyaset etrafında tartışmalar güçlenmeye ve şekillenmeye başlamıştır. Vatandaşlık konusuna ilginin sosyal ve siyasi analiz düzeyinde birçok alanda yaygınlaşmasına paralel olarak ekolojik vatandaşlık görece geç bir dönemde olgunlaşmıştır. Ekolojik vatandaşlar, çevre ve yoksulluğun azaltılması yararına fedakârlık yapmaya istekli olan bireyler olarak kabul edilir. Ekolojik vatandaşlık, vatandaşlığın klasik biçimine ve içeriğine ekler yapmamız gerektiğini öne sürer; klasik vatandaşlık tanımında birey ve devlet arasındaki hukuki, siyasal ve sosyal ilişkileri 157 Ekolojik Vatandaşlık ve bağı ifade eden yurttaşlığı, doğaya, ekosisteme ve canlıları da kapsayacak şekilde yeniden tanımlamamız gerektiği konusunda güçlü bir çağrıdır. Ekolojik vatandaşlık, vatandaşlığın insan-merkezli (antroposentrik) ve devlet merkezli yapısına itiraz ederler. Bu açıdan bakıldığında, ekonomik, siyasal ve sosyal hakların ve sorumlulukların kapsamına, ekosistemdeki diğer canlıların ve bitkilerin (doğanın) ve hakları ve bizim doğaya yönelik sorumluluklarımızı da vatandaşlığın merkezine yerleştirmemiz gerektiği öne sürülmektedir. Ekolojik vatandaşlık, içindeki canlı ekosistemlerle birlikte doğanın tüm unsurlarının toplumsal ve kamusal hayata dahil edilmesini ve haklarının tanınmasını hedeflemektedir. Bu yönüyle ekolojik vatandaşlık kamusal ve siyasal hayatın içinde uzun yüzyıllardır hesaba katılmayan doğa ilişkilerini ve insanların hak ve sorumluluklarını tekrar gündeme alma gayretindedir. Ekolojik yurttaşlığı sorumluluk ve haklar açısından klasik yurttaşlık anlayışının topluluğu salt insana indirgeyen ve vatandaşlığın yaşam alanını da sadece ulus-devletin siyasal-kültürel ve coğrafi sınırları içerisine hapseden teritoryal yapısından kurtarmak gerekmektedir. Vatandaşlığın, sadece insana özgü ve ulus-devletin siyasi sınırlarıyla sabitlenmiş doğasına itiraz ederler. Bu yönüyle, ekolojik vatandaşlık, atomize olmuş ve bireyselleşmiş bir liberal vatandaşlığın yerini, ekosistemin sorunlarını kamusal hayatın parçası haline getirmiş toplumsallaşmış bir yurttaşlığın alması yönünde çaba göstermektedir. Bireyin kaderini ekosistemin kaderinden ve özgürleşmesinden ayrı tutmayan bir kamusal vatandaşlık fikridir bu. Ekolojik yurttaşlık sadece bugüne dair haklar ve sorumluluklardan değil gelecek kuşaklara miras bırakılacak ekosistemi de içeren haklar ve sorumluluklardan bahsetmektedir. Dolayısıyla zamansal olarak da ileriye doğru bir genişlemeden söz edilebilir. Dolayısıyla ekosistemin sorunlarını merkeze alan bir vatandaşlık anlayışı yalnızca bugünü kurtarmayı değil, geleceğin kuşaklarının da siyasal, sosyal, sivil ve hukuki yaşam haklarını da hesaba katan geniş bir zaman anlayışına sahiptir. Bu yönüyle de vatandaşların haklarını ve sorumluluklarını sadece ulus-devletin uhdesinde şimdiki zamanla sınırlayan klasik vatandaşlık anlayışından ayrılmaktadır. Ekolojik vatandaşlık yukarıda anlatılan özellikleri açısından modern liberal vatandaşlıktan bir 158 kopuşa da işaret etmektedir. Modern yurttaşlık fikri, 1776 Amerikan Halk Bildirgesi ve 1789 Fransız Devriminin siyasal, hukuksal ve sivil haklar alanında bireylere sağladığı ayrıcalıklar ve statü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu büyük ölçüde insanı merkeze alan (antroposentrik) bir vatandaşlık biçimidir. Ekolojik vatandaşlık, siyasal, sosyal ve hukuksal bir statü olarak en iyi ifadesini ulus-devlet vatandaşlığında bulan insan merkezli modern yurttaş tanımına tepki olarak, doğa merkezli bir yurttaş tanımı önerir. Ekolojik vatandaşlık kavramı henüz çok yeni olduğu için kavramla ilgili bazı belirsizlikler söz konusudur. Örneğin vatandaşlığın çevre ile ilişkisini kurmaya çalışan “ekolojik vatandaşlık,” “yeşil vatandaşlık,” “çevre vatandaşlığı,” “sürdürülebilir vatandaşlık,” “çevreye duyarlı vatandaşlık,” “ekolojik yönetim” gibi farklı birtakım kavramlar önerilmiştir. Bu kavramsal çeşitlilik aslında terminolojik bir konu olmaktan çok, vatandaşlık ve çevre sorununun karmaşıklığını yansıtmaktadır. Örneğin, Dobson (2003) ve Barry (1999) gibi bazı yazarlar için geri dönüşüm ve sürdürülebilir tüketim gibi eylemleri ekolojik vatandaşların görevleri arasında sayarken, Bell (2005) için ise bunlar özel seçimlerdir ve yeşil bir hayat hakkı olarak kabul edilir (Melo-Escrihuela, 2008: 114). Mevcut literatür, ekolojik vatandaşlığın tek başına özel bir vatandaşlık mı yoksa mevcut vatandaşlık teorilerinin içinde bir vatandaşlık türü olup olmadığı üzerine odaklanmıştır. Ekolojik vatandaşlığın pratik etkilerine çok az önem verilmiştir. Ancak, özellikle 2005 yılından bu yana yapılan çalışmalarda, neo liberal demokrasilerin ve kapitalist ekonomilerin ekolojik vatandaşlık için yarattığı engeller ve sunduğu fırsatlara ilişkin yoğun bir ilgi söz konusudur. Ekolojik vatandaşlığın ekolojik modernizasyon, sosyal ekonomi, sürdürülebilir tüketim veya etik yatırım gibi eylemler üzerinden ekonomik alanda yeniden canlandırabileceği ileri sürülmüştür. Çevre eğitimi ve aktivizm de vatandaşlığın ekolojik anlayışını geliştirebilir. Ancak, bu girişimlerin hiçbiri ekonomi, eğitim sistemi ve aktivizm üzerinden güçlendirilen ekolojik vatandaşlığı sistematik olarak ele almamıştır. Ekolojik vatandaşlık tartışmaları genellikle demokratik süreçlere, haklara ve bireysel sorumluluklara odaklanmıştır (Melo-Escrihuela, 2008:115). Çevre Sosyolojisi Öğrenme Çıktısı 1 Ekolojik krizin kaynaklarını açıklayabilme Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş Ekolojik vatandaşlık fikrini ilk ortaya atan düşünürlerden Bart van Steenbergen’in ekolojik vatandaşlık ile ilgili görüşlerini nelerdir? Günümüzde ekolojik krizin boyutlarını incelemek için Murray Bookchin’in Ekolojik Bir Topluma Doğru (2008, İstanbul: Ayrıntı yayınları kitabını okuyabilirsiniz. Küresel vatandaşlık fikrinin temelleri olan kozmopolitanizm kavramının tarihsel ve felsefi arka planını arkadaşlarınızla tartışınız. EKOLOJİK VATANDAŞLIK SİYASETİNİN TEMEL PARAMETRELERİ Ekolojik vatandaşlık kavramını ilk kez ortaya atan Bart van Steenbergen’e göre, mevcut tartışmalar, vatandaşlık problemlerini ayrı çevre problemlerini ayrı olmak üzere iki kültürü ayrı ayrı ele almaktadır ve bunlar hiçbir şekilde yan yana gelememektedir. Van Steenbergen oldukça erken sayılabilecek yayınlarında vatandaşlık ve çevre olgusunu ve bu iki kültürü birbiriyle entegre etmek niyetinde olduğunu ve ekolojik vatandaşlığın potansiyel anlamını açıklamıştır (Gabrielson, 2008:430). 1990’lı yıllar ekolojik vatandaşlık literatüründe muazzam gelişmelere tanıklık etmiştir. Bu yıllardan itibaren ekolojik vatandaşlık, politika belgelerinde, vatandaşlık tartışmalarında ve sosyal bilimler alanında oldukça yoğun olarak tartışılmaktadır. Geleneksel vatandaşlık anlayışını aşarak ve hem çevre meseleleri hem de modern vatandaşlık fikirlerini derinleştirmeyi ve birbirlerine eklemlemeyi başarmıştır. Ekolojik vatandaşlık anlayışı temelde, insan yapımı iklim değişikliklerine dikkat çekerek demokratik eylemler ve doğayla insan ilişkisini vatandaşlık üzerinden yeniden düşünmek gerekliliğine vurgu yaparak vatandaşlık için başka bir fırsat penceresi daha açmıştır. Ekolojik Vatandaşlık ve Çevre Siyaseti Literatür incelendiğinde, ekolojik vatandaşlık için kabul edilen en yaygın tanımlamanın Dobson’dan geldiği söylenebilir. Dobson’a (2003) göre, ekolojik vatandaşlık, liberal ve sivil cumhuriyetçi yaklaşımların ötesinde dört şekilde incelenebilir: Birincisi, vatandaşların dilini sivil cumhuriyetçi vatandaşlıkla paylaşır ve buna göre haklar üzerindeki sorumlulukları vurgular. İkincisi, sorumluluk alma açısından kişiler karşılık beklemez. Üçüncüsü, ekolojik vatandaşlık kavramı sadece halkı değil kişisel alanı da içerir. Dördüncüsü, ekolojik vatandaşlık devletin sınırlarının ötesine uzanır ve bu nedenle bölgesel değildir. Ekolojik vatandaşlık kavramını Dobson yeşil politika çerçevesinde değerlendirir. Ekolojik vatandaşlığın özünde, liberal vatandaşlık düşüncesindeki haklardan ziyade, sorumlulukların merkezi ilkeler olarak tanınmasıdır (aktaran, Bostancı ve Yıldırım, 2019: 212). Ekolojik vatandaşlık teorisi kişilerarası politik ilişkilere dayanan bireysel bir çevresel sorumluluk savını önermektedir. Bu sorumluluk, hem sosyalçevresel ilişkilerin temel olarak yeniden şekillendirilmesini hedefleyen ve tek bir faaliyetten ziyade yaşam tarzlarını hedef alan, ahlaki düşüncelerle davranışsal değişimi motive eden bir vatandaşlık anlayışıdır ve bu yönüyle geleneksel vatandaşlık 159 Ekolojik Vatandaşlık anlayışlarından daha geniş kapsamlıdır (Bostancı ve Yıldırım, 2019: 213). Bu açıdan bakıldığında ekolojik vatandaşlık anlayışının insanlar ve devletler açısından yaşam tarzlarının değiştirilmesi çağrısı yapan ve etik kodlar inşa etmeye çalışan etik temelli ve normatif bir anlayış olduğu tespiti yapılabilir. Bu sadece çevreye duyarlı olalım çağrısı değildir, bu çağrıyı aşacak şekilde devletlerin ve şirketlerin doğayla ilişkilerinde önceliklerini değiştirmesi gerektiğini teklif eden ve insanların yaşam tarzını dönüştürmeyi hedefleyen bir anlayıştır. Bugüne kadar, ekolojik vatandaşlık büyük ölçüde siyasi örgütlenmenin “daha yeşil” biçimlerinin nasıl teşvik edileceği veya yapılandırılacağı konusunda normatif bir teori inşa etmek için bir araç olarak ele alınmıştır. Vatandaşlığın ekoloji üzerinden normatif bir inşasına odaklanmak, vatandaşlığın ekolojik düşüncede demokratik siyaseti nasıl canlandırabileceği ile ilgilenmemektedir. Ekolojik vatandaşlık literatüründe demokratik unsurlar çevre vatandaşlığı konusuna dahil edilirken, alt sınıftaki insanların seslerinin duyulması, onların ekolojik düzenin siyasallaştırılması yoluyla demokratik katılım olanakları tanınması ve dâhil edilmesi noktasında bir başarısızlık söz konusudur. Bu başarısızlık kısmen ekolojik vatandaşlık ve çevresel adalet arayışı arasında bağlantılar kurularak giderilebilir (Latta, 2007). Latta (2007) gibi bir kısım teorisyenler, ekolojik vatandaşlığı normatif teori olmaktan uzaklaştırmak amacındadır ve çevreciliğin ayırt edici özelliklerinden biri olan demokratik potansiyelini ilerletmek için vatandaşlıkla zorlayıcı bir ilişkiye girmesini ve bir sıçrayış gerçekleştirmesini hedeflemektedir. Torgerson’a (1999) göre, çevrecilik hareketleri iki zıt yaklaşım arasındaki tezatlık ile şekillenmiştir. Bir yandan, yeşil siyasetin temelde demokratik sürece bağlı olması gerektiğine dair yaygın bir inanç söz konusudur. Öte yandan, hızla ilerleyen ekolojik bozulmanın kanıtları, somut amaçlara ulaşmak için acil pratik çözümlere odaklanan bir endişeye yol açmıştır. Demokratik sürecin olası mücadelelerine ağırlık verildiği ölçüde, önemli pratik çözüm bekleyen sorunlar potansiyel olarak tehlikeye girmektedir, ya da tam tersi. Kuramsal çevrelerde çifte bir miyopluk söz konusudur; demokratik gündemi güçlendirme çabaları, doğayla yeni bir insan ilişkisi için temel etik ilkeleri veya 160 siyasi planları belirlemeye yönelik projelerin karşısındaymış gibi algılanmaktadır. Benzer şekilde, insanların çevresel sorunlara pratik olarak tabandan katılımlarının, verimli (ve kolektif ) siyasi örgütlenmelerin oluşturulmasını engellediği ileri sürülmüştür. Bu uzlaşmazlıklar çok sayıda çözüm yolu önerilmesine yol açmıştır. Birçok teorisyen, çevre siyasetinin “demokratik ve pragmatik boyutlarını” uzlaştırmaya çalışmıştır (Latta, 2007). Resim 7.2 Yeşil Dünya. Ekolojik Vatandaşlığın Özgünlüğü Ekolojik bir siyasetin sosyolojik ve siyasal çalışmaları, çevresel eylemin tekil bireyler düzeyinde sürdürülebilir tüketim eylemleri olarak anlaşılmasından daha ziyade, yaşam tarzlarını hedefleyen ve dışarıdan motivasyon yerine içsel ahlaki kaygılarla davranış değişikliğini teşvik eden çevresel bir sorumluluk için önerilerde bulunmuştur. Ekolojik vatandaşlık siyasetini önerenler, özellikle kişisel çevre yükümlülükleri ile ilgili dört ayırt edici sorumluluktan söz eder (Jagers, Martinsson ve Matti, 2009): 1. Sosyal Adalet / hakkaniyet duygusu. Geleneksel siyasi vatandaşlığın aksine, ekolojik vatandaşlık savunucularından bazıları genellikle ekolojik ayak izi (örneğin Wackernagel ve Rees, 1996) metaforunu, sivil hak ve görev dengesinin yayıldığı bir başlangıç noktası olarak kullanırlar. Böylece, ekolojik ayak izi, dünyanın belli bölgelerindeki bireylerin, kaynakların eşit dağıtılması için eylemlerini yaygınlaştırmalarının önemini ortaya çıkarır ve bir değer ve erdem olarak ekolojik vatandaşlığın sosyal adalet fikrinin temelini atar. Ekolojik vatandaşlık, sür- Çevre Sosyolojisi dürülebilir tüketim anlayışından radikal olarak farklı bir pozisyondur. Her ne kadar sürdürülebilir tüketim fikri bireylerin ekolojik ayak izlerini azaltma arzusunun önemli bir aracı olarak ve dolayısıyla bir tür ekolojik vatandaşlık pratiği olarak yorumlanabilse de sürdürülebilir tüketiciler, hem bu eylemlerini motive eden değerler ve motivasyon hem de eylemlerinin içeriği açısından bakıldığında zorunlu olarak ekolojik vatandaşlar değillerdir. Çünkü çevre yanlısı faaliyetler, ekonomik bir motivasyondan ziyade içsel bir ahlaki motivasyonla yönlendirildiğinde ekolojik vatandaşlık eylemi sayılabilir. Sonuç olarak, ekolojik vatandaşlık sadece çevreyle ilgili duyarlı bir şeyler yapma meselesi değildir, bütün bu demokratik girişimleri yaparken ekolojik olmayı hedefleyen bir pratiktir. Bell’e (2005:182) göre, sürdürülebilir tüketim politikasının temel amacı, bireylerin piyasa ve tüketim davranışlarını değiştirmeyi amaçlarken, bunun aksine, ekolojik vatandaşlığın arkasındaki en önemli fikir, insan/doğa ilişkilerinin yanı sıra, devlet/birey kavramına da hâkim olan değer ve inançların kapsamlı bir şekilde yeniden gözden geçirilmesinin gerekli olduğudur. Bu nedenle ekolojik vatandaşlık, örneğin hem genel olarak topluma hem de özellikle politika oluşturmada rehberlik etmesi gereken değerler üzerinde yapılan görüşmelere aktif katılım yoluyla, yapısal değişiklikleri desteklemeleri için vatandaşlara siyasi bir sorumluluk da yüklemektedir. 2. Kamu ve özel arasındaki ayrımın ortadan kalkması. Feminist siyasi teoriden esinlenen ekolojik vatandaşlık, geleneksel olarak özel alan olarak kabul edilen ve kamusal alandan dışlanan faaliyetleri de içermektedir (Dobson, 2003). Bu, her şeyden önce vatandaşlığı devlet/birey bir arasındaki siyasi ilişki çerçevesinin ötesine taşıyarak, özel ilişkilerin ve eylemlerin kamu üzerinde (çevreye zarar verici) bir etkiye sahip olması nedeniyle vatandaşlık yükümlülüklerine yol açtığını iddia ederek, vatandaşlar arasındaki siyasal sözleşme dışı ilişkileri kapsamaktadır. Bu özellik, geleneksel vatandaşlık kuramının devlet/bireysel ilişkilerindeki ana sınır çizgisini oluşturan motivasyonel etki alan- larından (örneğin bireycilik ve kolektivizm) farklı olarak, başkalarına saygıyı ve bireysel özsaygıyı yücelten değerler aralığındaki değerlere yönelişi daha fazla teşvik eden bir harekettir. Ekolojik vatandaşlığı karakterize eden değerlerin ve tutumların bu yeni değerler setine karşılık geldiği söylenebilir. 3. Sınırsız sorumluluk. Kişilerarası ilişkilerin merkeziliği, ekolojik vatandaş için haklardan ziyade, sorumlulukların temel ilkeler olduğunu gösterir. Dahası, ekolojik vatandaşlık, bu vatandaşlık görevlerinin toprak/ mekân kapsamını genişletmektedir. Vatandaşlık, bir ulus-devlet içinde hapsedilmiş olmaktan daha çok artık küresel veya evrensel bir karakterde düşünülmektedir. Ekolojik vatandaşlık alanı, eylemlerimizin başkaları için sahip olduğu olumsuz etkilerin yayılmasıyla eş anlamlıdır, yani vatandaşlık görevlerinin kapsamı hem nesiller boyunca hem de toprak sınırları boyunca genişletilebilir. Kirlilik ulusal sınırlarda durmaz ve sonuç olarak ekolojik vatandaşın görevleri de ulusal sınırlar içerisine hapsedilemez. 4. Karşılıksız sorumluluk. Sosyal adalet verilen önceliğinin bir sonucu olarak, ekolojik vatandaşın görevleri nitelik olarak karşılıklı değildir. Bu nedenle bireylerden, karşılığında kişisel olarak bir çıkar kazanacakları ve karşılığında bir hak veya menfaat talep edebildikleri yeni görevler üstlenmeleri istenmemelidir. Bunun yerine, ekolojik vatandaşlığın görevleri, zaten her zaman başkalarını etkileyen tüm kişisel eylemler için vatandaşların sorumluluk alması olarak tanımlanır. Bu nedenle ekolojik vatandaşlığın sivil sorumluluğu, bu etkilerin mümkün olduğunca sürdürülebilir hale getirilmesi ve başkalarına kıyasla çevresel hizmetlerden, sermayeden veya mekândan eşitsiz bir miktarda yararlanmamaktır. Daha önce de ima edildiği gibi, ekolojik vatandaşlıkta çevresel yükümlülükleri üstlenmek için temel (veya tek) motivasyon, sosyal adalet duygusu üzerinden kurulmuştur; bu sosyal adalet, kaynakların eşitsiz bir dağılımını onaylamamak ve başkalarının refah içinde bir yaşam sürme yeteneğinden ödün verilmesinin doğru olmadığını kabul etmektir (Jagers, Martinsson ve Matti, 2009: 6). 161 Ekolojik Vatandaşlık Öğrenme Çıktısı 2 Ekolojik vatandaşlık siyasetinin temel parametrelerini açıklayabilme Araştır 2 Ekofeminizmin nelerdir? görüşleri İlişkilendir Anlat/Paylaş Ekoloji ve çevre duyarlılığı arasındaki temel farklılıkları öğrenmek için Andrew Dobson’un Ekolojizm (2016, İstanbul: Yeniinsan yayınları) kitabını inceleyiniz. Marksist paradigmanın ekolojik sorunları nasıl ele aldığını arkadaşlarınızla tartışınız. KLASİK VATANDAŞLIK KARŞISINDA EKOLOJİK VATANDAŞLIK Çevreci siyasal düşünce alanında çoğu bilim insanı, ekolojik sürdürülebilirlik ile çağdaş (liberal) demokrasi arasındaki ilişkinin biraz gerilimli olduğunu kabul ederler. Baskın görüş, liberal demokratik sistemin, özellikle kapitalist ekonomiyle güçlü bağları nedeniyle ile, gelecekteki bir ekolojik krizi önlemek için gereken toplumsal değişimlerle başa çıkamamaktadır. Bu nedenle, liberal demokrasinin kapsamlı bir şekilde revize edilmesi gerektiği öne sürülmektedir. Bu argümanı aşırılıklara taşıyan, radikal çevreci aktivistler ve Hayatta Kalma Okulu gibi yaklaşımlar, çağdaş liberal demokrasilerin günümüzün acil çevre sorunlarını çözmek için özellikle yetersiz donanıma sahip olduğunu bile savunurlar. Bu söylem, öncelikle 1970’lerde Roma Kulübü’nün “Büyümenin Sınırları” adlı raporuyla merkezi bir ideolojik platform olarak gelişti. Eckersly’ye (1992: 24) göre, liberal demokrasilerin sınırsız özgürlüğünün çevre üzerindeki yıkıcı etkisinin bir örneği olduğunu dile getiren Hayatta Kalma Okulu (Survivalist School), çevre sorunlarına yönelik olarak “aşağıdan insanların kendini sınırlamasının” liberal çözümü yerine, “yukarıdan bir eko-otoriterlik” gerektiğini önermektedir. Ancak yeşil teoriye yönelik bu eko-otoriter bakış açısı, görünen demokratik sorunlarının yanı sıra otoriter devletin ekolojist-krallar tarafından yönetileceği varsayımına dayandığı için sadece çok az kişiyi cezbetmiştir (Matti, 2006:56). 162 Klasik Vatandaşlığın Sınırları Öte yandan, Eckersly gibi bu alandaki araştırmacıların bir bölümü de mevcut demokratik siyasal sistemin derinleştirilmesini ve vatandaşlık kavramının çevresel açıdan sürdürülebilir kalkınmanın bir gereği olarak yeniden düşünülmesini savunur; Eckersly liberal demokratik gemi hala denizdeyken çevresel sorunları da hesaba katarak rotasının ve inşasının yeniden düşünülmesi gerektiğine vurgu yapar. Görüldüğü üzere, Eckersley, liberal demokratik sistemin ve vatandaşlığın çevresel sorunların çözümünde hala bir umut ışığı olabileceğine büyük bir inanç beslemektedir. Mevcut siyasal kurumları demokratikleştirmek için müzakereci bir demokrasi modelinin yardımıyla değiştirmek ve böylece hem çevresel karar alma hem de diğer çevresel koruyucu faaliyetlere vatandaşların katılımını artırarak liberal demokrasiyi revize etmek mümkündür (Matti, 2006: 56). Bununla birlikte, ekolojik sürdürülebilirliği teşvik eden resmi bir hükümet politikası fikri, mevcut liberal demokratik geleneğe ve beraberindeki vatandaşlık kavramında belirgin olan bireysel özgürlük ilkesine önemli bir meydan okuma olarak yorumlanabilir. Örneğin, Dobson (2003:142) birçok siyasi teorisyenin “liberal devlet sürdürülebilirliği bir kolu arkadan bağlı olarak sağlamak zorunda ise sürdürülebilirliği nasıl sağlayabilir?” diye sorarken bu potansiyel sorunu vurgulamaktadır. En önemlisi sürdürülebilirlik politikalarının, tarafsız bir devletin özgürlük kavramıyla, yani belirli yaşam biçimlerini desteklemeyen ancak her bir bireye ba- Çevre Sosyolojisi ğımsız ve tek başına bireysel yaşam projelerini seçme ve sürdürme özgürlüğünü veren liberal anlayışıyla uyuşmadığı düşünülmüştür. Politik bir hedef olarak, ekolojik sürdürülebilirliğin ekolojik devlete ilişkin arzulanan nihai amaçları, liberal demokrasinin araçsalcı siyasetine taban tabana zıttır. Bu nedenle, ekolojik vatandaşlık ve liberal devlet kavramlarının, biri diğerini ciddi şekilde çarpıtmadan başarılı bir şekilde birleştirilmesi imkânsız olarak görülmektedir. Bu yönüyle ekolojik vatandaşlığın sürdürülebilirlik ilkelerinin liberal devlet anlayışı ile uyumlu olmadığı vurgulanmaktadır. Ancak, Jagers gibi bazı düşünürler tarafından, ekolojik vatandaşlığın çevreyle ilgili sürdürülebilirlik siyaseti, devletin tarafsızlık ilkesini vatandaşlarını ortak bir iyiliğe (ya da gelecek nesillere ve doğanın kendisine saygılı kabul edilebilir bir yaşam biçimine) yönlendirmek amacıyla bir kenara bıraktığı bir sivil-cumhuriyetçi vatandaşlığı destekleyen ilkelerle daha uyumlu olarak tanımlanmıştır (Matti, 2006:57). Aktif olarak katılımcı ve itaatkâr bir vatandaş vizyonu hem sivil-cumhuriyetçilik hem de çevrecilik içinde belirgin olduğundan, cumhuriyetçi anlayışın sürdürülebilirliği teşvik eden politikalarının siyasi-ideolojik sonuçları için önemli bir destek bulması beklenebilir. Bu nedenle, Doherty ve De Geus’a (1996) göre, çoğu yeşil parti ve hareket arasında, ideolojik toplumculuk ya da sivil-cumhuriyetçilik anlayışında demokratik değişime duyulan ihtiyaç açıkça vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, devlet-birey ilişkisinde farklı normatif idealler arasındaki çatışma açıkça odak noktası haline getirilmiştir: Bu cumhuriyetçilik ile ekolojik vatandaşlığı entegre etmeye çalışan bakış açısına göre, bireysel tüketicilerin atomize olmuş öz çıkarlarının üstesinden gelecek kadar güçlü yeni bir toplulukçuluk ancak ve ancak maddi eşitsizlikler ve bürokratik hiyerarşilere meydan okuyarak ortaya çıkacaktır (Matti, 2006: 58). Bu nedenle, son on yılların eko-felsefi tartışmalarının temel konusu şunlar olmuştur: Ekolojik meselelerin çözümü, kural olarak, katı bir devlet tarafsızlığı öngören ve sadece bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasına odaklanan liberal ilkelerin reformuyla mı, bir yurttaşlar topluluğunun kontrolü altında mı, yoksa (devlet benzeri) bir siyasi otorite tarafından mı yürütülmesi gerekir? Açıkça söylemek gerekirse, ekolojik vatandaşlık ve çevreci siyaset teorisyenleri nadiren liberal siyasi düşüncenin çizgisini takip etmişlerdir; bunun yerine, baskın ar- gümanlar eko-anarşizm veya eko-sosyalizmin biraz daha radikal çizgileri boyunca gelişmiştir. Hak ve hak, yetki veya görev ve sorumluluklarla ilgili sorular hem geleneksel vatandaşlık kuramı içinde hem de sürdürülebilir kalkınma ile ilgili nispeten yeni söylemler ve çevreye duyarlı ekolojik vatandaşlık umudu içinde merkezi bir tema teşkil etmektedir. Bu, öncelikle, sürdürülebilirlik siyasetinin liberal demokratik vatandaşlıkla kurulan egemen siyasal sisteme bir meydan okumadır ve yurttaşlık görevleri ve artan vatandaş katılımı konusundaki güçlü vurgularından kaynaklanmaktadır. Bu argümanlar göz önünde bulundurulduğunda, ekolojik vatandaşlığın bireylerin çevreye karşı tutumlarında bazen oldukça kapsamlı yaşam tarzı değişikliklerini teşvik ederek, devlet-bireysel ilişkisini yeniden düzenleme arzusunda olduğu söylenebilir. Ekolojik Vatandaşlık ve Çevresel Yükümlülükler Özellikle, çevresel yükümlülüklerle ilgili üç husus ekolojik vatandaşlığı geleneksel vatandaşlıktan farklılaştırmaktadır. İlk olarak, ekolojik vatandaşlık, vatandaşlık faaliyetlerinin sadece dar bir çerçevede kamusal alanda yer aldığı düşünülen geleneksel vatandaşlıktan farklı olarak, daha önce özel alan olarak kabul edilen (aile, ev veya toplum içinde olanın kamu veya siyasi kurumların dışında kabul edilmesi) faaliyetleri vatandaşlık niteliği olarak kabul etmeye kadar genişletmektedir (Dobson, 2003). Bu her şeyden önce, vatandaşlığı hukuk ve resmi sözleşmeler çerçevesinde sadece devlet-birey ilişkisi olarak tarif eden vatandaşlık ilişkilerini hukuk ve sözleşme dışı ilişkilere de açan ve ciddi bir odak değişimini içeren bir bakış açısıdır. Dolayısıyla, özel olanın aynı zamanda siyasi olduğu ilkesinden hareket eden ekolojik vatandaşlık, vatandaşlık pratiklerini sadece kamusal alan üzerinden tarif etmez, gündelik hayatın tüm özel pratiklerine kadar genişletir. Çünkü bireylerin özel alandaki tüm faaliyetlerinin kamu alanına etkisi olduğunu öne sürer. Ekolojik vatandaşlığın sınırlarını yeniden düşünmenin doğrudan bir sonucu olarak, yeni bir dizi değer de temel yurttaşlık erdemleri olarak kabul edilmektedir. Dobson’a (2003) göre, klasik vatandaşlık anlayışı ağırlıklı olarak sivil hizmeti ve toplumun korunmasını destekleyen Makyavelci değerlere (cesaret, güç ve itaat) dayanırken, ekolojik vatandaşlık aynı zamanda kişisel ilişkilerden (örneğin sosyal adalet, sorumluluk, bakım ve şefkat) yararlanan motivasyonel değerleri de kabul eder. 163 Ekolojik Vatandaşlık Ekolojik vatandaşlık anlayışına göre, özel olan politiktir. Buna göre, bireylerin (özellikle çevre ile ilgili olarak) özel gündelik hayatlarında yapıp ettikleri de kamusal alanı doğrudan etkilemektedir. Kamusal alan devletle eşitlenemez, kamusal alan özel alanı da içeren ve devletin ötesinde bir alandır. Ekolojik vatandaşlığı geleneksel vatandaşlıktan ayıran ikinci özellik ise vatandaşlık görevlerinin kapsamının genişletilmesidir; geleneksel vatandaşlık bir ulus-devlet içine hapsedilmişken, ekolojik vatandaşlık artık nitelik olarak küresel veya evrensel olarak düşünülmektedir. Vatandaşlık ve haklar hakkındaki fikirler modern ulus-devlet kavramına dayanılmış olsa da bunun böyle olması içsel bir gereklilik değildir: kamusal alan devletten ‘daha küçük’ veya ‘daha büyük’ olabilir, hatta farklı olabilir”. Ekolojik vatandaşlığın sadece birey ve devlet arasındaki ilişkiler açısından tanımlanmadığını, daha çok vatandaşların birbirleri arasındaki özel alan ilişkilerini de kapsayacak şekilde genişletildiğini hatırlayacak olursak, ekolojik vatandaşlık herhangi bir siyasi alanla sınırlı değildir ve vatandaşlığın, vatandaşların yükümlülük içinde olduğu veya hak talep edebileceği bir siyasi otoriteyle özdeşleşmesine gerek olmadığını gösterir (Matti, 2006). Bunun yerine, ekolojik vatandaşlık alanı, eylemlerimizin başkaları için sahip olduğu olumsuz etkilerin yayıldığı alanlar ile eş anlamlıdır ve çoğu çevre sorunları hem coğrafi hem de zaman içinde yayılma kapasitesine sahip olduğundan, vatandaşlık görevlerinin kapsamı hem bir nesilden diğerine hem de toprak sınırları boyunca genişletilebilir. Kirlilik ulusal sınırlarda durmaz ve sonuncusu ekolojik vatandaşın sorumlulukları da ulusal sınırlarla çizilemez (Dobson, 2003). Bu açıdan, vatandaş ve ulus-devlet arasındaki ilişki mekânsal, kültürel ve siyasal düzlemlerde radikal olarak genişleme eğilimindedir ve çevresel sorunların zamansal ve mekânsal sınırları aşan tarzdaki nesiller arası ve mekânsızlık özellikleri düşünüldüğünde, ekolojik vatandaşlık zorunlu bir sorumluluktur. Ekolojik vatandaşlık sadece kamusal bir mesele değildir. Tıpkı feminizm gibi ekolojik vatandaşlık teorisi de özel alanı siyasal alanın içinde tarif etmektedir. Bu özel eylemlerin kamusal sonuçlar doğurabileceğinin kabul edilmesi, özellikle birçok “özel” çevresel davranış türü için geçerlidir. Devlet-birey ilişkisi, ya itaat ve cesaret göstererek toplumu korumak gibi sivil erdemlere dayalı olarak (cumhuriyetçi vatandaşlık) veya vatandaşlık haklarına (liberal vatandaşlık) dayalı bir şekilde inşa edilirken ekolojik vatandaşlık yabancılar arasında kişiler arası ilişki (tüm vatandaşlık gibi) çerçevesinde sorumluluk, şefkat ve sosyal adalet üzerine kurulmuştur. Ekolojik vatandaşlığın en önemli prensibi ise şudur: Hayatımı yaşarken başkalarını da etkilerim ve benim diğerlerine yükümlülüklerim (ben bunları biliyor olsam da olmasam da) vardır (Jagers, 2009:20). Resim 7.3 Modern Kentler. 164 Çevre Sosyolojisi Cumhuriyetçi vatandaşlık anlayışına inanan teorisyenler, çevrenin kolektif iyinin bir parçası olduğunu ve ekolojik vatandaşların görev ve yükümlülüklerini daha fazla önemsediklerini belirtebiliriz. Ancak sadece sorumluluklara yaptığı aşırı vurgular nedeniyle, şu anda bu tür fikirler günümüzün liberal dünyasını karakterize eden ideallerle bağdaşmaz görünmektedir. Liberal teorisyenler ise bunun yerine umutlarını insan haklarının genişletilmesinin de sağlıklı bir çevre hakkını kapsaması gerektiğini iddia ederek hak kavramına ağırlık vermektedir. Ancak bu liberal tutum bile, örneğin çevre değerlerinin ve ekosistemlerin savunmasızlığını uygun şekilde göz önünde bulundurmamakla ve vatandaş haklarının tarihsel olarak ulus devletle bağlantılı ve sınırlandırılmış olduğundan dolayı sınır aşan ve küresel çevre sorunlarını çözemediği için eleştiriliyor. ‘Ekolojik vatandaşlık’ hem cumhuriyetçi hem de liberal vatandaşlık ideallerini aşacak şekilde ikisinin bazı ilkelerini bir araya getirir. Ancak, vatandaşlığın yükümlülüklerine küresel ve zamansal bir boyut katmaktadır. Bu yaklaşım, küresel ve uzun vadeli perspektiften iklim değişikliği gibi çevre sorunlarını dikkate alarak kozmopolitan bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Öte yandan, klasik vatandaşlığın fiziksel bir yere bağlı olduğu fikri büyük ölçüde ulus devletle ilişkilendirilmiştir. Sadece ulusal sınırlar içerisindeki değerler üzerinden oluşturulan bağlılığa yönelik olarak geliştirilen siyasi haklar, liberalizmin dar bireyci aydınlanmacı projesine dayanmaktadır. Hatta bu mekânsal bağlılık, farklı ve yerli toplulukları da klasik vatandaşlığın geleneksel aidiyet dairesine dahil etmekte oldukça cimri bir tutuma sahiptir. Oysa, ekolojik vatandaşlık, yeni bir mekân ve sorumluluk etiği geliştirme peşine düşmüştür. Ekolojik vatandaşlık, vatandaşlığın mekânsal dayatmalarının sınırlarına işaret etmektedir. Vatandaşlığı modern-ulus devlet ile birlikte ele alan geleneksel vatandaşlık anlayışında, vatandaşlık bir siyasal topluluğun üyesi olmaktan dolayı kazanılan bir statüdür. Ancak, özellikle cumhuriyetçi bakış açısı için vatandaşlık sadece bir statü değil, aynı zamanda, daha da önemlisi, bir uygulamadır. Ancak Dobson bir adım daha ileri giderek vatandaşlığı hiçbir şekilde statü olarak kabul etmez ve hatta vatandaşlığın herhangi bir siyasal topluluğa üyelik gerektirmeyen bir biçimini formüle etmeye çalışır. Buradaki temel sorun, Dobson’ın inandığı gibi, söz konusu vatandaşların ait olduğu bir si- yasal topluluğa gerekli bir atıfta bulunulmaksızın vatandaşlığın anlaşılır bir şekilde var olup olamayacağıdır. Dobson, vatandaşlığın özünde ulusdevlete bağlı olduğunu reddederek, küreselleşme sürecinde ulus-devletin siyasi egemenliğin merkezi üstünlüğünün çeşitli şekillerde baltalandığını belirtiyor. Vatandaşlığın tarihselliğini ve özelliklerini de vurgulayarak, modern ulus-devletlerin varlığından önce vatandaşlığın var olduğunu, giderek daha çözülmüş biçimde olsa bile vatandaşlığın gelecekte de olacağını ileri sürmektedir. Dobson’a göre, bir devletin temel özelliklerine sahip bir siyasal topluluğun varlığı vatandaşlık için gerekli değildir. Dobson vatandaşlığın kullanılması için koşulları sağlayan hem devletin hem de onun benzerlerinin gerekli olduğu fikrini reddeder. Bunun için, ulusdevletin sahip olduğunda daha az özelliklere sahip bir siyasi topluluğun varlığı yeterlidir. Söz konusu siyasi topluluk için Dobson, küresel sivil toplumda oluşturulacak bir siyasi topluluk öneriyor. Küresel sivil toplum, bu bağlamda, uluslararası sivil toplum örgütleri (STK’lar), üyeleri ve sempatizanlarının somut kampanya bağlantıları ve bazı ortak hedefleri olduğu için mevcut bir siyasi topluluk olarak kabul edilmeye adaydır. Tabii ki siyasal iktidar üzerinde bir etkiye sahip değiller; bir miktar etkileri olsa bile en azından egemen güç ya da otoriteyi ima eden herhangi bir anlamda bir siyasi bir topluluk teşkil ettikleri düşünülemez. Dobson, ulus devletlerin mutlak egemen güce sahip olmalarının sakıncalarına değinerek, siyasi organların çokluğu üzerinden egemenliğin hem yukarı hem de aşağı doğru dağıtılması gerektiğini ileri sürmektedir. Uluslararası siyasetin daha geniş bağlamında, sivil toplum öznelerinin ve derneklerinin nispeten küçük partizanca farklılıklarının küreselleşmeye karşı eleştirel birliği konusunda güç sahibi oldukları takdirde tolere edilebileceğini ifade eder. Dobson, küreselleşme karşıtı aktivistleri küresel vatandaşlık faaliyetleri açısından buzdağının görünen yüzü olarak değerlendiriyor; ancak bu tür bireylerin ve grupların birbirinden farklı ve bazen de karşılıklı çelişkili amaçlarının dışında, faaliyetlerinin neden vatandaşlık olarak tasarlanması gerektiği sorusu hala devam etmektedir (Hayward, 2006: 436). Ekolojik vatandaşlık kuramcıları arasında, ekolojik vatandaşlığın, vatandaşlığın resmi tanımları ile ilişkisi konusunda bir fikir birliği yoktur. Bu nedenle ekolojik vatandaşlık hala “oluşum aşamasında” olduğu kabul edilmelidir. Ekolojik vatandaşlı- 165 Ekolojik Vatandaşlık ğın kavramsal gelişimin iki aşamasından söz edilebilir: Birincisi, bu kavramın liberal geleneğin eleştirel bir yeniden inşası üzerinden yeşil demokratik bir model tanımına başka bir katkıyı oluşturduğu aşama. İkincisi, çevre sorunlarının uluslar ötesiliğinin hem yükümlülükler hem de kolektif sorumluluk için teorik bir çerçeve gerektirdiği “küresel çağ” aşaması. Böylece ekolojik vatandaşlık kavramı sadece demokrasiyle değil, siyasi küreselleşmeyle de ilişkilendirilebilir. Öte yandan, ekolojik vatandaşlık, hem yeşil demokratik model içinde hem de Dobson’ın (2003)deyimiyle yurttaşlık kavramsal mimarisi açısından kendi alanını tanımlamayı amaçlayan bir kavramdır (Saiz, 2005:170). Ekolojik Vatandaşlık ve Sürdürülebilir Tüketim Yaklaşımının Eleştirileri Ekolojik vatandaşlık tartışmalarında sürdürülebilir tüketim yaklaşımının sınırlarına işaret edilmiş ve eleştirilmiştir. Bazı akademisyenler ekolojik vatandaşlık terimini ekolojik sorunların farkında olan bireylerin sorumluluklarını ifade etmek için ancak Seyfang (2006) gibi başka akademisyenler ise bu terimi vatandaşları neredeyse bilinçli tüketici olarak tanımlamak için kullanmışlardır. Ekolojik vatandaşlık kavramını derinleştiren Dobson ise, vatandaşların davranışlarının ekonomik tedbirler veya reklam kampanyaları yoluyla yönlendirildiği türden uygulamaları reddederek, çevre meselesinin sadece iktisadi bir davranışa indirgenmesine itiraz etmiştir. Dobson ve Sáiz’in (2005) ekolojik vatandaşlığın ekonomik önlemlerin ve tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesinin iktisadi aklının ötesinde daha derin bir düzeyde tutum değişimi gerektirdiğini öne sürmüştür. Bu kişinin bireysel davranışını değiştirmek için bilinçli bir seçim anlamına gelir ancak buradaki amaç çevresel eylemin altında yatan teşvik edici temeli değiştirmektir. Dobson bu bağlamda ekolojik ayak izi kavramına atıfta bulunur ve bu da vatandaşların kararlarını almada yardımcı olabilir. Bu açılardan bakıldığında, sürdürülebilir tüketim yaklaşımı giderek daha fazla sorgulanır hâle gelmiştir. Birçok düşünüre göre, sürdürülebilir tüketime odaklanan iktisat temelli araçsalcı anlayış, mevcut çevre sorunlarının karmaşıklığını ve toplumdaki yapısal dayanaklarını ve yaşam biçimlerine olan etkisini görmekten uzaktır. Ayrıca sürdürülebilir tüketim anlayışı, çevresel eylemlerin özelleştirilmesine ya da bireyselleştirilmesine öncülük etmekle de eleştirilmektedir. Sürdürülebilir tüketim anlayışı, insanların çevresel sorunlara katılımını sadece satın alma güçlerine bağlı hale getirmekte ve bireylere değişimin potansiyel öznesi olarak değil, nesne olarak yaklaşmaktadır. Bu yaklaşım genellikle insanları bilinçli vatandaş olarak kabul etmeyen bir tür davranışçılıktan beslenmektedir. En iyi ihtimalle, insanları bilinçli tüketiciler olarak tüketici veya malların alıcısı olarak ele almak ve inşa etmekle kalmıyor, aynı zamanda yeni bir kontrol ve disiplin biçimini de öngörmektedir. Bireyselci, ekonomik, ahlaki ve hatta psikolojik bir söylem, çevresel eylem üzerindeki politik olan şeyleri gizler. Gerçekten de sürdürülebilir tüketime odaklanmak sadece şu anda baskın olan neo-liberal paradigmanın bir ürünü değil, aynı zamanda çevre sorunlarını tamamen pazar ve/veya ahlaki terimlerle betimleyerek bu paradigmayı güçlendirmektedir. Bu yaklaşımın önemli bir boyutu, insanları vatandaş olarak davranmaya çağırmak yerine tüketicilere inResim 7.4 İş, Tarım ve Çevre Koruma. dirgemektir (Kenis, 2016: 951). Bu nihai olarak neo-liberal bakış açısının zaferinin bir işaretidir zira buna göre vatandaş-tüketicilerin iklim değişikliği ile mücadelesinin en iyi yolunun yaşam tarzı değişikliği olduğu fikrini empoze etmektedir. İklim değişikliğiyle ilgili siyaset dışı yaklaşımların ortak özelliği, değişimi var olan tüketim parametreleri içinde gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. Bu fikir en güçlü hâliyle, sadece teknolojik değişikliklerin yeterli olacağını ve 166 Çevre Sosyolojisi daha fazla sosyal değişime ihtiyaç duyulmadığı fikrini savunur. Toplumun bireylerin basit toplamına indirgenmesi, bireylerin sadece tüketici olarak tanımlanması ve çevresel dönüşümün değişen bireysel satın alma eylemlerine indirgenmesi, çevre alanında mevcut olan siyaset dışı yaklaşımlarda çok belirgindir. Çevre duyarlılığına yönelik eylemler yaparken ne tür bir sosyo-çevresel gelecek için çaba gösterdiğimiz, oraya nasıl ulaşabileceğimiz ve bu çabada olası eylemlerimizin ne olduğu sürdürülebilir tüketim anlayışında cevaplanmaz (Kenis, 2016: 952). Ekolojik vatandaşlık, sürdürülebilir tüketim anlayışından radikal olarak farklı bir pozisyondur. Her ne kadar sürdürülebilir tüketim fikri bireylerin ekolojik ayak izlerini azaltma arzusunun önemli bir aracı olarak ve dolayısıyla bir tür ekolojik vatandaşlık pratiği olarak yorumlanabilse de sürdürülebilir tüketiciler, hem bu eylemlerini motive eden değerler ve motivasyon hem de eylemlerinin içeriği açısından bakıldığında zorunlu olarak ekolojik vatandaşlar değillerdir. Çünkü çevre yanlısı faaliyet- ler, ekonomik bir motivasyondan ziyade içsel bir ahlaki motivasyonla yönlendirildiğinde ekolojik vatandaşlık eylemi sayılabilir. Sonuç olarak, ekolojik vatandaşlık sadece çevreyle ilgili duyarlı bir şeyler yapma meselesi değildir, bütün bu demokratik girişimleri yaparken ekolojik olmayı hedefleyen bir pratiktir (Jagers, Martinsson ve Matti, 2009). Son olarak, Dobson (2003: 89) ekolojik vatandaşlık ve çevreci vatandaşlık kavramları arasında bir ayrım yapmasına rağmen, bu kavramlar birçok vatandaşlık teorisyeni tarafından birbirinin yerine kullanılmaktadır. Dobson bu iki kavram arasında ayrım yapmak gerektiğini düşünür. Dobson’a göre, sürdürülebilir vatandaşlık ifadesi liberal bir uyarlama iken ekolojik vatandaşlık kendisinin kozmopolitan-sonrası dediği formülasyonuna işaret etmektedir. “Sürdürülebilir” ve “yeşil” vatandaşlık da yaygın olarak kullanılan diğer sıfatlardır. Bu kavram bolluğu, ekolojik vatandaşlık çalışmalarının ne kadar farklı (heterodoks) yaklaşımlar ve bakış açıları benimsediğine işaret etmektedir. Öğrenme Çıktısı 3 Ekolojik vatandaşlığın klasik vatandaşlıktan farklı özelliklerini açıklayabilme 4 Ekolojik vatandaşlık teorisinin “sürdürülebilir tüketim” anlayışına yönelik eleştirilerini aktarabilme Araştır 3 Richard Falk’un küresel vatandaşlık teorisi nasıl tanımlanır? Derin ekoloji ve sığ ekoloji kavramları arasındaki farklılıklar nelerdir? İlişkilendir Yeni vatandaşlık tiplerinin kısa bir analizi için Şerif Esendemir’in Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık: Eski Sorular Yeni Arayışlar (2008, Ankara: Birleşik Yayınları) kitabını inceleyebilirsiniz. Toplumsal ekoloji meselesinin ne olup olmadığının analizi için aşağıdaki linkten Şadi İdem’in Toplumsal Ekoloji dergisindeki “Toplumsal Ekoloji Nedir, Ne Değildir?” adlı makaleyi inceleyiniz: https://ekoloji. org/toplumsal-ekoloji-dergisi-sayi-1 Anlat/Paylaş Yeni vatandaşlık tiplerinden Will Kymlicka’nın çok-kültürlü vatandaşlık olgusunu arkadaşlarınızla tartışınız. Dünyadaki ve Türkiye’deki farklı ekolojik hareketlerin siyaset yapma anlayışlarını arkadaşlarınızla tartışınız. 167 Ekolojik Vatandaşlık LİBERAL VATANDAŞLIĞIN REVİZYONU OLARAK EKOLOJİK VATANDAŞLIK Andrew Dobson ve Valencia Saiz ekolojik vatandaşlığın tümüyle yeni ve özgün bir vatandaşlık türü olduğunu iddia ederler. Öte yandan, Derek Bell ve Simon Hailwood ise liberal vatandaşlığın değerlerinin ekolojik vatandaşlığa uygun olacak bir biçimde dönüştürülmesinin yeterli olacağına inanmaktadır. Buna karşılık, John Barry ve Andrew Light ise ekolojik cumhuriyetçilerin yaptığı gibi, cumhuriyetçi vatandaşlığı ilerletmek için erdem ve ortak iyi gibi cumhuriyetçi kavramlarla çevresel sorunlar arasında güçlü bir bağ kurmaya çalışırlar (Melo-Escrihuela, 2008: 115). İlk olarak ekolojik vatandaşlığı klasik vatandaşlığın sınırlarını genişleterek ve liberal demokrasiyi yeniden gözden geçirerek ekolojik vatandaşlık ve liberal vatandaşlığı entegre etmeye çalışan yaklaşıma yakından bakalım. Derek Bell ve Simon Hailwood gibi düşünürler, vatandaşların çevresel karar alma süreçlerine katılımlarının hayati önem taşıdığını ve liberal kurumların bu açıdan gözden geçirilmesi gerektiğini öne sürmektedir. Ekoloji hareketlerinin siyasal amaçlarına ulaşması için demokratikleşme süreci gerektiği ileri sürülmüştür. Bu yönüyle, yeşiller, ekonomik reformlar, bilimsel-teknolojik ilerlemeler ve yaşam tarzı değişikliklerinin yeterli olmayacağını savunuyor. Bu projenin merkezinde, liberalizm ve yeşil siyaseti bir araya getirme girişimi yatmaktadır ve bu girişim genellikle liberalizmin içerden bir eleştirisi yoluyla olmuştur. Liberalizmi ve yeşil siyaseti bir araya getirmeye çalışan bu yaklaşıma göre, ekolojik vatandaşlık, mevzuat ve siyasi süreçlerde reform yaparak kurumsallaştırılabilir. Bu tür reformların amacı, mevcut sivil, siyasi ve sosyal haklara çevresel bir boyut kazandırmak amacıyla vatandaşlık haklarının genişletilmesidir (Bell, 2005; Hailwood, 2005) ve daha katılımcı demokratik kurumların tasarlanmasıdır. Liberal yurttaşlık ve demokrasi kavramlarının yeniden tanımlanması, liber